27 Nisan 2017 Perşembe

"TSK' NIN ŞENGAL OPERASYONU" Yazan: Ahmet Kılıçaslan AYTAR

TSK' NIN ŞENGAL OPERASYONU
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
Türkiye, 29 Mart'ta Fırat Operasyonu'nun tamamladığını ilan ettiğinde;
Askeri kaynaklar,Türk ordusunun üç temel hedefini atladığını bildirdi.
1-Operasyon 5 bin km.karelik bir alanda güvenli bölge oluşturmayı hedeflerken sadece 2 bin 200 km.karelik bir alan kontrol altına alınmıştı.
2-Suriye'nin Menbiç kenti, Kürtlerin kontrolündeki Suriye Demokratik Güçlerinin elindeydi.
3-Türkiye sınırları boyunca uzanan YPG güçleri de atılamamıştı...
*
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bizi Suriye'de sıkıştıracaklardı. Fırat Kalkanı'yla oyunu bozduk. Irak'ta Sincar,Telafer ve Kerkük'üyle yeni tezgâhlar kuruyorlar. Onları da başlarına geçireceğiz" diyordu.
Nitekim 25 Nisan'da TSK, Irak'ın kuzeyinde Şengal ile Suriye'nin kuzeydoğusunda Karaçok Dağı bölgelerinde PKK'ya ait hedeflere hava harekâtı düzenledi.
*
Türkiye, Rojava'ya hava harekâtının bilgisini 2 saat önceden Genelkurmay'a çağrılan ABD'li ve Rus askeri ataşelere bildirdi.
ABD tepkilidir "Hava saldırılarının gerçekleşmesinden bir saatten daha kısa süre önce bilgi verildi.  IŞİD'e karşı savaşta bir ortaktan ve müteffikten bekleyebileceğiniz türden bir koordinasyon değildi " dedi.
Rusya, "Türkiye'nin IŞİD'e karada karşı koyan Kürt güçlerine saldırdığı, yürütülen bu operasyonun kabul edilemez olduğunu" açıkladı.
İran ise "Hangi hedef ve gerekçeyle olursa olsun ülkelerin ulusal egemenliği ihlali, uluslararası kurallar ve hukuk normlarına aykırıdır. 
Bölgede istikrarsızlığın sürmesi ve güçlenmesine zemin sağlar" dedi...
*
TSK'nın harekâtı, 16 Nisan Referandumu'nun şaibeleri çerçevesinde,
1980 darbesinden bu yana ilk kez Türk demokrasisinin uluslararası boyutta meşruiyetinin ciddi şekilde tartışıldığı sırada gerçekleşti.
Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, muhtemelen ABD veya AB ile ilişkilerde iyi sonuç vermeyen dış politikayı araçsallaştırmaya devam ettiği,
Dikkatleri referandum sonuçlarından uzaklaştırmak için Şengal ile Karaçok Dağı bölgelerine saldırmak gibi tavsiye edilmemiş sınır ötesi maceralara atıldığı biçiminde algılandı...
*
Halbuki PKK ve uzantısı örgütler, Suriye operasyonlarını Afrin- Rojava bölgesi-Irak arasında mal dolaşımını kolaylaştırma öngörüsüyle yapmaktaydı.
Çünkü Rojava bölgesi Kürtleri, Cezire kantonunda ürettikleri tahılı, pamuk, buğday, yağı ve yakıtı Batı Suriye'ye ve Afrin kantonuna göndermek,
Irak'ın Peshkhabur kentine yapılan kuzeydoğu geçidiyle de uluslararası piyasalara ulaşmak zorundadır.
Bu yüzden Şengal, Rojavalı PKK ve uzantısı örgütler için Kuzey Irak Kürt Yönetimi'nden bağımsız hareket etmek ve Irak- İran'a ticaret koridorunda olması nedeniyle stratejik önemdedir.
*
Bu noktada, Suriye Kürtleri daha fazla bağımsızlık isteğine rağmen yakın vadede ekonomik çıkarlarını güvence altına almak için Esad rejimiyle anlaşmalar yapmak konusunda isteklidir.
Nitekim Kürtlerin bu operasyonları yapabilmesi de hâlâ Esad rejiminin iyi niyeti gerekiyor.
Ama Kürtlerin aynı istekliliği;
Bir yanı devletçiliğe, diğer yanı dini mitolojilere ve dini ideolojiye dayanan karmaşık bir yapı olan,
Üstelik bir devlet ya da bir ideoloji olarak nasıl davranacağı bilinmeyen İran'a da gösterme hali;
İsrail ve ABD emperyalizminin tüylerini diken diken ediyor...
*
Çünkü İsrail ve ABD; İran'la karşı karşıya kalırlarsa Orta Doğu'yu herkese kaybedeceklerini,
Tahran'a Irak, Suriye ve Lübnan'da yerleşim vermek zorunda kalacaklarını,
Halbuki ideolojik rejimlere yerleşme imkanı verilirse, onların daha fazla şey kazanmak için iddialarını savunmaya devam edeceklerini,
Sonuçta bölgede onlarca yıldır devam eden çatışmalar ve savaşlara yeni bir yol daha açılacağını düşünüyor. 
*
O yüzden İsrail ve ABD emperyalizmi, Orta Doğu'da sürdürülebilir istikrarlı bir statükonun oluşturulmasında;
İran ve Suudi Arabistan'ın siyasi alanda yaşadıklarından,
Sünni Araplar ile Şiiler arasında bölgesel bir anlaşmaya varmanın çok uzağında olunduğu gerçeğinden hareket ediyor.
*
Bu bakımdan,
1-İsrail'in kumandasında ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,
2-Terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon oluşturulmuştur.
Bu suretle;
1-İsrail'in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklık sağlanmıştır.
2-Suudi Arabistan'ın, İran'ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırması ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açılmıştır.
3-Ortadoğu'daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörülmüştür.
*
Şimdi ABD Başkanı D.Trump, Rojava ile ilişkileri yeniden şekillendiriyor.
ABD, mevcut Rakka operasyonu ve devamında Kürtlerle birlikte İŞİD'e karşı savaşmayı taktik açıdan mantıklı bulsa da,
Bir süre sonra Kürtlerin sırtından İran'ın bölgede yerleşmesi olasılığının dahi stratejik açıdan zararlı olacağını düşünüyor.
İŞİD'e karşı tek etkili güç olan PKK uzantısı YPG/PYD'ye alternatif olarak, ABD askerleriyle güçlendirilecek Sünni Arap güçlerinin öne sürülmesi öngörülüyor.
*
Nitekim Türkiye ki; NATO uzantısı kurulan ortak Arap Savunma Ordusu'nun bir üyesidir.
Tahran'ın "Şii Hilali"yle Rojava'da olası yayılma stratejine karşı,
Irak'ta Şengal ve Suriye'de Karaçok Dağı bölgelerinde PKK'ya ait hedeflere hava harekâtı düzenlemiştir.
Bu suretle Washington, İŞİD'le mücadelede öncelik verdiği  YPG/PYD  ile birliktelik sürecinde Ankara ile ilişkilerin gergin kalması taktiğine son vermiştir.
Türkiye ise  PKK ve YPG/PYD ile mücadelede ABD'ye yük getirmeyeceğinin mesajını vermiş bulunuyor. 
*
Sonsöz;
1-İsrail'in askeri stratejisi gereği, İsrail'in çevresinde güvenli bir bölgenin oluşturulmasında; Türkiye vasıtasıyla İran'a bir güç gösterisi yapılmıştır.
2-İsrail'e en uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturulması esasına yönelik olarak da;
İşte Kuzey Irak'ta Bağımsız bir Kürt Devleti'nin yolu açıktır.
3-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, İslamcı Cihadizm'in önderi değil bir demokrat olmasını düşünmek boştur.
4-PKK ve uzantısı terör örgütlerinin sonu görünüyor.
5-Rusya, şu dakikada İslamcı Cihadizm ideolojisi ve bu ideolojiden neşet eden terör örgütlerinin yok edilmesinde ABD ile stratejik ortaktır. 
6-ABD Temsilciler Meclisi ve Senato'da  kabul edilen "İran Yaptırımlar Yasası"nın 10 yıl daha uzatılması kararı doğrultusunda İran'ın tecridi güçlenerek sürüyor. // 28.4.2017

22 Nisan 2017 Cumartesi

ESAS FETÖ’CU KİM? _ Rıfat Serdaroğlu

ESAS FETÖ’CU KİM?
Rıfat Serdaroğlu
​HSYK Başkanvekili Hamsici, mahkemedeki savunmasında şunları söylemişti;
“2011 yılındaki Yargıtay ve Danıştay seçimlerinde kimlerin seçileceğini belirlemek için, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Karaman’ın EMRİYLE, Genel Sekreter Mehmet Kaya’nın evinde toplandık. Evde FETÖ’cu diye bilinen Yüksek Yargıçlar da vardı.
Seçilecek kişilerin listesi FETÖ’cu Yargıçlar tarafından bize verildi.
Ertesi gün yapılan seçimlerde 108 Yargıtay üyesinin 107’si, Danıştay üyelerinin ise tamamı listedeki FETÖ’cular olarak seçildiler…”
Soru şu; Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Yüksek Yargıyı FETÖ’ne teslim edecek böyle korkunç bir ihaneti, Başbakan’ına sormadan, talimat almadan yapabilir mi?
Bakan Ergin, kendi kararıyla bu ihaneti yaptıysa neden hala serbest gezer?
Türkiye’de Savcıların köküne kıran mı girdi, yoksa onun da TOKİ Bakanı gibi “Ben ne yaptıysam Başbakan istediği için yaptım” demesinden ve belge açıklamasından mı korkulur?
Gelelim YSK’daki gizli FETÖ’cu iddialarına;
-Başkan Sadi Güven;
Sadi Güven, 19 Nisan 2005- 2013 yılları arasında Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak çalıştı. Daha sonra, Gazeteci Müyesser Yıldız’ın dediği gibi “2010’dan sonra FETÖ’nün Yargıdaki örgütlenme karargâhı” denilen Türkiye Adalet Akademisinde 10 Nisan 2009-27 Şubat 2014 arası görev yaptı! YSK teamüllerine göre en kıdemli Yargıtay üyesi Başkan seçilirdi. Cemaat, kıdemsiz olan Sadi Güven’i seçtirdi!
-Zeki Yiğit;
Önce Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdür Yardımcısı, sonra da 2008-2011 yıllarında Bakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak çalıştı!
-Zeynep Nilgün Hacımahmutoğlu;
2010-2014 yıları arasında HSYK asil üyesi oldu. HSYK 1. Dairesinde görev yaptı!
Eylül 2016’da YSK üyesi seçildi!
-Yunus Aykın;
15 Aralık 2014’te Danıştay üyeliğine seçildi. Öncesi Başbakanlık Müşavirliği görevinde bulundu. Eylül 2016’da YSK üyesi seçildi!
-Kürşat Hamurcu;
Adalet Bakanlığı İşyurtları Kurumu Başkanlığı yaptı. Eylül 2016’da YSK üyeliğine seçildi. Eski Adalet Bakanı M. Ali Şahin’in hemşerisidir!
YSK’nın 3 üyesi Ocak 2013’te, diğer 4 üyesi ise Eylül 2016’da atandı.
Yani YSK’nın 9 (DOKUZ) üyesi Eylül 2016 da bizzat Erdoğan tarafından seçilerek, elenerek, konuşularak, sakın haa denilerek görevlendirilmişlerdir!
Soru şu;
Fethullah Gülen Terör Örgütü, AKP Hükümetlerinin Adalet Bakanlarının desteğiyle Yüksek Yargıyı ele geçirirken, siyasi makam sayılan (Müsteşar-Müsteşar Yardımcısı-Başbakan Müşaviri) görevlerinde bulunan bu kişiler ne yaptılar? Bakan emrine uyup FETÖ’ne mi çalıştılar, yoksa Anayasa ve Yasa dışı bu kadrolaşmaya karşı çıkıp itiraz mı ettiler?
Değerli Okurlar;
AKP 15 yıldır iktidarda, üstelik tek parti olarak!
Bu 15 yılda sizler, herhangi bir bürokratın, herhangi bir Yargı mensubunun, herhangi bir üst düzey Emniyet yetkilisinin;
Türk Ordusunun çökertilmesine-Kozmik Odaya girilmesine- Yargının FETÖ’ne peşkeş çekilmesine karşı çıkıp (Eyy Türk Milleti, ben bu ihanete ortak olamam) diyerek kamuoyunu bilgilendirdiğini ve İSTİFA ettiğini duydunuz mu?
Ben duymadım! Sizler duyduysanız lütfen bize iletin, yazalım!
Gerçek şudur;
Her türlü kötülük ve ihanet, AKP Hükümetlerinin ve (FETÖ-Barzani-Din Simsarları) olarak tanımlayabileceğimiz koalisyon ortaklarının ve özellikle CIA desteğiyle yapılmıştır.
Gerçek FETÖ’cular işte bunlardır. Vesselam…
Son soru şu;
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleceğini, Türk Milletinin varlığını, terör örgütleri eliyle yıkmaya çalışanlar, 16 Nisan’daki referandumda “Oy Hırsızlığı” yaparlar mı, yapmazlar mı?
Not;
Arzu eden AKP’li Başkan-Başbakan-Bakan ile Türk Milletinin önünde tartışmaya hazırım. Sıkıyorsa tabii…
Sürekli tekrar edilen yalanlardan, ihanetlerden, hainlerden, ilkellikten, pislikten bıktık artık! 
Yetti gari…
-----------2,5 milyon mühürsüz zarfı geçerli sayan YSK, 2014'te AKP'nin talebiyle 1 sandık için seçimi iptal etmişti!… Seçim kanunu 98.madde: Mühürsüz zarflar geçersizdir.

14 Nisan 2017 Cuma

ÇOK ÖNEMLİ: "ABD KONGRESİNİN DENETİM GÜCÜ: ‘HEARİNG’ NEDİR?"

ABD KONGRESİNİN (KAMU VİCDANI VE HALKIN) DENETİM GÜCÜ: ‘HEARİNG’ NEDİR?
ABD Kongresindeki ‘hearing’leri TV’ler canlı yayınlıyor ve dileyen vatandaşlar da toplantıya katılıp izleyebiliyor.
CEMAL TUNÇDEMİR
22 Ekim günü Amerikan Kongresinden dünyaya yayılan görüntüler büyük ilgi uyandırdı. Manzara adeta bir duruşma salonunu andırıyordu. 12 milletvekilinden oluşan bir komite, biraz yüksekçe bir platformda dizili olarak oturuyordu. Karşılarındaki ‘sorgu’ sandalyesinde birinci Obama kabinesinin dışişleri bakanı Hillary Clinton vardı.
Soruşturma komitesi, 2012’de Bingazi’de aralarında ABD’nin Libya Büyükelçisinin de olduğu 4 Amerikalının öldürülmesinde ihmal olup olmadığı ve benzeri bir olay yaşanmaması konusunda önlemler alınıp alınmadığını araştırmak üzere 2014’te kurulmuştu. Sabah 10:00’da başlayan sorgu oturumu akşam saat 21:00’de sona erdi. Peki Kongre, çok üst düzey bir politikacıyı 11 saat boyunca hem de canlı yayınla herkesin gözü önünde böylesine sorgulama gücünü nereden alıyordu?
1787 yılında Amerikan Anayasasının yazımına katılan 55 temsilcinin en ortak özelliği kendilerini ‘cumhuriyetçi’ olarak tanımlamalarıydı. Bir kraldan yeni kurtulmuşlardı ve bu nedenle Anayasayı yazarken öncelikli kaygıları bir kişi, zümre veya çoğunluk lehinde güç tekeli oluşmamasıydı. Yeni kuracakları devlette demokrasinin yerini uzun uzun tartıştılar. Cumhuriyetçiliğin geleneksel tarifi ile demokratik konsept arasındaki dengeyi bulmak için büyük çaba harcadılar. Nihayetinde ortaya, başkanlığı değil, Kongreyi devletin merkezine yerleştiren Amerikan Anayasası çıktı.
Amerikan Kongresinin gazeteciliğin geleceğinden, benzin zamlarına, istihbarat kurumlarının yasadışı faaliyetlerinden, beyzbolda doping kullanımına kadar geniş yelpazede sorunları sorgulaması işte bu anayasal konumundan kaynaklanıyor.
Kongre, mevcut komitelerinden biri veya özel bir komiteye, ilgili herkesi davet edip ifadesine başvurabiliyor. Amerikan siyasi literatüründe kısaca ‘hearing (ifadesini alma)’ deniyor bu oturumlara. Komitenin muhatabını çağırma amacına göre, ‘hearing’, bir tür yargısal duruşma, dert dinleme, görüşüne başvurma, kurumun görevini yapıp yapmadığını sorgulama veya bakanlığa federal yargıçlığa, federal kurumların yöneticiliklerine, komutanlıklara atanmak istenenlerin mülakat sınavı hüviyeti kazanıyor. Hangisi olursa olsun hiçbiri tiyatral değil ciddi sonuçlar doğuran oturumlar. Bu nedenle de Kongre’ye ifadeye çağrılan kişiler için gerçekdışı veya yanlış yönlendirici bir beyanın cezai yaptırımı var. Kongreye yalan beyandan dolayı yargılanıp mahkum olan çok sayıda yetkili var.
Örneğin, Bush yönetiminin İçişleri Bakan Yardımcısı, Abramoff Skandalını araştıran komiteye gerçeği yansıtmayan bilgi verdiği gerekçesiyle hapse mahkum oldu. Yine bir başka komite, İstihbarat Başkanı James Clapper’ın, NSA’ın dinleme faaliyetleri hakkında Kongreyi yanlış yönlendiren bir yanıt verdiği ortaya çıkınca suç duyurusunda bulundu. Clapper, Kongreden özür dileyerek soruyu yanlış anladığını belirtince savcılık soruşturmasından kıl payı kurtuldu.
Çok sayıda devlet yetkilisinin mahkum olmasıyla sonuçlanan ‘hearing’ler de oldu. Ronald Reagan yönetiminin bazı üst düzey yetkililerinin ABD’nin silah ambargosu uyguladığı İran’a gizlice silah sattığı ve bundan elde ettiği geliri de Nikaragua’da rejim karşıtı Kontra gerillalarına destekte kullandığı ortaya çıkmıştı. Kongre soruşturma komitesinin canlı yayında ifadesini aldığı kişilerden biri de bütün bu ilişki ağının merkezindeki isim olan Yarbay Oliver North’tu. Komite üyesi John Nields’ın, ‘bu komite soruşturmasının temel amacı, gerçeğin ve şeffaflığın, gizlilik ve yanıltmanın yerini almasıdır’ sözü ile Yarbay North’un ‘Buraya gerçekleri konuşmaya geldim. İyi, kötü ve çirkin gerçekleri’ yanıtı, Kongre tarihinin en ünlü ‘hearing’ cümleleri arasına girdi. Komite Reagan’ın bu yasadışı işten haberdar olduğuna dair bir delil bulamadı ama aralarında Savunma Bakanı Caspar Weinberger’ın da olduğu 14 yetkili hakkında dava açıldı 11’i mahkum oldu. İfadelerinde bazı bilgileri yanlış verdikleri tespit edilen Ulusal Güvenlik Danışmanı John Poindexter ile Yarbay North hakkında ayrıca Kongreye yalan beyandan da mahkemeye sevk edildiler ve mahkum oldular.
Bir ABD Başkanını istifaya sürükleyen komite oturumları bile oldu. Watergate Skandalı koptuğunda kurulan Watergate Araştırma Komitesinin sorguları, Richard Nixon yönetiminden aralarında bakanların da olduğu 40’tan fazla üst düzey ismin mahkum olup hapse girmesine, Temsilciler Meclisinin de Nixon için azil sürecini başlatmasına yol açtı. İstifa etmek zorunda kalan Nixon, hapse girmekten selefi Gerald Ford’un affıyla kurtuldu. Bu tarihi komitenin 319 saati bulan toplantılarını Amerikalılar televizyondan soluksuz izledi. Öyle ki komite hukukçusu Jim Hamilton, ‘gelmiş geçmiş en iyi televizyon dizisiydi’ nitelendirmesinde bulunacaktı. Senatör Howard Baker’ın sorguladığı yetkililere yönelttiği, ‘Başkan bu konuda ne biliyordu ve bunu ne zaman öğrendi?’sorusu sonraki yıllarda Kongre soruşturma literatürünün en ünlü sorgu klişesine dönüştü.
Cadı avına dönüştüğü de oldu
‘Gerçeğin yalanın yerini alması’ amacı taşıyan komiteler gibi, ‘paranoyanın gerçeğin yerini almasına‘ uğraşan komiteler de kuruldu. Örneğin 1938 yılında ABD’deki Nazi faaliyetlerini araştırma gerekçesiyle kurulup, 1940’lı yıllarda Hollywood’ta bile komünist avına çıkan Amerika Karşıtı Faaliyetleri Araştırma Komitesi (HUAC). Yine bir döneme adını veren Joseph McCharty’nın başkanı olduğu senato alt komitesi.
Demokrasinin en önemli özelliği sorunlarına kendi içinde çözüm üretebilen bir işleyiş olması. ABD’yi McCharty komitesinin utancından kurtaran da bir başka Kongre komitesi oldu. McCharty’nin ordu içinde de komünist avı başlatma çabası onu orduyla karşı karşıya getirmişti. Krizi araştırmak için Senatoda bir alt komite daha kuruldu. McCharty’den çok rahatsız olan ama halktaki yüksek popülaritesi nedeniyle sesini çıkaramayan dönemin Senato lideri Lyndon Johnson ve ABD Başkanı Eisenhower bunu bir fırsat gördüler. McCharty’nin sığ kabadayı karakterini Amerikan halkının görmesi için komitenin ifade oturumlarının televizyondan canlı yayınlanmasını sağladılar. Söz konusu ‘hearing’ televizyondan canlı yayınlanan ilk ‘hearing’ oldu. McCharty’nin askeri hukukçu Joseph Welch’i sorguladığı 9 Haziran 1954 günü aralarında yaşanan bir diyalog, düşüşünün de başlangıcı oldu. McCharty, Welch’in genç avukat asistanlarından birini de komünist ilişki ağına dahil etmeye uğraşınca, Welch dayanamadı ve ‘ahlak duygusundan bu kadar mı yoksunsunuz efendim? Hiç mi insafınız kalmadı?’ diye çıkıştı. Bu çıkış ülkede büyük yankı uyandırdı. McCharty popülaritesini hızla kaybetti. Anti komünist söylemini sürdürdü ancak artık Senato’da boş koltuklara konuşuyordu, saygı görmüyordu ve kimse de ondan korkmuyordu. Alkolik oldu. 1957’de 48 yaşında hepatit hastalığından öldü.
Elbette ki Kongre komitelerinin ifade oturumları sadece soruşturma amaçlı değil. Her yıl farklı komitelerde binlerce ‘hearing’ yapılıyor. ABD Başkanının, bakanlık, yargıçlık, büyükelçilik, genelkurmay başkanlığı, CIA başkanlığı ve diğer federal kurumların tamamının başına yaptığı atamalarda, atanan kişi, görevine başlayabilmek için ilgili Senato komitesinde ‘ifade’ vermek zorunda. Senatörler, kamuoyuna açık şekilde, atanan kişiye, liyakatını, bilgisini ve amaçlarını sorgulayan sorular sorar. Sonra da bu atamayı onaylama veya onaylamama yönünde Senato’da oylama yapılır. Yine her hangi bir yasa tasarısından önce de ilgili konuda uzmanlar, yetkililer ve etkilenecek vatandaş gruplarını temsilcileri ilgili komitede ifade vermeye davet edilir. Bununla, yasanın herkesin ortak çıkarına en üst uyumu hedefleniyor. Bu ABD Kongresine de özgü değil. Bütün eyalet kongreleri ve belediye meclislerinde de benzeri uygulama var.
Peki rutin bir uygulamaysa Hillary Clinton’ın katıldığı ‘hearing’ neden bu kadar yankı yaptı?
Çünkü, Clinton aynı zamanda ABD başkan adayı. Önseçimlerin başlamasına yaklaşık 100 gün ve başkanlık seçimine yaklaşık 1 yıl var. Onu sorgulamalarında asıl amaçlarının siyasi olduğunu açıktan söyleyen Cumhuriyetçi liderler bile oldu. Aslında bu tür Kongre ifade oturumlarının çoğu doğası gereği partizan. Bunların partizan olmasında yanlış birşey de yok. Çünkü yürütme gücü üzerinde en güçlü denetim, onun işlerinde hata arayan muhaliflerince yapılır. Bu, yürütme gücünü kullananları da işlerini yaparken daha özenli olmaya zorlar. Herkes için bir kazançtır.
İşte bu nedenle Hillary Clinton, seçim gezilerinde komiteye ‘siyasi art niyet’ ithamında bulunsa bile, ‘hearing’ sırasında buna hiç girmedi. 11 saat boyunca komitenin tüm sorularına sabırla yanıt verdi.
Cumhuriyetçilerin amaçları ne olursa olsun çabaları, gazeteci Kevin Drum’ın ifadesiyle ‘oyunun kuralına uygundu’. Haklı olanın çekinmeyeceği bir mücadele bu. Nitekim Clinton 11 saatlik sorguya rağmen kazanan taraf oldu. Asıl kazanan ise Amerikan demokrasisiydi.
***
Cemal Tunçdemir‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz
Bu yazı ilk olarak, Aljazeera.com.tr‘de yayınlandı.

8 Nisan 2017 Cumartesi

"KERKÜK'ÜN "TARTIŞMALI" STATÜSÜ" Babür Hüseyin ÖZBEK

KERKÜK'ÜN "TARTIŞMALI" STATÜSÜ
Babür Hüseyin ÖZBEK, 07 Nisan 2017
Bizi, Türkiye’yi yönetenler bilinçli olursa, sahip oldukları siyasi, askeri ve ekonomik gücün eğer idrakında iseler Türkiye’yi kuşatan bölgede hiçbir güç bize rağmen operasyon yapamaz, bizi tehdit edemez. Ancak yaşanan gerçek durum hiç de böyle değil; bilhassa güney ve güney – batı Anadolu ile Ege’deki adalar meselesinde sıkıntı had safhada.
01 Nisan 2017’de Hatay’da hududa 3-4 km. mesafedeki Esad Muhalifleri’nin Karargahı vuruldu. Sınırdaki Cisr es-Sugar ilçesinin En Naciye ve El Gasaniye köyleri Katil Esad’ın Rusya güdümlü uçaklarının saldırısına uğradı. Bunları yeryüzünde durduracak güç yok mu? Takip eden günlerde zehirli – sarin sinir gazı ile İdlib bölgesine saldırı devam etti. Sonuç mu, Rusya Birleşmiş Milletler’de hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti ve ediyor. Büyüklük iddiasında olan milletler katliam yapmazlar, savaş suçu işlemezler, Sayın Dimitry Peskov bunu patronu V. Putin’e uygun bir lisanla ve onu sinirlendirmeden anlatabilmeli.
Bakış açısını biraz daha genişletelim; Akdeniz’de Yayladağı Türkiye – Suriye hududundan Şemdinli’nin güney doğusundaki Türkiye – İran hududuna kadar olan 1289 km.’lik ( 911 km.’si Suriye, 378 km.’si Irak) mesafe uzun mu uzun, belalı mı belalı, krizlerle dolu bir sınırımız var. Ne bu sınırları, ne bu sınırların güneyinde kalmış, gözlerini Ankara’ya çevirmiş tarihin bize sorumluluk yükleyerek bıraktığı ecdat yadigârı Türkmen = Türklere yeterince sahip çıkılamıyor.  Onlara parlak nutukların arasına serpiştirilmiş cilalı, damardan aldatıcı sözlerin dışında bir şey veremiyoruz.
99 yıl önce 25 Ekim 1918’de Kerkük İngilizler tarafından işgal edildi. İşte o gün o bölgede gönderlerdeki Türk bayrakları indirildi. Ülke İstiklal Harbi’nin sancıları ve yokluklar içinde idi. Çok yönlü sıkıntı vardı. Ve 5 Haziran 1926’da Ankara Antlaşması ile hem Kerkük’ü hem de Musul’ü İngiliz emperyalizmine terk ettik.
Yıllar birbirini kovalarken devlet (T.C.) bir asırdır (ne dün ne bugün) olmayan bölge politikası ile hiçbir çıkış yapamadı. 14 Temmuz 1959’da Moskova’dan dönen şimdiki Barzani’nin dedeleri Molla Mustafa Barzani komünist militanları ile Kerkük’te kanlı bir katliam yaptı, zamanın hükümeti donuk, sönük, etkisiz birkaç demeçle o cinayetleri geçiştirdi. Neden? Çünkü Türkiye’nin bir Irak politikası yoktu Musul ve Kerkük’ün statüsü nasıl olmalı, T.C. neyi, nasıl savunmalıydı, kimsenin bu konuda hiç hazırlığı yoktu.
Eğer o günlerde Türkiye destekli bir Irak Türkmen silahlı gücü kurulsa ve bedeli ne olursa olsun desteklense idi bugün aynı mekânlarda yaşayan Türkmen, Arap ve Kürt halkın yanında diğer iki millet gibi Türkmen bayrağı da dalgalanacaktı.
36’INCI PARELELİN 45 KM. GÜNEYİ
Türkiye 1991 Körfez Krizi’nde gerekeni yapmadı, sessiz ve pısırık kaldı. 
Uzun uzun 36’ıncı Parelel’in kuzeyinin “Kırmızı Çizgimiz” olduğu söylendi. Kerkük 36’ıncı Parelel’in 45 km. güneyinde anlı şanlı bir Türkmen şehri idi. Sanki Musul kuzeyinde kaldı da T.C. burada etkili olabildi mi?
Irak’ta ülkenin tek geliri petrol ve petrol ürünleri. Kerkük Basra’dan sonra en büyük petrol rezervlerine sahip kent, tüm üretimin % 40’ı bu bölgedeki kuyulardan çıkıyor. İl sınırları içinde yüksek kalitede, dünya normlarının da üstünde “ iyi “denen bir graviteye sahip 5 petrol kuyusu var. Ancakbu kuyular ve bölge 2014’ten sonra Amerikan uydusu Erbil kontrollü KYP ve KDP’li Peşmerge’nin emrine girdi.
Irak hep kaosla, dış baskılarla, ihtilâllerle iç içe yaşadı. 1968’de askeri darbe ile Baas Partisi yönetime geldi. Hem Türkmenlere hem Kürtlere çok sert ve acımasız davranıldı. Felaket bir Araplaştırma politikası aldı başını gitti. 1972’de şehrin adı “Temim” olarak değiştirildi. Saddam Hüseyin (1937 – 2006 ) herkesi her şeyi tehdit ederken Türkiye’de kendine düşeni aldı.
2003’de Irak’ın ABD tarafından işgalinin ardından 15 Ekim 2005’de yeni bir anayasa yapıldı. Buanayasanın 140’ıncı maddesi ile Türkmenler’i de kapsayan (yetersiz ve eksik olmasına rağmen basit bir statü ile ) aşağıdaki 2 maddeden oluşan bir düzenleme yapıldı:
a - ) Saddam Hüseyin zamanında ülkelerinden sürülüp çıkarılan muhacirler yerlerine geri dönecekler.
b - ) Ve sonra nüfus sayımı yapılacak.
Bu şartlar işlemedi, eğer işleyen kısmı varsa o da gayri resmi olarak gereğinden fazla zorlama ileKürt göçmenleri Kerkük’e yığdı. Türkmenlerin nüfus kâğıtları ve tapu kayıtları sistematik olarak imha edildi, kasten tahrip edildi. O tarihlerde yönetimde Amerikan güdümlü Bağdat hükümetleri ile Ankara’da Mesud Barzani ve Kürt Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin kol kola olduğu bir T.C. hükümeti mevcuttu.
Pardon, ne dediniz, “Türkiye’nin tartışmalı Kerkük meselesi ile ilgili tutumu nedir?” diye mi soruyorsunuz, “Önceden tespit edilmiş öyle tutarlı bir politikamız henüz mevcut değil beyler.”
21’İNCİ ASIR KÜRT ASRI OLACAK
Sizin kulağınıza da geliyor mu bilmiyorum; “21’inci Asır Kürt asrıdır.” diyor bazı sözde Kürt aydınları, yazarları. Onu bilmiyorum, yorum yapamam ama bu “ Kürt Asrı” sözü T.C.’ye zarar verirse veya verecekse bilin ki bedeli ağır olur. Ben derim ki Irak’ta elde ettiğiniz mekânlarla bölgede nasıl, nereye kadar tutunursunuz bu sizin, sizi yöneten Pentagon mühürlü, Moskova bürolarından akıl, silah, personel ve her türlü güç almayı şimdilik beceren adamlarınızın yarın işler ters giderse Kürt halkına ne diyeceklerine bağlı.
Mesut Barzanı palazlandı, artık işi büyütüyor. 28 Mart 2017’de Kerkük’te resmi binalara Arap bayrağının yanında Kürt bayrağının asılmasını uygun görüyor,  savunuyor ve hatta 2017’de Kürdistan’ın bağımsızlığı için referandum çalışmalarına başlıyor. Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Mesud Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) iç çekişmeleri bir tarafa bırakıp omuz omuza işbirliği yaptılar. KDP politbüro üyesi (Onlar eski komünist terimleri kullanıyorlar) Mahmut Muhammet yaptığı toplantılar sonunda herhalde Barzani’den direktif almış olmalı ki: “Bağımsızlık referandumu bu yıl yapılacak “ dedi.
Irak Türkmen Cephesi ( I.T.C.) lideri Erşad Salihi Kerkük’te ne kadar güçlü? Erdoğan – Yıldırım hükümeti “ Kerkük Kürtlerin Küdüs’üdür.”  diyen zihniyetle anlaşır mı, ipler bir yerden sonra kopar mı belli değil. Belli olan T.C.’nin bir asır boyunca tartışmalı kadim Türk yurdu Kerkük meselesinde kalıcı, koparıcı bir politikasının olmadığı.
Yürekleri yakan, söylerken Mehmet Özbek’in kendine has coşkulu bir ruh kattığı ünlü Kerkük hoyratından bir dörtlük:
            Ah Kerkük, yüz ak Kerkük
            Her zaman yüz ak Kerkük
            Ölseydim düşmeseydim,
            Men senden uzak Kerkük….
Babür Hüseyin Özbek <bhozbek44@gmail.com>