25 Aralık 2017 Pazartesi

"DİNDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNMEK" Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLÂSUN

DİNDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNMEK
Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLÂSUN
bercilasun@hotmail.com 
Eskiler lâ-dinî derlerdi. "Dinî olmayan, din dışı, dinden bağımsız" anlamında. "Din dışı" terimi, dinsizlik kavramını da çağrıştırdığından lâ-dinî terimi için"dinden bağımsız" tanımını kullanmak daha uygundur. Çünkü lâ-dinî, "dinsiz"anlamında değil, "dinden bağımsız" anlamındadır.
Türkiye nüfusunun % 99'u Müslüman'dır ve hiç şüphesiz her Müslüman kendi dinî hayatını düzenlemek ve yaşamakta serbesttir. İnsanlar bireysel olarak inandıkları dinin emir ve yasaklarına uymak, ayinlerini yerine getirmek isterler. Toplum düzenini bozmadıkça inandığı dine uygun yaşamak her insanın hakkıdır.
Ancak din konusunda unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. O da şudur: Din, her şeyden önce bir iman, bir inanmak işidir. Mensup olduğunuz dinin kabullerine inanırsınız. Mesela bir Müslüman, Tanrı'nın varlığına, onun bir ve benzersiz olduğuna, peygambere Tanrı'dan vahiy geldiğine inanır. Başka dinlere mensup olan insanların da kendilerine özgü inanışları vardır. Çoğunlukla insanlar, dinlerinin kabullerine, kutsallarına, tartışmaksızın iman ederler.[DİP NOT (MKA): 1]
Peki, "dinden bağımsız olmak" ne demektir ? Bir insan hem dindar, hem dinden bağımsız olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.[DİP NOT (MKA): 2]
Özellikle aydınların, düşünürlerin, bilim ve sanat adamlarının zihinleri "dinden bağımsız" olmalıdır. Aksi takdirde yaratıcı ve özgün olmaları zordur.
Şunu demek istiyorum. Herhangi bir konuda bir araştırma yapan, bir teori, bir düşünce geliştirmek isteyen insan, "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor, acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" tereddüdü içinde olmamalıdır. Araştırmasını, teorisini dinden bağımsız olarak geliştirmelidir. Böyle tereddütler, düşüncenin ve araştırmanın önüne daha baştan engel olarak çıkar.
Elbette "dinden bağımsız düşünmek" bir tercih meselesidir. "Ben sadece öbür dünyamı mamur etmek istiyorum." diyebilir ve kendinizi dine adayabilirsiniz. Buna hiç kimse bir şey diyemez. Ama bu dünyada yaratıcı olmak, özgün düşüncelere, eserlere, buluşlara imza atmak istiyorsanız işinizi "dinden bağımsız" yapmalısınız.[DİP NOT (MKA): 3]
Bu tutum, özellikle İslam âlemi için hayati derecede önemlidir. Türk, Arap, Acem, Pakistanlı, Malezyalı… Eğer İslam dünyası, Batı tarafından sömürülmek istemiyorsa, Batı'nın oyuncağı olmak istemiyorsa bilim ve sanata yönelmek, bu alanlarda Batı'yı geçmek zorundadır. Bunun için de bağımsız düşünmek, zihinleri, her türlü peşin fikir ve kabulden uzak tutmak şarttır. Bütün Müslümanlar tercihlerini "öbür dünyalarını mamur etmek"için kullanırlarsa, İslam âlemi, sömürülmekten asla kurtulamaz.
Bunları niçin yazıyorum? Batı'nın vahşi sömürü sistemine karşı Müslümanlarda iki türlü tavır görüyorum. Bir kısmının hiçbir şey umurunda değil. Sömürülmüşüz, aşağılanmışız, birbirimize kırdırılıyoruz… Sanki böyle şeyler olmuyor. Müslüman vatandaş namazında, abdestinde ya, dünya ne olursa olsun. O vatandaş öbür dünyasını kazanmakla meşgul.
Bir kısım Müslümanlar da bağırıyor, çağırıyor; haçlı, siyonist, evanjelist diye tozu dumana katıyor; düşmanların bayraklarını, resimlerini yakıyor, çiğniyor; Avrupa'ya, Amerika'ya haddini bildiriyor. Daha da ileri gidenler İhvan oluyor, El-kaide oluyor, Işid oluyor.
Netice? Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Batı sömürmeye devam ediyor. Peki, nasıl oluyor da onlar hâkim, biz mahkûm oluyoruz? Çünkü onlar, bağımsız düşünmeye alışmış zihinleriyle düşünüyorlar, araştırıp inceliyorlar, üretiyorlar. Her gün binlerce patent. Yeni buluşlar, yeni eserler…
İslam dünyasında ise eller ya tespihte, ya pankartta. Akıllara gelince. Onlar Cennet yolunda. [DİP NOT (MKA): 4]
Kaynak Yeniçağ: Dinden Bağımsız Düşüğnmek Ahmet B. Ercilâsun
DİP NOT (MKA):
Saygıdeğer Yazarın bu makalesinde, "Bilim Adamı, Düşünür, Aydın" sıfatlarına uygun olarak yapıp vurguladığı tespitlere ve çözüm uyarısına gönülden katılıyorum.
Bu sebeple ve bundan hareketle, “RESUL KUR’AN VE ATATÜRK” ü algılamam ve anlayışım çerçevesinde “Kişisel bakış açımdan”, konuya aşağıdaki hususlarda “din ve laiklik” ekseninde, katkı ve desteğimi, “herkese açık”sunuyorum.
Tetkik ve değerlendirmelerinize…
KUR’AN’ AYETLERİ İLE VERİLEN MESAJLARA GÖRE:
1. İman; insanin, baskı altında olmaksızın ve kendi hür iradesiyle, (gönlüyle ve aklıyla) “dininin vahiy kaynaklı kabullerini” Kalben onaylaması ve diliyle ikrarıdır (beyanıdır).
Riya olasılığı sebebiyle kişinin Dil ile ikrarı / beyanı, insanlar arası ilişkilerde dünyevi kabul olup, dünyevi işler için gereklidir. Din bazında, Aslolan İMAN için, sadece kalpteki samimi kabul yeterli olup, Allah ile kulu arasındadır. Kişilerin İmanının ne olduğu hakkında hüküm yalnız ve ancak Allah’ındır (12. sure (YÛSUF) 40. Ayet) ve Allah kimseyi hükmüne ortak etmez. (18. sure (KEHF) 26. Ayet) İçinde bulundukları yer ve zamanda, insanların yaşadıkları ortamda var olan dinlerden tercih ettiğinde, mevcut olanı “sorgulamaksızın”, tartışmasız kabulüTaklid-i İmandır. İnceleyip, “sorgulayarak”, Kur’an’ın mealen ifadesi ile “aklı ve gönlü çalıştırarak” yapılan kalbi kabul ise Tahkik-i İmandır. Kur’an’ın Öğüdü, Çoğunluğun yaptığının aksine Tahkik-i İman sahibi olma yolunda ilerlemektir. (17. sure (İSRÂ) 36.):
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. 17. sure (İSRA) 36. ayet
Her türlü cehaletin sebebi, anlayamamaktan ziyade sorgulama yetersizliğidir. Sorgulamadan bir yolun / bir kişinin ardına düşmektir.
Dinde tartışmasız / sorgulamasız kabul anlamında “nas / dogma / inak” olan, Allah’ın vahyettiği Kur’an ayetinin orijinal lafzında ifadesini bulan “ayetin mutlak - ilahi manası ve hükmüdür.”
İster Arapça ana dili olan Arapçasından, ister Arapça bilmeyen ana diline yapılmış çevirilerinden okunsun,‘‘KUR’AN’A NİSPET ETTİĞİMİZ SINIRLI ANLAYIŞIMIZ VEYA KUR’AN’DAN ANLADIĞIMIZ, KUR’AN’IN MUTLAK MANASI VE HÜKMÜ OLARAK GÖSTERİLEMEZ.’’
Bu sebeple Kur’an ayetleri ile ilgili orijinal Arapça lafzı hariç olmak şartıyla, Arapça ve / veya çevrildiği ana dil ile insan algı ve anlayışının ifadesi olan, her“meal,” “tefsir” ve “ayet mana ve hükümleri”nin açıklamaları, Dinde tartışmasız / sorgulamasız kabul olan “nas / dogma / inak” değillerdir.
Kur’an ayetlerinin anlam ve hükümlerini algı ve anlayışımız, ilgili konuda Tahkik-i iman sahibi olmak için, süreci içinde, her zaman sorgulanmalıdır.49. sure (HUCURÂT) 14. Ayet:
Bedeviler: "iman ettik." dediler. De ki: "siz iman etmediniz. Ancak 'müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah’a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah gafûr'dur, rahîm'dir." 49. sure (HUCURÂT) 14. ayet
"TAHKİK-İ İMAN" DA: HER "MÜMİN", KENDİNE "MÜÇTEHİD"DİR. "İÇTİHAD"I DA SADECE KENDİSİNİ BAĞLAR.
2. Dindar bir kişi için, Tahkik-i iman faaliyeti, değişik konu başlıklarında, kişisel ömür boyu devam eden bir süreçtir. Bu süreçte ilk ve en önemli husus, iman edilecek konunun, o dinin vahyedilen kitabında yazılı olan bir “din konusu” mu yoksa yalnız ve ancak Allaha özgülenmesi gereken dinin vahyedilen kitabında bahsedilmeyen (serbest bırakılmış alanlardaki) bir “rivayet, gelenek, görenek, bidad, hurafe konusu”mu olduğunun doğru olarak belirlenip tespit edilmesidir.
Bu süreçte “DİNİN KONUSU” ile “BİLİMİN KONUSU” ayırt edilerek tespit edilmelidir.
Bu tespit doğru olarak yapılmazsa, “rivayet, gelenek, görenek, bidad, hurafe ”olan birçok şey, “dini” konu olup “din”leşir ve din yozlaşır.
Bu tespit doğru olarak yapılmadan, "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor,” sorusunun doğru cevabını bulmak muhaldir (olmaz, olamaz). İlaveten Bunun tespit edilmesinde “acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" tereddüdü içinde olmayı gerektiren bir Kur’an ayeti yoktur.
MÜMİN VE MÜSLİM BİR DİNDAR KİŞİ, BU TESPİTİ DOĞRU OLARAK YAPTIĞINDA,hem “acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" endişe ve tereddüdü olmaksızın, üstelik hem de "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor,” sorusunu da kendisine sorarak, “DİNDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNEBİLİR” .
İşte Böyle Kişiler, “DİNDAR”lıklarından taviz vermeden “BAĞIMSIZ DÜŞÜNEBİLİR” zihniyetine “TAHKİK-İ İMAN”ları ile varabilmiş kişilerdir
EĞER KİŞİ, “BAĞIMSIZ DÜŞÜNEBİLİR” ZİHNİYETİNDE DÜŞÜNMEYE ALIŞMIŞ, KENDİ AKLI DAHİL HİÇBİR ŞEYİ PUTLAŞTIRMADAN HERŞEYİ SORGULAYABİLİR MÜMİN – İNANAN / İMANLI BİR KİŞİ İSE, BU BAĞLAMDA:
“Bir insan HEM DİNDAR, HEM DİNDEN BAĞIMSIZ olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.”
Bir insan HEM DİNDAR, HEM LAİK olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.
Bir insan HEM DİNDAR, HEM ATATÜRKÇÜ olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.
Bir insan HEM DİNDAR, HEM ÇAĞDAŞ AYDIN olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.
Bir insan HEM DİNDAR, HEM BİLİM ADAMI olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.
Bu listeyi çok uzatabiliriz...
3. “…İnsanlardan bazısı şöyle der: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada ver." Böylesi için âhırette bir nasip yoktur.Onlardan kimi de şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, âhırette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru." İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.“ 2 / Bakara / 200-202
Hem dünyada hem ahirette güzellik vermesi için Allah’a yakaranların, kazandıklarından nasiplerini almaları için, iman edip dini vecibelerini de yapmaları durumunda “bilimin konusu olan işleri” DİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK DÜŞÜNÜNÜP, YAPMALARI, dinen sakıncalı olmadığı gibi dinen de istenen bir eylemdir. Şöyle ki: İslam Dini Literatüründe Kitap, özellikle, “İçinde kuşku ve çelişki olmayan” (2 / Bakara / 2) “Kuran ve tüm ilahi vahiylerin genel adı” olmakla birlikte, genel olarak “Kitap” ile kastedilen Kuran’a göre insanın önüne okunmak üzere konulan üç temel kitaptır. Yani, “Kainat Kitabı”, “İnsan Kitabı-insanın bizatihi kendisi” ve “Vahiy Kitabı” (Kuran) dır.
AYET: Kelime olarak, belirti, işaret, delil… gibi anlamlara gelen ve “Yaratan” la “yaratılan” arası ilişkide anlamı olan, insanı “Tek ve Mutlak Yaratıcı” (Allah) ya çeviren ve götüren aydınlık, ışık ve işarettir.
KUR-AN'A GÖRE ÂYET: Sadece Kur’an’ nın belirli parçaları olmayıp, aynı zamanda varlıklar ve olaylar da dâhil olmak üzere, İnsan ve Kâinat kitaplarının da parçalarıdır.
VAHİY KİTABI KUR’AN, İnananlar için bizatihi kendisinin “kılavuz” olmasının yanında, “Kâinat Kitabı” ile “İnsan Kitabı” nın gereğince okunup, bunlardaki“Ayetlerin” ve “Sünnetullah / Allah’ın yol ve yasaları” ın da anlaşılıp, değerlendirilmesini kolaylaştıran bir ışıktır, nurdur.
Bu Çerçevede: VAHİY KİTABI OLAN KUR’AN’DAKİ İMAN KONUSUNDAKİ GERÇEK, BİLİMİN KONUSU DEĞİLDİR. KÂİNAT ve İNSAN KİTAPLARINDA DELİLLERİYLE GÖSTERİLEN GERÇEK İSE, BİLİMİN KONUSUDUR 44. Sure (DUHAN) 38-39. Ayetler:
“BİZ GÖKLERİ, YERİ VE BUNLAR ARASINDAKİLERİ eğlenmek için yaratmadık. İKİSİNİ DE, SADECE GERÇEĞİ GÖSTERMEK ÜZERE YARATTIK. Ama onların çokları bilmiyorlar.” 44. Sure (DUHAN) 38-39. Ayetler’inışığında,mümin (inanan) için, gerçeğin, içindeki tüm varlıklarıyla birlikte, kâinatta görülebileceği açıktır. Bu bağlamda: Kalbin / gönülün tasdiki olan iman esasları, ispatı ile uğraşılarak, bilimin konusu yapılmaz;
GAYB (AHİRET) ALEMİNE AİT İMAN GERÇEĞİ, KUR’AN’DA DIR.
Allah’ın, Vahiy kitabi olan Kur’an ile Kâinat ve İnsan kitaplarına gönderme yaparak, Sünnetullah gereği olarak Kur’an ışığında gösterdiği varlık alemine ait gerçek ise bilimin konusudur.
KUR’AN’IN GÖSTERDİĞİ VARLIK ÂLEMİNE AİT GERÇEK, KÂİNATTA VE İNSANDADIR.
Kişinin ahirette hesaba çekileceği “Temel Sorumluluğu”: Gayb (Ahiret) âlemindeki “GERÇEK” e inanarak / İMAN İLE içinde bulunduğu Varlık Âleminde Allah rızası için iş ve değer üretmek, ÇALIŞMAKTIR. (Bu aynı zamanda insanın dünyevi sınavıdır.): Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Azîz'dir O, Gafûr'dur. 67. sure (MÜLK) 2. ayet,
Çalışmada verim almanın SÜNNETULLAH’ ta gösterilen yolu, “SEBEPLERE YAPIŞMAK” tır.
ARANAN “GERÇEK”İN BULUNACAĞI ÂLEM NERESİ İSE ONA GÖTÜRECEK “SEBEP” DE ORDADIR.
SEBEP – SONUÇ İLİŞKİSİNDE; Sebepler de o sebebin sonucu olan “Gerçek” te O ALEME AİT “Ayet” lerdedir ve “AYET”, bilindiği gibi sadece Kur’an’ nın belirli parçaları olmayıp, aynı zamanda varlıklar ve olaylar da dâhil olmak üzere, İnsan ve Kâinat kitaplarının da parçalarıdır Kuran’a göre...
Sebebi yanlış yerde aramak, o konu ile ilgili olarak cehalet tir / bilgisizliktir.
Herkes gerçeğe ulaşamazsa da sadece sebebine yapışanlar (araştırıp çabalayanlar) gerçeğe ulaşabilir:
GERÇEK ŞU Kİ, İNSAN İÇİN ÇALIŞIP DİDİNDİĞİNDEN BAŞKASI YOKTUR. VE ONUN ÇALIŞIP DİDİNMESİ YAKINDA GÖRÜLECEKTİR. SONRA KARŞILIĞI KENDİSİNE HİÇ EKSİKSİZ VERİLECEKTİR. 53. sure (NECM) 39 -41. ayetler
İŞTE, ÜÇ TEMEL KİTAP’TAKİ GERÇEK BUDUR.
4. BİZ NİYE BÖYLEYİZ?
BİZ BÖYLEYİZ, ÇÜNKÜ (BİR İSLAM ALİMİNİN İFADESİ İLE):
“ALLAH sadece Rabbil Mü'minin değil, Rabbil Âlemindir.
Bu imtihan dünyasında, hikmet ve adaletinin gereği: Siyasi, iktisadi, ilmi ve askeri… Her husustaki başarıyı… Her sahadaki imkân ve iktidarı “SÜNNETULLAH” denen tabii kanunlara uygun olarak; sabırlı, kararlı, planlı ve devamlı çalışan tarafa vermektedir. (Çünkü Allah, RAHMANdır.MKA)
Böylece Hak ve hoşgörü medeniyetleriyle, zulüm ve sömürü düzenleri; kendi amaçları doğrultusundaki gayret, cesaret ve samimiyetleri oranında ileri geçmekte ve yeryüzünde hüküm sürmektedir.”
SONUÇ:
Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez… 13. sure (RA'D) 11.
Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir. Ve Allah, iyice işiten, gereğince bilendir. 8. sure (ENFÂL) 53. ayet
24 Aralık 2017
Selam...

23 Aralık 2017 Cumartesi

"Askerî Gemi Projeleri ve Pendik Motor Fabrikası" FATİH YILMAZ "Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın Önemi"

Askerî Gemi Projeleri ve Pendik Motor Fabrikası 
FATİH YILMAZ
FATİH YILMAZ
Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın Önemi
MİLGEM Projesi kapsamında, askeri gemilerde %65 civarında yerli sanayi katılımının sağlandığı ve söz konusu proje kapsamında prototip olarak üretilen TCG-HEYBELİADA ve benzer diğer gemilerde, normal seyirde diesel motorların, yüksek süratlerde ise gaz türbininin kullanılacağı biçimde dizel + gaz türbini konfigürasyonundan (CODAG) oluşan Alman menşeli MTU marka ana tahrik sistemi kullanıldığı belirtilmektedir.
Askeri gemilerde milli tasarım ve yerli katkı oranımızın %65 gibi önemli bir seviyeye yükselmiş olması şüphesiz çok önemli bir milli başarıdır. Ancak, İstanbul’da Pendik Tersanesi Motor Fabrikası gibi muazzam bir fabrikamız varken, “Milli Gemi”mizin “kalbi” olan ana tahrik sisteminin, bir kesimin ısrarlı tercihi ile yabancı marka olmasının “Yerli Savunma Sanayii” vizyonu ile örtüşmediği kanaatimi de açıkça paylaşmak isterim. Öyle ki; askeri ve “milli” gemilerimizin ana tahrik sistemlerini, yabancı ülke ve markalardan temin etmek yerine,Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nda gerekli rehabilitasyon ve modernizasyon çalışmaları yapılarak yerli imkanlarla üretme noktasında gerekli bilgi, tecrübe ve işgücü kapasitesine ülke olarak sahibiz.
(….) Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nda, yani bizim ülkemizde, 1981-1998 yılları arasında en büyüğü 14.000 BHP olan 100’e yakın gemi diesel motoru zaten fiilen üretilmiştir. Bu gemilerin çoğu o dönemde Deniz Nakliyat’a yani devlete ait gemiler olup, bu gemilere monte edilen makinelerin birçoğu halen tıkır tıkır çalışmaktadır. Yani, ülkemiz, gemi diesel motoru üretimi konusunda yakın tarihinden gelen derin bilgi birikimine ve tecrübeye zaten sahip. Buna ilaveten, gerek ticaret gemilerinde ve gerekse askeri gemilerde ekseriyetle tercih edilen yabancı marka diesel motorların tamir-bakım-onarım ve yenileme işlerini uzun yıllardan beri yapan iş gücü kaynağına ve yerli firmalara da sahibiz. Ürün sertifikasyonu konusunda milli kuruluşlarımız da mevcut. O halde, MİLGEM ve Koster Filosu'nun Yenilenmesi gibi projelerin gündemde olduğu şu günlerde, neden hâlâ, yerli firmalardan oluşan bir tedarik zinciri ile “milli” savaş gemilerimizin ve ticaret gemilerinin diesel motorlarını Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nda kendimiz üretmeyelim?
(NOT: Devlet teşviki ile yenilenmesi düşünülen Koster Filosu'nun ana tahrik sistemi (ana ve yardımcı makineler) ile seyir ekipmanları yerli olmadığı müddetçe gelecek 30-35 yıl boyunca yedek parça ve servis konusunda dışa bağımlı olacağı ve bu durumun doğuracağı başta "cari açık" olmak üzere birçok olumsuzluk dikkatlerden kaçmamalıdır.)
***
İktisat ve Milli Güvenlik Açısından “Yerli Motor” Gerekli
Türk donanmasına ait askeri gemilerde takılı olan yabancı marka motorların periyodik bakım-tutum-onarım ve yenileme ihtiyacı için yurt dışından temin edilen parçalarının miktarı ve tutarının ne olduğu ve aynı parçaların yerli imalatçılar tarafından üretilmesi halinde tutarın ne olacağı konusunda bir kıyaslama etüd çalışması yapılmış mıdır bilemiyorum ama böyle bir çalışma yapılırsa şayet gemi diesel motoru parçalarının yerli üreticiler tarafından imal edilmesine sıcak bakmayanların geçmişten gelen alışkanlıklarının kırılması ve konunun iktisadi açıdan öneminin daha iyi anlaşılması bakımından çok faydalı olacağı kanaatindeyim. Sadece iktisadi değil, stratejik açıdan da yarar var. Öyle ki; askeri gemilerde ekseriyetle tercih edilen yabancı marka motorlardaki Elektronik Kontrol Ünitesi (ECU)vb. gibi elektronik kontrol sistemlerinin şifre ve ayarlarının yabancı üreticilerin bilgisi ve kontrolü dâhilindeolması ihtimali bile “milli güvenlik” açısından pek olumlu bir durum olmasa gerek.
Neden Pendik Motor Fabrikası?
Motor fabrikalarının en önemli özellikleri olarak, fabrikanın temelleri ile test odalarının ve kullanılan tezgâhların temellerinin, üzerlerindeki büyük dinamik yükler karşısında deformasyona uğramayacak ve titreşimi iletmeyecek sağlamlıkta yapılmış olması gerekir.
İşte, Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın 1980’li yıllarda hazırlanan temelleri, binlerce fore kazık çakılarak ve çok sağlam bir zemine oturtulmuş olup, fabrika bünyesindeki test odalarının ve büyük bor tezgâhının her birinin altında ciddi paralar harcanarak adeta apartman büyüklüğünde temeller mevcuttur. Dolayısıyla, yeni bir fabrika kurulması düşünüldüğünde, bu büyüklükte ve sağlamlıkta temellerin yapılması içinbüyük miktarlarda yatırım yapılması ve amortisman payı olarak ürün maliyetine yansıtılması gerekecektir.
Pendik Tersanesi, bünyesinde muazzam bir motor fabrikasına sahip olan dünyadaki çok az sayıdaki tersaneden biridir. Ayrıca, yine fabrika bünyesinde yer alan 7.500 BHP ve 35.000 BHP kapasiteli iki adet test odası ve bor tezgâhı da, Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın mutlaka değerlendirilmesi gereken muazzam ve vazgeçilmez bir "milli servet" olduğunun göstergesidir.
***
Pendik Motor Fabrikası’nın Kaderi
Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın kurulmasında çok büyük emeği olan değerli meslek büyüğümüz Denizcilik Bankası E. Genel Müdürü ve Yüksek Mühendis Ali Can Bey, Gemi Mühendisleri Odası (GMO) Gemi ve Deniz Teknolojisi Dergisi’nde de yayımlanan bir yazısında Pendik Tersanesi Motor Fabrikası ile ilgili şunları söylemişti:
“1999 depreminden bir süre sonra, depremden zarar gören Gölcük Tersanesi yerine Pendik Tersanesi, Deniz Kuvvetleri’ne devredildi. Aradan birkaç ay geçmişti ki, motor fabrikasının, tamir atölyesine dönüştürüldüğünü öğrenince inanılmaz bir şok yaşadım. Motor imalatına geçiş döneminde yaşadığım bütün sevinçlerim bir anda derin bir üzüntüye dönüştü. Anladığım kadarı ile, Pendik Tersanesi'ni devir alan ekipteki genç meslektaş kardeşlerimiz motor fabrikasını gezip görünce; "Bize motor fabrikası lazım değil, burası çok güzel tamir atölyesi olur" deyip bu kararı vermişler. Halbuki; bu güzelim fabrikayı, atölyeye çevirmek yerine, fabrikaya tersane içinde özel bir statü kazandırılarak yeni lisanslar alınarak hem Deniz Kuvvetlerine hem de Tuzla tersanelerine motor üretimine devam edilseydi, yurt dışından motor ithali büyük ölçüde azalır, büyük döviz tasarrufu sağlanabilirdi. Tamir atölyesi, tersane içinde başka bir yere az bir masrafla yapılabilirdi. Ne yazık ki, bu ideal çözüm düşünülmemiş.
Bizler makine üretmeyen bir Gemi Sanayinin, gerçek bir gemi sanayi olamayacağına inanmıştık, bizler "Motor yapabilen bir Türkiye'nin, Motor yapamayan bir Türkiye'den daha güçlü bir ülke olacağına" inanmış, bu inancımızı gerçekleştirmek için didinmiş uğraşmış ve başarmıştık. Motor fabrikasının kapatılması ile gemi sanayimiz ve Türkiye çok şey kaybetmiştir.
Şimdi bizler de, Devrim Arabalarını yapan yaşlı mühendisler gibi ahir ömrümüzde bu güzel eserin tarihe gömülmesinin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. İsterdik ki, başlattığımız motor imalatı daha da geliştirilsin, yerli katkı yüzde yüze yaklaşsın, yeni ilavelerle kapasitesi artırılsın, Tuzla'nın, Deniz Kuvvetlerimizin bütün ihtiyaçlarını karşılar hale gelsin, ihracat yapsın. Biz de genç kardeşlerimizin yaptıkları güzel katkılarla iftihar edelim, onları kınamak yerine onlarla gurur duyalım, ahir ömrümüzde de huzurlu ve mutlu yaşayalım.
Belki, bu anılarımız ve düşüncelerimiz genç kardeşlerimize bir heyecan kaynağı olur da yeniden Kaf Dağının arkasına dönen motor yapma hayalini gerçekleştirmek için kolları sıvarlar. Genç kardeşlerimiz bilsinler ki; Yeni bir MOTOR FABRİKASI’nın kurulduğunu göremeden gidersek gözlerimiz açık gidecek.”

Takdir; büyüklerimizin…
Not: Yazarın bu makalesi, İngilizce-Türkçe olarak Turkey Seanews Dergisi'nde ve Mersin Deniz Ticaret Dergisi'nin Aralık 2014 - 271.sayısında da yayımlanmıştır.
https://groups.yahoo.com/neo/groups/denizciler/conversations/messages/10712
NOT: Bu dikkate değer makalenin, “Pendik Tersanesi Motor Fabrikası’nın Önemi” başlıklı kısmını, değerli dostlarımızın ve Denizcilik Fakültelerinden uzman arkadaşlarımızla askerî ve siyasî yetkililerin dikkatine sunarım. (FMD)

16 Aralık 2017 Cumartesi

MENEMEN OLAYLARININ PERDE ARKASI - Yazar Nail KIZILKAN // YÜKSEK TÜRKİYE İDAELİ

MENEMEN OLAYLARININ PERDE ARKASI
Yazar: Nail KIZILKAN
"YÜKSEK TÜRKİYE İDEALİ" 
Yakın geçmişte ajanların kışkırtması ve ahmakların kullanılmasıyla Sivas’ta yaşanan vahşi otel yakma olayları ve yargılama oyunları bize Menemen’i hatırlatmıştı. Yıl 1930 “Meşruti Cumhuriyetten” Meşru Cumhuriyete geçiş için bir hazırlık denemesi yapılıyor. Atatürk’ün arkadaşlarından Fethi (Okyar) Bey serbest Cumhuriyet fırkasını (Partisini) kuruyor (daha doğrusu kurduruluyor). Atatürk’ün bu girişimle: a)Hem milletin maneviyat seviyesini, b)Hem de iç ve dış hıyanet merkezlerinin tepkisini ölçmek istediği seziliyor. Halk partisi’nin “Despotik” yönetimine karşı duyulan umumi nefret, serbest fırkanın “Demokratik” cesaretine aşırı muhabbet şeklinde tezahür ediyor ve kısa zamanda çok büyük bir ilgi görüyor ve oy topluyor. Başına gelecekleri iyi bilen Fethi Bey, daha kurulalı bir yılı doldurmadan ve bu milli teveccühe rağmen partisini kapatıyor (Belki de kapattırılıyor). İşte Menemen ve çevresi de yediden yetmişine herkesin Serbest Fırkaya taraf olduğu yerlerden birisi… Serbest fırkanın kapatılmasından sonra Menemen’de şöyle bir olay cereyan ediyor;
Manisa ve civarında, Şam’dan gelip bölgeye yerleşen ve Yunan işgal güçlerince Menemen belediye başkanlığına getirilen aslen Dürzi ve Yahudi dönmesi Şeyh Sukuti’nin sözde halifelerinden olan ve mehdilik taslayıp saf köylüleri çevresine toplayan, Giritli Mehmet isimli bir derviş bozuntusu, anlaşılan birileri tarafından dolduruluyor. Manisa mutasarrıfı iken İngilizlerle işbirliği yapıp ülkemize hıyanet ederek sonunda Yunanistan’a sığınan Giritli Hüsnü’nün yeğeni sayılan Giritli Mehmet ismindeki fırsatçı hain, kendisinin beklenen Mehdi ve kurtarıcı olduğunu söyleyip dolaşıyor. Her nedense kolluk kuvvetleri tarafından ciddiye alınmayan, ilim ve irfan ehli katında nefret toplayan bu esrarkeş, çeşitli vaatlerle kandırıp çevresine topladığı üç beş saf ve serseriyi de alarak Menemen’e doğru yola çıkıyor. Bu sütü bozuk adam, daha önce “işgal güçlerine kurşun sıkılmaz” diye fetva veriyor.
Yunan Arşivlerindeki bir Resimde: 
Provokatör ve kiralık Katil Derviş Mehmet ve hain adamları Yunan askerleriyle piyes izlerken…
Harp divanı savcısı Hidayet Beyin resmi iddianamesinde de belirttiği gibi “bir köyün bağ evinde günlerce esrar çeken” bu sokak serserileri, bir sabah namazında Menemen’e varıp şimdiki belediye binasının arkasındaki camiye giriyorlar.
Yanlarında bir dolma tüfek ve birkaç bağ bıçağı bulunmaktadır. Sabah namazına gelen cemaat bu serseri kılıklı adamlardan şüpheleniyor. Bunun farkına varan serseri başı Mehdi Mehmet;
—“Bizden korkmayın, Biz de sizdeniz. Zaten sizi kurtarmaya geldik. Namazdan sonra bize katılın ve kurtulun” diyor.
Namazdan sonra camideki yeşil sancağı kapan serseriler, hem cami cemaatine hem de sabahleyin işinin başına gelen yerli halka “Durmayın, Mehdi Mehmet’in sancağı altında toplanın küfrü tepeleyeceğiz Menemen yetmiş bin askerle çevrilmiştir” diye bağırarak meydana doğru yürüyor.
Tam bu sırada oradan geçmekte olan şube reisinin yakasına yapışan Mehdi Mehmet: “Yetmiş bin askerle Menemen çevrilmiştir. Hemen askerlerini al bize katıl. Yoksa kötü olur” diye haykırıyor.
Bu yeşil sancaklı bir kaç serserinin taşkınlığı karşısında şaşırıp kalan şube reisi “olur şimdi askerlerimi gönderirim” deyip sıvışıyor. 
Bu deli zırvaları ve esrarkeş naraları devam ederken, arkasından sekiz jandarma eriyle yüzbaşı Fahri Bey çıkageliyor. Derviş Mehmet’in “Bize kurşun işlemez, durmayın safımıza katılın. Yoksa canınızı kurtaramazsınız” sözleri karşısında, bunları sekiz silahlı askerle yakalaması ve dağıtması mümkünken, yüzbaşı da hiç bir tepki göstermeden alaydan yardım istemek üzere oradan uzaklaşıyor… Olaylar bu şekilde gelişip beş on meraklının meydana toplanmasıyla kalabalık biraz daha artarken, o civardaki kışlada nöbetçi bulunan ve olup bitenleri uzaktan seyreden, yedek Subay olarak askerliğini yapmakta olan ilkokul öğretmeni Kubilay, yanına bir manga asker alarak meydana koşuyor.
Askerlerine süngü taktıran -zira silahların mermisi yoktur- Kubilay, tek başına bağırıp duran Mehdi Mehmed’in üzerine yürüyor ve suratına bir kaç tokat patlatıyor. Bunun üzerine serserilerden birisi elindeki dolma tüfeği Kubilay’ın topuğuna boşaltıyor.
Hayret! Kubilay’ın ayağından yaralandığını ve yere yıkıldığını gören askerler dehşete kapılıp dağılıyor. Bundan daha garibi, bütün bu olaylar ceryan ederken, saatler geçtiği halde hala ortada ciddi bir devlet müdahalesi ve otoritesi görülmüyor. Bu planlı ve kasıtlı provakasyonun gizli bir güç tarafından tezgahlandığı ve Yunan işgalini alkışlayan sahte tarikatçı Derviş Mehmed’in bunlara güvenip yaslandığı açıkça belli oluyor.
Kubilay yerde kıvranmakta ve devamlı kan kaybetmektedir. Derviş Mehmet adındaki sapık geceden kalan esrar sarhoşluğu ve cinnet cesaretiyle, cebindeki ağzı testereli bağ bıçağını çıkarıp zavallı Kubilay’ın boğazını kesmeye başlıyor… Halk korku ve dehşet içinde kaçışıyor. Meydanda Derviş Mehmet’le beş serseriden başka kimse kalmamıştır.
Ve işte bunca dehşetten sonra nihayet bu altı sarhoşun üzerine civardaki alaydan mitralyözlü koca bir bölük çıka geliyor. Bölük hemen meydanı sarıyor ve ateşe başlıyor. İlk kurbanlar, ne olup bittiğini anlamak için meydana koşuşan iki bekçidir. (Görgü tanıkları bu iki bekçinin mitralyöz ateşiyle vurulduğunu söylemişlerdir.)
Giritli Hasan ile Nalıncı Hasan adındaki serseriler, nasıl oluyorsa sıvışıp kaçtıkları halde Mehdi Mehmet ve diğer arkadaşları vurularak öldürülüyor. İçlerinden Zeki Mehmet adlı birisi de ölü numarası yaparken yaralı olarak ele geçirilince “Hani bize para verip bırakacaktınız? Bu ne işlerdi başımıza getirdiniz?” diye ağlamaya ve yalvarmaya başlıyor!!..
O günleri yaşayanların ifadelerine göre çarşaflı bir kişi, ta başından sonuna kadar olayları uzaktan seyredip sonunda kayboluyor!?
Menemen olayının hemen arkasından bütün bölgede sıkıyönetim ilan ediliyor. Örfi idare ve harp divanı mahkemesi kuruluyor ve kıyım başlıyor.
22 Aralık 1990 Cumartesi günü saat 19.20 sıralarında TRT’nin konuyla ilgili programında söylendiği üzere Atatürk’ün “bu vahşi olaya sadece katılanlar değil, hatta seyirci kalanlar bile cezalandırılmalıdır” şeklindeki direktifi de herhalde “bu olayları duyanlar dahi cezalandırılmalıdır” şeklinde anlaşılmış olacak ki, sağ olarak ele geçen üç serserinin güya ifadeleri ve itirafları sonucu, başta İstanbul’da oturan 90 yaşlarında âlim ve fazıl Erbilli şeyh Esat Efendi ve oğlu müderris Ali Efendi olmak üzere, tam otuz yedi kişi idam ediliyor, yüzlerce insan da ağır mahkûmiyet ve mağduriyete uğratılıyor.
Bizim kanaatimiz, Atatürk gibi bir liderin bu talimatı verebileceği pek mantıklı görülmüyor. Bütün bu sinsi tezgâh ve tuzakları; Türkiye’mizi Siyon cumhuriyeti yapmak isteyen, malum ve mel’un çevrelerin kurduğu… Ve İslam’ı barbar, Müslüman’ı gaddar göstermek ve sindirmek için sahneye konulduğu, her yönüyle sırıtıyordu. Hatırlayınız, İzmir Suikastında da yine Giritli tetikçiler kullanılıyordu. Ve herhalde: Atatürk de tabi ki bunları fark ediyordu, yani yutmuyordu… Ancak, yukarıda saydığımız mazeret ve mecburiyetlerle yutkunuyordu ve göz yumuyordu… Çünkü ülkenin geleceğini ve güvenliğini korumak, bunu gerektiriyordu…
Şimdi yetkililere ve tarihçilere şu soruların doğru ve doyurucu cevaplarını vermelerini arz ediyoruz:
1- Tarihi vesikalarda ve TRT’nin ilgili yayınında bile esrarkeş bir Derviş bozuntusu olduğu bildirilen 6 serserinin yaptığı vahşet ve cinayeti, hiçbir alakası olmadığı halde Müslüman milletimizin kalbini yaralayacak şekilde ısrarla “irticacılar, gerici ve yobazlar” şeklinde takdim etmenin manası ve maksadı nedir? Niçin bunların arkasındaki gizli ve kirli merkezler deşifre edilmemiştir?
2- Yüzbaşı Fahri Bey ve askerleri ta işin başında alaydan yardım istedikleri halde olayların başı boş gelişmesine fırsat verilmesinin ve saatlerce sonra askeri birliklerin gönderilmesinin sebebi ve izahı ne olabilir?
3- Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapanmasının hemen ardından ve de serbest fırkaya büyük teveccüh gösteren bir bölgede böyle bir olayın yaşanması ve 37 idam, yüzlerce hapis cezası ile sonuçlanması, acaba halk partisine karşı oluşacak bir muhalefetin nasıl bastırılacağını göstermek ve Müslüman halkı sindirmek için mi tertiplenmiştir? Mustafa Kemal’i Müslüman halkımıza karşı kışkırtmak için midir?
4- Yaralı olarak yakalanan Zeki Mehmet’in “hani bize para verip bırakacaktınız?”şeklindeki sözleri ve olay boyunca çevrede “esrarengiz bir çarşaflının görülmesi” ne ile ve nasıl izah edilecektir?
5- Şayet iddia edildiği gibi bu fitneyi “tarikatçı Nakşîler ve şeriat özlemcileri”tertiplemiş olsaydı, böylesine halktan alakasız ve hazırlıksız mı yürütürlerdi? Bu işin liderliğini böyle üç beş aslı bozuk sahte tarikatçıya ve sarhoşa terk ederler miydi?
6- Son Sivas olaylarıyla menemen olayları arasındaki hayret verici benzerlik, acaba her ikisinin de aynı maksatlarla ve aynı mihraklarca tertiplendiğini mi göstermektedir?
Lütfen dikkat!.. Genel Kurmay ATASE Başkanlığının incelemesinde: “Mehdi geçinen Derviş Mehmet’in kendisine Peygamberlik geldiğini” söylediği belirtilmektedir.
Ve yine; TBMM Zabıt Ceridesi kayıtlarına göre; Serseri bir sarhoş olan Derviş Mehmet’in “Esrar çekerek Miraca yükselip Allah’la görüştüğü, bu nedenle sürekli esrar içmeleri gerektiğini” iddia ettiği tespit ve tescil edilmiştir. (Bak: D:3, C: XXIV, Sıra No: 58 Sh. 10)
Şimdi insafla karar verin; en sade ve safi Müslümanların bile, kendisini Peygamber ilan eden ve Miraca çıkıp Allah’la görüştüğünü söyleyen böylesi sapkın sarhoşlara inanıp peşine düşmesi beklenebilir mi?
Birkaç hain tiyniyetli ve organizeli münafık ve kiralık figüran kişiye yaptırılan bu vahşet ve cinayeti, elbette nefretle kınıyor, başta Kubilay ve bu olay yüzünden hayatını kaybeden bütün masum insanları rahmetle anıyor ve her halinden ikinci bir menemen senaryosu olduğu anlaşılan Sivas olaylarını bahane ederek, halkımıza ve inançlarımıza saldıran ağzı salyalılara da şunu hatırlatıyoruz: Biz her zaman ve her türlü anarşinin ve gericiliğin dışında kaldık. İnananları anarşist ve irticacı gibi gösterenlerin yalanları ortaya çıkacaktır.
Umuyoruz, çok yakın bir gelecekte tarih gerçekleri yazacak ve bu oyunlar televizyon ekranlarına yansıyacaktır. Şimdiki fırsat fareleri de kaçacak delik bulamayacaklardır. Bu konuda A. Nedim Çakmak’ın “Hüsnüyadis Hortladı” kitabında önemli tespit ve tahliller vardır. Bu arada, Menemen vahşetini tezgahlayan hainlerin niyeti, tiyniyeti ve Yahudi mensubiyeti bilindiği halde, bu menfur olayı bahane ederek, her sene irtica edebiyatıyla Müslüman halkımızı rencide edenler, aslında inançlı insanları ürkütüp, Derviş Mehmetlerin bugünkü takipçilerinin kucağına atmaktadır.
Haim oğlu Josef, Fethi Okyar ve İrtica Senaryosu
Menemen olaylarında irticai başkaldırıdan dolayı asılan 29 kişiden biri Haim oğlu Josef’tir! Biraz tarihle biraz da Menemen olayıyla ilgilenenler bu gerçeği bilir. Adından da anlaşılacağı gibi Josef, Yahudi asıllıdır, ve aynı zamanda farmason olduğu söylenir.
Haim oğlu Josef’in idamı değil ama idam nedeni tartışmalıdır. Bir iddiaya göre “yaşasın şeriat!” diye bağırdığı için… Bir iddiaya göre ise, “Derviş Mehmedi’ye ip sattığı” için idam edilmiştir.
Ama en makul ve mantıklı gerekçe sanırız, Josef’in, Serbest Fırka’nın Menemen’deki en ateşli taraftarı ve en önde gelen ismi olmasıdır. Daha doğrusu, yeni Devletimiz ve cumhuriyetimiz aleyhinde ve İslamcılık görüntüsüyle fitne tezgâhlayan Sabataist-Yahudi şebekesine katılmasıdır. Sonuçta Yahudi esnaf Haim oğlu Josef Menemen’de irtica taraftarlığından asılmıştır!? İrtica taraftarlığının en önemli delillerinden biri Serbest Fırka’dan olmasıdır. Serbest Fırka irticai eylemler nedeniyle kapatılan (feshedilen) ilk siyasi partilerden sayılır. Oysa Serbest Fırka, Fethi Okyar tarafından ve Atatürk’ün emriyle siyasete başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş çalışmaları sırasında, “Yeni Cumhuriyet’in resmi dini ne olsun?” tartışması yapılmaktadır. Komisyon üyelerinde beş tanesi ‘Hıristiyanlık olsun’ diye teklifte bulunmaktadır. Bu beş kişiden birisi Ankara’da büyük bir caddeye adı verilen Mahmut Esat Bozkurt’tur. Bir diğeri ise Fethi Okyar’dır. Yani İrtica nedeniyle kapatılan Serbest Fırka’nın kurucusu, Müslümanlıktan çok Hıristiyanlığa yatkındır. Ve bunlar irticayı hortlatmak için kullanılmıştır.
Yeri gelmişken Can Dündar’ın 25.12.2005 tarihli Milliyet’teki yazısını konumuzla ilgili olduğu için dikkatinize sunuyorum:
Menemen’in Son Tanıkları
10 yıl önce, “Gölgedekiler” belgesel serisinin çekimi için gittim Menemen’e… Tarihin gölgede kalmış şahsiyetlerini inceliyorduk. O bölümde konumuz, Fethi Okyar’dı…
Fethi Bey, 1930 yazında Paris büyükelçisiyken tatil için Türkiye’ye gelmiş, Atatürk’ü görmeye Yalova’ya gitmişti. Gazi, o günlerde henüz 7 yaşındaki Cumhuriyet’in içine düştüğü ekonomik bunalımın derdindeydi. Geçen 7 yıla Cumhuriyet, laiklik, şapka kanunu, harf değişikliği, medeni kanun, Şark isyanı sığmış, zihinler allak bullak olmuştu.
Atatürk, Yalova’da çocukluk arkadaşı Okyar’a bir muhalif parti kurmasını teklif etti. Türkiye’nin Batı’daki “Tek adam diktatörlüğü” görüntüsünü silmek istiyordu. “Serbest Fırka”, fikren o gece kuruldu.
99 günlük macera böylece başlamış bulunuyordu.
Parti kurulur kurulmaz huzursuz kitleler Fethi Bey’e yöneldi. Hiç istemeden girdiği siyaset oyunu, onu başrole sürüklenmişti. Kuruluştan 3 hafta sonraki İzmir mitingi görkemli geçti. Parti, çok partili ilk yerel seçimde büyük başarı elde etti. Bu, muhtemelen Gazi’nin dahi beklemediği bir ihtimaldi. Ata, devrimlerin tehlikeye gireceğini (ve masonik-sabataist şebekenin bu partiyi hem de İslamcılık adına ele geçireceğini) sezince tarafsız Cumhurbaşkanı statüsünü terk edip CHP’ye sahip çıkma ihtiyacı hissetti.
Fethi Bey, kuruluşundan 99 gün sonra, 17 Kasım 1930’da Serbest Fırka’yı feshetmek zorunda kaldı.
Gazi ise halkın tepkisini yoklamak üzere bir yurt gezisine çıktı.
Nakşi Mehdi Mehmet’in Kubilay’ı katli, işte tam o gergin döneme rastlamaktadır. Kubilay’ın törenlerle anıldığı Menemen’i anlamak için dönemin psikolojisini bilmekte yarar vardır.
Çekim için Menemen’e gittiğimizde olayın son tanıkları henüz hayattaydı. Onları bulup konuşturduk. Olayın Menemen’le hiç ilgisi olmadığını anlatmakla geçmişti hayatları… Kubilay’a kıyanlar Menemen’le hiçbir alakaları bulunmamaktaydı. Bir Nakşi şeyhinin müridi olduğu söylenen 6 esrarkeşti bunlar… (Bazı Bektaşi tekkelerinde o da gizli olmak şartıyla içki alemleri duyulmuş olsa da Nakşiler içerisinde böyle ayyaş ve esrarkeş kimselerin varlığına hiç rastlanmamıştı, bunlar, Haçlı ve siyonist dönmelerin her tarafa sızdığının ve Nakşiliğe karşı devleti kışkırttığının bir kanıtıydı. N.K.)
Bağ budama mevsimi Manisa’dan Menemen’e gelip sabah namazına dek esrar çekip, bıçak bileyen bu serseriler Sabah ezanı okununca Giritli Mehmet’in “Mehdi”liğini ilan etmiş, yeşil sancağı mihraptan kaptığı gibi meydana çıkıp şöyle bağırmışlardı: “Müslüman’ım diyen sancağımızın altında toplansın!”
General Mustafa Muğlalı’nın yönettiği Divan-ı Harp mahkemesinde 144 Menemenli yargılandı.
1 numaralı sanık, İstanbul’dan sedyeyle getirilen 90 yaşındaki Nakşi Şeyhi Esat Efendi’ydi. Duruşmalar sırasında hastanede öldü. Mahkeme 2 haftada bitti. 37 idam çıktı. İsyancılara sigara satan, ip sağlayan ve alkış tutanlar idama mahkûm edilmişti.
9 hükümlü yaşları küçük olduğu için affedildi. 28’i Menemen meydanında idam edildi. Ve Meclis’te fatura, Fethi Bey’e kesildi. Çünkü Menemen’de yerel seçimi Serbest Fırka kazanmıştı.[1]
Menemen’de Kubilay’ın katledilişine tanıklık edenlerle 10 yıl önce bir belgesel için görüşmüştüm. Belgeselde kısaca yer verebildiğimiz bu tanıklıkları bugün, Kubilay’ın katledilişinin 75’inci yılında ilk kez yayımlıyoruz.
Sami Özyılmaz’ın Hatırladıkları:
“Kubilay ‘Hücum’ dese hepsi süngünün ucunda kalırdı!?”
Eniştem bakkaldı. Sabah dükkânı açmış. ‘Menemen’in etrafını 70 bin Arap’ın çevirdiğini’ duymuş. Haydi ‘Gel şu dükkânı kapatalım’ diye beni kaldırdı. Dükkânı kapattık. O eve gitti. Ben Hükümet’in (Vilayet’in) önüne gittim.
6–7 kişi vardı orada… Normal adamlardı, kafaları kasketli, omuzlarında çanta vardı. Birinin eli silahlı… Ellerinde bir bayrak… Musabey köyünün Çarşı Camii’nden almışlar sabah namazında… ‘Öğlene kadar o bayrağın altından geçen geçecek, geçmeyen kılıçtan geçecek’ diyorlarmış.
Millet etraflarını çevirmiş. Ben köşeden onlara bakıyorum. Epey durdular. Hükümet tarafından ya da büyüklerden kaymakam, hoca falan gelse, hatta sivillere bile ‘Yakalayın bu adamları’ dese, yakalarlardı.
Ondan sonra telefon ettiler Alay’a… Bir manga asker geldi karşı sokaktan… Asker süngüyü taktı. Siviller açıldı. Orada Kubilay askere süngüyü taktıktan sonra ‘Hücum’ dese, hepsi süngünün ucunda kalacaktı. Bir silah patladı. Bir tek el ateş edildi. Kubilay ayağından vuruldu. Asker geri kaçtı. Millet kaçıştı. Kubilay önce Hükümet’e giriyor, kapılar kapalı. Oradan geri, camiye dönüyor, cami avlusundaki taşın dibinde düşüyor. Bunlar da gidip başını kesiyorlar. Sonra askere telefon ediyorlar Hükümet’ten… Asker geliyor. Kahveden onlara makineleri tüfeklerle ateş ediyor. Hepsi esrarkeşmiş zaten. Asker hepsini vurdu, yalnız bir tanesi kaçtı, onu gördüm.
Sonra bütün cesetleri topladılar oraya… Halk toplandı, jandarmalar, subaylar geldi, ölülerin torbalarından esrar çıktı, parça parça… Ben de esrarı ilk orada gördüm. Cesetleri kamyonlarla götürdüler.
Sonra sıkıyönetim oldu. Kaçan adamı bulmak için haftalarca nöbet tuttuk. Evleri aradılar tek tek… Derken Manisa’da bulundu. Bir oduncunun ekmek torbasını almış. Oduncu da ihbar etmiş, yakalanmış orada… 28–29 gün sonra… Mahkemeye getirdiler. Adama bizi gösterip ‘Bunlardan kimse var mıydı?’ diye sordular. O da bakıp ‘Bu vardı’, ‘Bu yoktu’ diyordu. ‘Var’ dese yandın.
Ben şofördüm. Mahkemenin emrinde akşam iki araba nöbet bekliyorduk. Adam kimin ismini söylediyse ‘Getirin’ diye telefon ediyorlardı. Getiriyorduk, içeride mahkeme ediyorlardı. Onların asılacağı gün, nöbet yine bendeydi. Korkudan otomobilin dışına çıkmıyordum. Hep seyrettik, üzüldük.
Hükümet’in altında Birincieller’in evi var, önce onu astılar: Manisalı Hocazade Ahmet Efendi… Astıktan sonra önüne ismini asıyorlar. Ondan sonra geldik akasyaların altında birini astılar. Sonra Ali Efendi’yi tütün satılan barakanın yanında astılar. Adamlara mecburen sigara satan Molla Osman’ı astılar. O çok bağırdı asılırken ‘Kurtarın’ diye, askerler vaziyet aldı. Ondan sonra sırayla asıldı, asıldı, ta çarşının içine kadar hepsini gördüm. Kamyonlarla atıp mezara götürdüler öğlene kadar…
Bence asılanlar içinde suçlu olan yoktu. 6–7 tane sarhoşun çılgınlığıydı. Bunlar içinde Menemen’den bir Gazozcu Abbas vardı, bir de Kubilay’ın kafasını bayrağa asmakta kullandıkları urganı elinden aldıkları çocuk…
Olaydan sonra bizi caminin önünde topladılar. Sivil birkaç kişi vardı, bir de alay komutanı paşa… Orada gözlüklü bir sivil “Menemen’i toprak halinde (yerle bir) görseydim, iftihar ederdim” dedi.
Bunlar gelmeden Menemen’de gericilik yoktu. Ama parti meselesi vardı. Serbest Fırka kazanmıştı. Onun intikamı mı, bilmem. Bildiğim şu ki Menemen’in bu işte hiçbir suçu yok. Zaten içlerinde Menemenli de yok.”
Sorular ve Kuşkular!?
• Kubilay Girit adasının Osmanlı devlet idaresi altında olduğu 1906 tarihinde Hanya şehrinde doğup ailesi Türkiye’ye ve Yahudi/Dönme olduğu iddiaları vardı. Mustafa Fehmi ismini bırakıp niçin Kubilay ismini almıştı. Menemen esnafı ile arası açık mıydı? Esnaf ona bazı namus meseleleri dolayısıyla kızgın mıydı? Bunların yanıtlanması lazımdı.
• Profesör Yalçın Küçük “Türkiye Üzerine Tezler” adlı kitabının 1’inci cildinde Menemen vak’ası hakkında resmî ve ideolojik tarihe uymayan bir yorum yapmaktadır. Ona göre Menemen hâdisesi, Kemalist rejimi rayına oturtmak için önceden hazırlanmış bir senaryodur. Zaptu rabt altına alınmak istenen halkın ekonomik sıkıntılarını örtbas etmek, toplumdaki muhalefeti ezmek için rejim karşıtı bir ayaklanma senaryosu gerekli görülmüştür. (Yalçın Küçük dikkatleri başka yöne çekerek, Atatürk’ü suçlama peşindedir. Halbuki bu maksatla Menemen ilçesi ve Kubilay bilinçli bir şekilde arbedeye sürüklenmiş, onun “şehit” edilmesiyle masonlar kendi muhaliflerini denetim altına alarak baskıcı politikalarını meşrulaştırma yoluna gitmişlerdir. (İnternetteki turkforum net’in Menemen olayı ile ilgili dosyasının 11’inci sayfasından).
• Menemen hadisesi ve Kubilay’ın öldürülmesiyle ilgili Cevat Rıfat Atilhan’ın “Menemen Hadisesinin İçyüzü” başlıklı eseri ile Mustafa Müftüoğlu’nun “Menemen Vak’ası” adlı kitabı (Risale Yayınları). önemli ve tarihi kaynaklardır.


[1] 25.12.2005 / Milliyet / Can Dündar

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...

29 Kasım 2017 Çarşamba

DÖRT PARMAK YANİ “RABİA” İŞARETİNİN HAKİKİ VE TARİHİ (GERÇEK) ANLAMI NEDİR VE NE DEĞİLDİR?!.. - ERDAL AKALIN

4 PARMAK YANİ “RABİA” İŞARETİNİN ANLAMI!
ERDAL AKALIN
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, katıldığı her toplantıda kendisini ayakta alkışlayanlara selam verirken, sağ elinin başparmağını avucuna doğru kıvırarak ve elinin dört parmağını gererek artık simge haline gelen bir jestle karşılık veriyor.  Bu selamın ve el hareketinin adına “Rabia” simgesi dendiğini de kendisinden öğrenmiştik. Erdoğan, bu selamlama jesti ile tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet vurgusunu yaptığını ifade buyurmaktadır.
RABİA İŞARETİNİN ACABA GERÇEK VE TARİHSEL ANLAMI BU MUDUR?
Sayın Tayyip Erdoğan’ın kalfalık dönemi ile başlayan diğer Arap ülkeleri ile yakın ilgisi, bölgenin güçlü devleti Mısır üzerinde yoğunlaşmıştı.  Çünkü Mısır uygarlığı, tüm diğer Arap kökenli devletler üzerinde özel bir konuma sahiptir. 
Uzun yıllar Mısır Devleti’nin başında olan Mübarek makamından alaşağı edilince, iktidarı İhvan (Müslüman Kardeşler) Partisinin güçlü ismi Mursi ele geçirmişti.  Mursi’nin iktidarı ise sorunlarla dolu geçmiş ve karşı darbe ile başkanlıktan indirilerek yargılanmaya başlamıştı.  Hem Mursi taraftarları ki, bu grup İhvan adı verilen Siyasi İslam ve Selefi grubunu temsil ediyordu, hem de Mursi karşıtları sayılan ve ülkelerinde gerçek demokrasi için birleşenler karşı karşıya gelmişlerdi.
Bir tür iç savaş konumuna dönüşen çatışmalar için seçilen ana mekân Rabiatul Adeviye Meydanı olmuştu.   Bu alan içerisinde yer alan Mursi taraftarları ise Rabia işareti (yani dört parmak) yaparak birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı.   Kendilerine simge yaptıkları Rabia işareti bağımlısı oldukları İhvan harekâtının simgesini ve bir tür Siyasal İslam’ın zaferini işaretliyordu.
Bu simge, Sayın Erdoğan tarafından ülkemizde tanıtıldı.  Bizim sözüm ona Liberal Demokratlar (!) olarak geçinenlerimiz, yani AKP safında yer alan ve Siyasal İslam’a kendilerini yakın sayanlar da Mursi yandaşlarının ‘Dört Parmak’ yani “Rabia” işaretini artık ülkemiz içerisinde simge yapmaya başlamışlardı.  Bırakın bizim AKP’ye yakınlık duyan siyasileri, kendilerini sanatçı olarak tanıtan bazı şarkıcılar ve bazı futbolcular bile bu işareti yapıp secdeye varmaya başladı.  
Rabia, sözcük anlamı olarak Arapça da 4’üncü anlamını taşıyor iken, bazı çok bilenlerce (!)  Siyasal İslam’ın zaferinin simgesi olarak tanıtılmıştı. Acaba böyle mi idi?
Bu sorgulamaya vardığımızda ise bize Rabia işaretinin ilk kullanıcısını ve gerçekten hangi anlamda kullanıldığını internet dostumuz Sayın Gürbüz Evren anlatıyor.  Kendisine şükranlarımızı sunuyorum bu bilgiyi paylaştığı için.  Sayın Gürbüz Evren şu bilgileri veriyor bizlere, birlikte izleyelim;
MUAVİYE BİN EBU SÜFYAN KİMDİR BİLİR MİSİNİZ?
Emevî hanedanının kurucusu Muaviye, 657 yılındaki Sıffın Savaşı’nda, Hazreti Ali’yi yenememiş, ancak hakemleri ikna ederek, alavere dalavere ile kendini Halife ilan etmişti.
Bu dönemde Müslümanlar; Muaviye taraftarları (Sünniler), Ali taraftarları (Şiiler), Tarafsızlar (Hariciler) olarak bölünmüştü.  Muaviye’den yana tavır alan Hariciler ise bir süre sonra Hazreti Ali’yi öldürmüştü.  Muaviye ise, bir süre sonra da Hazreti Ali’nin çocukları, Peygamberin de torunları olan Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin’i öldürtmüştü.
Özellikle Hazreti Ali’nin öldürülmesinden sonra Halifeliğini sağlama alan Muaviye, her fırsatta Ali’yi ve Şiileri yok saymak ve de dışlamak için taraftarlarına, Dördüncü Halife’nin kendisi olduğunu DÖRT PARMAK işaretini yaparak ilan etmişti, taraftarları da aynı işareti kullanmıştı.  Bundan sonra gidilen savaşlarda da Muaviye’nin ordusundaki askerler bu işareti yapar olmuşlardı.
Zaten “Rabia” ismi, Muaviye ailesinde bir takıntı idi.  Zira Muaviye bin Ebu Süfyan’ın dedesinin adı da Rabia’dır.  Kureyş aşiretinin liderlerinden olan dede Rabia, torununa, “adıma uygun davran, önemini unutma” tavsiyesinde bulunmuştur.
Sünni kesimin temsilcisi olduğu iddia edilen, ama İslamiyet’te ilk ağır sorunları yaratan Muaviye’nin DÖRT PARMAK işareti, bugün Mısır’da, Sünni İslam’ın yılmaz savunucuları olarak gösterilen bağnaz Siyasi İslamcıların yani Mursi yandaşlarının ve İhvan (Müslüman Kardeşler) örgütünün işaretine dönüştü. Acaba yandaşları şimdi de gerçek dördüncü halifeliğin Mursi ile devam ettiğine mi inandırılmışlardı?!.
Dedim ya, dünyadan bihaber bazı futbolcular ile sanatçı denilen bir takım şarkıcı takımı da bu işareti yapıyor.   Konuyu derinlemesine araştırmak için çaba göstermeyen ve mütedeyyin olmanın ötesinde, bazı simgelerle İslam adına ayak oyunu yapılabileceğini asla düşünemeyen müminlere de bağnaz Siyasal Dinci olan İhvan ve Müslüman Kardeşler Örgütü’nün simgesine safça inanmak düşmüştü anlaşılan.
Sayın Tayyip Erdoğan ise ülkemizde ‘Rabia’ sembolünü bizzat kullanarak hemen her fırsatta işaret buyuran bir liderdir.  Kendi yorumu ile bu işaretle; “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” kavramını vurguladığını ifade buyurmaktadır.  Bu yaklaşımına saygı duyuyor olmakla birlikte, Sayın Erdoğan acaba bu simgenin “Dördüncü Halife Benim!” anlamı ile kullanıldığını kendisine söylemeyen bazı danışmanlarının ve özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendisine bu simgenin yanlış anlaşılabileceğini ve maksadı aşan bir jest olabileceğini ne zaman anlatacaklarını itiraf edeyim ki merak ediyordum.
Belli ki, iş başa düştü!.. Erdal Akalın (28.11.2017)

22 Kasım 2017 Çarşamba

Erdoğan’ın Asenası: (iyi parti kurucusu ve genel başkanı) Meral AKşener - CEM KANIBİR, Atasen Genel Başkanı, Türkbilimci (Türkolog)



Cem Kanıbir
22 KASIM 2017 - ÇARŞAMBA
Erdoğan’ın Asenası: Meral AKşener
“...Meral AKşener, dün partisinden istifa ederek Recep Tayyip Erdoğan'ın yeni oluşumuna katıldı. Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener'le basın toplantısı düzenleyen AKşener, ‘Erdoğan ailece görüştüğüm dostum. Herkesi kucaklayacağız.’ dedi.
AKşener, yeni harekete katılma gerekçesini, tarihi milletle, milleti devlet ve kurumlarıyla barıştıracak; sözü ile eylemi, yüreği ile dili bir, herkesi kucaklayacak büyük bir oluşum içinde bulunma isteğine dayandırdı.
AKşener, katıldığı bu oluşumun mimarlarının, daha önce üç partide de laikliğe aykırılık iddiasıyla kapatılmış kişilerden oluşmasının gelecek için kendisi açısından bir endişe oluşturup oluşturmadığı sorusuna da, şu yanıtı verdi:
‘Öyle bir endişe taşımıyorum. Bu yeni oluşum bütün Türkiye'yi kucaklayacak bir yapı olacaktır. Bizler ülkedeki gerginliğin ortadan kaldırılmasında rol oynayıp katkıda bulunacağız. Dini, manevi değerler milletin ortak değerleridir. Bu değerler gibi demokrasi ve liberallik de tek partinin uhdesinde yer alabilecek kavramlar değildir. Bütün partiler bu değerleri savunmaktadır. Milletin omurgasını oluşturan bu kavramlar elbette bu yeni oluşumda da olacaktır...’
Abdullah Gül de ‘Dürüstlük, açıklık ve mertliğiyle ismi öne çıkan ve doğru bildiğini söyleyen bir politikacı’ diyerek AKşener'i övdü.
AKşener de bir soru üzerine Erdoğan'la görüştüğünü belirtti ve ‘Erdoğan eski dostumdur, ailece de görüşürüz. Şimdi de görüştüm. Ancak siyasi anlamda görüşmelerimiz yeni değildir.’ dedi.
AKşener, DYP Genel Başkan Yardımcılığı döneminde medyaya tehdit savurduğu için yargı önüne çıktı. Çiller Ailesi'ne toz kondurmadı, bu yüzden DYP'de adı ‘Ailenin tetikçisi’ne çıktı. Susurluk skandalının ardından Mehmet Ağar'ın istifası üzerine Çiller, Akşener'i Türkiye'nin ‘İlk kadın İçişleri Bakanı’ yaptı. Refahyol'un gerilimli günlerinde askerlerle doğrudan çatışmaya girdi ve basın toplantılarında generalleri ağır bir üslupla eleştirdi. ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ni tahkir ve tezyif' nedeniyle soruşturma açıldı.
Köstebek olarak hatırlanan ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na ajan yerleştirerek bilgi sızdırdığı gerekçesiyle yargılanan Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanvekili Bülent Orakoğlu'nu göreve getirdi.
Hürriyet Gazetesi yöneticilerinin telefon konuşmalarının kayıtlı olduğu bazı kasetleri kamuoyuna açıkladığı için milyarlarca liralık tazminat ödemeye mahkûm edildi. 18 Nisan 1999 seçimlerinde DYP'nin oy oranının yüzde 12'ye düşmesi üzerine Çiller'in çekilmesini isteyen çevrelere diklendi ve gazetecilere, ‘Oligarşi istiyor diye kelle vermeyiz.’ dedi.
Bir süre sonra Çiller'le yollarını ayırdı. Parti içi muhalefet cephesine geçerek Çiller'i devirmeye çalıştı. Hürriyet Gazetesi'ndeki bir röportajında, ‘Çiller burjuva kızı’ diyerek eski lideriyle köprüleri attı.
***
Türkiye’yi bu hâle getiren mevcut kadrodan kurtulalım derken başka bir yanlışa da düşmemek gerekmektedir.
Tek çıkış yolumuz millî ideolojimiz Atatürkçülüğe (Kemalizm'e) sarılmaktır.
Millî Stk Atasen olarak "Ne sağdan ne de soldan, Atatürk'ün çizdiği yoldan..!" anlayışıyla hem sendika hem de dernek kolumuzla -4688 ve 5253 sayılı kanunlar çerçevesinde- Atatürk Türkiyesi yolundaki çalışmalarımıza destek verip katkı sunmak amacıyla bize başvurun. Harekete geçin; teşkilatlı ve kurumsal mücadeleye katılın.
Dernek kolu üyelik başvurusu: http://www.atasen.org.tr/iletisim/iletisim.htm
(Dernek koluna herkes başvurabilir.)
Sendika kolu üyelik başvurusu: http://www.atasen.org.tr/uyelik/uyelik.htm
(Sendika koluna ise ilgili kanun gereği kamuda görevli öğretmenler, akademisyenler ve diğer eğitim çalışanları başvurabilir.)
(Yetkilimiz, başvuruda bulanan herkesle tek tek bağlantı kurmaktadır. Temsilcilik görevi almak isteyenler başvuruda bunu belirtebilirler.)
Ne sağdan ne de soldan, Atatürk'ün çizdiği yoldan..!
H. Cem KANIBİR
Atasen Genel Başkanı
Türkbilimci (Türkolog)
Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, gülümseyen insanlar

8 Kasım 2017 Çarşamba

Tartışma: "ORTADA GÖLGE KABİNE YOKSA, Muhalefet Namına Bir Unsur YOK Demektir" İktidar ve Hükümet Dışında GÖLGE KABİNE Kurmaya Muktedir Olmayan "SİYASİ PARTİ NAM" Teşekküller Aciz, Tacir ve Yok Hükmündedir

ÜNİTER DEVLET SİSTEMİNDE GERÇEK MUHALEFET VE “GÖLGE KABİNE” UYGULAMASI
ZAFER ÖZDEMİR (11 Aralık 2013)
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset ve Uluslararası İlişkiler
Demokratik yönetim sistemlerinde, seçimler sonucunda en yüksek oyu alan parti veya partiler hükümeti kurarak iktidar olurlar. İktidara göre daha az oy olan parti veya partilerde muhalefet kurumunu oluştururlar. Yine parlamenter sistemlerde yasamanın dolayısıyla, muhalefetin hükümeti denetlemesi anayasal bir haktır. Ancak etkin bir muhalefetin ölçütü yalnız anayasal hakkı kullanarak siyasi arenada yer almak değildir.
Çünkü muhalefet yapılırken tek başına kullanılan anayasal hak iktidarın alternatifi olmak ve bir sonraki seçimleri kazanmak için yeterli değildir. İşte çalışma tam bu noktada önem kazanmaktadır. Çalışma iktidarın alternatifi olabilmek ve sıradaki seçimleri kazanabilmek için klasik muhalefet anlayışından sıyrılarak “Gölge Kabine” uygulamalarının önemini analiz etmektedir.
Sonuç olarak çalışmanın etkin muhalefet olabilmenin ölçütü olarak “Gölge Kabine” anlayışının muhalefetin takip etmesi gereken yöntemlere katkı sunabileceği düşünülmüştür. Çalışma bu bağlamda muhalefetin tanımını, çeşitlerini, Gölge Kabinenin önemini, görevlerini ve Türkiye ile İngiltere üzerindeki yansımalarını irdelemektedir.
MUHALEFETİN TANIMI VE MUHALEFET ÇEŞİTLERİ
Muhalefet kelime kökü olarak bir tutuma, bir görüşe, bir davranışa karşı olma durumu, aykırılık anlamlarını taşımaktadır. Arapça menşeli bir terimdir. Kavramı biraz daha açtığımızda karşı görüşte, tutumda olan kimseler topluluğu ve demokraside iktidarın dışında olan parti veya partiler tümceleriyle karşılaşıyoruz. (Tdk güncel Türkçe sözlük)
Bu tanımlamalar ışığında siyasal muhalefet kavramına bakacak olursak; Durç tarafından şöyle tanımlanmıştır.  “ Muhalefet; karşısındaki kuruma, yapıya mekanik olarak sahip çıkarak uygulama biçim ve düşüncelerine tepki göstermektir. “ (Durç, 2010, s.63). İktidarın halk merkezli bir kaynak olduğunu söyleyen Durç bu nedenle devleti yönetmeye talip olan iktidar partilerinin de muhalefet partilerinin de kaynakları aynıdır. O halde “devlet gemisini yürütenler, karşılarında kendi hareketlerini tenkit eden, kendi felsefesini beğenmeyen ve kendilerinin yerine iktidara geçtikleri takdirde daha isabetli bir program tatbik edeceklerini ileri süren siyasi teşekküllere hürmet etmelidirler.” (Durç, 2010, s.63).
Durç’un son tanımında muhalefetin yapıcı tarafı karşımıza çıkmaktadır. Muhalefet bu yapıcı politikalarla bir taraftan iktidarı ikaz edecek, diğer taraftan ise; iktidara oy vermiş seçmenlerin oylarına talip olduğunu ifade edecektir. Bu bağlamda toplumsal sorunlara alternatif çözümler geliştirerek iktidara hazır olduğunu gösterecektir. (Arslan, 2009.). Ancak demokrasinin sözde değil özde benimsenmiş bir yönetim biçimi olduğunu ortaya koymak demokratik cumhuriyetlerde oldukça önemlidir. Bu elzem durumu İpek şöyle ifade ediyor. “Bütün yönetimlerde iktidar oluyor ama, muhalefet sadece demokrasilerde bulunmaktadır. Muhalefeti çok iyi koruyup kollamamız lazım” (İpek, 2011). Ülke vatandaşlarının çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerinde tam manada temsil edilebilmelerinin göstergesi güçlü bir muhalefet makamından geçmektedir. Turgut “Siyasal muhalefet demokrasinin onsuz olmaz unsurudur.” Söyleminde bu yapısal durumun altını çizmektedir. (Turgut, 2011).
Bu açıklamalar ışığında muhalefet çeşitlerini irdelemeye çalışalım. Bu denetleme politikalarını şöyle sıralayabiliriz; a-) Katı Rekabetçi Muhalefet, b-) İşbirliğine Dayalı Muhalefet ve c-) Rekabetçi ve İşbirliğine Dayalı Muhalefet.
A. KATI REKABETÇİ MUHALEFET
Katı rekabetçi politikaların temeli, hükümete ve iktidar partisine kesin tavır takınmak anlamında tutum ve davranışlara dayanmaktadır. Bu politikaların uygulamasında siyasi yönetim sistemi benimsenmektedir. Politikaların genel çizgisi hükümete her hangi bir konuda düzeltme yapma güdüsünü ortaya koymadan yürütülmektedir. Bir sonraki seçimi kazanabilmenin hırsıyla gerek mecliste gerekse de meclis dışında iktidar ile mücadele etmek ana politika olarak kabul edilmektedir. (Arslan, 2009).
Yapıcı politikalardan uzak olan katı rekabetçi muhalefet anlayışı aynı zamanda meclisin etkinliğinin ve aktif çalışmasının önüne geçmektedir. Meclisin sadece kürsüden seçmenlere seslenilen ve alternatif politikalar geliştirmeden karşıt durumların dile getirildiği bir çatı olarak ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.
Yapısal nitelikte hedefi bulunmayan muhalefet partisinin bütün mücadelesi iktidarı ele geçirmeye yöneliktir. Bu mücadele kapsamında muhalefet partisinin belirgin bir politikayı gerçekleştirme arzusu yoksa, bu minvalde iktidarın politikasını değiştirmede söz konusu olmayacağından iktidara karşı yalnızca muhalefet etmek için muhalefet yapmış olur. (Kirman, 2006). Katı rekabetçi muhalefet politikalarının sonucunda muhalefet partisi anayasanın kendisine vermiş olduğu hükümeti kontrol etme görevini de tam olarak yerine getiremeyecektir. Muhalefetin bu ihmali iktidarın denetlenmesini ve ülkenin daha iyi yönetilmesini de engellenmiş olacaktır. (Arslan, 2009).
B. İŞBİRLİĞİNE DAYALI MUHALEFET
İşbirliğine dayalı muhalefet anlayışı, katı rekabetçi muhalefet politikalarının tam aksine bir sonraki seçimi kazanmaya odaklanmak yerine, tamamen kendi parti politikaları doğrultusunda, iktidarı etkileme ve yönlendirmeye yönelik yürütülmektedir. Bu politikaların amacı hükümeti meclis çalışma alt komisyonlarında ikna ederek uzlaşmaya zorlamak ve parti programlarının bir kısmını iktidara kabul ettirerek uygulanmasını sağlamaktır. (Arslan, 2009).
Ayrıca bu uygulamanın iktidar ile muhalefet arasında karşılıklı rol çalma sahnelerini doğurması sebebiyle, demokratik yönetim sistemlerinde seçmen tarafından muhalefetin var olma sebebinin sorgulanmasına sebebiyet vermektedir. Uygulamanın bir başka etkisi ise; seçmenler nezdinde iktidar politikalarının doğru olduğu izlenimini doğurmasıdır. Bu izlenim neticesinde seçmenlerin bir sonraki seçimlerde alternatifsiz bir ortamda tekrar iktidar partisine doğru yönlenmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Yine işbirliğine dayalı muhalefet anlayışında da katı rekabetçi muhalefet politikalarında olduğu gibi muhalefet anayasal hakkını sınırlı oranda gerçekleştirmiş olacaktır. (Arslan, 2009).
C. REKABET VE İŞBİRLİĞİNE DAYALI MUHALEFET
Diğer iki muhalefet anlayışının karma bir şekilde yer aldığı rekabetçi ve işbirliğine dayalı muhalefet politikaları mevcut siyasal rejimde ve sosyo-ekonomik düzende ister radikal olsun ya da olmasın sonuç itibariyle bir değişikliği amaç edinen muhalefet tarzıdır. Batı demokrasilerinde, içinde bulunulan mevcut düzeni kabul edip, kısmi reformlar aracılığıyla yurttaşların yaşam düzeylerinin yükseltilmesini savunan sosyal demokrat partiler bu muhalefet anlayışını benimsemektedirler. (Kirman, 2006).
Bu karma politikalarda diğer iki anlayışta vurgulanan muhalefetin bir sonraki seçimlerde iddialı olabilmesi için yapılan uygulamaların tam tersine orta bir yol izleyerek seçmenlerin nezdinde onların güvenini kazanarak ikna etmesi gerekmektedir. Yine muhalefet bu orta yolu izlerken bir yandan iktidarı yapıcı politikalarla uyaracak, diğer taraftan ise; ülke sorunlarına alternatif çözümler üreterek iktidara hazır olduğunu gösterecektir. Bu noktada diğer iki anlayışta sınırlı oranda gerçekleştirilen anayasal hak bu karma modelde daha ikna edici bir şekilde yerine getirilmiş olacaktır. (Arslan, 2009).
Bu rekabetçi ve işbirliğine dayalı muhalefet anlayışı sonucunda artık muhalefet seçmen nezdinde izlenen ve hayata geçirmek istediği bu karma politikaları hangi kadrolarla gerçekleştireceği takip edilen bir  parti konumunda olacaktır. İşte bu kapsamda muhalefetin, çalışmamızın ana omurgasını oluşturan Gölge Kabine uygulamasını başlatması gerekmektedir.
ETKİN BİR MUHALEFET OLABİLMENİN ÖLÇÜTÜ; 
GÖLGE KABİNE
Gölge Kabine, parlamenter yönetim sistemlerinde seçimlerde oy kaybına uğrayarak muhalefet konumuna düşen partilerin, anayasal görevleri olan hükümeti denetlemek için başvurdukları yöntemlerden biridir.
Gölge Kabine uygulaması özellikle demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’de bir gelenek haline gelmiştir. (Kayalar, 2002). Kayalar Gölge Kabinenin tanımını şöyle yapmaktadır. “Bazı Batılı ülkelerin siyasi hayatında, iktidara en yakın talip olan kuvvetli bir muhalefet partisi, hükümeti daha iyi ve ayrıntılı denetleyebilmek amacıyla kendi içinde bir nevi hükümet gibi her bakanlığın işlerini yakından izleyen elemanlardan oluşan bir çalışma grubu kurar ki buna genellikle “Gölge Kabine” denir. Böylece, bir yandan muhalefet denetimi yapılırken, bir yandan da iktidara gelinmesi halinde lazım olacak hükümet elemanları hazırlanmış olur.” (Kayalar, 2002).
İngiltere’de parti sistemi iki partiden oluşur. Çoğunluğu kazanan parti hükümeti kurar, akabinde diğer parti veya partiler muhalefeti oluşturur. Muhalefetin elinde iktidar partisinin hazırlamış olduğu hükümet programına karşılık hazırlanmış bir program bulunmaktadır. Muhalefet iktidarın politikalarına alternatif olarak hazırlamış olduğu bu program sayesinde hiçbir zaman zayıflamaz ve “Majestelerinin Muhalefeti” ismini alır. Bu vasfından dolayı muhalefet partisi başkanı ayrı bir maaş alır ve kurmuş olduğu gölge kabineye başkanlık eder. (Mutlu, 2005).
Kayaların gölge kabine tanımının bir başka yönü iktidara hazırlıktır. Diğer bir deyişle muhalefet konumundayken gölge kabine üyesi olanlar, iktidar olunması halinde bakanlıklara atanırlar. Bu tezin bir örneği; 1995 yılında İngiltere’de Tony Blair!in muhalefet lideri iken oluşturduğu gölge kabinenin, bazı üyelerinin 1997 yılında iktidara gelince hükümet kabinesinde yer alması şeklinde görülmüştür. Uygulamaya ilişkin örnek Tablo 1’de verilmiştir. (Kayalar, 2002).

TABLO: 1
İngiltere’de 1995 Yılındaki Gölge Kabine Üyeleri ve 1997 Yılındaki Bakanlar
Görevi
1995 Yılındaki Gölge Kabine
1997 Yılındaki Hükümet Kabinesi
Başbakan
Tony Blair
Tony Blair
Başbakan Yrd.
David Blunkett
David Blunkett
Sağlık
Harriet Harman
Alain Milburn
Dış İşleri
Robin Cook
Robin Cook
Lordlar Kamarası
Lord Irvine
Lord Irvine
Sosyal Güvenlik
Chris Smith
Aliester Darling
Hazine
Andrew Smith
Andrew Smith
Savunma
Paul Murphy
Geof Hoon
Galler
Ron Davies
Paul Murphy
Gölge kabinenin dolayısıyla muhalefetin öncelikli görevleri şöyle sıralanabilir; a-) hükümeti kontrol etmek, b-) hükümeti yönlendirmeye çalışmak, c-) geniş toplum kesimleriyle ilişkileri geliştirmek, d-) edinilen deneyimlerle parti programındaki eksiklikleri gidermek, e-) seçimleri kazanma olasılığı durumunda hükümeti her an üstlenmeye hazır halde beklemek. (Arslan, 2009).  Şimdi de bu görevleri sırasıyla analiz etmeye çalışalım.
1. HÜKÜMETİ DENETLEMEK
Muhalefet bir taraftan hükümetin siyasi icraatlarını gölge kabine uygulaması ile takip ederken, diğer yandan iktidarın yasama ve yürütme üzerinde baskın olması sebebiyle elinde toplanmış olan siyasal gücü otoriter bir sistem lehine kötüye kullanmaması için teyakkuz halinde olması gerekmektedir. Bu sebeple muhalefet önemli bir denetim ve frenleme işlevine sahiptir. (Yıldız, 2013).
Yürütme organı, hiyerarşik otorite bakımından kamu yönetiminin tepesinde yer alması nedeniyle, denetim mekanizmasının işlemesi bakımından en uygun konumdadır. (Eryılmaz, 2012). Muhalefet hükümeti denetleme görevini anayasa gereği; yazılı ve sözlü soru önergeleriyle, meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve meclis soruşturması yollarıyla gerçekleştirebilmektedir. (Eryılmaz, 2010). Bunlara ilave olarak yasama organının dolayısıyla muhalefet kurumunun bir diğer denetim aracı ulusal bütçelerin yapılması ve onaylanması sırasındaki yasama faaliyetleridir.
Muhalefet bu denetim araçlarından derlediği bilgileri gölge kabinesine bağlı çeşitli çalışma alt gruplarına sevk ederek analiz etmeli ve bu bilgiler kapsamında iktidarın hükümet programına karşılık alternatif politikalar belirleyebilmelidir. Hazırlanan raporlar parti teşkilatlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Daha sonra bu kesimlerin geri dönüşleri dikkate alınarak raporlara nihai halleri verilmelidir. Muhalefet bu raporları zamanı geldiğinde, meclisteki platformlarda dile getirerek yazılı ve görsel medyada paylaşmış olacaktır. Bu paylaşım sonucunda hükümet üzerinden kamuoyu baskısı oluşturabilecektir. Kurulan kamuoyu baskısı sayesinde hükümet kanun taslaklarını farklı bir şekilde hazırlamayı düşünmüş olsa bile yeniden şekillendirmeye zorlanmış olacaktır. (Arslan, 2009).
2. HÜKÜMETİ YÖNLENDİRMEYE ÇALIŞMAK
Muhalefet sahip olduğu oy tabanına ait seçmenlerinin ve kendisini iktidara taşıyacak olan oy alamadığı diğer yurttaşların, çıkarlarını, taleplerini yerine getirip onların haklarını savunabilmek için imkanlar ölçüsünde ve alternatif politikaları doğrultusunda hükümeti etkilemeye ve yönlendirmeye çalışmalıdır.
Muhalefet bu etkileme ve yönlendirme çalışmalarını yürütürken, inandırıcı olmalı ve argümanlarını hukuki zeminlere oturtmalıdır. Kullanacağı üslupta popülist yaklaşımlardan kaçınarak, ikna edici bir iletişimi benimsemelidir. Bu çerçevede meclis kürsüsünden yönelteceği eleştirileri, seçmenleri başta olmak üzere, STK ve diğer toplum kesimlerinin düşüncelerine tercüman olmalıdır. (Arslan, 2009).
Tabiî ki bu üslup uzun soluklu ve özveri gerektirecek çalışmalar gerektirmektedir. Zira bu tarz bir çalışmayı ancak profesyonel çalışan bir gölge kabine gerçekleştirebilir. Yürütülen bu tarz muhalefet anlayışı seçmenlerin beğeni ve takdirini kazanmış olacağından seçmene yatırım yapılmış olmaktadır. (Arslan, 2009)
3. GENİŞ TOPLUM KESİMLERİYLE İLİŞKİLERİ GELİŞTİRMEK
Muhalefet iktidarın alternatifi pozisyonuna konumlanabilmek için; yürümüş olduğu yeniden yapılanma yolunda, think – tang kuruluşlarından, ticari kuruluşlara, dini örgütlenmelerden, eğitim ve kültürel çalışmalara kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarıyla sağlıklı bir iletişim ağı oluşturarak farklı seçmen kitlelerine ulaşabilmelidir.
Bahsi geçen çalışmaların amacı, muhatap olunan kesimler ile parti arasındaki ilişkileri geliştirmek ve güvenlerini kazanabilmektir. Dolayısıyla bu bağlamda geniş toplum kesimlerinin desteğinin sağlanması durumunda, tarafların hükümet üzerinde baskı oluşturması ve muhalefet ile ortak hareket etmesi sağlanabilecektir. Böylece muhalefetin katılımcı demokrasiye olan katkısı kaçınılmaz olacaktır. (Arslan, 2009)
Ancak muhalefet bu kesimlerle çalışmalarını yürütürken ön yargılardan uzak bir şekilde, örgütlerin hedef kitlelerinin hassasiyetlerini dikkate almak suretiyle iletişimine devam etmelidir. Çünkü bu kurum ve kuruluşların var olma sebebi hedef kitlelerinin menfaat ve çıkarlarını koruyup gözetebildiği ölçüde anlam kazanmaktadır.
Muhalefet bu süreçte hassas bir yaklaşımı benimseyerek, mensuplarının kazanımları için hükümetin yanında yer alıp, ortak çalışmalar yapmak zorunda kalan, hatta bu sebeple muhalefetten uzak durmak zorunda kalan bu kesimlerin içinde bulundukları durumu yadırgamamalıdır.  Kısacası bu kesimlerin hükümete yakın duruşları doğal kabul edilmeli ve bu koşullar dikkate alınarak bu kesimlerle ilişkiler geliştirilmelidir. (Arslan, 2009).
4. HÜKÜMETİ ÜSTLENMEYİ HAZIR BEKLEMEK
Demokratik yönetim sistemlerinde, yapılan seçimlerin ardından meclis aritmetiğinde en çok sandalyeye sahip parti veya partilere seçmenler tarafından hükümeti kurma yani ülkeyi yönetme görevi verildiği kabul edilir. Buna nazaran iktidardan daha az bir oranda sandalyeye sahip olan muhalefet partisine ise; iktidar nezdinde yürütmeyi denetleme görevi verilir. Ancak muhalefet partisi mecliste bulunma sebebini yalnızca anayasal bir hak olan denetleme görevine indirgememelidir.
Muhalefet partisinin iktidarın icraatlarına karşı alternatif politikalar üretip her şartta hükümet olabilme sorumluluğuna sahip bir konumda hazır olarak beklemesi ülkenin siyasi belirsizliklere sürüklenmemesi açısından önem arz etmektedir. Arslan muhalefetin hazırlıklı beklemesinin şu nedenlerden dolayı önem arz ettiğini belirtmektedir. (Arslan, 2009).
“Hükümetin herhangi bir nedenden dolayı istifa etmesi veya meclisteki çoğunluğunu yitirmesi durumunda ülkede siyasi krizin yaşanmaması için muhalefetin hükümet boşluğunu hemen doldurur durumda beklemesi önem taşımaktadır. Bu nedenle muhalefetin hükümeti üstlenebilecek kadro ve programı ile hazır beklemesi gerekmektedir. Muhalefetin hükümeti üstlenebilecek konumda olması vatandaşlara güven verebilecek ve ülkede siyasi belirsizlik yaşanmayacaktır. “
“Muhalefetin hükümeti üstlenebilecek olması ekonomide psikolojik güven sağlayacaktır. Psikolojik güven ekonomik aktörler açısından önem taşımaktadır. Çünkü siyasi belirsizlikler yatırımları olumsuz etkileyebilmekte ve ülke ekonomik kayıp yaşayabilmektedir. Psikolojik güven ayrıca yabancı yatırımcıları da olumlu etkileyebilmekte ve ülke yabancı ülkeler nezdinde siyasi istikrar sunabilen bir görünüm sergileyebilmektedir. “
“Muhalefetin hükümeti üstlenmeye hazır konumda beklemesi vatandaşların siyasi yönetim sistemlerine olan güvenini de arttıracaktır. Hükümetin krize girmesi durumunda muhalefetin iktidarı sorunsuz bir şekilde üstleniyor olabilmesi vatandaşları karamsarlıktan uzak tutacaktır. Muhalefetin Gölge Kabinesini oluşturup etkin ve yapıcı çalışmalar yapması vatandaşları siyasi istikrar konusunda endişelendirmekten uzak tutacaktır."- “Böylece muhalefetin anayasal görevleri olan hükümeti kontrol etmenin yanında, siyasi belirsizlikleri ve siyasi rejim krizlerini önlemek için hükümeti üstlenebilecek konumda hazır beklemesi yerinde olacaktır.”
Çalışmanın bu aşamasında etkin bir muhalefet anlayışına sahip olabilmenin en önemli etmenlerinden biri olan “Gölge Kabine” uygulamalarının Türkiye üzerindeki yansımalarına değinmek istiyorum.
Gölge Kabine uygulamasının Türkiye’de batıya nazaran çok eski bir siyasi geçmişinin olmadığını Örmeci’ nin “Sosyal Demokrasi” adlı çalışmasına baktığımızda görebiliyoruz.
1989 genel yerel seçimlerinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) önemli bir zafere imza atarak, seçimlerden yüzde 28,7 oyla birinci parti olarak çıkmıştır. Ancak bir süre sonra SHP’li belediye başkanlarının isimleri birbiri ardına gelen skandallara karışacaktır. Bu durum bırakın partinin oyunu arttırmayı, partinin isminin ciddi bir şekilde lekeleyecektir. Akabinde 1990 yılında yeni oluşturulan belediyeler için yapılan ek seçimlerde SHP oyu yüzde 12’ ye iniyor fakat beklenmedik bir şekilde Demokratik Sol Parti (DSP) yüzde 31,2 oy almayı başarıyordu. İşte SHP Türk siyasetinde yaşanan bu gelişmeler üzerine muhalefet partisi olarak Anavatan Partisi (ANAP) iktidarına karşı Türkiye’de daha önce uygulanmamış olan çağdaş bir çalışmayı gündeme getiriyor ve parti içerisinde “gölge kabine” kuruluyordu. Kurulan gölge kabine vasıtasıyla partinin muhalefet etkinliklerine ciddi bir boyut getiriliyordu. Türkiye’nin kurulan bu ilk gölge kabinesinde; İstemihan Talay, Hikmet Çetin, İsmail Cem, Fikri Sağlar gibi tanınmış sosyal demokratlar yer alıyordu. Yürütülen gölge kabine çalışmaları tüm iyi niyetine karşın, medyatik olmaktan öte geçemeyip her hangi bir işlev yapamamıştır. Kısa bir süre sonra çalışmanın durdurulmasıyla Türkiye’nin ilk gölge kabinesi dağılma sürecine girmiştir. (Örmeci, 2010).
Türkiye’de 1990 yılında denenip ancak akıbeti kısa süren gölge kabine anlayışını Gürseler “Eksiksiz Demokrasi İçin Öneriler” adını verdiği makalesinde biraz daha ileri boyuta taşıyarak yalnız muhalefet partisinin değil iktidarında gölge kabinesi olması gerektiğini söylüyor. Bir oluşumun gerçek manada siyasi parti olup olmadığını gösterme açısından gölge kabine uygulaması büyük önem arz etmektedir. Gölge kabinesi olmayan muhalefet partisi olur mu; Türkiye’de oluyor. Aslında gölge kabine uygulamasını muhalefet partisi ile sınırlamamak gerekir. Çünkü siyasi konjonktürde kimin ne zaman iktidar, kimin ne zaman muhalefet olacağı belli değildir. Bu noktada iktidardaki siyasi parti dahil bütün partilerin gölge kabinesi olması gerekir. (Gürseler, 2011). 
Gölge kabine uygulaması partilerin olası bir iktidara gelme durumunda hazırlıklı olması noktasında büyük faydalar sağlıyor. Uygulama sayesinde partiler hangi bakanlığa hangi parlamenteri atasam telaşına kapılmıyor. Gölge kabine anlayışında, bakan olarak atandığı alanda daha önce hiç çalışmamış ve projeler geliştirmemiş olan deneyimsiz, liyakat sahibi olmayan siyasilerin bakan olmasının önüne geçilmiş oluyor. Uygulamanın batıya dönük yüzüne baktığımızda 2010 yılında İngiltere’de muhalefetteki partinin gölge içişleri bakanı adının bir eşcinsel skandala karışması üzerine gölge kabinedeki görevinden istifa ettiğini görüyoruz. Kısacası gölge bakanlık batıda istifa edilebilecek derecede bir makam olarak muamele görmektedir. Burada atlanılmaması gereken, işlevli bir gölge kabine hedefleniyorsa bu gölge kabinenin sadece bakanlarla sınırlı kalmaması gerekir. Gölge kabine her şeyden önce partinin kurumsallaşmasına hizmet etmektedir. Öncelikle partinin kendi bünyesinde bütün bakanlıkların ilgili birimlerini kurması, sonrasında ise; kadrolu maaşlı çalışanlarıyla birlikte politikalar üretmesi gerekmektedir. Böylelikle parlamenterler uzmanı oldukları veya olmaya çalıştıkları gölge bakanlığa atanacak ve iktidar olduklarında ülke meselelerine karşı büyük oranda tecrübe sahibi olacaklardır. (Gürseler, 2011).
SONUÇ
Etkin bir muhalefet olabilmenin ölçütü “Gölge Kabine” uygulaması anlatılırken tanımlayıcı bir yöntem kullanılmıştır. Bu noktada öncelikle kavramlar tanımlanarak sonrasında muhalefet çeşitlerinin neler olduğu belirtilmiştir. Daha sonra sağlıklı bir muhalefetin profesyonel çalışılabilecek ekiplerle mümkün olabileceği anlayışı öne çıkartılmıştır. Çalışmanın ilerleyen safhalarında Türkiye’de muhalefet partileri başta olmak üzere siyasi partilerin gölge kabine modelini uygulamadıkları, buna keza batıda özellikle İngiltere’de oldukça yaygın bir uygulama olduğu görülmüştür. Ayrıca çalışma bir diğer öne çıkan sonucuyla; gölge kabine uygulamasının muhalefet partilerine tecrübe kazandırdığı ve anayasal görevleri olan hükümeti kontrol etmenin yanında alternatif politikalar üreterek iktidar olmak üzere hazır konumda beklemeleri gerektiğini ortaya koymuştur.
KAYNAKÇA
Arslan, R. (2009). Parlamenter yönetim sisteminde gölge kabineli muhalefet, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 11.(2).
Durç, A. (2010). Türk muhalefet gelenğinde Demokrat Parti, Mukaddime Dergisi, 1,(2010).
Eryılmaz, B. (2010). Bürokrasi ve siyaset bürokratik devletten etkin yönetime. (4. bs.). İstanbul. Alfa Yayınları.
Eryılmaz, B. (2012). Kamu yönetimi. (5. bs.). Kocaeli. Umuttepe Yayınları.
Gürseler, İ. (2011). www.gurselertufan.av.tr , Eksiksiz demokrasi için öneriler, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2013.
İpek, H. (2011). www.dha.com.tr, Muhalefeti çok iyi koruyup kollamak lazım,  Erişim Tarihi: 1 Aralık 2013.
Kayalar, M. (2002). Yönetim ve yönetici geliştirme amacıyla gölge yönetim konseptinin incelenmesi ve işletmelerde uygulama olanaklarının araştırılması, yayınlanmamış doktora tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta.
Kirman, E. (2006). Çok partili döneme geçiş süreci ve Türk siyasal kültüründe muhalefet olgusunun gelişimi 1946-1950, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta.
Mutlu, A. (2005). Kurumsallaşmış demokrasilerdeki siyasi partiler sistemi ile ülkemizdeki siyasi partiler sisteminin karşılaştırmalı değerlendirmesi ve özgün model arayışları, Yayımlanmamış uz. tezi, İçişleri Bakanlığı, Ankara.
Örmeci, O. (2010). ydemokrat.blogspot.com, Türkiye’de sosyal demokrasi, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2013.
Tdk Güncel Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr, Erişim Tarihi: 1 Aralık 2013.
Turgut, N. (2011). Siyasal muhalefet onsuz olmaz unsurudur, Atılım Üniversitesi.
Yıldız., H. (2013). Türkiye’de parlamentarizm uygulamaları, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 4.(1).
***
CHP TARAFINDAN AÇIKLANAN "GÖLGE KABİNE MODELİNE" İLK YORUM VE KATKILAR!..
CHP, bakanları adam adama markaja alacağı gölge kabine modeline geçiyor. Peki hayata geçirilmesi planlanan bu modelle ilgili kim ne dedi? (GÜNCEL. 21 Temmuz 2011 Perşembe Haber: ARZU ERDOĞRAL)
CHP, GÖLGE KABİNE MODELİNE GEÇİYOR.
CHP bu uygulamayla bakanları adam adama markaja alacak. Konu ile ilgili konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin,  “Laf olsun diye gölge kabine kurmayacağız. Kabine üyelerini artık gölge gibi takip edeceğiz. Gölge kabine sayesinde artık mağdur veya şikâyetçi vatandaşın bir muhatabı olacak. Türkiye’de yeni bir muhalefet anlayışını hayata geçireceğiz” dedi. CHP’nin hayata geçirmeyi planladığı yeni hedefini farklı kesimlere sorduk. İşte yanıtlar…
GEÇ KALMIŞLARDI…
AK Parti Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş İyi yada kötü yaparlar bizim iktidar partisi olarak bir şey söylememiz uygun değil. Bir yola çıkmışlar. Bugüne kadar yapmamaları büyük bir eksiklikti. Geç kalmışlardı. Başarılar diliyoruz kabinelerine!  
HEM CHP HEM TOPLUM AÇISINDAN FAYDALI OLUR
AK Parti Rize Milletvekili Nusret Bayraktar İyi niyetli çalışma olduğu sürece demokratik toplumlarda; sivil toplum hareketlerinin, muhalefetin yapıcı eleştirileri ve fikir üretmeleri faydalı olur. Muhalefetin kendine özgü "ben hükümet olsam şunu şöyle yaparım" demesi öneriler açısından faydalı olur. Aslında iktidarın çalışmalarına da güç katar. Böylece iktidar daha titiz, daha dikkatli olur. Bizim zaten çalışma anlayışımız, çıtamız çok yüksek. Daha yükseklere götürebilme açısından bir hizmet yarışı olur. Bu yarışta da iktidarın bu faaliyetlerine bir başka siyasi partinin ulaşması mümkün değil. Hayal edecekler, onların hayal ettikleri ise bizim yaptıklarımız kadar olur ancak. Biz 2023 vizyonu ile ülkenin gelecek temellerine hazırlık yapma çalışmalarını yürütürken onlar bizim yaptığımız çalışmaların programlarını alabiliyorlar. Bizi takip etmeleri bir gelişme aslında… Bu muhalefetin alternatif bir hükümet çalışması içerisinde olduğunu gösterir. Yapacakları bu tür çalışmalar hem CHP hem toplum için faydalı olur diye düşünüyorum.
GÖLGE ETMEYİN BAŞKA İHSAN İSTEMEZ
Zaman Gazetesi Köşe Yazarı Hüseyin Gülerce CHP’liler gölge kabine kurarlarken bu işi sırf muhalefet etmek için yaparlarsa o zaman da atasözünde olduğu gibi “gölge etmeyin başka ihsan istemez” denilebilir.  Aslında batı demokrasilerinde böyle bir uygulama var. Bu kapsamda bütün ana muhalefet partileri ciddi bir çalışma yaparak, halkı bilgilendirmek için gölge kabineler kuruyor. CHP bu işi sırf hükümetin açıklarını arama yeni polemikler gündeme getirme gibi bir anlayıştan uzak olarak yapabilirse faydalı olur.    
POZİTİF MİSYON İKTİDARA KATKI SAĞLAYABİLİR
Bugün Gazetesi Köşe Yazarı Ahmet Taşgetiren Ana muhalefet partisinin böyle bir yapılanmaya gitmesini çok doğru buluyorum. Ama muhalefette anlamsız olan boykottu. Halkın ana muhalefet olarak görevlendirdiği bir partinin meclisi boykot gibi bir tercih de bulunması kabul edilemez bir şeydi. Fakat daha sonra ana muhalefet bundan vazgeçti; meclise girdi, yemin etti. Ana muhalefetin görevlerinden biri; Hükümetin icraatını denetlemek, ikincisi kendini iktidara hazırlamaktır. Normalde ana muhalefet yakın iktidar olarak görülür. Fakat CHP oy tabanı itibariyle iktidar olabilir mi? Yakın gelecekte iktidar alternatifi midir? Bu gibi sorular genelde olumlu cevaplandırılamıyor. Yakın veya uzak gelecekte CHP'nin tek başına iktidarı akla gelmiyor. Her şeye rağmen kendisini bakanlıklar seviyesinde ülkenin meselelerini anlamaya, değerlendirmeye, alternatif görüşler geliştirmeye yöneltmesini doğru buluyorum. Aslında kategorik karşı çıkmalar yerine daha pozitif bir muhalefetten söz edilebilir. Alternatif düşünceler üretebilir. Türkiye dünyada etkinliği artan bir ülke olduğu gibi bir yandan da sorunları olan bir ülke… Bu sorunların çözümünde de iktidarı tek başına bırakmak ana muhalefet stratejisi olarak görülmemelidir. Pozitif yönde muhalefet misyonu ifa edilebilir. Diyelim Kıbrıs sorununda, dünyadaki ekonomik bunalımında, Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinde, terör konusunda çok hayati problemler var. Artı bölgenin çok hayati sancıları var. Bunun içinden yürüyerek Türkiye kendisine dünyada etkin bir rol arıyor. Ben ana muhalefet pozitif misyonunun iktidara katkı olabileceğini düşünüyorum.
GÖLGE KABİNE İLE BU İŞİN YÜRÜYEMEYECEĞİ CHP TARAFINDAN SÖYLENMESİ GEREKEN BİR SÖZ!
Gazeteci Yazar Fikri Akyüz Gölge kabine açıklanmadan önce CHP şöyle bir karar almıştı. Milletvekili çıkaramadığı yerlerde bazı milletvekillerini görevlendirdi. Örneğin Ankara Milletvekili Mardin'de sorumlu olacak diyerek bir çalışmaya gitti. Bu işin aslında tabiatına aykırı... Çünkü milletvekilleri her yerden sorumludur. Gölge kabinesi için ise şunu söylemek istiyorum. “Gölge etmeyin başka ihsan istemem.” Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı'nda Muharrem İnce, Nur Serter gibi isimlerin söylenmesi tamamen faciadır. Nur Serter'in neler yaptığını biliyoruz. Muharrem İnce'nin de öğretmen kökenli olmasına rağmen Milli Eğitim gibi çok önemli bir meselede tamamen ideolojik yaklaşımlarla meseleye bakıyor oluşu ciddi bir sorun. Bunun dışında gölge kabineyle ilgili söylenebilecek olan şu; birtakım gölge bakanların adı geçiyor, bu bakanlardan bazıları başbakan yardımcısı olarak gözüküyor. Tek tek isimlere baktığımızda birçoğu ideolojik takıntısı son derece yüksek olan isimlerden müteşekkil... Çok azda olsa meselelere akli yönden bakan kişiler var. Fakat kamuoyunda Süheyl Batum gibi, Nursel Serter gibi ideolojik çerçeveden bakan kişilerde yer alıyor. Gölge kabine meselesi yıllardır hep tartışılır. Gölge kabine staratejik açıdan da yanlış aslında. İktidar partisinde, birtakım bakanlar atanır. Bakan olamayanlar bakanlık beklentisi içinde olur. Bu nefsanî bir şey… Dolayısıyla kimse sesini çıkarmaz. Bir muhalefet partisinin gölge kabine oluşturması durumu da gölge kabineye giremeyen milletvekilleri açısından ciddi bir rahatsızlık oluşturur. İktidar değil ki 3 ay sonra kabine değişirse bende gelirim düşüncesiyle bir beklenti içine girmiş olsun! Gölge kabine Avrupa'da uygulanabilir. Çünkü halklar ve milletvekilleri arasında demokratik kültür yaygın. Meselelere ülkenin çıkarlarıyla ilgili bakma açısı olduğu için Avrupa'da işliyor. Ama Türkiye'de dediğim gibi iktidar olmakla birlikte insanların nefsani duyguları kabarır. Bunu yadırgayamazsınız. Mühim olan bunu eyleme sokarken bir tavır göstermemektir. Milli Eğitim Bakanlığı'na kendini layık gören birisi iktidarda iken bakan olamamışsa çok fazla rahatsızlık duymaz. Türkiye koşullarında söylüyorum bunu. Muhalefetten birinin bakan olması çok ciddi bir rahatsızlık doğurur. Gölge kabine tamamı ile taktik ve stratejik yanlışlık meselesi. Gölge kabineyle bu işin yürümeyeceği CHP açısından söylenmesi gereken bir sözdür. Önemli olan iktidara gelebilmektir. Ben hiç kimseye gölge olmak istemem demesi lazım. Kendi açısından konjonktürün en müsait olduğu zaman bile iktidara gelemeyen bu partinin gölge kabine ile meseleleri çözümlemeye çalışması herhalde ters tepecektir.
EKSİKLİKLER VAR AMA DOĞRU BİR GİRİŞİM!
Gazeteport Yazarı Ahu Özyurt Fikir olarak uzun süredir CHP'nin içinde konuşulan bir konuydu. Modelin biraz İngiliz modeline yakın olduğu anlaşılıyor. Fikir babasının Prof. Dr. Sencar Ayata olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü bu konular da o modeli en iyi bilen isim Sencar Ayata'dır… Anlaşılan o ki İngiliz modelini CHP üzerinde deniyor. İşçi Partisi modelinin egzersizini yapıyorlar. Fikir olarak doğru ve güzel… Fakat milletvekili ve bakanları tabandan kopuk çalışmaya sevk edecektir. Pek çoğu yeni milletvekili olan ve (bazıları partiye bile yeni girmiş isimler) kendileri mecliste AKP'nin performansına göre konumlandıracaklardır. Gerçek seçmenler yada ulaşmak istedikleri seçmenler dışında çok sağlıklı bir manevra olmayabilir. Doğal olarak CHP'yi defansif bir pozisyona çeker. Sadece hükümetin attığı adımlara karşılık verir. Anayasanın, demokratik açılımın konuşulacağı pek çok noktada açıkçası CHP'nin kendi içinden politika üretmesi bana göre gölge kabine veya bakan takibinden çok kendi öz politikasını belirlemesi açısından doğru olur. Aslında bu gölge kabine seçmen gözünde de büyük örneği kopyalamak gibi duracak. CHP seçmeni onlar ne yapıyorsa biz tepki veriyoruz gibi algılayacak. Tabi özgün metodlar üretebilirlerse parti içinde çok önemli bir egzersiz olabilir. Diğer milletvekillerinin bir kısmı yasama sürecinde çok yeni oldukları için belki bu dönem bu görevi almazlar. Ama Kemal Kılıçdaroğlu gerekirse kabineyi 6 ay sonra değiştirir. Yerine başka tecrübesi olan insanları alır. Meclis komisyonlarında ağırlık vermesini istediği kişileri meclis komisyonunda görevlendirir. Böyle de bir görevlendirme yapacağını görüyoruz. Elindeki insan havuzunu en iyi şekilde değerlendirecek gibi görülüyor. Sonuç itibarı ile İngiliz modeli bunu ağırlıklı olarak iki partili bir parlamentoda; yani Avam ve Lordlar kamarası olan bir parlamentoda kullanıyor. Şimdi TBMM'de 3 parti ve aynı zamanda oldukça karmaşık bir de bağımsız milletvekilleri grubu var. CHP'nin kendini gölge kabineyle tamamen AKP'nin kurduğu kabineye angaje etmesi diğer muhalefet partileriyle işbirliği alanını bana göre daraltır. Öte yandan onların kaygılarından faydalanma yada onların gündeme getireceği konuları takip etme refleksini de zayıflatabilir. Aynı zamanda tabanla irtibatın koparılması ve özgün bir politika üretilmesinin engellenmesine sebep verebilir.
CHP’NİN NE YAPACAĞINA CHP’LİLER KARAR VERİR
Akit Gazetesi Köşe Yazarı Abdurrahman Dilipak İyi bir adım ama nasıl yapacaklarına bağlı… CHP, bu konu hakkında eğer proje üretecekse (ki daha önce onları denediler ama söylemediler, bizim projemizi çalarlar diye... Nasıl bir siyaset anlayışıysa?) olumlu sonuçlar verir. Ama bir şey önermeyeceklerse, her şeyi eleştirmek insanları yoruyor, geri teper. Gölge bir kabine oluşturacaksanız kendi projenizi getireceksiniz. AK Parti’nin yaptığı anayasaya hayır demek, anayasa yapmak değil. Böyle değil şöyle olsun, sizin dediğinizin maliyeti bu, benim dediğimin şu tarzında bir haklılık mücadelesi yapmak gerekir. Ama CHP’nin bu zihniyetle yeni bir kabine oluşturması demek Bakanlıkların açığını yakalayıp bunu polemik konusu yapmak gibi bir anlam taşır. Bunun da bir faydası vardır aslında; AK Parti daha dikkatli çalışır, hareket alanı sağlanır. Necip Fazıl’ın bir sözü var; “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın” diye. Tabi burada konu düşman meselesi değil ama yıkıcı propagandanın iktidarın hem denetimini yoğunlaştıracağını hem de ona cevap verme adına daha aktif hale getireceğini düşünüyorum. Netice itibari ile CHP’nin ne yapacağına CHP’liler karar verir.
TOPLUM YARARINI GÖZETEN GERÇEK BİR MUHALEFET MODELİ DAHA İYİ OLUR
Yeni Şafak Gazetesi Köşe Yazarı Özlem Albayrak CHP, gölge kabine modeli ile muhalefet etme kararı almış. Bu kapsamda, kabine üyelerini gölge gibi takip edeceklermiş, bütün bakanlıkları takip etmek üzere de CHP’den bir isim belirlenmiş. Türkiye’de siyasal iktidarın en büyük handikabının;  karşılarında, tutarlı, faydalı, ayağı yere basan, ciddi bir muhalefet olmadığını düşünen biri olarak memnuniyetle karşılamam gerekirdi. Ama karşılayamıyorum, çünkü çok yakın bir zamana dek muhalefetten anladığı tek eylem, “çimlerin kesilme süresi hakkındaki kanun”u bile anayasa mahkemesine götürüp iptal ettirmek olan bir CHP’den söz ediyoruz. CHP’nin kemik geleneklerini değiştirmeye çalışan ama değiştiremeyen bir siyasal parti olduğu da seçim sürecinde kanıtlandığına göre, söz konusu durum “köstek olma işini abartma” olarak bile yorumlanabilir.   Kaldı ki, kabinenin eyledikleri ortada, bu eylemleri tek bir kişinin takibine tahsis etmek birincisi, “geride kalan CHP’li vekiller ne iş yapacak?” sorusuna yol açar, ikincisi CHP yönetiminin tek kişinin takibindeki hata payının çoğalacağını düşünmedikleri anlamına gelir. Bu yöntem bana kalırsa muhalefet etme biçimi filan değil, olsa olsa CHP’nin klasik göz boyamacılığının ürünü olan yeni bir strateji. “Bakın bakın milletin yararı için muhalefet görevimizi nasıl da yerine getiriyoruz” diye kendini gösterme çabası içine girmek yerine, eylemleriyle bunu ortaya koysalar ve toplum yararını gözeten gerçek bir muhalefete imza atsalar, daha iyi olurdu sanki. Umudum yok ama bakacağız.
DEĞİŞİKLİK POLEMİĞİ DEVAM ETTİREN İSİMLERLE YAPILIRSA BAŞARI GETİRMEZ
Siyaset Bilimci Dr. Murat Yılmaz Doğru bir model… Ana muhalefet partisinin hükümeti değerlendirirken birebir takip edecek olması önemli fakat bu iş iyi yapılırsa ortaya verimli neticeler çıkarılabilir. Hem ana muhalefet partisi açısından, hem kamuoyu açısından önemli. Hem de hükümettin ne yapıp ettiğini bu muhalefet karşısında açıkça ortaya koyabilir. CHP'nin böyle bir gayrete girmesi şu bakımdan önemlidir; CHP şimdiye kadar ideolojik gerekçelerle muhalefet ediyordu. Gölge kabineyle ideolojik gerekçeler ötesinde bir pratiği değerlendiren, ideolojik perspektifin ya da katı ideolojik perspektifin dışında bir şey yapabiliyorsa bu anlamlı olur. CHP'nin bugüne kadar yaptığı gibi; rejim ekseninde muhalefet ve polemiği devam ettirecek isimlerle bu değişiklik yapılırsa bir başarı getirmez. Sadece şimdiye kadar olduğu gibi CHP'nin bu rejim üzerinden yaptığı muhalefetin başarısızlığıyla sonuçlanır.
ON5YİRMİ5.COM - CHP'nin "Gölge Kabine Modeline" İlk Yorumlar!
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/guncel/olaylar/51208/chpnin-golge-kabine-modeline-ilk-yorumlar.html