26 Aralık 2015 Cumartesi

ROTASI DOĞRU GEMİYE BİNMEK - Nevzat Laleli HAY-DER (Hayırda Yarışanlar Derneği) Genel Başkanı

ROTASI DOĞRU GEMİYE BİNMEK
Nevzat Laleli
HAY-DER Genel Başkanı
            İnsan, eksiklik, hata, günah ve kusurlarla doludur ve bu bizim yaratılışımızdan kaynaklanmaktadır. Nitekim bir Hadis-i Kutsi de, Cenabı Hak; “Siz, hatasız kullar olsaydınız, sizi helak eder, yerinize hata eden ama af dileyen kullar yaratırdım” buyurmaktadır.
            Bazen biz emredilen ibadetleri yapmayız, bazen eksik yaparız, bazen içine riya karıştırırız. Kendi nefsimize veya çevremizde ki insanlara kötülük yaparız. Bu örnekleri hayatın her safhasına çoğaltabilirsiniz. Ama bütün bu hatalara rağmen “sırat-ı müsteğiymi – doğru yolu” muhafaza etmekteyseniz, Allah’ın sizi affedeceğinizi umarsınız.
            Bir de bu konun bir başka şıkkı vardır. İbadetlerinizi hiç aksatmazsınız. İlimle hem hal olursunuz. Başınızda sarık, sırtınızda cübbe, bacağınızda şalvarla gezersiniz. İçinizden bir duygu “Allahın en sevgili kulu olduğunuzu…” size fısıldar durur. Ama istikametinizi bozmuşsanız, yolunuz Allah’ın istediği yola değil de başınızdakilerin sizi götürdüğü yanlış yoluna girmişseniz, bu halinizle Allah korusun, kendinizi Allah’ın azabından kurtaramazsınız. Bu azap sizi hem dünyada ve hem de ahrette bulacaktır. Nitekim bazı ayetlerde, “nar (ateş) veya cehennem denmeyip, elim azap…” denmesi, Allah’ın azabının dünya ve ahrette bize ulaşacağının bir ifadesidir.
            Sevgili Peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde; “Sizin dininiz, emirinizin (başınızda size hükmeden kimsenin) dini gibidir” buyurmaktadır.
            İstikamette olup olmadığımızı zaman zaman ölçmeli, durumumuzu kendi vicdanımızda devamlı olarak muhasebe etmeliyiz.“Acaba benim yolu doğru mu? Ya yanlış yoldaysam…” diyebilmeliyiz.
            Bir insan iki hal (durum) üzerinedir. Ya bir toplumun başıdır ve arkasında kendini takip edenler vardır. Veya kendisi bir başın (reisin) arkasından gitmekte ve onun aldığı kararlara uymakta, onun gittiği yoldan gitmektedir.
            Eğer toplum içinde bir fert iseniz ve başındakilerin yanlış yolda gitmekte olduğunu (en azından) hissediyor ama aidiyet duygusuyla siz de o yanlış yolda gidiyorsanız, haliniz perişandır. Kur’an-ı Kerim de, bu gibi insanlar yanlış yolda olmalarından dolayı Allah’ın azabına uğrayınca şöyle dua edecekleri bildirilmektedir.
            “Ya Rabbi… Başımızdakilere iki katlı azap ver. Çünkü bunlar, dâl ve mudil olduklarından – hem kendileri yanlış yolda olduklarından ve hem de bizi yanlış yola sürüklediklerinden dolayı” diye dua edeceklerdir.
            DÜNYA ÖLÇEĞİ İLE ÖLÇMEK
            Bir insan, kendinin sırat-ı müsteğiym – doğru yolda olup olmadığının kontrolünü yapabileceği bir örneği birlikte inceleyelim.
            Şu dünya da hepimiz birer yolcuyuz. Ezelden gelip (galu bela) ebede (öteki dünya) gitmekteyiz. İstiyoruz ki dünyada da mutlu olalım, ahirette de... Bunun için tek yol Allah’ı tanımak, onun emirlerini tutmak, nehiylerinden (yasaklarından) kaçmaktır. Bir de istikametimize dikkat etmektir.
            Yolculuğumuza denizden devam edeceğimizi kabul edelim. Rıhtıma geldik. Orada (genellikle) üç gemi beklemekte, bu gemiler bizi gideceğimiz yere götüreceklerini söylemektedirler.
            Diyelim ki biz Medine’ye gitmek (İslam tam ve kâmil manada Medine’de uygulandı) istiyoruz. Önce Cidde limanına gideceğiz. Oradan aktarma yaparak Medine’ye ulaşacağız.
            Bu üç gemiden birisi diyor ki, “Arkadaş benim rotam Moskova’dır. Moskova’ya gitmek istiyorsan gel benim gemime bin. Bu yol seni mutluluğa götürecektir” İkinci gemi ise benim rotam, Cidde’dir. Mutluluk ancak bendedir, benimle seyahat etmen şarttır, demektedir.
            Bir üçüncü gemi daha vardır ki bu gemi ikinci gemiden, genellikle daha büyük, daha şık ve daha çekicidir. Müşterilerini celp etmek için bütün güverte ışıklarını yakmış, kuvvetli ses cihazlarıyla (medya ile) müşterilerini davet etmektedir.
            Bu gemi kendi rotasını söyleyeceği yerde, “bakın biz de sizin gibi giyiniyoruz, sizin dilinizi konuşuyoruz, sizin gibi ibadetlerimizi yapıyoruz. Bize gelin, sizi mutluluğa biz ulaştırırız” demektedir.
            Cidde limanına gidecek insan, bu geminin rotasını bilmeden bu gemiye biner mi? Ebediyet ve mutluluğa talip bir yolcu, üçüncü geminin bu tarz davetlerine aldanır mı? En azından bu geminin daha önceki seyahatlerinde hangi rotayı takip ettiğini ve nereye gidip geldiğini araştırmaz mı?
            Birinci gemi, diğer gemilerle birlikte rıhtımdan açıldıklarında, rotasını Moskova’ya çeviriyor ve diğer gemilerden ayrılıyor.
            İkinci ve üçüncü gemiler bir müddet aynı rotayı kullandıkları halde ikinci gemi rotasını Cidde limanına çevirirken, üçüncü gemi rotasını Wasightona çeviriyor ve o limana doğru yol almaya başlıyor.
            Şimdi sen ey Medine yolcusu… Birinci gemi açıkça rotasını söylediği için ona binmedin. Ama bir takım dünyalık menfaatler, makam, şöhret ve görüntüler için üçüncü gemiye binmişsen, günde beş vakit değil on vakit namaz kılsan, her gününü oruçla geçirsen, gece teheccüt namazları kılsan, devamlı zikir üzere olsan, belki sadece ibadet borcunu ödersin. Ama bindiğin gemi seni Washingtona götürüyorsa, sen istikametini değiştirmişsin demektir. Bu sebeple yaptığın bu ibadetler seni kurtarmayacaktır.
            İstikamet üzere olmak, rotası Cidde olan gemiye binmekle olur. İsterse bu gemideki yolcuların sayısı, diğer gemilerin yolcularına nispetle az olsun.
            Bu gemilere nasıl biniliyor diyecek olursan… Onlara üye olmakla, oy vermekle, maddi ve manevi desteklemekle ve onlara kalben muhabbet etmekle binilmiş olunur.

18 Aralık 2015 Cuma

KÜRT YAHUDİLER/1‏. ve 2. Bölümler, CESUR YORUM // Hayrettin Yurtöven - (Derleme: Cemal Polat)

KÜRT YAHUDİLER/1‏
CESURYORUM GRUP 
(24.11.2015) 
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından kısa bir süre sonra Azerbaycan'a gitmiştim...
Orada çok enteresan insanlarla tanıştım.
Ama bir tanesi beni çok şaşırtmıştı.
Çok güzel Türkçe konuşan bu kişiye ne olduğunu sorduğum zaman "Ben ERMENİ KÜRDÜ'yüm" demişti?!
O dönemde cahildim, hayret içerisinde "Yahu, Ermeni Kürdü olur mu, ya Ermeni'sin, ya da Kürt" dediğimde, yine gülerek "Yok, ben ERMENİ KÜRDÜ'yüm" diye tekrarladı.
Öyle kala kalmışım!
Bir süre sonra Erzincanlı bir genç kızla karşılaştım.
O daha da enteresan bir şey söyledi.
Dedi ki:
"Bizim oralarda Kürt dendi mi, akla ERMENİ gelir..."
Neden, diye merak ettim.
Biraz araştırma yapınca ÜÇ grup tesbit ettim.
"Kürtler ya ERMENİ, ya ARAP, ya da TÜRK soyundan; saf kürt diye bir şey yok!"
Şaşırtıcı, değil mi?!
Pek aklın alacağı gibi görünmüyor?!
Ama 2005'te İBRAHİM TATLISES, kalkıp da, "Ben ARAP asıllı Kürd'üm" demez mi?!
Bir de TABERÎ'nin, bundan en az 1300 yıl öncesinde, Hz. ÖMER'in oğlu Abdullah'a ait birKÜRT tanımını hatırlayalım:
"KÜRTLER, FARSLARIN GÖÇEBE ARAPLARIDIR.
Onlardan biri Nemrud'a, İBRAHİM'i ateşte yakmasını tavsiye etmiştir."
Hem FARS, (Yani ACEM, yani İRANLI), hem ARAP, hem de KÜRT!
Gel de, çık işin içinden!
Halbuki açıklaması basit ve FİRDEVSÎ'nin tanımında gizli...
FİRDEVSİ, zalim İran hükümdarı DEHHAK'ın beynindeki ura deva olsun diye, her gün çeşitli milletlerden seçtiği iki kişiyi öldürüp beyinlerini çıkartıp kafasına sürdüğünü anlatır...
"İki iyi niyetli adam" çıkar, DEHHAK'ın öldürmek üzere seçtiği gençlerden birini öldürüp, diğerini serbest bırakırlar, onun yerine bir koyunu kesip beynini kullanırlar.
İşte bu noktada FİRDEVSÎ, bu "iki iyi niyetli adam"ın kurtarıp dağa kaçırdığını insanlarla ilgili şöyle bir tarif verir:
"ZAMANLA KİMİN NESLİ OLDUKLARI BELLİ OLMIYAN BU GENÇLERİN SAYISI 200'Ü BULDU!
İŞTE BUGÜNKÜ KÜRT KAVMİNİN ASLI BUNLARDAN TÜREMİŞTİR Kİ, BUNLAR MAMUR ŞEHİR NEDİR BİLMEZLER!
BUNLARIN EVLERİ ÇÖLLERDE KURULMUŞ ÇADIRLARDAN İBARETTİR.
KALPLERİNDE HİÇ TANRI KORKUSU YOKTUR!"
KİMİN NESLİ OLDUĞU BİLİNMEYEN insanlara zamanla Kürt denmiş!
Biraz bu ifadeyi yorumlarsak, kendi toplumundan bir şekilde kopmuş, dağlara, çöllere kaçmış, genelde aşiret halinde, göçebe olarak çadırda yaşayan kişiler, diyebiliriz.
ERZİNCANLI kız, "ÜÇ GRUP" demişti: ERMENİ, ARAP, TÜRK...
Hz. ÖMER'in oğlu ABDULLAH bir tane daha ekliyor: FARS.
İSRAİL kaynaklarına dayanan AYTUNÇ ALTINDAL da YAHUDİ KÜRTLER'i ekliyor:
Etti BEŞ GRUP!?
Yani Kürtler bir MİLLET değildir!
Kendi milletinden kopmuş insanlardır!
İşte onun içindir ki, onları birleştirip bir millet oluşturmak mümkün değildir.
Çünkü Kürtler kendi aralarında birbirleriyle kaynaşamazlar!
Kaynaşmadıklarını, hatta Irak'ta birbirleriyle savaştıklarını gördük!
Aynı dili konuşmazlar!
Konuşmadıklarını TÜRKİYE'de gördük.
AVRUPA BİRLİĞİ'nin baskısı ile "kürtçe" yayına başlayan TRT'yi bir kısmı anladı, bir kısmı anlamadı?!
Aslında bazen birbirine komşu iki köy bile anlamaz!
Üstelik KÜRT kelimesi bile Kürtçe değildir!
ARAPÇA, FARSÇA falan da değildir.
Öz-be-öz TÜRKÇE'dir!
TÜRKLER'in DAĞLIK, KARLI bölgelerde yaşayan bir TÜRK OYMAĞI'nın adıdır!
Onun içindir ki, GÜNEYDOĞU ANADOLU'nun sarp dağlarla kaplı bölgesinin adı KÜRDİSTANolmuş, bu bölgede yaşayan insanlara da KÜRT denilmiştir!
Kürtler eskiden kendilerine "Kürt" demezlerdi?!
Bu ad onlara başkaların verdiği addı.
Onlar kendilerini, DIMILLI, KURMANÇ diye adlandırırlar, aşiret adı verirlerdi.
Ne zamanki emperyalist Batılılar TÜRKİYE'yi bölmek ve bölgeyi karıştırma gayretine girdiler, bölgede bol para dağıtmaya başladılar, kaçaklara, teröristlere özel imtiyazlar tanıdılar, Kürt olmak makbul oldu.
Ama biz şimdi bunlardan değil, sadece YAHUDİ KÜRTLER'den bahsetmek istiyoruz...
Bu konuda AYTUNÇ ALTINDAL'dan başka YALÇIN KÜÇÜK de kitaplarında açıklamalarda bulunmuştur.
EŞREF GÜNAYDIN ise YAHUDİ KÜRTLER diye bir kitap yazmıştır.
Herşeyden önce YAHUDİ ve MUSEVΠkelimelerine açıklık getirmek gerekir.
YAHUDİLİK bir ırka mensubiyeti, MUSEVİLİK ise bir dine bağlılığı ifade eder.
YAHUDΠkelimesi, Hazret-i İBRAHİM'in torunu Hazret-i YAKUB'un oniki oğlundan biri olanYAHUDA'dan gelir.
HAZAR TÜRKLERİ, bilindiği gibi YAHUDİ değillerdir, MUSEVÎ'dirler.
FALAŞALAR, yani HABEŞİSTAN (ETOPYA) zencileri YAHUDİ değildirler, ama MUSEVİ'dirler.
Ama Kürtler için durum biraz daha karışıktır.
Bir kısmı YAHUDİ KÜRDÜ'dür, bir kısmı da MUSEVÎ KÜRT'tür.
Peki, böyle bir durum nasıl oluştu?!
TALMUD'a göre ASUR kralı SALMENESER tarafından M.Ö.721-715 yılları arasındaFİLİSTİN'den sürülen YAHUDİLER'in on kabilesi, KUZEY IRAK'ın dağlık bölgelerine kaçtılar.
Oralara yerleştiler.
Bugünkü ERBİL şehri Milad'dan önceki birinci yüzyılda onların merkezi oldu.
Bir iddiaya göre burada bir devlet kurdular.
YAHUDİLER bölgede güçlenince çevrede yaşıyan bazı insanlar MUSEVΠoldular.
Bu insanlar o dönemde İBRANΠve ARAPÇA'nın karışımından oluşan AR MΠkonuşuyorlardı.
M.Ö.604-561 yılları arasında ASUR ülkesini fetheden BABİL KRALI NABUKADNEZARsayesinde bu yahudilerin büyük kısmı FİLİSTİN'e döndüler, bir kısmı da BABİL'e, bugünküBAĞDAT'a yerleşti.
Bir kısmı da KUZEY IRAK'ta kaldı.
Bunların bir kısmı GÜNEYDOĞU ANADOLU'ya kaydı.
30-40 yıl öncesine kadar VAN-HAKKARİ arasındaki BAŞKALE ilçesinde Kürtler'in "elbak", Ermeniler'in "hamadakert" dedikleri kerpiç evlerde yaşayan YAHUDİ KÜRTLER, ARAMÎkonuşurdu.
Kuzey Irak’ta asırlardır “Tat” diyalekti ile konuşan, ticaret ve küçük zenaatlarla uğraşan, bir çok kasaba ve köyde Yahudiler’e rastlanmakta idi.
1897'de toplanan Siyonist kongresinde Yahudi ırkının üstünlüğü, NİL'den FIRAT'a kadar bütün bölgenin İSRAİL olmasını, ve dünya hâkimiyetini hedefleyen PROTOKOL'u açıklayanTHEODOR HERZL, YAHUDİ KÜRTLER ile temasa geçen ilk YAHUDİ önderdir.
1947'de İSRAİL devleti kurulunca, IRAK'taki Kürtler'le teması arttırdı.
Büyük miktarda YAHUDİ KÜRDÜ, İSRAİL'e göç etti.
Sonradan MOSSAD ilk başkanı olan Reuven Zoslanski bir ajan olarak IRAK'a gitti, orada üç yıl kaldı.
Ali Bedirhan ile işbirliğine girdi.
Bir kahraman olarak sunulan Bedirhan, İSRAİL Dışişleri Bakanlığı'na bir rapor vererek"Dürziler, Maruniler ve Kürtler'in İSRAİL'in tabii müttefiki olduğunu" iddia etmiş veİSRAİL'den kendi bölücü faaliyeti için yardım istemiştir!
İSRAİL devleti de, 1961'de isyan eden Kürtler'e, 1963 yılından itibaren yardıma başlamıştır.
"İSRAİL ve IRAK'taki KÜRT Sorunu" adlı kitabın yazarı Amaltzia Baram, "1963 yılında MOSSAD başkanı General Meir Amit'in, İran istihbarat örgütü SAVAK'ın başkanı ile görüşerek KUZEY IRAK'taki Kürtler'e silah gönderme konusunda anlaştıklarını"belirtiyor!
Böylece YAHUDİ-KÜRT işbirliğine İRAN da katıldı.
Müslüman bir ülke, başka müslüman bir ülkenin devletine karşı, YAHUDİ ile birlikte vatan hainlerini desteklemiş oldu.
1965 yılında Bedirhan ile dönemin İSRAİL Savunma Bakan Yardımcı olan Şimon Peresarasındaki bir anlaşma sonucu, İSRAİL istihbaratının en gözde elemanlarından olanTuğgeneral Tsuri Saguy, Albay Arik Regev ve Yarbay Haim Levakov KUZEY IRAK'a gidip, üç ay boyunca isyancıları eğitip isyanda danışmanlık yaptılar.
Aynı yıl içinde MOSSAD'ın ileri gelenlerinden David Mimche başkanlığında bir grup ajan gelerek isyancı Kürtler'le bir görüşme yaptı.
Bu ajanların arasında sonradan bakan olan Aryeh Lova Eliah da vardı.
Eliah, Molla Mustafa Barzani ile görüştü, isyancı Kürtler'e silah, para ve teknik yardım vaadetti.
Bu desteği alan Mustafa Barzani, 1966 yılında IRAK ordusuna karşı büyük bir saldırıya geçti.
İş bu kadarla da kalmadı...
1966 Ağustos ayında İSRAİLLİ bir kadın ajanın ayarladığı bir IRAKLI pilot,SOVYETLER Birliği'nin bölgede ARAPLAR'ı güçlendirmek için verdiği MİG-21 uçaklarından birini isyancı Kürtler'in desteği ile TEL AVİV'e kaçırdı!
Böylece hem İSRAİL, hem de ABD, SOVYET uçak teknolojisi hakkında bilgi sahibi oldular.
Samuel M. Karz, "Soldier Spies" isimli kitabında, "İsyancı Kürtler'e su gibi para akıtan, liderlerine aylık 50.000 dolar para ödeyen İSRAİL DEVLETİ'nin, MİG-21 uçağını kaçıran hain pilot Redfa'nın tüm ailesinin IRAK dışına çıkarılmasını da Kürtler'e ihale edildiğini"yazıyor!
Bu olayın filmi yapılmış ve TÜRKİYE'de "GÖKLERDE VURUŞANLAR" adıyla gösterime girmiştir.
Yani Kürtler, sadece bağımsızlık iddiası ile kendi devletlerine isyan etmekle kalmamışlar, aynı zamanda o devletin düşman İSRAİL karşısında zayıf duruma düşmesine sebep olmuşlardır.
Mustafa Barzani Eylül 1967'de İSRAİL'e gitti.
Dönemin Savunma Bakanı Moşe Dayan'a bir Kürt hançeri ile birlikte "KERKÜK petrollerinin nasıl vurulabileceğine dair" planları verdi.
1969'da bu planlar doğrultusunda ve MOSSAD-BARZANİ işbirliği ile KERKÜK rafinerileri bombalanarak işlemez hâle getirildi.
Aynı uygulama ikinci IRAK savaşı (2003) sonrasında KERKÜK-YUMURTALIK boru hattına yapılmakta, İSRAİL ajanları ve Kürtler sık sık bu boru hattını bombalayarak IRAK petrolününTÜRKİYE'ye değil, İSRAİL'deki HAYFA limanına akmasını sağlamaya çalışmaktadırlar.
Mustafa Barzani 1973 yılında tekrar İSRAİL'e gitti.
Bir YAHUDİ KÜRDÜ olan David Dayan'ın evinde kaldı.
Daha sonra MOSSAD başkanı Zwi Zamir KUZEY IRAK'a giderek Barzani'yi ziyaret etti.
Bağdat idaresine yapılan saldırıların arttırılması karşılığında her ay verilen 50.000 dolara ek 50.000 dolarlık başka ödemeler yapıldı.
A. CEM ERSEVER, kitabında "Talabani'nin beş para etmez bir aşiret reisi olduğunu ve TURGUT ÖZAL'ın sayesinde adam sayıldığını" yazar...
Aynı şekilde KUZEY IRAK'taki belli başlı 24 aşiretten biri olan, sıradan BARZANİ aşiretinin bugünkü konumuna gelmesi, o dönemde İSRAİL'in verdiği destek ile 1991'den sonra ABD'nin verdiği destek sayesindedir!
İSRAİL ve ABD'nin amacı MUSUL-KERKÜK petrol bölgesinin SELÇUKLULAR döneminden beri gerçek sahibi olan TÜRKMENLER'i, yani TÜRKLER'i saf dışı bırakıp, orada İSRAİLdenetiminde bir uyduruk Kürt devleti kurmaktır.
AYTUNÇ ALTINDAL, "Halen İSRAİL ile ilişkileri BARZANİ'nin yanında olan Sami Abdurrahman sağlıyor" demektedir.
Bunları niye uzun uzun anlattık?!
Bölücü Kürtler'in hararetle destekleyip örnek aldığı, saf Kürt kökenli vatandaşlarımızdan bir kısmının da sempati duyduğu KUZEY IRAK'taki "Kürt hareketi"nin aslında bir YAHUDİ oyunu olduğunu, Kürtler'in aslında bağımsız bir devlet falan kurmadıklarını, para ve menfaat karşılığında, içinde yaşadıkları devlete ihanet, o devletin amansız düşmanlarına da uşaklık ettiklerini göstermek için!?
(Devamı var)
***
KÜRT YAHUDİLER/2‏
CESURYORUM GRUP 
(25.11.2015)
Gelelim YAHUDİ KÜRDÜ meselesine...
Tarihçi AHMET UÇAR ve AYTUNÇ ALTINDAL,  BARZANİ ailesinin YAHUDİ kökenli olduğunu belirtmektedirler.
Bunu da OSMANLI arşivlerinde bulunan bir belgeye dayandırmaktadırlar!
ALTINDAL konuyu çok eskiden beri bildiğini, hatta 1970'lerde bu konuda bir makale yazdığını söyler.
Bu belgeye göre 1856 senesinde SALLUM BARZANΠadlı bir YAHUDİ haham, MUSUL'danSELANİK'e, oradan da KUDÜS'e sürülmüştür!
Bu kişi, BARZANİ ailesinden yetişmiş pek çok YAHUDİ hahamdan sadece biridir...
Ama YAHUDİ KÜRTLERİ'nin varlığı sadece bu iki kişi tarafından dile getirilmiş değildir.
1992 yılında yayınlanmış olan "The Folk Literature of Kurdistani Jews: An Anthology - Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı Antolojisi" bu konuda kaynak kitap hüviyeti taşır.
Yazarı bir YAHUDİ KÜRDÜ olan Profesör Yona Sabar'dır ve kendisi Kaliforniya Üniversitesi'nde görev yapmaktadır.
Bu kitaba göre;
"16. ve 17. yüzyılda KUZEY IRAK'ta yaşayan ailelerin en ünlülerinden biri BARZANİ ailesiydi ve bu aileye mensup hahamların kurduğu YAHUDİ eğitim kurumları büyük bir itibara sahipti.
Öyle ki, başta MISIR olmak üzere, Ortadoğu'nun çeşitli yörelerinden buraya öğrenciler geliyordu.
Haham NATHANEL BARZANİ çoğunluğu elyazması olan büyük bir kütüphaneye sahipti.
Bu kitaplar yine haham olan oğlu SAMUEL BARZANİ'ye miras kalmıştı.
En enteresanı sapıtmış AMERİKAN YAHUDİLERİ tarafından kabul edilen ilk KADIN haham da, bu Samuel'in kızı ASENATLI BARZANİ idi!"
Kitabın yazarı Yona Sabar, kendisiyle irtibat kuran Eşref Günaydın'a, "BARZANİ ailesinin kurucusunun 16. asırda yaşamış olan haham SAMUEL BARZANİ (ölümü 1630) olduğunu, ailenin daha sonra MUSUL, ERBİL, KERKÜK civarlarında etkili olduğunu, ancak BARZANİ adı taşıyan her aileyi YAHUDİ saymamak gerektiğini" belirtmiştir.
Ancak bölgede BARZANİ adı taşıyan başka bir aile yoktur ki!
Şu halde günümüz BARZANİ ailesinin aslında YAHUDİ olduğundan en ufak bir şüphe duymamak gerekir.
Bugün İSRAİL'de yaşayan YAHUDİ KÜRTLER'in arasında BARZANİ soyadı oldukça yaygındır.
İSRAİL devleti kurulmadan önce MOŞE BARZANİ bir militan olarak LECHİ yeraltı örgüne mensuptu ve gözaltında iken bir el bombası patlatarak intihar etmişti.
Moşe Barzani IRAK'ta doğmuş, FİLİSTİN'e göç etmiş ve orada ölmüştü(1947).
Ancak SABATAY SEVİ'nin takipçileri "dışı müslüman, içi yahudi" dönmeler gibi, bölge yahudilerinden bir kısmı menfaat açısından müslüman görünmeyi daha uygun bularak zahirde din değiştirmişler, hatta Nakşibendi tarikatına intisap etmişlerdir.
Bu tür aileleri Kürtler bilir, ve onlara "binemal cuhi" derler, yani YAHUDİ KÖKENLİ!
Bu aileler HAKKARİ'de de vardır, IRAK'taki BARZAN bölgesindekilere "birker" denir.
Müslüman görüntülü BARZANİ ailesinden Şeyh Mehmet, 1700'lerde Nakşibendi tarikatının lideri olmuş, 1800'lerde bir başka Şeyh Mehmet Nakşibendiler arasında sivrilmiştir.
Ama bu bir şey değiştirmez.
OSMANLI şeyhülislamları arasında dahi dönme (YAHUDİ) olanlar vardır!
YAHUDİLER kılıktan kılığa girmekte ve insanları kandırmakta çok ustadırlar.
Zaten Kürtler'in ancak %60'ı müslümandır, onlar arasında gerçek müslüman ne kadardır,ALLAH bilir!
Kendi de bir Kürt ayırımcı olan FAİK BULUT, "Filistin Rüyası" isimli kitabında "İSRAİL'de KÜRTÇE KONUŞAN YAHUDİLER"den bahseder.
Bu kişinin "HORASAN Kürtleri" diye bir kitabı vardır ki, bölgeye GURİSTAN adını vermişGUR TÜRKLERİ'ni "kürt" yapar!
Ama Kürtler'in Anadolu'dan ta HORASAN'a nasıl gittiğini açıklamaz?!
A. MEDYALI isimli kişinin de "Kürdistanlı Yahudiler" diye bir kitabı vardır.
(Berhem Yayınları, Ankara, 1992)
YALÇIN KÜÇÜK kitaplarında YAHUDİ KÜRTLER'den bahseder, "İSRAİL'de 150.000 kadar YAHUDİ KÜRDÜ olduğunu ve aralarından bakanlar bile çıktığını" yazar.
ABDULLAH BİLİCİ de İSRAİL'de YAHUDİ KÜRDÜ Moti Zaken ile yaptığı röportajı AKSİYONdergisinin 291. sayısında yayınlamıştır.
Moti Zaken babası ZAHO doğumlu, sonradan İSRAİL'e göç etmiş.
MUTİ ZAKEN, İSRAİL-KÜRT LİGİ'nin kurucusu.
Aynı zamanda Netanyahu ve Barak hükümetlerinde danışmanlık yapmış.
İSRAİL'de 150.000 YAHUDİ KÜRDÜ olduğunu söylüyor.
1970'lerde İşçi partisinden iki YAHUDİ KÜRDÜ, KNESSET denen YAHUDİ meclisine girmiş.
Lukud Partisi'nden de bir bakan ve bir milletvekili çıkarmışlar.
1996-1999 yılları arasında Savunma Bakanı olan emekli general İZAK MORDEHAY da YAHUDİ KÜRDÜ idi.
Utah Üniversitesi'nde görev yapan HASAN KÖSEBALABAN'ın da bu konuda bir makalesi var.
O da "İSRAİL'in Kürtler'in tümünü M.Ö.723 yılında bölgeye göç eden YAHUDİ kabilelerin soyundan geldiğine inandırarak KUZEY IRAK'ta bir nüfuz alanı oluşturmayı amaçladığını" belirtiyor.
Ancak "YAHUDİ KÜRTLER'in kendilerini MÜSLÜMAN KÜRTLER'den daha çok YAHUDİLER'e yakın hissettiğini" de ekliyor.
Maalesef bu TÜRKİYE'nin de problemi, bizim dönmelerimiz de, (yani dışı MÜSLÜMAN-TÜRK, içi-özü YAHUDİ) kendilerini yüzyıllardır bağrına basan MÜSLÜMAN TÜRKLER'i, TÜRK DEVLETİ'ni bir kenara bırakıp; İSRAİL'e, ABD'ye, AB'ye, yani YAHUDİLER'e veHRİSTİYANLAR'a hizmet etmektedirler!
Kürt bölücüler de öyle...
Şimdi bu YAHUDİ KÜRDÜ tesbitimiz bazılarına inandırıcı gelmeyebilir.
Ancak KEVIN BROOK adlı araştırmacının internet sitesinden öğreniyoruz ki, elde 2001 yılında YAHUDİ, ALMAN ve HİNTLİ bilim adamlarınca yapılan bir araştırma var.
Amaç kimin SAMÎ, kimin HİNT-AVRUPAΠkökenli olduğunu tesbit etmek...
Araştırma için SEFERAD YAHUDİLERİ (FİLİSTİN kökenli, daha çok İSPANYA'ya göçmüşYAHUDİLER), EŞKENAZ MUSEVİLERİ (daha çok HAZAR TÜRKÜ kökenli ASYA VE DOĞU AVRUPA MUSEVİLERİ), MÜSLÜMAN KÜRTLER, FİLİSTİNLİ ARAPLAR ve FİLİSTİN'in güneyinde yaşayan BEDEVİLER'den 526 adet Y-KROMOZOMU toplanmış.
Daha sonra araştırmaya RUS, BEYAZ RUS, POLONYALI, PORTEKİZLİ, İSPANYOL, ARAP, BERBERÎ, ERMENİ ve TÜRK deneklerden alınan 1321 örnek dahil edilmiş.
Sonuç şaşırtıcı?!
KÜRTLER ve YAHUDİLER binlerce yıl öncesinde ORTAK bir BABA'dan geliyorlar!
Diğerleri ile böyle rabıta kurulamıyor!
Yine başka bir internet sitesi, ISRAELI-KURDISH FRIENDSHIP LEAGUE, MOTİ ZAKEN'in bahsettiğimiz makalesini veriyor.
Tarayıp bulabilirsiniz.
Netice itibariyle, biz Kürt kökenli vatandaşlarımızın YAHUDİ oyunlarına gelip, YAHUDİ veAMERİKAN uşağı olmasını istemiyoruz.
Kendilerini onbinlerce yıllık TÜRK tarihinin ve benliğinin bir parçası gibi hissetmelerini istiyoruz.
Bütün çabamız bunun için...
DİP NOT:
AHMET CEM ERSEVER
1950 Erzurum doğumlu, Kerkük Türkleri’ndendir.
Resmi adı İstihbarat Grup Komutanlığı olan, halk arasında Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele adıyla anılan biriminin kurucusu ve komutanı olan Jandarma subayı.
Ersever, Güneydoğu Anadolu’da PKK ile yapılan gerilla ve istihbarat çalışmalarının tümünde yer almış, silahlı çatışmalara bizzat katılmış, tüm faaliyetleri yönetmiş, PKK’ya yardım ve yataklık eden kişi ve guruplarla mücadele etmiş, bu faaliyetleri tam yetkiyle ve Komutanlığa doğrudan bağlı olarak yürütmüştür.
Mücadelesinde PKK'nın tarihini yazacak kadar derinlere inen Cem Ersever PKK ve Gladıo arasındaki bağ ile İsrail ve ABD'nin desteklerini, PKK içindeki ermeni eliti Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'e bildirmiş; Eşref Bitlis  bu konuda açıklama yapılamadan uçağına düzenlenen sabotajla şehit edilmiştir.
Ersever ile Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu arasındaki ilişki olduğu ve Ersever’in Velioğlu’ndan çok iyi istihbarat aldığı, avukatı Emin Emir (MHP’nin eski lideri Alparslan Türkeş’in de avukatı) tarafından ifade edilmiştir.
Özellikle 1989-1990 yıllarında bu ikilinin çok sık görüştüğünden bahseden bahseden Emir, Ersever’in o dönem ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ ilkesiyle hareket ettiğini ve ayrıca Hizbullah’ın devlet tarafından kurulduğuna dair Ersever’den herhangi bir şey duymadığını da belirtmiştir.
Ersever, Aydınlık gazetesinden Soner Yalçın’a yaptığı açıklamalarda, Yeşil kod adıyla tanınan Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhuller ile ilgili bilgiler verdi.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis‘in kuşkulu bir uçak kazasında ölümünden bir ay kadar sonra, binbaşı rütbesindeyken, 17 Mart 1993′de 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etti.
İstifa mektubunda “Güneydoğu’da yetkili organlar içerisinde oluşturulan bir çete, cereyan eden hadiselerin gerçek boyutlarının Türk Milleti tarafından görülmesini engellemektedir” diyor ve yaşanan gerçekleri ve PKK ile mücadelenin eksikliklerini kamuoyuna duyurmaya çalışacağını açıklıyordu.
Bu arada PKK ile psikolojik mücadele yöntemi olarak Ahmet Aydın takma adıyla“Üçgendeki Tezgah” ve “APO-PKK-Kürtler” isimli kitapları yazmış, ancak geçim sıkıntısı içine düşmüştü.
İşadamı Alparslan Ertuğ ile ilişki içindeydi ve eğer kendisine birşey olursa Güneydoğu’dan tanıdığı Hanefi Avcı‘ya haber vermesini istemişti.
Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıklarıyla ilgili olarak mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993′te Ankara’ya gitti ve bir daha kendisinden haber alınamadı.
1 Kasım’da Ankara Çamlıdere’de sevgilisi Neval Boz’un, 2 Kasım’da Ankara Polatlı’da itirafçı Murat Demir’in ve 4 Kasım 1993′de Ankara Elmadağ’da Ahmet Cem Ersever’in cesetleri jandarma tarafından bulundu.
Birbirlerini tanıyan bu üç kişiyi kimlerin öldürdüğü bir sır olarak kaldı.
Hayrettin Yurtöven
Pfarrer-Autsch-Straße 31
55126 Mainz
Tel.: 0049 (0)6131 471582
(Derleme: Cemal Polat)

15 Aralık 2015 Salı

LİMNİ AÇIKLARINDAN KUMKALE’YE (SMETLİVY DESTROYERİ)

LİMNİ AÇIKLARINDAN KUMKALE’YE
(SMETLİVY DESTROYERİ)
Babür Hüseyin ÖZBEK
            Smetlivy adlı 810 bordo numaralı Rus Karadeniz Donanmasına bağlı, güdümlü füzelerle donatılmış bir destroyer. Ege’de Bozcaada’nın karşısında Limni Adası açıklarında demirli. Çanakkale Boğazı’na giriş yapacak. Boğaz trafiğinde 12 saat aşağıdan – yukarıya, 12 saat ise yukarıdan – aşağıya, seyir -  geçiş düzeni var. Yabancı askeri ve yolcu gemilerine ayrıca geçiş üstünlüğü tanınıyor. Suriye’de Tartus Deniz Üssü’nden Türk hududundaki Bayır Bucak Türkmenlerine ateş yağdıran V.Putin’in katliam makinası görevini yaptı, Kırım’a Akyar’a (Sıvastopol) dönüyor.
            Smetlivy, Limni Adası’nın güney – doğusunda, Boğaz girişi Kumkale’nin 35 – 37 d.mili (70 km.) açıklarında bu kadaruzun süre demirde neden, neyi bekliyor, neyi kontrol ve istihbar ediyordu? Bilenler bilmeyenlere anlatsın.
            Günlerden 12 Aralık 2015, sabah 08 03 gibi, Yunan Limni Adası ile Bozcaada arasında direğinde Türk bayrağı dalgalanan mütevazi – orta boy bir balıkçı teknesi o sularda nasibini arıyor. Yakınlarındaki askeri geminin milliyetinden bile habersiz. Her şeyden ürken, adeta dananın altında buzağı arayan Rus muhribi onun yaklaşmasını tehdit olarak görüp ateş açıyor. Arıyor, aranıyor, yeni çar V.Putin’nin direktifleri doğrultusunda bize gemimize, uçağımıza, topraklarında yaşayan T.C. vatandaşlarına mutlak bir ceza kesmek, ağır bir gözdağı vermek istiyor. Bu bir…
            Ertesi gün Odesa’dan kalkan,  gene Türk bayraklı bir ticaret gemisine Karadeniz’in uluslararası sularında; “Rus Çernomomeflegaz Şirketi’ne ait sondaj platformunun naklini engellediği” gerekçesi ile bir Rus askeri gemisi müdahale ediyor, seyrini zora sokuyor, rotasını değiştirmeye zorluyor; sanki eşkıya Karadeniz’de de kol geziyor.
            Gelişmeler iyi değil. Bunlar, “hır çıkarmak isteyen”, yeniden kendini güçlü hisseden kuzey – Rus Emperyalizminin T.C. yi de, Türk Dünyasını da ezmeye yönelik ayak sesleri.
            Duyan, bilen ve fakat Rus deyince kulaklarını tıkayan yazar, politikacı ve kendini entel – aydın zanneden zümreler var. Siz bu toplumdan ayrı mı yaşıyorsunuz? Anadolu insanını anlamaya çalışırsanız onların düşüncelerinin sizden farklı olduğunu göreceksiniz.
YOLDAŞLAR SESSİZ
          Yunan halkı, politikacısı ve denizcisine göre, “Ege bir Yunan iç denizidir.” Konu ile ilgili olarak beş sene önceye gidersek: 22 Ekim 2010’da ılık bir Atina akşamı, Başbakan R.T.Erdoğan, eşi Emine Hanım, Ada Hanım ve Yunan Başbakanı Yorgo Papandreo ile Grand Britanya Oteli’nin balkonundan yemekteler, orada seyrettikleri birkaç adacık ile Ege ‘yi karıştırdıkları sonra anlaşıldı. “Karasularında 12 deniz milini görüşebiliriz…” dedi o gün T.C. Başbakanı.Halbuki Bülent Ulusu 12 Eylül 1981’de başbakan olduğunda verdiği ilk demecinde: “ Ege de 12 mil ilanı Türkiye için harp sebebidir, bizim için kırmızı çizgidir.” demişti. “Uzatmalı amir”, “Bay 28”  Atina’yı Ege’yi bilir, orada ataşelik yaptı, bir de iktidarların dümen suyuna girmese.
            Rus halkına, politikacısına ve Kırım’da Akyar’da (Sıvastopol) Karadeniz Donanması’ndaki denizciye göre, kalın sırmalı amirallerine göre, “Karadeniz bir Rus iç denizidir,”  Bu iddiaya itirazınız mı var, yanlış mı? Gidin, sorun, inceleyin bir bilene sorun, dinledikleriniz sizi şaşırtmasın; maalesef gerçek bu!
            Konuşmalarında, yazılarında, oluşturdukları mantık da, açık veya örtülü kuzey – Rus hayranlığı var. Biz onları anlıyoruz. Fakat ne olursa olsun çünkü onlar sizin için “Yoldaş” Rahmetli Kamuran İnan vefatından önce; “Dünyada en çok hain bizdedir…”   mealinde konuşmuştu. İnanın bugüne kadar ben hep tersini düşündüm ve gene de öyle düşünüyorum. “Yoldaşlar sessiz”, bir şeyler söylüyorlar, ama kendileri bile söylediklerini duymuyorlar. Türk halkı yoldaşları da, yoldaşları sevenleri de ve hatta sempati duyanları da sevmez.
GÜCÜMÜZ NE
          T.C.G.MUAVANET’ i ( DM – 357 ) 2 Ekim 1992’de Ege de,  Saros Körfezi’nde,  U.S.S. Saratoga Uçakgemisi’nin  ( CV – 60 ) Sea Sparrow füzeleri ile vuran Amerikan alçaklığı ne ise, Rus sömürgesi Suriye’nin Tartus Deniz Üssü’nden attığı füzelerle Türkmenleri vuran yoldaş – Rus alçaklığı da odur. Türk milliyetçileri için ana hat, omurga Atatürk’ün söylediği ve gösterdiği yoldur.
            Türk denizciliğinde bir kıpırdanma ve de küçük küçük hamleler var. Bu askerler içinde geçerli, ama işin gerçeği ise halka yönelik aldatmaca. Evet, gemi inşasında 29 - 30 bin çalışan var, bu rakam 100 bin yan sanayi ile bu 130 bine ulaşıyor. Ufaklı büyüklü 77 tersane var. Türkiye Gemi İnşa Sanayicileri (GİSBİR)  standart sözünü hep tekrar ediyor; zor bir dönemden geçiyoruz. Büyük bir askeri çıkarma gemisini denize indirdik…
            Hepsi iyi güzelde, Ege’de, Karadeniz’de denizde çıkacak bir çatışmada gücümüz, kazanma şansımız ne? Smetlivy muhribi gibi güverteleri kanlı tekneler, Kumkale açıklarında Boğazın ağzında, gene boğazımızı sıkacak, gene balıkçı teknelerimize ateş ederek tehdit edebilecek mi?  
           Gücümüz ne?, 15. 12. 2015

10 Aralık 2015 Perşembe

GELECEK ALTI AY - Ahmet Kılıçaslan AYTAR

GELECEK ALTI AY
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry,  Viyana'da Suriye Zirvesi'nde sağlanan mutabakat gereğince,
1 Ocak'ta BM denetiminde ateşkes ilan edilmesi,
Suriye önderliğinde 6 ay içinde geçiş hükümeti kurulması ve yeni bir anayasanın hazırlanması,
18 ay içinde ise adil bir seçim yapılması ve BM denetiminde "kimin terörist kimin muhalif " olduğunun belirlenmesi konularında anlaşmaya varıldığını söyledi. 
Suriye'deki tarafların bir araya geldiği toplantıların bir sonraki turunun ABD'de yapılacağını açıkladı...
*
Kerry, bu paralelde İsrail-Filistin meselesinde son dönemde, Filistin yönetiminin "Tek Devletli Çözüm" öngörüsünün gerginlik yarattığını,
Tek devletli çözümün İsrail'in "demokratik bir Yahudi devleti" geleceğini de tehlikeye atacağını,
Gerginliğin sürmesi halinde Filistin yönetiminin ne kadar daha ayakta kalabileceğini bilmediğini de hatırlattı.
*
Peki ama bunlar ne anlama geliyor?
*
Suriye jeopolitik konumu ve durumu sonucu daima tehditlerle karşı karşıya kalmıştır.
Suriye'yi iç savaşa taşıyan olayların iç sorunlarla ilgili bir boyutu olsa da, esas neden bazı Arap ve Batılı ülkelerin İsrail'in çıkarlarına hizmet edecek tutum ve politikalarıdır.
İsrail'e yaranmak için "Suriye Dostları" yalanı ardına gizlenen Suriye'ye düşman diplomatik hareketler terörü desteklediler.
Bu suretle teröristleri gönderen ve finanse eden ülkeler Suriye'de yaşanmakta olan insani durumu ahlaksız bir ticarete dönüştürdüler.
*
O sırada İsrail'in azınlık olarak kabul ettiği Filistin Devleti ile HAMAS'ın aralarındaki görüş ayrılığı ve güvensizlikler aşılmış, "Birlik Hükümeti" kurulmuştu.
İsrail ile barış sürecinin temelini oluşturacak anlaşmalar için İsrail'in hukuken var olma hakkını tanıyacaklarını, 1967 sınırlarına dayanan iki devletli çözüm prensibine bağlı kalacaklarını açıkladılar.
BM de iki devletli çözümü temel alan barış prensibine bağlı kalınması koşuluyla Birlik Hükümeti'ni kabul ettiğini bildirdi.
*
Ne ki İsrail, Gazze'de yeniden imarın başlatılması, ablukanın kaldırılması ve kapıların açılması,
Gazze'nin Batı Yaka'dan uzaklaşması için değil dünya ile irtibata geçmesi için deniz ve hava limanlarının inşa edilmesi,
Elektrik, su, yol, kanalizasyon gibi alt yapı sorunlarının çözülmesi  taleplerini yerine getirmedi.
Gazze ve Batı Yaka'nın bir bütün olduğu, Gazze'nin de Filistin siyasi sisteminin bir parçası olduğu,
Bir çözüm olacaksa bunun mutlaka Filistin ulusal çerçevesi içinde herkesin ortak olmasına itibar etmedi.
Ama İsrail'in Filistinlilere saldırıları ve Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa'ya yönelik baskınları nedeniyle bölgede gerginlik giderek tırmandı.
*
ABD, İsrail ve Suriye Dostları ise bu sırada Suriye'de Esad'ın iktidarını koruma konusunda büyük bir potansiyele sahip olduğunu anlamışlardı.
Ergeç Suriye ile yapılacak bir barış anlaşmasında, İsrail'in bir Yahudi Devleti olarak tanınması ve güvenliği için rejim gücünün Sünni güçle dengelenmesini sağlamaya yöneldiler.
Irak'ta da Irak Kürtleri ve Sünnilerin Şii'leri dengelemesine yönelik bir karşı ağırlık oluşturmaya kalkıştılar.
*
Birdenbire Suriye ve Irak'taki otorite boşluğu kullanılarak,
İsrail ve ABD'nin kendilerini açığa vermeden Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'ye dünyanın her yerinden kiralattığı ve türlü lojistik verdirdiği,
Yakın gelecekte "Yahudi Devleti'ne " itiraz etmeyecek yeni bir Suriye ve Irak'ın biçimlendirilmesine hizmet etmek üzere,
Çoğu Amerikan pasaportlu dünyanın bir çok ülkesinden birkaç bin kiralık asker eskisinden kurulu Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çetesi boy gösterdi.
*
Aslında ABD ve İsrail, Lâikliğin önünü keserek  İslam dini yerine çakma İslamcılıktan medet ummasıyla ve böylesi bir çeteye güvenmekle yanlış yapmıştı.
Çünkü Suriye ile yapılacak bir barış anlaşmasında İsrail'in bir Yahudi Devleti olarak tanınması ve güvenliği için tek bir alternatif vardı.
Bu İslamcılıktan ziyade Araplığı temel alan, bağımsızlığı ve lâikliği savunan bir ideolojiye dayanan BAAS anlayışıydı.
*
Halbuki ABD ve İsrail, Ortadoğu'da kurumsal demokrasinin eksiklerini tamamlamakta Türkiye'nin İslam dünyası içinde demokratik açıdan yol gösterici olma karakterini kullandı.
Türkiye'nin batılılaşmak, Batı medeniyetinin esas unsurlarına bağlanmak ve bunları hayata uygulamak zorunda olduğunu, bunların unsuru olan ilim ve zihniyetin doğup  serpileceği ortamın koşulu olarak lâik hukuku ve özgürlüğü hiç bir zaman benimsememiş,
AKP iktidarıyla Osmanlıcılığın "sınırlar içinde yaşayan herkes ırk,din,dil ayrımı olmaksızın eşittir",  İslamcılığın "toplumu bir arada tutan temel faktör din'dir" sentezini uyguladılar.
Türkiye AKP iktidarının arkasında "Osmanlı'nın ardından Türkiye'nin İslam toplumlarına Vatikan benzeri ekonomik güç olması projesi"nde "Suriye ve Irak jeopolitiğinde bölgeyi kazanan petrolü ve Misak'ı Milli topraklarını da kazanır" siyaseti doğrultusunda savrulmaya başladı.
*
Suriye Hükümeti ise anayasal,kanuni ve meşru sorumluluk olarak güvenliğin tesis edilmesinde birinci derecede kendisinin sorumlu olduğunu,
Suriye'nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için BM garantisinde savaşan silahlı güçlere her türlü lojistik veren devletlerin desteklerini kesmesi, sınırların denetimi için bir mekanizmanın oluşturulması gerektiğini,
Böylece ulusal bir misak çerçevesinde egemenlik,bağımsızlık,toprak bütünlüğüne tutunan bir konferans ile Suriye'nin siyasi geleceğinin resmedilmesini istiyordu.
*
Şimdi Dışişleri Bakanı J.Kerry'nin açıklaması ABD'nin; Rusya, Çin ve İran başta olmak üzere Suriye de savaş suçları işleyerek hukuku ihlâl eden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmeleri,
İşlenen suçların savaş hukukunun geçerliliği ve gelişmesindeki öneminden hareketle esaslı bir biçimde kategorize edilmesi  ve hukukun üstünlüğünün sağlanması,
Yeni Suriye'nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın bu bileşkeden çıkarılması,
Bu sistematik hukukun, BM'de yeni bir dünya statüsünün oluşmasına yol açması talebini ilk kez  teyid etmesi anlamına geliyor.
*
Bu suretle Rusya, şimdi Suriye'de aşırıcı terör örgütlerinin tasfiye edilmesi mücadelesi verirken,
Bir taraftan da  Recep Tayyip Erdoğan'ın gayrı resmi bir lider olarak İslam Birliği çatısı altında bulunan ülkelerde,
"Ümmet adına"  İslam devletlerinin rejiminde ve işleyişinde getirilmeye çalışılan  sistematikle,sonucu İslami Cihad'a varan;
Vatandaşlık yerine din, eşitlikler yerine din birliği, adalet yerine insan olmayı öngören siyasal ve sosyo-ekonomik yönetim anlayışının cari kılınmasının  önüne geçmek için ABD ve İsrail'den küçükte olsa bir kredi aldığı anlaşılıyor.
*
Recep Tayyip Erdoğan, kitlelerin Batı tipi düzenin Müslüman halkları her türlü zulme maruz bıraktıkları fikrinde yetiştirmesinde etkin olan ve "İslami Cihad" ateşini körükleyen kişi olarak ateşkesin ilan edileceği 1 Ocak ile geçiş hükümetinin kurulacağı 6 ay içinde her alanda asimetrik saldırılarla  peyderpey itibarsızlaştırılırken,
Herhangi bir doğrudan kalkışmaya karşı Marmara, Doğu Akdeniz, İncirlik, Diyarbakır'da gerekli tertibatlar da alınmıştır.
Giderek el birliği ile kendisinin ve aşırıcı yapılanmalarının tasfiye edileceği bir sonuca yürünüyor ki, kaçışının olanağı bulunmuyor.  
*
İsrail'in azınlık olarak kabul ettiği Filistin Devleti ile İsrail arasında 1967 sınırlarına harfiyen uymak yerine aralarında toprak değişimi yapabilmeleri ve " İsrail Devleti'nin Yahudi devleti olarak tanınması" temel konularında  eşit iki devlet olarak Barış görüşmelerinin başlaması ise,
"Geçiş Sürecini" takibedecek olan "Siyasi Çözüm Sürecinin" işidir.
*
Bu süreçte İsrail'in  tanınması ve güvenliğinin sağlanması için Rusya'nın bölgede sürekli kalması ve arabulucu olmasından başka bir çözüm yoktur.
Gerginliğin sürmesi halinde sadece Filistin yönetiminin değil dünyanın daha  ne kadar ayakta kalabileceğini, Ne J.Kerry,ne bir başkası, ne de ben biliyorum. 10.12.2015

9 Aralık 2015 Çarşamba

BAŞKANLIK, BAŞBAKANLIK ve MİLLET VEKİLLİKLERİ İÇİN TEKLİF; Araştırmacı, Eğitimci, Şair-Yazar, Abdullah Çağrı ELGÜN

BAŞKANLIK, BAŞBAKANLIK ve VEKİLLİKLER İÇİN TEKLİF
                 Abdullah Çağrı ELGÜN
NASIL SEÇMELİLER?
Vatandaş kukla değil!..
Bu sistemde, her seçim bölgesi,  şehirlere(il)  bir kişi gönderecek. Köyler, kasabalar, ilçe’ye; ilçeler de ayrı ayrı kendi arasında, bu gönderilenler içinden ilçe halkı, sonra parti üyeleri, en son da delegelerin teveccühünü alarak seçilmiş, tek aday olarak kalmış, birinci olmuş kişiyi ile gönderecekler… Bu seçme, seçilme süresi köy, kasaba ve ilçeler için  “On gün”lük süre ile sınırlı olacak. Son gün oylama yapılıp sonucuyla birlikte şahıs ilçeye gönderilecek.
Bu on günlük sürede köyde, kasabada, kürsülerinde konuşarak halkı ikna eden, kendini ispat eden, halk, ihtiyar heyeti, muhtarlar tarafından oylanarak, sınanarak, denenerek, köy odaları, kasaba evleri, halk meydanlarında ve veya bire bir görüşme ve kendilerini tanıtma ve ispatlama yolu ile seçilerek, ilçeye gönderilmiş kişiler, aynı şeyi ilçe kürsüsünde de yapacak, ilçe meclislerinde, belediye salonlarında, halk kürsülerinde ve bire bir halk içine inerek, kendini göstermek ve ispatlamak maksadıyla konuşacaktır. Kendini ve yapacakları projeleri anlatarak kendini ispat edecek. İlçe halkı tarafından oylanacak, sonra bütün partili üyelerin, tamamının üyelerinin oyları ile seçilecek, sonra da tüm partilerinin toplam delegelerinin tamamı tarafından oylandıktan sonra, en yüksek oyu alan tek kişi şehre gönderilecek…
Şehre, her ilçeden seçilerek gelmiş bu kişiler(ne kadar ilçe varsa o kadar seçilmiş kişi), ildekiler ile de yarışacak. İldeki tanıtım ve seçilme süresi de on gün olacak… Bu seçilmiş kişiler, bizzat devlet eliyle ve imkanlarıyla,  özellikleri, yetenekleri, bugüne kadar yaptıkları, deney ve tecrübeleri, birikimleri ile ilgili olarak, basın, yayın ve yerel televizyonlarında tanıtılabilmesi için fırsatlar sunulacak…  Yerel televizyon ve ilin önemli televizyonlarda kendilerini anlatacak, yeteneklerini ve kabiliyetlerini ispata çalışacak, fikrini, projelerini, kendini anlatması ve tanıtabilmeleri için  yarım saatlik zaman dilimleri ayrılacaktır…
Sonra bu kişiler için, il içindeki halkın oyuna baş vurulacak.. Sonra bütün partilerin üyeleri sonra da delegeleri, bu adayları parti ayırımı yapmaksızın oylayacaklar… Bu adaylara kendi partileri oy verebileceği gibi kendi partilerinden olmayan üyeler, delegeler da dahil oy verebileceklerdir. TC numarasına göre oy kullanacak seçmen internet kanalıyla tek bir kişi için oy kullanabilecektir.  İlde de kendini ispatlamış, seçilen başarılı bulunan il kapasitesine göre kaç(o il kaç milletvekili çıkaracak ise o kadar) kişi olacak ise bu kadar kişi, nüfus oranı nipelinde yarı yarıya veya yarıdan bir iki eksik bir fazla olarak ilçelerden seçilerek gelenler arasından mecburi olmak üzere belirlenmiş, oy almış olduğu sıraya bakılarak, birinci, ikinci, üçüncü… onuncu…vb.  gibi Hangi partiden ve hangi kişi olursa olsun kazanan ilgili partinin hem de halkın vekili olacak.
Böyle seçilmiş kişiler hem parti başkanının sultası ve otoriterliği bitecek hem de gerçek, tarafsız ve objektif bir seçim ile hak eden kişiler, halk tarafından seçilmiş olacaklardır. Seçilenler, hangi partinin vekili ve ne kadar olursa olsun, aynı şekilde Millet Vekili  olarak seçilip Ankara’ya gönderilecek .
Hem her partinin katılımı, hem halkın oylayıp, eleyerek, deneyerek, bir çok seçim aşamasından geçirerek  yetenek, bilgi, beceri, deneyim, temsil kabiliyeti açısından, kendini ve meselelerini anlatma başarısı bakımlarından da seçmiş olduğu vekilleri, hem de ülkemizin medarı iftiharları ülkemizin kalkınmasında bizleri yönetmekte söz sahibi olabilecek cevherleri seçerek millete ve devlete büyük hizmetleri sağlamış olacağız.. 
Vatandaş kukla değil!..
İlle de partilerin dayattığı, hiç de layık olmayacak, olamayacak kişileri: yakın, eş dost ve akrabaları Belediye Başkanlıklarına, Millet Vekilliklerine, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına taşımak, insanlığa ihanet değil midir?
Seçilerek Meclise gelenler arasında da aynı kural işleyecek. Şöyle ki:
Meclise, çeşitli illerden bir çok aşamadan geçerek, elenerek  seçilmiş ve Meclise gelmiş millet vekilleri de basında yayında bir saatlik bir konuşma ile Meclis içindeki seçilmiş meslektaşlarına, kendi arkadaşlarına kendilerini tanıtacaklar… Bu süre beş gün olacak. Destek yine devlet eliyle ve TRT ekranlarında veya başka reyting yapan kanallarda da olabilir. Bu süre sonunda basından, televizyonlardan bütün Türkiye, seçilmiş bu vekiller hakkında da bilgi, sahibi olacaklardır.
Türkiye çapında,  katılanların elektronik internetten yapacakları oylamalar ile meclis içindeki vekillerin oylamaları sonunda, seçilecek ilk birinci olmuş kişi Başbakan, isteniyorsa hatta Başkan(şayet Başbakanlık kaldırılacak ise), diğerleri de almış oldukları oy sıralamasıyla Başbakan Yardımcıları, kaç kişi olacaksa o kadar, veya Başkan Yardımcısı olarak görev alacaklardır. Böylece hem bütün partilerin de katılımı ve iktidara ortaklığı da sağlanmış olacak, rekabet artacak, ilk altı ayda, bir yılda görevlerini yerine getiremeyenlerin yerine kendilerinden sonra en yüksek oyu almış olanlar göreve gelecek, veya yeniden meclis içindeki milletvekili ve partilerin elektronik oylamaları ile yeni bakanlar atanacaktır.Kaza, ölüm …vb. gibi durumlarda yerleri boşalanların yerine yine eski oylamaya bakarak, veya yeniden Meclis içindeki Vekillerin oyları ile en yüksek oy alanlar ve veya Meclis içinden seçim ve tüm delegelerin oyları ile göreve getirilecektir… Hem parti başkanları hem de vekiller, her dört yılda bir kez seçilebilme haklarına sahip olacak, üçüncü kez başkanlık veya vekillik söz konusu olmayacaktır.
Böylece hiçbir Başkan, Başbakan, Bakanlar kimsenin tahakkümü olmadan, objektif olarak ve kimseye gebe kalmadan, diyet ödemeden, rahat rahat görevini huzur içinde ve kanunlar çerçevesinde gönül huzuru içinde, göğsünü gere gere yapma rahtlığı ve özgürlüğü içinde olacaktır.  
Vatandaş kukla değil!..
İlle de partilerin dayattığı, hiç de layık olmayacak, olamayacak kişileri: yakın, eş dost ve akrabaları Şefliğe, Müdürlüğe, Daire Başkanlıklarına, Genel Müdürlüklere, Müsteşarlıklara, Belediye Başkanlıklarına, Millet Vekilliklerine, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına taşımak, insanlığa ihanet değil midir?  
Yasama,Yürütme ve yargı da kendi içindeki dinamiklerden, Hakim, Savcı, Bunların Başkanları aynı yöntemlerle seçecektir. Böylece yargıda siyasilerin eli olmayacak, adalet sistemi de kimsenin tekelinde olmadan kendi dinamikleri ve kuralları içinden en iyileri başa getirilerek adil bir şekilde gerçekleşecektir.
Rektör, dekan da üniversite içindeki dinamiklerden yani öğretim görevlileri ve orada görev yapan personellerin de oyları ile diğer seçilenlerde olduğu gibi dört yıllık dilimlerde seçilecektir. Okul Müdürü ve Müdür Yardımcıları da kendi içindeki dinamiklerden kendi okulda çalışan öğretmen Kurulu, toplam öğretmen ve çalışan personelleri tarafından seçilip sistem kendi kendine işleyecek. Dışarıdan hükümet ataması, torpille adam getirme, devri kapatılacaktır. Diğer daire Müdürleri, Daire Başkanı, Genel Müdür, Müsteşarlar dahil, belli kıstaslara dayanılarak üstte bahsettiğim kıstaslar çerçevesinde seçildiğinde adaletsizlik de ortadan kalkacaktır. Yani bunlarda:
Devlete alınan her memur, kendi branşı, yeteneği ve almış olduğu eğitimin gerektirdiği işte çalıştırılacak. Biyoloji mezunu Biyolog olmak için Maliye Bakanlığından kadro beklemeyecek. Mezun olduğu okulundan almış olduğu diploma gereği tabii olarak “Biyolog”dur. Tıptan mezun olan “Doktor”dur. Eğitim Fakültesinin Edebiyat Fakültesinin “Edebiyat” bölümünden mezun olan da “Edebiyat Öğretmeni”dir. Bunun için devlete girdiğinde özelde çalıştığında durum değişmez… Biyolog, Doktor, Edebiyat Öğretmeni, Kimya Öğretmeni veya Kimyager’in kadrosu ve ismi bulunduğu yere göre değişmez. Değiştirilemez… Eş durumu tayinleri belge karşılığında bekletilmeksizin gün içinde tayinleri, bayanın veya erkeğin iş yerine (nasıl isteniyor ise öylece) yapılacak, kimsenin tavassutuna, torpiline, müsaade edilmeyecek ve diğer tayin ve atamalar da kıstaslar hiyerarşik sisteme tabi olacaktır.
Vatandaş kukla değil!..
İlle de partilerin dayattığı, hiç de layık olmayacak, olamayacak kişileri: yakın, eş dost ve akrabaları Şefliğe, Müdürlüğe, Daire Başkanlıklarına, Genel Müdürlüklere, Müştesarlıklara, Belediye Başkanlıklarına, Millet Vekilliklerine, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına taşımak, insanlığa ihanet değil midir?
Devlete giren her memur:
Askeride bulunan sistem gibi bir sistem ile memurluğa başlamalı ve ilk beş yıl sonra her memur, yapılacak bir sınavla veya sınavsız başarı ve hizmet süresi itibarı ile  şef, Müdür, Daire Başkanı, Genel Müdür, Müsteşar olmalı… Üniversitedeki Rektörlük seçimi gibi Müsteşar dahil Yüzlerce müsteşar, genel müdür, daire başkanı ve müdür içinden görevlendirmeler yapılarak “Aktif Şef, Müdür, Daire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı, Genel Müdür, Müsteşar Yardımcısı ve Müsteşarlar kurum tarafından kimsenin müdahalesi olmadan kendi sistemi içinden ve yüzlerce müdür, daire başkanı, genel müdür ve müsteşarlar arasından görev başına gelmelidir… Millet Vekilleri, Başbakan, Bakanların bu konuda tavassut, müdahale ve yetkileri asla olmama ve sistem kendi dinamikleri içinde TARAFSIZ ve OBJEKTİF kurallar içinde işlemelidir. 
Konu ile ilgili makalemizde detaylı olarak açıklanmıştır:
Vatandaş kukla değil!..
İlle de partilerin dayattığı, hiç de layık olmayacak, olamayacak kişileri: yakın, eş dost ve akrabaları Şefliğe, Müdürlüğe, Daire Başkanlıklarına, Genel Müdürlüklere, Müsteşarlıklara, Belediye Başkanlıklarına, Millet Vekilliklerine, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına taşımak, insanlığa ihanet değil midir? (Ankara,Cuma,20 Kasım 2015)
(http://abdullahcagrielgun4.blogspot.com.tr/2015/03/milli-egitim-bakanina-ve-bakanlara-acik.html)
***
KAYNAKLAR 
www.youtube.com/com/user/cagrielgun
www.facebook.com/cagrielgun 
hikayeler.net/yazarlar/10118/-cagri-elgun    
www.antoloji.com/turkiye-m-m37-siiri   
http://abdullahcagrielgun.blogspot.com
http://tr-tr.facebook.com/;
http://cagrielgun.blogspot.com/ ;
http://gruplar.antoloji.com/turk-dili-ve-edebiyati-sevgisi/mesaj-868821083/;
http://www.hikayeler.net/yazarlar/10118/abdullah-cagri-elgun/yazilar-1/;
http://hikayeler.net/uye-yonetim/istatistikler/yazilar.asp
https://picasaweb.google.com/home 

2 Aralık 2015 Çarşamba

RUS UÇAĞI DÜŞÜRÜLMESİNİN İLK SONUÇLARI..., By Mehmet Ali GÜLLER

RUS UÇAĞI DÜŞÜRÜLMESİNİN İLK SONUÇLARI
By Mehmet Ali GÜLLER
Rus uçağının düşürülmesi Erdoğan'ı mı vurdu? Bu tezin doğruluğu şu ikisine bağlıdır:
1) Uçağı düşürme emrini verenler, yani askerler, uçağı Erdoğan'a rağmen düşürmüştür!
2) Erdoğan “milli mevzi”dedir ve Türkiye'nin yönünü Atlantik'ten Avrasya'ya çevirmeye çalışmaktadır!
Peki öyle mi? Elbette değil!
ERDOĞAN KONUMUNU SAĞLAMLAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR
Tersine, Erdoğan sınır ihlalinde yine uçağı düşüreceklerini belirtmektedir, Davutoğlu “emri kendisinin vediğini” açıklamaktadır. Tansiyonu düşürmeyi değil, yükselterek Rus karşıtlığından iç ve dış politikada yarar sağlamaya çalışmaktadırlar.
Nasıl mı? İç politikada “milliyetçi” görüntü ile siyasal rakiplerinin altını oymakta ve bunu başkanlık hedefine kanalize etmeye çalışmaktadır. Dış politikada ise Batı'ya karşı kullandığı Türk Akımı ve Çin füzesi kartlarının da desteğiyle konumunu sağlamlaştırmakta, ABD ve AB'yle anlaşmalar yaparak Türkiye'yi iyice Atlantik'e çıpalamaktadır!
Somut gidelim ama önce Erdoğan'ın şu taktik manevrasına dikkat çekelim:
Rus uçağının düşürülmesinin birinci hedefi, NATO'yu Suriye'ye çekmekti. Ancak NATO Rus kararlılığı nedeniyle bu riski almadı. İşte Erdoğan'ın “Rus uçağı olduğunu bilseydik farklı davranırdık” açıklaması bunun üzerine geldi.
Ancak ABD ve NATO'dan istediği oranda olmasa da bir destek koparan Erdoğan bir gün sonra yeniden “düşürdük, yine düşürürüz” noktasına geldi. Erdoğan'ın siyasal hayatında bu tür manevralar hep vardı.
Gelelim ABD ve AB'yle anlaşmalara, somut gelişmelere:
TÜRK HAVA SAHASI ABD'YE EMANET!
1) Erdoğan'la Paris'te bir saat gören Obama açıkladı: “Türk hava ve kara kuvvetlerinin düzenini belirlemek, Türk sınırını şu an olduğundan daha iyi bir şekilde kapatabilmek için Türkiye tarafında askeri birliklerimizi birlikte çalıştırıyoruz.” (Aydınlık, 2 Aralık 2015)
Obama'nın bu açıklaması Pentagon sözcüsü Peter Cook'un “İncirlik'e yerleştirdiğimiz F-15'leri Türkiye talep etti, bu uçaklar Türkiye'nin hava savunmasında görelendirilecek” sözlerini ve Dışişleri Sözcüsü Tanju Bilgiç'in “Doğu Akdeniz'de konuşlu ABD savaş gemileri savunmamızın bir parçasıdır” demesini teyid etmektedir!
2) İçeriği bilinmeyen İncirlik Mutabakatı'nın sonuçları ortaya çıktıkça, Türkiye'nin 1 Mart tezkeresinde ABD'ye vermediği olanakların Erdoğan tarafından Pentagon'a verildiği anlaşılmaktadır.
İncirlik'in yanı başına 2,500 kişilik patriot kasabasının inşa edilmeye başlamasından sonra, ABD'nin Diyarbakır'da da bir üs kurduğu ortaya çıktı. Aydınlık'ın haberine göre ABD “arama-kurtarma birliği” adı altında Diyarbakır'daki 8. Ana Jet Üssü'ne 90 bin metrekarelik operasyon merkezi kurdu, 100'ün üzerinde baraka inşa etti.
FRANSA-ALMANYA İNCİRLİK'E GELİYOR
3) Erdoğan, Paris'te görüştüğü Fransa Cumhurbaşkanı Hollande'la özel bir anlaşma yaptı, “atacağımız adımları planladık” dedi. Neler mi? Franız uçakları İncirlik ve diğer üsleri kullanacak. Fransız uçak gemisi Mersin-Taşucu'nu lojistik destek amacıyla kullanacak.
4) Almanya da İncirlik'i kullanmaya başlıyor. Berlin 6 Tornado keşif uçağı ile bir yakıt ikmal uçağının İncirlik'i kullanması için Ankara'ya niyet mektubunu iletti. Alman Hükümeti 1,200 askerinin İncirlik'te görevlendirilmesini karara bağladı.
5) NATO Genel Sekreteti Jens Stoltenberg, ittifakın Türkiye'ye destek için Akdeniz'e uçak ve savaş gemileri göndereceğini açıkladı.
Stoltenberg, İngiltere'nin NATO ittifakı kapsamında Türkiye'ye uçak, Almanya ve Danimarka'nın da Akdeniz'e taktik komuta gemileri göndereceğini duyurdu.
VATAN SAVUNMASI İNCİRLİK'TEN BAŞLAR!
Bunlar daha ilk sonuçlar. Peki ne anlama geliyor?
1) ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin “Türkiye'nin güvenli olmayan 98 kilometrelik sınırında ortak operasyon yapacağız” demesi hayata geçirilmeye çalışılıyor. ABD bu amaçla Suriye'ye özel birlikler göndermeye başladı. Obama G-20 toplantı sırasından Erdoğan'dan da özel birlik istemişti.
İncirlik merkezli hava saldırılarının desteğinde, ABD-Türk özel birliklerinin koordine ettiği kara güçleri, 98 kilometre genişliğindeki hattı 40 kilometre derinliğe ilerletmeye çalışacak.
Rus hava kuvvetleri ve Suriye ordusu tam da bu alana hakim olmaya çalışıyordu!
2) “PKK'ye karşı mücadele vatan savaşıdır, İncirlik Mutabakatı önemsizdir” tezinin doğru olmadığı, ısrarla belirttiğimiz gibi PKK'ye karşı mücadelenin asıl süreci örtmekte kullanılan bir havuç olduğu ortaya çıkmıştır.
Elbette PKK'ye karşı operasyon yapılmalıdır, zaten geç bile kalınmıştır. Ancak bunun adı vatan savaşı değil, TSK'nin de isimlendirdiği haliyle terörle mücadele operasyonu veya iç güvenlik harekatıdır.
Olana vatan savaşı demek ve Türkiye'nin PKK üzerinden ABD'yla savaştığını iddia etmek, hem Erdoğanların konumunu yanlış saptamaya yol açar, hem İncirlik Mutabakatı gibi çok önemli bir konuyu önemsizleştirir, hem de ABD'yle asıl yürüyen sürece karşı mücadeleyi örgütlemeyi engeller.
NE YAPMALI?
1) Türkiye hızla İncirlik Mutabakatı'na karşı ayağa kaldırılmalı. 1 Mart tezkeresi sürecinde olduğu gibi muhalefet partileri, kitle örgütleri, sendikalar, öğrenciler harekete geçirilmeli. İncirlik'e yürüyüşler düzenlenmeli, Adana'da mitingler yapılmalı.
2) Türk-Rus dostluğu için ekonomik kurumların, turizm ofislerinin, çiftçi birliklerinin de dahil edildiği ve Ankara-Moskova hattında girişimlerde bulunacak heyetler kurulmalı.
3) Erdoğanların Suriye'ye düşmanlık eksenli dış politikasına karşı içeride geniş bir cephe inşa edilmeli. Hatay'dan başlayarak Türkiye-Suriye dostluk mitingleri düzenlenmeli.
4) Vatan Partisi'nin savunduğu Batı Asya Birliği'nin kamuoyuna anlatılması için İstanbul'da bölge ülkelerini kapsayan uluslararası bir konferans düzenlenmeli.
Mehmet Ali Güller
2 Aralık 2015
Mehmet Ali Güller | 02/12/2015, 12:18 |