28 Aralık 2016 Çarşamba

Çarşıya kadar değil, Pazar'a kadar değil!.. 'Mezara Kadar "MİLLİ DAVA KIBRIS" ve KKTC', Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti: Prof. Dr. Ata ATUN, Onur ÖYMEN, Lâle GÜRMAN, Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

KIBRISLI TÜRKLERİN (HAZİN) SONU YAKLAŞIYOR MU?
Prof. Dr. Ata ATUN
Müzakerelerdeki ¼ oranının Rumlar lehine korunmasının ve toprak düzenlemesinin gerçek amacını sürekli yazıyoruz.
Rumların amaçlarının,  Kıbrıslı Türkleri azınlık konumuna getirip, gençleri yurtdışına yönlendirip, bir süre sonra adanın tek sahibi olmak olduğunu, Rumların ENOSİS hayallerinin bitmediğini, Türkleri asla eşit ortak olarak görmediklerini bıkmadan usanmadan anlatıyoruz.
1960 ortaklık Cumhuriyetini İngiliz’i saf dışı etmek için kerhen kabul eden, sonrasında Kıbrıs Türkünü yurtdışına göndererek kurtulma planı yapan, bunun için ekonomik olarak köşeye sıkıştırdıkları Türklerin cebine para koyup, gelmemek şartıyla yurtdışına gönderen, kalan yaşlıların belli bir süre sonra öleceğini varsayıp, adayı Yunanistan’a bağlama yolundaki planı tıkır tıkır işleten, Yunanistan cuntanın aceleciliği yüzünden bu planları bozulan ve Kıbrıs Türklerinin adadan gitmesini beklemeden soykırım uygulamaya geçen, Türkiye’nin müdahalesi sonucu emellerine ulaşamayan Rumlar’ın asla ve asla bu emellerinden vazgeçmediğini, Türklerin idam fermanı olan Annan Planı’nı bu yüzden kabul etmediklerini, istediklerinin Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsünde yaşamaları olduğunu hemen her yazımızda dile getiriyoruz.
Tarihin, ihtiyatsızlar için merhametsiz olduğunu, Rumlardaki Türk düşmanlığının bitmediğini, fırsat kolladıklarını, Türkiye’nin garantörlüğünün kalkması ve Türk askerinin adadan çekilmesi halinde ¼ olarak sabitledikleri Kıbrıs Türklerini yok etmeye kalkacaklarını, BM ve AB’nin tavırlarının onlardan yana olacağını, bir Türk ve bir Rumun mahkemelik olmaları halinde kesinlikle Türkün haklı çıkmayacağını anlatıyoruz dilimiz döndüğünce…
Bazılarına göre çözüm istemediğimiz için bunları söylüyoruz.
Bazılarına göre de barış karşıtıyız!
Oysa 1974’ten sonra gelen huzurun bozulmaması, Kıbrıs Türkünün tekrar mezalime, aşağılanmaya uğramaması için çabamız.
Aşağıdaki yazı korkularımızın boş olmadığını gösteriyor bize…
Görünen köyün minareleri belli.
Aşağıdaki yazıyı yazan Yunanlı bir avukat. Lütfen üşenmeyin, özellikle son paragrafın altını çizerek okuyun. Eminim, çözüm masalı olarak yutturulan şeyin esasen yokoluşa götüren karanlık bir tünel olduğunu fark edeceksiniz.
****
KIBRISLI TÜRKLERİN SONU YAKLAŞIYOR MU?
Polina Aniftou, Lawyer, PhD candidate in Geopolitics
Birkaç ay önce Brüksel'de Yunan bir jeopolitika analistiyle Kıbrıs sorunu hakkında konuşuyorduk. İlk defa rahat ve keyifliydi: "Kıbrıs konusunda olacaklar hakkında endişelenme! Asıl endişelenmesi gereken artık Kıbrıslı Türklerdir" dedi. Yunan Dışişleri uzun bir süreden beri Kıbrıs ve Ege sorunları üzerine senaryolar üretmekteydi. Bu senaryolardan bir tanesi ise Kıbrıs sorunundaki açmaz, Akıncı'nın eylemsizliği ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın total hükümranlığından dolayı göç etmek zorunda kalacakları idi. En sonunda jeopolitika alanında beklediğimiz bir diplomatik çarpışmayı görebileceğiz: Erdoğan’ın Neo-Osmanlıcı dogması ile Yunan dış işleri bakanı Nikos Kocyas'ın vatansever sol dogmaları arasındaki çarpışmayı.
İsviçre'deki müzakereler hem sonuç olarak hem de maskelerin en sonunda düşmesi nedeniyle herhangi bir hayal kırıklığı yaratmadı. Kıbrıs Türk toplumu siyasi olarak artık temsil edilmiyor, Kıbrıslı Türklerin sesleri duyulmuyor ve herhangi bir liderleri de bulunmuyor. Var olan sadece güya yeniden yakınlaşma çabaları gösteren, panayırlarda gezerek ve siyaseten baş eğerek maaşlarını ceplerine indiren Türkiye'nin memurlarıdır. Bu köşede daha önce de yazdığım gibi Akıncı da kendisinin, ailesinin ve yakın arkadaşlarının çıkınını dolduracaktır.
Akıncı’nın siyaseten kim olduğunu ve Ankara ile ilişkisini 2000 yılında kuzeydeki banka iflaslarından biliyoruz. Kötü haber ise Akıncı sonrası dönemin daha da kötü olacağıdır.
Kıbrıslı Türkler, hakikaten ne düşünüyorsunuz? Yorulmadınız mı? Hakarete uğramış gibi hissetmiyor musunuz? Önümüzdeki beş yıl içerisinde sesinizi duyuracak bir yol bulamazsanız göç etmek zorunda kalma tehlikesinden korkmuyor musunuz?
Güneydeki siyasi platformlarda bu sorular üzerine uzun bir zamandır tartışıyoruz. Otuzlu yaşlardaki bizim nesil artık Kıbrıslı Türklerin kaderleri hakkında kafa yormuyor. Onlar için Kıbrıslı Türkler kendi eylemsizliklerinden dolayı günün birinde kaybolacaklardır. Güney Kıbrıs’ta milliyetçi kesim kadrolar yetiştirmektedir ve bu kadrolar büyük Helenizm hayaliye birkaç yıl içinde statükoyu sarsmaya hazır olacaklardır. Kuzeyde ise kadrolar kayboluyor çünkü onlara alan kalmamış. Zaman akıyor ve Kıbrıslılar olarak, geleceğe dönük kararlar almazsak, gelecek en azından siz Kıbrıslı Türkler için Kıbrıs'tan uzakta olacak. Ki bu senaryo şimdiden bayağı çalışılmış bulunuyor.
(Yunancadan çeviren: Dr. Serkan Karas)
***
RUMLAR NİYE GARANTİLERİN KALKMASINI İSTİYOR 
Prof. Dr. ATA ATUN
Rumlar ve Yunanlılar ağız birliği etmişçesine, yıllardır 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası içinde yer alan Garanti ve İttifak Anlaşması ile Türkiye’nin garantörlüğünün kalkmasını ve Türk askerinin tümü ile adadan geri gitmesini istiyorlar. Bunun için de yasal ve yasal olmayan her yolu deniyor, Makyavel’in tavsiyeleri doğrultusunda da her tür girişimi yapıyorlar.
16 Ağustos 1960 tarihinden başlamak üzere 20 Temmuz 1974 tarihine kadar Türkiye’nin garantörlüğü sadece kağıt üstündeydi ve Rumlarla Yunanlılar, sırtlarını Rusya ve ABD’ye dayadıklarından hiçbir zaman Türkiye’nin askeri bir müdahale de bulunabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Bu güvenceden dolayı da Türklere saldırı düzenledikleri her kanlı olaydan sonra Kıbrıslı Türkleri aşağılamak için “Bekledim de gelmedin” şarkısını çalarlardı Kıbrıs Radyo yayın Korporasyonunun Radyo ve Televizyon yayınlarında. Çoğunlukta oldukları Kıbrıs Cumhuriyetini de silah zoru ile geçirmiş olmalarından dolayı kendilerini adeta aslanlar gibi görürler, bizi de bir lokmada yiyip yutacakları tavşan zannederlerdi. Ama bir türlü gerçekleşemedi bu son. Tam tersine kolay lokma olarak gördükleri Kıbrıslı Türkler ve adam yerine koymadıkları Türkiye, sonradan kağıttan olduğu ortaya çıkan bu aslanı birlikte paramparça ettiler ve bu “kahraman Helen aslanı” arkasına bile bakamadan kaçıp gitmek zorunda kaldı bu diyarlardan.
Rumlar ve Yunanlılar 42 yıldır “Kahraman Helen Aslanı” olmayı düşlüyorlar Kıbrıs adasında ama önlerindeki Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri engelini de bir türlü aşamıyorlar. Adada Türk Silahlı Kuvvetleri olmasa, Türkiye’nin de 20 Temmuz 1974 tarihinde kağıt üzerinde yazı olmaktan çıkartıp fiiliyata dönüştürdüğü Garanti Anlaşması ve Garantörlük bulunmasa, Kıbrıslı Türkleri ezecek ve istediklerini yaptırtacak güce sahip olacaklar ama bunu son 42 yıldır nasıl gerçekleştireceklerini bir türlü bulamadılar. Ne ABD, ne Rusya, ne de Kıbrıs adasını destekleri ile tekrardan ele geçirmek hayalini kurdukları AB bir türlü dişlerini Türkiye’ye geçirip adadan uzaklaştıramadı.
24 Şubat 2004 tarihinde başlayıp, 4 Nisan 2004 tarihinde biten Annan Planı görüşmelerinde ellerine bir fırsat geçirmişlerdi ama yaptıkları ince hesap nedeni ile 24 Nisan 2004 tarihinde her iki tarafta aynı anda referanduma sunulan bu plana “Hayır” demek zorunda kaldılar.
Gerekçelerini de uzun yıllar saklamayı başardılar ve Tassos Papadopulos’un referandumdan 2 gece evvel yaptığı televizyon konuşmasında halkına tavsiye ettiği “Devlet aldım, eyalet bırakmam” gerekçeli “Hayır oyu” talebine bağladılar neden hayır dediklerini. 
Gerçekte Rumların çoğunluk olacağı, Kıbrıs Türk Devletinin toprağının yüzde 29+ kalacağı, Karpaz yarımadasında 4 Rum köyünün sahilleri ile birlikte özerk bir Rum bölgesine dönüşeceği, 1974 öncesi Rum arazilerinin üçte birinin otomatikman geri verileceği gibi benzeri Rumların lehine birçok maddenin yer aldığı Annan Planına Rumların “Hayır” oyu vermelerinin nedeni başka.
100 bin Rum’un geri verilecek topraklara döneceği, 60 bin Rum’un Kıbrıs Türk Devletçiğine yerleşmesi ve Rum mallarının üçte birinin iade edileceği süreçte kesinlikle bir iç savaş çıkacağını hesap eden Rumlar, ada üzerinde Türkiye’nin garantörlüğün devam edeceği ve adada Türk askerinin de bulunacağı nedeni ile -bu iç savaşı da 1974 yılında olduğu gibi kaybedeceklerini hesap ederek- Annan Planına “Hayır” dediler ve kendilerine yeni bir hedef koydular. Bu hedef, Türkiye’nin garantörlüğünün olmayacağı ve adada Türk askerinin de bulunmayacağı bir anlaşmanın yapılmasını sağlamak sonra da çıkacak bir iç savaşta Türkiye “Garantör” olmadığı bir toprağa müdahale edemeyeceği için de, adayı ve yönetimi tümden ele geçirerek Rumlaştırmak…
Gerekçe tamamen bu. 
***
KIBRIS DA SATILIYOR MU?…
ONUR ÖYMEN
Emekli Büyükelçi, CHP Genel Başkan Yardımcısı
Geçen hafta Kıbrıs’ı ziyaret eden ve bir çok uzmanla görüşen E.Büyükelçi/CHP E.Gnl.Bşk.Yrd.Onur Öymen, E.Tümamiral Soner Polat, değerli gazeteciler Sabahattin Önkibar ve Saygı Öztürk’ten bilgilendiğimiz kadarıyla Kıbrıs’ta bizleri endişeye sevk eden çok önemli gelişmeler yaşanmaktadır.
Bu bilgileri, en önemli olarak gördüğümüz 17 madde ile dikkatinize sunuyor, Sayın Onur Öymen’in yazısının tamamını da ekte iletiyoruz.
Görüldüğü kadarıyla AKP iktidarı ile birlikte CHP ve MHP’de bu gelişmeleri duyarsızca izlemekte, hatta belki hiç izlememektedirler. Acı olan aynı duyarsızlık medyada da görülmektedir.
Tüm Sorosçular gibi ulusal çıkarlar konusunda duyarsız olduğu ya da ulusal çıkarlardan habersiz olduğu anlaşılan Kemal Kılıçdaroğlu ve koltuğunu korumaktan başka bir şey düşünmeyen Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan’a hukuki statü kazandırmaktan başka işle ilgilenmeyen Hükümet’e rağmen CHP, MHP ve AKP’ye oy veren büyük çoğunluğun, yani milletimizin büyük çoğunluğunun ulusal çıkarlara duyarlı olduklarını düşünüyoruz.
Kıbrıs, Batı emperyalizminin Sevr’i geri getirme planının halkalarından biridir. Bugüne kadar ağızlarından emperyalizm sözcüğünü duymadığımız iktidar da, Lozan’a karşı çıkarak emperyalistlere yardımcı olmaktadır.
Politikacılar Ege’de, kıyılarımıza yüzme uzaklığındaki 18 ada ile 135 kayalığın Yunanlılarca işgaline sessiz kalmışlardır. Sıra Kıbrıs’a gelmiştir. Kıbrıs gidince sıranın nereye geleceğini, BOP haritasına bakarak öğrenebilirsiniz.
Ey millet bu durumda görev bize düşüyor, silkelenelim ve kendi hallerine düşmüş politikacıları gaflet uykusundan uyandıralım.
Süleyman Çelik [mailto:scelik44]
Sayın Onur Öymen’in uyarıları arasından özetle seçtiklerimiz:
1- KKTC’nin elindeki bazı topraklar Rum tarafına bırakılacak, bu topraklara yüz bine yakın Rum yerleştirilecek. Bu durumda, orada yaşamakta olan Türkler göç etmek zorunda kalacaklar.
2- Ayrıca, on binlerce Rum’a Türk tarafına yerleşme hakkı tanınacak.
3- 1974 Barış Harekatı sırasında 10 yaşının üzerinde olan Rumlara, “duygusal bağ” diye adlandırılan bir gerekçeyle aileleriyle birlikte Kuzeydeki eski evlerine yerleşme hakkı tanınacak.
4- Ayrıca AB’de geçerli olan seyahat, yerleşme ve iş kurma hakkı Kıbrıs’ta da geçerli olacak ve Rumlar bu haktan yararlanarak da Kuzeye yerleşebilecekler.
5- Görüşmeler sırasında BM Temsilcisinin “Yakında Kuzeydeki Rumların Türklerin sayısını aşacağını” söylediği ifade edilmekte. Böylece Denktaş’ın Makarios’la imzaladığı anlaşmadan beri temel ilke sayılan “iki kesimlilik” fiilen ortadan kaldırılacak.
6- Mülkiyet konusunda ciddi sorunlar çıkacak. Adada çok önemli toprak varlığı olan Türk vakıflarının, İngiliz sömürge yönetimi zamanında hileli yollardan Rum Kilisesine bırakılan topraklarının geri alınamayacağı anlaşılmakta.
7- Türk tarafı görüşmelerde bu koşullara razı olduğunu bildirmiştir. Rum tarafının hala 1960 Antlaşmalarıyla tesis edilen Türkiye’nin garantörlüğüne karşı çıktığı, dönüşümlü başkanlığı henüz kabul etmediği, aynı antlaşmalarla sağlanan Türklerin veto hakkını sulandırmaya çalıştığı görülmektedir.
8- Bütün bunlardan daha önemlisi Kıbrıslı Türklerin güvenliğinin teminatı olan Türk askerlerinin büyük çoğunluğunun Adadan ayrılmasıyla ciddi bir güvenlik boşluğu doğacak olmasıdı
9- Türk askerleri giderse Adada yaşayan Türkler bugünkü güvenlik koşullarından mahrum kalacaktır. Bu durum Türkiye açısından da ciddi güvenlik sorunları doğuracaktır.
10- Başkan Obama’nın görevden ayrılmadan önce Kıbrıs konusunda bir başarı elde etme arzusunda olduğu anlaşılıyor.
11- Bazı AB ülkelerinin Kıbrıs’taki Büyükelçileri de sanki anlaşma sonuçlanmış gibi, Türk tarafındaki bazı toplantılara katılarak referandumda olumlu oy kullanılması için şimdiden propagandaya başlamışlar.
12- sözü edilen olumsuz gelişmelerin ve verilen tek taraflı tavizlerin Ankara’nın rızası olmadan gerçekleştiğini düşünmek zordur.
13- 16 Ağustos’ta kendisini ziyaret eden KKTC Cumhurbaşkanı ve Baş müzakereci Mustafa Akıncı’dan bilgi aldıktan sonra yaptığı açıklamada Sayın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Kıbrıs bizim milli davamızdır, partiler üstü bir politika güdülmesi gerektiğini biliyoruz. Sayın Akıncı’ya da bunu ifade ettim. Son derece başarılı bir süreç götürüyor”demiştir. Böylece CHP’nin de AKP gibi Kıbrıs’a sahip çıkmadığı görülmektedir.
14- konunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde ele alınması, evvelce TBMM’nin Kıbrıs konusunda oy birliğiyle aldığı kararların hatırlatılması ve halkımıza Kıbrıs’ta nelerin feda edildiğinin bir an önce açıklanması ertelenemeyecek bir ödev olmuştur.
15- Kıbrıs şehitlerinin, Ecevit’in ve Rauf Denktaş’ın kemiklerini sızlatacak ve Kıbrıs’ın Girit gibi elden çıkmasına yol açacak bir sonuca Türk milleti razı olacak mıdır?
16-Kıbrıs’ın Girit gibi elden gitmesine seyirci kalanlar tarih karşısında sorumluluk taşıyacaklardır.Şimdi baskılara direnmenin zamanıdır.
Lâle Gürman
***
KIBRIS VE TÜRKİYE…
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ 
Sevgili okuyucum; yurt dışındaki yurttaşlarımız Türkiye’mizdeki olan-bitenleri dikkatle izliyorlar. Sözgelimi ABD’de yaşayan okuyucularımdan değerli bilim insanı Sayın Vedat Batu bunlardan birisi. Yazılarımı dikkatle takip eden Sayın Batu, Kıbrıs görüşmelerindeki yanlışlar konusunda yazmamı istedi. Konuyu benimle paylaştığı metin o kadar güzeldi ki, o güzel metni -Sayın Batu’nun hoşgörüsüne sığınarak- siz değerli okuyucularıma da sunuyorum. Buyurun efendim okuyalım:
Sayın Mevlüt Uluğtekin Yılmaz; şimdi size, izninizle, son Kıbrıs görüşmeleri vesilesiyle bir öneride bulunacağım: Biliyorsunuz, İsviçre'de KKTC yöneticileri ve Rum tarafı yöneticileriyle görüşmeler yapıldı. Kıbrıs Rumları öncelikle sınırlarda düzenlemeler ve Türk Askeri'nin Ada'dan çekilmesi konusunun kararlaştırılmasını istediler. Türk görüşmeciler, Rumların bu isteklerini reddettikleri için görüşmeler kesildi. Bunlar, benim Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti basınlarından öğrendiğime dayanıyor. Bu beni hiç şaşırtmadı. Rumların temel amacı Kıbrıs’ı Yunanistan'a bağlamaktır. Bu, dün ne idi ise bugün de odur. Kıbrıs Türkleri'nin yaşadığı acıları 1960'lı yıllardaki lise ve üniversite öğrenciliğim sıralarından dün gibi anımsarım. Üniversitede iken Kıbrıslı bir sınıf arkadaşım vardı. Onların endişeleri bizim endişelerimizdi. Kıbrıs Türk gazetelerini zaman zaman izliyorum. Özellikle gazetelerindeki bazı genç köşe yazarları sanki Rumların Türklere karşı yaptıkları vahşetleri göz ardı ediyorlar gibi geliyor bana. Konuya, sadece Rumlarla birleşip AB den yararlanma açısından bakıyorlar. Bu tür davranışlarıyla Türk Dünyası'nın büyük devlet adamlarından ve kahramanlarından  merhum Dr. Fazıl Küçük ve merhum Rauf Denktaş'ın kemiklerini sızlatıyorlar. Türk Ordusu'nun Kıbrıs’tan değil çekilmesi, bu konunun tartışılmasının bile olmaması gerekir. Ben şunu anlamakta zorluk çekiyorum: İnsanın zekâsıyla alay edercesine; ‘efendim, bu bölünmüş adayı birleştirelim’ diyorlar. Türk ve Rum toplumları birbirlerinden nefret ediyorlar. Bu nefretin başlangıcı ta 1571’lere dayanıyor. Etnik orjin dil, din, kültür ve daha niceleri farklı olan ve birbirlerinden nefret eden iki toplum var. Bunu herkes biliyor. Ama yine, "Bu Ada'nın bölünmüşlüğünü ortadan kaldıralım" diyorlar. Bu samimiyetsiz ve kasıtlı söylemin nedenlerini merhum Rauf Denktaş 2006 Temmuzunda İstanbul'da bir TV programında gayet güzel bir şekilde açıkladı. Bu konuşması kolaylıkla internetten dinlenebilir.  Türkler ile Rumların iki ayrı devlet olarak yaşamalarından başka çare olmadığını aslında herkes biliyor. 1974 harekâtı sırasında ABD Dış İşleri Bakanı olan Henry Kissinger de bu fikirdeydi. 1974 den bu yana geçen süre içinde tek bir kurşunun atılmamasının temel nedeni, oradaki Türk Askeri'nin varlığıdır. Türk Basını'nı internetten devamlı olarak izliyorum. Üzülerek söylemem gerekir ki, bu konuya Türk Basını'nda yeterince yer verilmemektedir. Sadece haber sayfalarında yer verilmiş ve bir kaç köşe yazarı bu konuda uyarılarda bulunmuştur. Ayrıca, Kayseri Milletvekili Sayın Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu bu konuda TBMM'de geçen hafta düzenlediği basın toplantısında özellikle KKTC yöneticilerine önemli uyarlarda bulundu. Bunların dışında bir etkinlik görmedim. Bütün bu gelişmelerin ışığında, sizin de bir yazı yazarak ilgilileri uyarmanızı diliyorum.
Selâm ve saygılarımla…
Vedat Batu – Chicago”
Sayın Batu, konuyu o kadar güzel anlattınız ki; şimdilik benim yazmama gerek yok. Size en içten sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Güzel günleriniz olsun.
Ve Millî Düşünce…
Efendim, Başkent’imizdeki Millî Düşünce Merkezi’nin 52. Bilgi Şöleni’nin konusu “Osmanlı’da Devlet Teşkilatı” idi. Konuşmacı Prof. Dr. Tufan Gündüz, konuyu yoğun bir bilgi atmosferi içinde ve çok rafine bir üslupla anlattı. Kalabalık dinleyici kitlesinin tüm sorularına Sayın Gündüz çok gerçekçi yanıtlarlar verdi. İnanın Tufan Gündüzgibi değerleri tanıdıkça, ülkemin geleceğine olan güvenim daha da artıyor.
Esen kalın efendim.
***
MÜZAKERE DÖNEMİNDE HEDEF ŞAŞIRTMA OYUNU 
Prof. Dr. ATA ATUN
2013 yılının Şubat ayında seçilmiş olan ve Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde her fırsatta yalan dolan bahanelerle masadan kaçan Rum lider Anastasiadis, 2015 yılının Nisan ayında Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra -kulağına fısıldananlar her ne idiyse- adeta masaya yapıştı ve kalkmaz oldu. 
Anlaşılan önünde, her ne pahasına olursa olsun çözüme istekli bir Türk lider ve yanında da acemi sayılacak bir müzakere ekibi görünce kolları sıvadı ve “bu fırsat bir daha ele  geçmez” mantığı ile müzakereleri devam ettirme çabası içinde girdi.
Rumların ve Yunanlıların ezelden beridir bir tek hedefleri bulunmakta Kıbrıs ile ilgili. Şu veya bu şekilde Kıbrıs adasının tümünü ele geçirmek ve de adanın tümü üzerinde egemenlik kurmak, Türkleri de asla egemenlik haklarına ortak etmemek.
Uzun bir zamandır ABD ve Avrupa Birliği, içimize yerleştirdiği piyonlarıyla ve 2004 yılında Referandumu yapılan Annan Planı döneminden beri parayla, hibe adlı rüşvetlerle ve çeşitli türlerde kişisel veya ailesel menfaatler sağlayarak elde etmeyi başardıkları satılmış kişilerle, el ele, omuz omuza, yaptıkları plan içeriğince, bir bütün halde saat gibi çalışarak KKTC’yi yıpratmaya ve zayıflatmaya çalışmaktalar. Hedefleri de KKTC sınırları içinde kaos ve kargaşa yaratmak,  bu sayede Kıbrıs Türk halkının dikkatini müzakerelerin gidişatından uzak tutmak ve de bir an evvel müzakereleri Rumların lehine sonuçlandırmak.
İki gün evvel gerçekleştirilen genel grevin gerçekte nedeni ile pek bağı yoktu. Amaç kaos yaratmak, sanki de iç savaş varmış havasını vermek, medyayı ve basını greve yoğunlaştırarak Kıbrıs Türk halkını KKTC’den bıktırmak ve Rum’un boyunduruğu altına girmesinin kapılarını aralamak.  
Cumhurbaşkanı Brüksel’de görüşmeler yapmakta, Ocak ayının 9’unda da “Beşli Konferans” yapılarak müzakerelerin sonuçlanma aşamasına gireceğinden bahsetmekte. Sayın Akıncı’ya göre “Özgürlüğümüzden, Güvenliğimizden ve eşitliğimizden asla vaz geçilmemiş ve asla da vaz geçilmeyecekmiş.” Bu sözler pek inandırıcı gelmiyor bana.
Nisan 2015 tarihinden beri Akıncı ve Anastasiadis arasında süren müzakerelerde kabul edilen “Dört Rum’a Bir Türk oranı”, Toprağın yüzde 28.2-29.2 arasına çekileceği, topraklarımızın beşte birinin Rumlara verileceği, Güzelyurt’un Maraş’ın ve Karpaz burnunda dört köyün Rumlara iade edileceği, içimize 60 bin Rum’un döneceği, iade edilecek topraklarımızın beşte birine 100 bin Rum’un yerleşeceği, Dört özgürlüğün (yerleşim, dolaşım, mülk edinme, çalışma) serbestçe uygulanacağı, mülkiyette ilk söz ve karar hakkının 1974 öncesi mülkün sahibine yani Rumlara ait olacağı, isteyen Rum’un sınırlama olmadan Türk Devletçiği içine yerleşip yaşayabileceği, Garantörlüğün Sayın Burcu’nun deyimiyle “Tabu olmayıp tartışılacağı” ve büyük bir olasılıkla da sulandırılacağı tavizlerinden sonra Sayın Akıncı’nın “Özgürlüğümüzden, Güvenliğimizden ve eşitliğimizden asla vaz geçilmeyiz” sözüne inanmak çok zor. Bana bu sözler çok doğru ve samimi gelmiyor.
Rumların ve Yunanlıların tek istekleri ve bu doğrultuda çabaları, daha 18. yüzyılın son çeyreğinden beri Kıbrıs’a hakim olmak. Şimdi bu hedeflerine ulaşmak için sorunu Avrupa birliği zeminine taşımaya çalışıyorlar aynen 19. yüzyılda yaptıkları gibi. Bundan iki asır önce Yunanistan konusunu Avrupa Devletleri içine taşımışlar ve Osmanlı devletinden koparılarak tarih sahnesine çıkmasını sağlamışlardı. Günümüzde de Kıbrıs için aynı oyunu sahneye koydular. Kendilerini asırlardır koruyup himaye etmiş olan Batılı büyük devletlerin destek ve yardımları ile sorunu kendi istedikleri şekilde çözme yolunda ve arzusundalar…. Tabii artık Türk Milleti olarak yersek!
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org 
Facebook: AtaAtun1
http://www.twitter.com/ataatun

22 Aralık 2016 Perşembe

MİLLİ DAVA (!) KIBRIS, "GARANTÖRLÜĞÜ KENDİ ELLERİMİZLE YIKTIK" PROF. DR. ATA ATUN - Turkish Forum, 16 Aralık 2016

GARANTÖRLÜĞÜ KENDİ ELLERİMİZLE YIKTIK
PROF. DR. ATA ATUN
Turkish Forum, 16 Aralık 2016
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yer alan Garanti ve İttifak Anlaşmasını, Türkiye’nin Garantörlüğünü ve Uluslararası kurallara göre adada bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığı konularını göz göre göre, bilinçsizce dürttük ve zedeledik.
Daha geçen yılki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bitmesinden birkaç hafta sonra resmi ağızdan "Garantiler Tabu değildir" açıklaması ile güya ileriye doğru bir adım attığımızı zannederek kendimize fena bir gol attık. Benim kişisel değerlendirmeme göre büyük bir politik ve stratejik hata oldu bu açıklama. Aynen "Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü" ile aynı mantıkta ve eşdeğerdi maalesef.
Yıllar önce biz Kıbrıslı Türkler soykırıma uğradığında Batı dünyasının bizlere attığı politik kazıktan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’ne el koyan Rumlar, 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine kabul edilirken 16 Ağustos 1960 tarihinde resmen yürürlüğe giren Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını, içeriğinde Türkiye’nin garantörlüğünü barındıran Ek I, Garantiler ve İttifak Anlaşması ile birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını olduğu gibi kabul etmişti. Günümüzde halen, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Avrupa Birliği müktesebatı içinde BİRİNCİL HUKUK OLARAK YER ALMAKTA.
Almanya’nın Stratejik garantörünün Amerika Birleşik Devletlerinin olduğu AB’nin Birincil Hukukunda yer aldığı gibi, Türkiye’nin de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Garantörü olduğu aynı kıstaslarda ve eşit geçerlilikte 1 Mayıs 2004 tarihinden beridir AB’nin Birincil Hukuku içinde yer alıyor. Zaten dönemin AB Komiseri Olli Rehn de 2009 yılının Ocak ayında yaptığı resmi açıklamada, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetinin garantörü olmasının AB’nin kurallarına ve müktesebatına aykırı olmadığını belirtmişti.
Müzakere ekibimizin, ikide birde "AB üyesi bir ülkenin garantörü AB dışından bir ülke olamaz" ve "Garantörlük kavramı 21. Yüzyılda geçerliliğini kaybetmiştir"diyen Rumların oyununa geldikleri kesin. Belli ki hiç araştırma yapmışlar. Avrupa Birliği ile Rumlara müzakerelerde yapıcı gözükmek için de seçimin hemen sonrasına "garantiler tabu değildir" mesajını vermiş, arkasından da Türkiye’nin garantisini konuşmaya başlamışlar.
Şimdi müzakere heyetinin Garantiler konusunda geldiği aşama 15 yıllık bir geçiş döneminden sonra Türkiye’nin, Kıbrıs adası üzerinde olan garantisinin tekrar gözden geçirileceği ve kaldırılabileceği şeklinde.
Garantileri tartış ve 15 yıla bağla, nüfus oranını ilelebet kalacak şekilde 4 Rum’a 1 Türk olarak kabul et, KKTC topraklarının beşte birinden fazlasını Rumlara iade etmeyi onayla, tazminatla kapatılabilecek toprak konusunda mülkiyetin sahipliliği hakkı olarak ilk sözün ve kararın 1974 yılında 6 yaşında olan bir çocuğa kadar geri gidebileceğini kabul et, binlerce Türk ailesinin göçmen olacağının altyapısını oluştur, 4 özgürlüğün uygulanabileceğinin, yani Rumların çalışmak, yerleşmek, mülk edinmek ve iş kurmak için KKTC’de yaşayabileceklerinin altına imzanı at, Kıbrıslı Türklerin yegane hayatta kalma garantisi olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs adasından ayrılmasını onayla ve 60 bin Rum’un bize göre Türk Devleti, Rumlara göre Türk Eyaleti içine yerleşmesini tasdikle ve bunun adını da "Müzakereler iyi gidiyor" koy!
Güzel hoş da, bütün bunlardan sonra dünya ve Türk tarihine "Yıllarca kan ve gözyaşı döküp, göçmenliği en acı bir şekilde yaşadıktan sonra kurmayı başardığı devletini lav edip, üzerinde yaşadığı topraklardaki egemenliğini de çöpe atıp bir başka milletin boyunduruğu altına, azınlık olarak girmeyi kabul eden halk" olarak geçmeyi acaba hangimiz kabul edeceğiz ve nasıl kabul edeceğiz, gerçekten çok merak ediyorum. 2004 yılındaki "Annan Planı" döneminde yaşadığımız gibi gene ABD ve Avrupa Birliği, Dolarları ve Euroları KKTC’de saçarak ajanları vasıtası ile aramızdaki hainleri satın alıp, aptalları, kaypakları ve akılsızları kandırmaya çalışacaklar, KKTC’yi tarihin karanlıklarına gömmek ve Kıbrıs adasını Rumların hakimiyeti altına sokmak için…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com

29 Kasım 2016 Salı

GERÇEKLER VE (YAŞANAN OLAYLARA) TARAF OLMAK, Nurullah AYDIN

GERÇEKLER VE TARAF OLMAK
 Nurullah AYDIN
28 Kasım 2016-ANKARA
Yalancılar talancılar insanların kafalarını karıştırmaya devam ediyorlar. Hergün sırıtarak pişkinlikle yalan söylüyorlar. Yandaş medya dışında haber edinmeyen, düşünmeyen zihinleri körelmiş sürüleşen insanlar ise inanıyor.
Türk Milleti acı gerçeklerle yüz yüzedir. Kabul edilse de edilmese de bir gerçek ortaya çıkmıştır. Türkiye artık tam birpsikolojik örtülü savaş ortamına girmiştir. Herkes tarafını açıkça belli etmelidir.
Mevcut siyasi partiler; Türkiye'nin temel sorunlarına dünya gerçekleri ışığında bakamamakta çözüm ortaya koyamamaktadır.
Kimisi Din'i, kimisi etnik kimliği, kimisi mezhepçiliği, kimisi de çağdaşlığı istismar ediyor.
Irki, dini, etnik, mezhep aidiyeti öne çıkartılarak, Türk Milleti'nin ortak dokusu parçalanmaya başlamıştır.
Avrupalıların silahla bir türlü ele geçiremedikleri Anadolu toprakları, silahsız işgalle ele geçirilmiş bulunuyor. Yer altı ve yerüstü kaynakları, yabancılarca ele geçirilmiştir.
Aydınlar, akademisyenler, gazeteciler; yabancı ülkelerin sözcülüğüne soyunmuşlar, zihin kirliliğinde araç haline gelmiştir. Beyinler işgal edilerek Türkiye'de egemenlik kurulmuştur.
Ne yazık ki saf ve temiz inançlı Türklerin oyu ile iktidara gelen etnik kimliklerini İslam kimliği altında gizleyenler eliyle bu gizli ve sinsi ihanet yapılanması başarılmıştır.
Osmanlının son döneminde olduğu gibi devşirme sistemi devam ediyor. Demokrasi oyunuyla devşirmeler, yığınları din adına, demokrasi adına, özgürlükler adına iktidarın her alanını ele geçirmiştir.
Kafa karıştırıcı zehirli düşünceler, fikirler; gazete manşetlerinde, köşe yazılarında, Tv'lerin ekranlarında akıtılmaya başlandı, devam ediyor.
Bu nedenle; anlatılmayan, eksik ya da yanlış anlatılan geçmiş tarihimize ve yakın tarihimize dair olan bitenleri hatırlamak, hatırlatmak şimdi olan bitenleri doğru anlamak ve geleceğe yönelik niyetleri netleştirmek gerekir...
Olanlar ve olacak olanlar, tüm bilinenleri ile anlatılmalıdır. Bu anlatımlar; milleti bilinçlendirmenin yanında, birlik ve beraberliğini de güçlendirecektir. Var olan bir bilgi, halka en doğru şekli ile anlatılmazsa, halkın bu alandaki boşlukları ve arayışları yanlış ve çoğu zaman da tehlikeli bilgiler ile doldurulacaktır.
Toplumlar için en tehlikeli anlayış, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların görüşleridir.
Bir milleti tek bir hedef doğrultusunda toplamak, vatan birliği ve gelişimi için çalıştırmasını sağlamak ancak ve ancak, vatan için mücadele vermiş kişi ve kuruluşlarla ilgili gerçekçi bilgileri ve vatan için verilen mücadeleleri en doğru şekilde anlatmaktan geçer.
Bu gün; ülkemizin ve milletimizin varlığı için nöbet tutan, güvende yaşamamız için görev başında olan, milleti tek bir hedef ve moral gayede tutmaya çalışan, tarihi şan ve şeref dolu Türk Milleti'nin omurgası olan güvenlik güçlerine yönelik yürütülen acımasız karalamaları milletçe dikkatle takip etmekte; gelişmeleri büyük bir kaygı ile izlemekteyiz.
Devletin ve milletin varlığına ve bekasına yönelik yapılan bu büyük ve çirkin karalamalar karşısında Türk Milleti'nin kalbi ve beyni olan unsurların her an göreve hazır bir şekilde beklediğini, bir gün bu karalamaları yapanlara karşılık vermek için sahneye çıkabileceği unutulmamalıdır.
Gerçekler; Bizans medyasınca, küresel gizli güçlerin medyasınca dile getirilmiyor.
Türk Milleti olan bitenleri öğrenmeye çalışıyor.
Bastırılmış gizli veya açık örgütler, yeniden hortlatılmıştır.
Vatan satılırken ve değerler altüst edilirken tepki göstermemek de, vatana ve millete ihanetin bir türüdür! Bir çok iyi niyetli kimse bile ihanet içinde olduğunu farkında değildir.
Varolan savaşların teknik sahaları da geliştirilerek psikolojik yönden yıpratma veya bıktırılma yöntemi uygulanmaktadır.
Sloganlar, kavramlar dönemi yerine harekat zamanı gelmiştir. Bizler değişen ve gelişen düşünceye sahibiz. Dogmaların Türk'ün düşüncesinde yeri yoktur.
Türk Devleti henüz çözülmemiştir, dimdik ayaktadır, ayakta kalmaya devam edecektir.
Demokrasi içinde, hukuk devleti kurallarına göre hareket edilmelidir.
Unutulmasın ki; Türk'üz, andımız, milletin bekası ve vatan bütünlüğünün korunmasıdır. Türk'ün yeniden küresel güç olması idealine sahibiz.
Tarihleri biz yazdık, her yerde var olduk, var olacağız.
Günün Sözü: Türk, Okumalı, öğrenmeli, bilmeli ve yapılması gerekene odaklanmalıdır.

28 Kasım 2016 Pazartesi

TURCOMONEY.COM; Mihenk Taşı-ALİ COŞKUN (58 ve 59. Hükümette Sanayi ve Ticaret Bakanı, İş Dünyası Vakfı Başkanı, Sunuş: Y. Müh., Erdoğan TOZOĞLU

Merhaba,
"Toplum milli ve manevi değerlerden uzaklaştıkça, adalet, ahlak kavramları zayıfladıkça yapılan iş ne olursa olsun her türlü yolsuzluğun kapısı açılıyor ve hızla yayılıyor."
Değerli dostlar,
TURCOMONEY dergisi  Kasım 2016 sayısında önemli bir makale yayınladı..
58. ve 59. hükümetler Sanayi ve Ticaret Bakanı ve İş Dünyası Vakfı Başkanı
Sayın Ali COŞKUN  derginin 76. ve 77. sayfalarında MİHENK TAŞI adlı köşesinde "" Sorunlar ve hicret"" başlıklı makalesinde biran önce tedavi edilmesi gereken toplumsal hastalığın teşhisini  çarpıcı biçimde ortaya koymuş..
Elbette her zaman olduğu gibi tedavi yollarını da göstermiş.. 
Dergiyi bulamayanlar için ekte incelemelerinize sunuyorum.
Saygılarımla,
Y.Müh. Erdoğan TOZOĞLU

24 Kasım 2016 Perşembe

KIBRIS, KIBRIS, KIBRIS - Ahmet Kılıçaslan Aytar

KIBRIS, KIBRIS, KIBRIS
Ahmet Kılıçaslan Aytar
ABD Başkanı B.Obama, geçen hafta Atina'dan Trump'ın seçilmesine büyük ölçüde tepki gösteren Avrupalı temsilcilere seslendi.
Sovyet sonrası dönemde ABD'nin küresel hegemonyası ve AB ittifakı eliyle sağlanmış siyasi yapının süreceğinin güvencesini verdi.
Yunanistan Başbakanı A.Çipras, Başkan Obama'ya Kıbrıs meselesinin çözümünün Avrupa ve bölge için özel bir anlam içerdiğini,
Kıbrıs müzakerelerinde bir dönüm noktasında bulunduklarını, adil bir sonuca ulaşmak için kararlılık ve cesur adımlar gerektiğini söyledi.
Obama, "Kıbrıs'ta ABD'nin yardımı,Yunanistan ve Türkiye'nin ortak çabasıyla çözüm bulunacaktır"  dedi... 
*
Bu sırada, KKTC Başbakanı H.Özgürgün, Güney Kıbrıs'ta Kıbrıslı Türklerle eşit bir ortaklık temelinde antlaşma niyetinin bulunup bulunmadığı konusunda şüpheleri bulunduğunu,
Demokrat Parti Genel Başkanı S.Denktaş ise çözüme yönelik Güney Kıbrıs'taki samimiyetsizliğin, iyi niyet yoksunluğunun devam ettiğini, Kıbrıs Türk halkının uluslararası kamuoyu tarafından Rum tarafının insafına terk edilmiş bir halk olduğunu açıklamaktaydılar ki; 
*
BM gözetiminde İsviçre'nin Mont Pelerin kasabasında Kıbrıs Özel Temsilcisi E.B. Eide ile KKTC lideri M. Akıncı ve Güney Kıbrıs lideri N.Anastasiadis'in katıldığı müzakerelerde,
Somut bir adım atılamadığı ve sürecin tıkanma noktasına geldiği bildirildi...
Üstelik Güney Kıbrıs ve Yunanistan tarafı müzakerelerde son aşamaya geçilmesi için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan garantör ülkelerin de katılacağı 5'li konferansa ilişkin net bir tavır da koymadı.
Bunun en önemli nedeni Kıbrıs Rum Kesimi'nden daha çok Yunanistan'ın "Garantiler ve Güvenceler" konusunun tamamen ortadan kalkması konusundaki ısrarıydı...
*
Türkiye "Garantiler ve Güvenceler " konusunda Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan'ın;
Türk dış politikasında "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesini,
"Lozan tartışılmaz bir metin değildir, kutsal bir metin asla değildir. Elbette daha iyisine ulaşmanın çabası içerisinde olacağız "pragmatizmiyle değiştirdiği ve ilkeleri asla kabul edilemez bir "Al-Ver" konusu haline getirdiği, 
KKTC Cumhurbaşkanı M.Akıncı'da bu noktadan hareketle,
"Kimse 1960'daki şartların aynen geçerli olduğunu söylemiyor. Eskiden noktası virgülü değişmez deniyordu, bu çağda bunu diyemezsiniz.
Haklarınızı gözetip endişelerinizi giderecek yeni formüller, yeni düşünceler üretmelisiniz.
Garantiler ve Güvenceler konusunda aylardır konuştuğumuz ve TC yetkililerinin ağzında şekillenen, onların da öngördüğü bir iki husus var" dediği noktada bulunuluyor.
*
Nitekim M.Akıncı, garantörlük sistemi yerine garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planını teklif etmiştir.
N.Anastasiadis ise Ada'da konuşlanacak askerlerin Türkiye veya Yunanistan'dan değil üçüncü ülkelerden olmasını öneriyor...
*
1960 Ankara Anlaşması'yla Türkiye, Kıbrıs, İngiltere ve Yunanistan garantör sıfatı taşıyor...
Garanti Anlaşması'nda 1.madde; "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder.
Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ilan eder" biçimindedir.
Buna rağmen Rum Temsilciler Meclisi'nin, Şubat 2010'da  tüm dünyada tanınmayı sağlamaya yönelik aldığı,"Avrupa Birliği'ne üye bir devlet olan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'nde garantiler ve garantörler düşünülemez" kararı;
Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB ve BM üyesi bir ülke olmasına yol açmıştır...
Doğrusu, Rumlar geçmişte bunun gibi bir çok konuda  Garanti Anlaşması'nı delmekte deneyimli ve mahirdir...
*
Bu noktadan hareketle süren müzakerelerde taraflar arasındaki sorun;1960 Ankara Anlaşmasına rağmen 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarından doğmaktadır.
Ankara Anlaşması Kıbrıs'ta " Türklerin" siyasi eşitliğini: İdareye etkin katılımını: Aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri: Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini: Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini  garantiliyor.
1963 Akritas Planı ise "Kıbrıs Halkı" anlayışına dayanıyor ve Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a birleştirilmesinin yolunu açıyor...
*
Bu yüzden 1968'den beri süren müzakerelerde ortak devlet, toprak, mülkiyet hakları ve askeri düzenlemelerle ilgili uzlaşmalar sağlanamıyor.
Rumlar, BM ve AB'de Kıbrıs'ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirirken;
Türkler azınlık konumuna itilmiş, üstelik 2004' te Kıbrıs adına Kıbrıs Rum Yönetimi AB'ye katılmıştır.
O nedenle, Rum Yönetimi Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır...
Yunanistan Başbakanı A.Çipras' da Kıbrıs sorununda çözümün herkesin kendisini güvende hissedeceği bir formülde olmasını gerektiğinden yanadır.
"Kıbrıs'ta garantilere ve garantörlere gerek yok, bunlar artık çağdışıdır " tavrını sürdürüyor...
İngiltere de Kıbrıs'ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklamıştır...
*
Türkiye'nin Kıbrıs üzerine tarihsel hakları bir yana,
Bugün Kıbrıs, NATO'nun geleceğini belirleyen Stratejik Konsept Belgesinde önemli bir stratejik merkezdir.
Doğu Akdeniz doğalgaz rezervlerinin Avrupa'ya transferinde merkez rolü oynuyor.
*
Bu çerçevede Cumhurbaşkanı M. Akıncı'nın teklif ettiği;
"Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planı";
1-Ankara Anlaşmasıyla kazanılan  Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliğinden idareye etkin katılımından ve aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerinden feragat etmesi,
2- Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesinin bozulması,
3- Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletinin garantilenmesi:Mülkiyet: Toprak gibi konularda zarara uğranması,
4- Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB'ye "Kıbrıs Adası " olarak girmesi hâlâ tartışmalı bir konu iken,Türkiye'nin "Kıbrıs'ın karasularındaki ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarından" vazgeçmesi anlamına geliyor.
*
Bu nedenle iki ülke bölgesel gerçeklik ve konjönktür çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü yolunda,
Mayıs 2015'te yeniden başlayan toplumlararası müzakerelerde,
Gelinen noktada mültecilerin mülkiyet haklarını oluşturan mallarının iadesi: Verilecek başka bir konuta taşınmak: Tazminat konularında ciddi ayrılıklar bulunuyor.
Kıbrıs'ta ne Rum, ne de Türk tarafı finansal bakımdan tazminatların altından kalkamayacağı için gözler ABD ve AB gibi dış aktörlere çevrilidir.
*
Rumlar siyasi mülkiyet konusunu ise "Türkiye'nin Kıbrıs'ta İşgalci" olduğu noktasına taşımıştır.
Türkiye'nin Ada'daki 40 bin askerini geri çekmesi:Türkiye'den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi ve Toprak değişikliklerinin yapılabilmesinde,
Türkiye'ye daha fazla baskı yapılması için de garantörlük konusunu uluslararası alanda askıya aldırma çabasındadır.
*
Bu bağlamda müzakerelerin tıkanmasında  "toprak değişiklikleri-harita" konusu bir diğer sorundur. 
Türk tarafı "Omorfo'yu yani Güzelyurt'u";
Federal bir yapıyla yönetilen Belçika'da başkent Brüksel'in statüsünün benzerinin Güzelyurt'a verilmesi ve her iki halkın da böylelikle kendi kentlerinde yaşayabilecekleri noktasında tamamen müzakere dışında tutuyor. 
Rum tarafı ise "Güzelyurt Rum idaresine verilmeden Kıbrıs sorununun çözülemeyeceği" görüşüyle, KKTC devletinin bölgeyi "Türkleştirmeye çalışamayacağını" savunuyor.
Kıbrıs Rum tarafı en az 100 bin Kıbrıslı Rumun Kıbrıs Rum idaresi altında geri dönmesinde ısrar ediyor ve "bunda uzlaşılmazsa, çözüm söz konusu olmaz" noktasında bulunuyor...
*
Toprak-Harita konusunda şu ana kadar yapılan görüşmelerde,
M.Akıncı, iki oluşturucu eyaletin sınırlarının düz olmasından yanadır.
Karpaz'da Federal Hükümet idaresi altında kanton oluşturulması ihtimaliyle ilgili Rum önerisini reddetmiyor ama daha sonra incelensin diyor...
Anastaiadis'in bu öneriye yanıtı,"Annan planının Güzelyurt açısından tahrif edilmemesi ve aynı zamanda sadece boş tarlaların değil meskun bölgelerin de Kıbrıs Rum idaresi altına verilmesi"dir. 
*
Bu noktada KKTC'den, "Müzakerelerin zeminini AB ilke ve değerleri belirlemelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti AB'ye bütün olarak katıldı, müktesebatın Kuzey kesimde uygulaması ertelendi. 
10. protokole göre, Anayasa tasfiye edilerek değil ama değiştirilerek, işgal altındaki bölgelerin Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesine entegrasyonu söz konusu olmalıdır" ilkesine riayet etmesi,
KKTC'nin bu çerçevede"Kıbrıs Cumhuriyeti'ne entegrasyonunun hukuki ve siyasi yönlerini, dönüşümü, devamı ve müteakip devletler sorununu açıkça ortaya koyması gerektiği" beklentisi ileri sürülüyor...
 *
"Entegrasyon ifadesi"yle AB tarafından kabul edilen " Moldova emsaline" işaret ediliyor.
Moldova, 17 Eylül 2006'da Rusya'ya bağlanmak için referandum yapan ancak katılımı gerçekleştirmeyen ayrılıkçı Transdinyester için Entegrasyon Bakanlığı kurmuştu.
AB'de üyesi olmadığı için Transdinyester ile arasında ticari alış veriş yapılmasına izin vermeyen Moldova'nın bu bakanlığı ile görüşmeyi kabul etmişti...
Yani KKTC'den Türkiye'yi bypass etmesi,
Ya da Türkiye'nin  Kıbrıs Cumhuriyeti'nin dönüşümü ve devamının garantisi için KKTC'yi tanıması isteniyor.
*
Şimdi Yunanistan Başbakanı A.Çipras'ın "Kıbrıs müzakerelerinde Türk tarafının büyük önem verdiği 5'li konferans tarihinin kesinleşmemesi durumunda adada varılan ve BM tarafından liderlere yazılı olarak iletilen mutabakat bozulacak ve süreç ilerleyemeyecek"dediği,
Ama gayri resmi söylemlere göre 4 Aralık'ta Yunanistan Başbakanı A.Çipras'ın Ankara'ya gelmesi ve Erdoğan'la gündemi " Kıbrıs'ta Al-Ver" olan bir görüşme yapması bekleniyor...
25.11.2016

4 Kasım 2016 Cuma

TRUVA ATI BAHÇELİ.. Zahide UÇAR

TRUVA ATI BAHÇELİ..
Zahide UÇAR
Bahçeli’nin tutumuna hala şaşıranlara çok şaşırıyorum. Nedenlerine gelince;
Kendisini “Arka Bahçeli” olarak tanımladığım bu şahsın karnesine bir bakalım:
1. Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan Gül’ü aday yapmayacak, o günün koşullarında daha kabul edilebilir bir aday gösterecekti. Bahçeli sahneye çıktı. Erdoğan’ı Gül’ü aday yapmaya mecbur bıraktı. Partilileri de; “-Gül seçilirse, Erdoğan-Gül çatışması çıkar. Parti bölünür. O nedenle Gül’ün adaylığını destekliyoruz” diye kandırdı.
2. F-CİA kumpaslarını meşrulaştırarak, Ergenekon-Balyoz- Casusluk ve türevi kumpasları;
“Yargıya saygılıyız” korosuna katılarak destekledi. Partililerin kumpasla esir alınanlara destek vermesini engelledi. AKP bile kumpası itiraf etti. Bahçeli utanmadan; “darbeciler temizlensin” demeye devam etti. Kendi partisinin vekili olan Engin Alan ve ailesi bu ihanete isyan etti.
3. Erdoğan hastalandı. Bahçeli geçmiş olsun demenin çok ötesinde; “Erdoğan’a bir şey olursa ülkede kaos çıkar” dedi. Biz bir muhalefet liderinin, iktidar partisi liderine bir şey olursa bu ülkeyi yönetemeyiz açıklamasını Cumhuriyet tarihinde ilk defa duyduk. O açıklama aslında Bahçeli’nin siyaseten görevli olduğunun açık itirafıydı.
4. Bahçeli Cumhuriyet düşmanı, İngiliz istihbaratı okulundan mezun olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanlığına aday gösterdi.
5. Bahçeli, seçimlerin sonucu alınır alınmaz; “yeniden seçim” diyerek AKP’ye yol gösterdi. AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağladı.
6. Meclis başkanlığı seçiminde, bir Cumhuriyet düşmanının meclis başkanı olmasını sağladı. CHP’nin tekliflerine kapıyı kapadı. MHP’nin adayını destekleyelim teklifini bile reddetti. AKP’nin elini rahatlattı.
7. AKP’ye karda zincir, yağmurda şemsiye, fırtınada paravan oldu. İktidara talip olmayarak muhafazakar seçmeni çaresiz bıraktı. Daha doğrusu, seçmeni AKP’nin kucağına iteledi.
Oysa AKP’nin tek alternatifi MHP idi. Muhafazakar seçmen CHP’ye oy vermez. Bu bilinen bir durumdur. AKP siyasetinden bıkan seçmenin tek gideceği adres MHP’dir. MHP gerçek bir muhalefet olsaydı birinci parti olma şansı bile vardı. Bahçeli MHP’yi bitirme görevini almış olmalı ki, kimsenin yapamayacağı bir yöntemle, MHP’yi bitiriyor.
Yeni misyonu da AKP ile birlik olup, adı kalan Türkiye Cumhuriyeti Devletini, “İmam darbesiyle” Ortadoğu karanlığına gömmektir.
Soğuk savaş döneminde Amerikan milliyetçiliği desteklendi. MHP Türkçülükten Türk İslam sentezine evrildi. Türklük bir ırk bilincidir. Din ise sadece bir millete ait olmayıp, evrensel niteliği olan bir inanç sistemidir. İkisini bir araya getirmek Türk milletine yapılan büyük bir Amerikan oyunudur. İnanan insanların din üzerinden tuzağa düşürülmesidir. Dinin karşısına veya yanına başka simgeleri koyarsanız, o simgenin silinmesi kaçınılmazdır. O nedenle de din ile Türklük aynı torbaya atılarak, Türklük şuurunun eritilmesi hedeflenmiştir. Eritemediklerini eritme görevini de ARKA Bahçeli üstlenmiştir. Türk İslam sentezi ,“ılımlı İslam’ın” bir başka versiyonudur. Bütün Türklerin ortak simgesi olan bozkurt yerini üç hilal aldı. “Tanrı dağı kadar Türk” sözünün yerini; Hizbullah, El Kaide, Milli Görüşçüler ve şimdilerde İŞİD terör örgütünün bile kullandığı bir slogan aldı. Neydi o slogan?
“Kanım aksa da zafer İslam’ın”… 
Yalnız her üretimin defolu ürünleri de vardır. MHP ABD milliyetçiliğine, ılımlı İslam’a evrilirken, milli refleksleri yüksek olan, Türklük şuuruna sahip bir kesimin doğmasına da engel olamadı. Bu kesim Türk Devletleri ile ilişkiye geçiyor, ekonomik, kültürel alanda bir birlikteliği savunuyordu.
Küreselleşme Baronları, ulusalcılık ve milliyetçiliği hedef alırken, mikro milliyetçiliği kaşıyarak, ulus devletleri hedef alıyordu. Türkiye’de Türk Milliyetçiliği ve ulusalcılığın hedef alınmasının nedeni, devleti din ve mikro milliyetçilik üzerinden parçalarken, direniş merkezlerini de yok etmektir. Bahçeli küresel çetenin hedefi olan Türk milliyetçiliğini tasfiye etmekle görevli bir Truva atıdır.
Gerçek milliyetçiler, Türklük şuuruna sahip olanlar, bu alçak oyunu bozmakla yükümlüdür.
Sizlere 21.09.2006 yılında yazdığım bir yazıyı sunuyorum. Bahçeli daha o günlerde parti simgelerini AKP’ye teslim etmişti. İşte o yazım:
Örs ve Çekiç Nasıl Ağlar? 21.09.2006
Sevgili okurlar, ben gene Ankara dışındayım. Basından biraz uzak kaldım. Bunun güzel tarafı, okur tarafında olup onlarla hasbihal etmek. Basından takip ettiğim kadarı ile, Sayın Başvekil Türk Kurultayında açılış yapıp çek-iç-i , ör-se vurmuş. En azından ben öyle anladım(!) Türk Kurultayında ‘’çekici örse ‘’ vuracak hali yok ya...Yoksa Türkiyeli başvekilin Türk kurultayında çekici örse vurması komik olurdu. Zaten o zaman örs de, çekiç de ağlardı. Bunca yıl sonra başıma vuracak, bula bula Türkiyeli ve başka alt kimlikli birini mi buldunuz diye.!? Oysa Sayın Türkiyeli Başvekil çek-iç’ini diyerek içlenmiş. Bu arada da gönlü ör-se’lenmiş.. Öyle ya.. Seçimler geliyor.. Oy lazım.. Ayrıca bu Türk Kurultayını da özünden uzaklaştırmak lazım.
Türk Kurultayı’nda Türkiyeli bir Başvekil… 
Türkiyeli Başvekil Kıbrıs Türklerinden vazgeçti. Kerkük ve Musul Peşmergeye hibe edildi. Telafer’de zaten insani yardıma ihtiyaç falan yoktu(!) Onlara su bile ulaştıramadık. Ama ABD ordusuna yardım için TIR şoförlerini feda ettik. Gümrüğümüz de pkk ve Barzani-Talabani’ye insani(!) yardım yapmaya devam etti.. Ama biz burnumuzun dibinde ki Telafer cinayetlerini seyrettik. Kimyasal silahlar kullanıldı. Aç kaldılar, susuz kaldılar.. Ne ekmeğimiz ulaştı, ne suyumuz. Ama onlar Türk idi(!).. Yani İnsan hakları yoktu.. Tıpkı Türkistan’dakiler gibi.. Hocalı’da, Karabağ’da diri diri yakılanların insan haklarının olmadığı gibi.. Bu soykırımlar dillendirilmezken, Orhan Pamuk’a sahip çıkmak gibi önemli(?) bir görev üstlendi Türkiyeli Başvekilimiz.
Türk Milleti asker bir millettir. Tarihi boyunca askeri de, sivili de asker gibi yaşadı. Zaten başka şansı da yoktu. Varlığını ancak bu şekilde devam ettirebiliyordu. Fakat Kerkük, Telafer yerine Lübnan’a koşan Türkiyeli Başvekil, bunu hiç anlayamadı.. Her gün şehit cenazeleri geliyordu. Ama O; ‘’askerlik yan gelip yatma yeri değildir’’ dedi. Çünkü kendisi kantin subayı olarak ‘’yan gelip yatarak’’ askerliğini bitirmişti.. Dizi dizi gelen tabutların hiçbirisi, yan gelip yatarken, mayınları yastıklarının altında bulmadılar. Ama, Türkiyeli Başvekilin askerle ilgili bir problemi var.. Tıpkı, Şemdinli ve Danıştay cinayetinde askerleri adres gösterdikleri gibi.. Yani, kendi ‘’Türk Askeri’’ yerine, pkk’lı bir kitapçıya inanmayı tercih ettikleri gibi.. O Türk askeri Irak sınırında pkk kamplarını seyrediyor. Tek bir kurşun atamıyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü suçlu duruma düşüyor. Pkk ateş açarsa ancak cevap verebiliyor.. Ama AKP ‘nin kutsalı olan ABD ve İsrail, “ülkeme tehdit var” deyip ülke işgal ediyor.. Irak sınırında, Mehmetçik, kurşunu-füzeyi-mayını başına-ayağına yiyince, sadece karşılık verebiliyor. Yani ölmeden ve yaralanmadan karşılık veremiyor. Ayrıca şehit sayısı basından saklanıyor. ‘’Asıl sayı yazılandan fazladır’’. Türkiyeli Başvekil Lübnan söz konusu olunca birden ‘’Büyük Devlet’’ olduğumuzu hatırlıyor.
Ayrıca hükümet edenlerin akıl hocaları, yani bir Kazak’ın dediği gibi ‘’Büyük Hoca(!)’nın Türk(!) okulları sayesinde Türk Devletleri ‘’eğitiliyor’’(!) Türkiye tanıtımı yapıldığı söylenen bu okullarda, nasıl Türk sevgisi(?) aşılandığını bir Kazak’ın ağzından aktarayım:
’’-Ben Büyük Hoca’nın’’ okulunda okudum. Orada bize Türklerin kaba, görgüsüz ve cahil olduğu anlatıldı. Benim babam Kazakistan’ın ileri gelenlerinden biri. Ben de buna katılıyorum. Büyük Hoca dinler diyaloğu ile dünya barışını sağlayabilecek tek insan..’’ diyor.
Evet Sayın Arınç; hani o Büyük Hoca’ya methiyeler yazmıştınız ya?. Türk okullarının reklamını yapıp bunu da devlete yüklemiştiniz ya.. İşte o Türk okullarınız, güle güle hayrını görün.. Türkleri bile ayrıştırıyor. Kaldı ki Kazakistan o pembe devrimlere inatla direnen bir ülkedir. Belki de ABD’nin bu okulları niye desteklediğinin cevabı bu satır aralarındadır. Daha 1960 yıllarında ABD raporlarında ne mevcut idi? Türkiye’nin Türk Cumhuriyet’leri ile birleşmesinin önü kesilmelidir. Peki, nasıl kesiliyor? Bölünmüş Türkiye haritalarının amacı işte budur.. Ermenistan ve pkk’da bu işin askeri açıdan maşasıdır. Kültürel ve eğitim maşalarının kim olduğunun cevabı da ‘’Büyük Hoca’nın(!) ‘’ okulunda okuyan Kazak gencin sözlerinde gizlidir.
İşte bu nedenle Türkiyeli Başvekil örse çekiç vuramaz. Vurmuşsa o örs de, çekiç de ağlamıştır.. Tıpkı Mehmetçik’in analarının, eşlerinin, sevgililerinin, çocuklarının ağladığı gibi.. Bizim yüreklerimizde ki sızı gibi sızlamıştır. Gazilerimize 236 YTL maaş verirken, pkk/Kongra Gel’in başındaki Zübeyir Aydar’a milletvekili maaşı ödeyenlerin, bırakın Türk Kurultayını, Türk Milleti ile bir alakası olamaz.
Bırakın Sayın Başvekil, bizim kurultaylarımızı bize bırakın.. Siz hangi alt kimliğe sahip iseniz o kimliğin kültürel miraslarını öğreniniz.
Bugüne notum: Bahçeli Erdoğan’a örse çekiç vurdurduğu gün aslında mesajı da vermişti. Unutmayın, şeytan ayrıntıda gizlidir.
Bahçeli Türklüğü mollaya satmıştır. Hepsi budur.

24 Ekim 2016 Pazartesi

Mask of Zion & SİYONİST MASKE (Orijinal Makale, Ek: Kaynak)

Mask of Zion


Sunday, August 14, 2011


Syria Under Fire: Zionist Destabilization Hits Critical Mass

Syria is in the final stages
of a Zionist-engineered
destabilization operation;
can the Arab nation of
Resistance survive?
by Jonathan Azaziah

Since 2004, the Zionist entity’s Mossad and its American partners in the Zionist-founded, Zionist-run National Endowment for Democracy (NED) have funded, armed and trained various opposition factions in Syria, spawning an army of ‘democracy-seeking activists’ ready to mobilize on command. An operations team was assembled by the House of Saud and the usurping Israeli regime, working together with a closeness most would have never imagined to be possible, and an HQ was established in Brussels with various satellites inaugurated in America and Britain just prior to the inception of the ‘Syrian Revolution.’ Leading this team are Zionists US Assistant Secretary of State for Near Eastern Affairs Jeffery Feltman and US Ambassador to Israel Dan Shapiro, former Lebanese Prime Minister Sa’ad Hariri, influential, US-based Zionist Syrian exiles Farid al-Ghadry and Ammar Abdulhamid, the well-connected ex-Syrian VP, Abdel-Halim Khaddam and of course, the powerful Syrian Muslim Brotherhood (1).

Bashar al-Assad, Syria’s immensely popular President, is in the crosshairs of an axis bent on transforming the Middle East into an extension of the illegitimate entity currently occupying al-Quds. He, along with the Islamic Resistance of Lebanon, the Islamic Republic of Iran and what is left of the Islamic Resistance of Gaza, make up the counter-axis; the Axis of Resistance standing in the way of Zionism and its aims of conquest. Syria is under the heaviest fire it has ever been under; even heavier than the plot that the Israeli-Saudi partnership attempted to execute against Hafez al-Assad, Bashar’s father, from 1976-1982 (2). And as the fire continues to burn through Syrian society, Zionist destabilization has hit critical mass. The plot to take down Syria which the usurping entity has actively and vigorously pursued for decades is dangerously close to coming to fruition.

On Syria, as well as a
plethora of other geopolitical
issues, the Saudi tyrant sees
eye to eye with the Zionist regime
and its lapdog, the United States.
Israel, Saudi Arabia And America: Demanding Regime Change In Unison

From the moment that the unrest in Syria exploded, Tel Aviv, through its tremendously venomous and wide-reaching media apparatus, unleashed one of its many ‘kisses of death’ against Bashar al-Assad and his government, labeling him its “favorite dictator (3).” This piece of pernicious hasbara was disseminated far and wide with the intent of not only turning the Syrian people against Bashar al-Assad, but to mask any Israeli involvement in Syria in the eyes of the international onlookers, developing an atmosphere of bewilderment and psychological warfare. The calculated move proved successful and the Zionist regime provided perfect cover for covert Israeli special forces, who have been on the ground since August 2007 (4). And then, as the world was looking away, Zionism lowered the boom.

It began on July 20th, when Israeli Prime Minister and mass murdering war criminal Benjamin Netanyahu offered his support to ‘protesters’ in Syria by stating, “the young people of Syria deserve a better future” and he went on with his usual diatribe against Syria for standing with Iran and Hezbollah. Ominously, Netanyahu also stated that it would be “bad for the people of Lebanon, bad for the people of Syria and bad for peace” if attention was shifted away from the unrest in Syria. The subtle words of Netanyahu were not what was most disturbing though. It was who the words were delivered to. And that who was Al-Arabiya News (5), the malicious Saudi propaganda outlet owned and run by the brother-in-law and son of the ex-Saudi tyrant, ‘King’ Fahd (6). The rare interview was an important revelation, exposing the public Israeli-Saudi working relationship.

Next up was an amplification on July 26th, when godfather of the Zionist nuclear program, war criminal, massacrer of Qana and Israeli President Shimon Peres stated in no uncertain terms, “Bashar al-Assad must go. The sooner he will leave, the better it will be for his people.” Peres also went on to say that regime change will lay down the groundwork for an eventual ‘peace’ treaty between Syria and the vile Zionist occupation. Who did Shimon Peres deliver this declaration of overthrow to? Arab media (undoubtedly dominated by the Saudi-Qatari alliance), in an ‘unprecedented’ press conference (7).

The Saudi-Israeli Alliance:
demolishing Syria under the
guise of 'democracy.'
Following the example of his partners in Tel Aviv, ‘King’ Abdullah of Saudi Arabia weighed in on August 8th. He recalled the Saudi Ambassador to Syria and issued an ultimatum to Bashar al-Assad, “The future of Syria lies between two options: either Syria chooses willingly to resort to reason, or face being swept into deep chaos.” Translation: Step down now or be destroyed. Going further, ‘King’ Abdullah demanded that the “Syrian killing machine” halt its operations and said that “what is happening in Syria is not acceptable to Saudi Arabia (8).” The Kuwait and Bahrain monarchical dictatorships abided by the orders put forth by GCC figurehead Saudi Arabia and recalled their ambassadors to Syria as well (9). The events in Syria aren’t acceptable to the Saudi tyrant because the operation to take down Bashar al-Assad isn’t successful yet; the tyrant is growing impatient. Not mentioned by the tyrant is his regime’s excessive participation in the unrest and that his Ministry of Defense has formed a council whose specific goal is to drive Syria into a chaotic state of civil war (10).
                              
The “killing machine” spoken of by the Saudi despot is in reference to what the Zionist media calls the “Ramadan Massacre.” In a desperate attempt to garner international Muslim support during Islam’s holiest month, the Zionist media has peddled unverified, reactionary, sensationalist claims that Syrian security forces have massacred hundreds of ‘protesters’ in the Muslim Brotherhood stronghold of Hama (11).

The truth, something that the Zionist propaganda machine has never been concerned with, has been systematically repressed. An insurrectionist named Nader Hassan al-Kattan has confessed to being part of an organized terrorist operation in Hama, consisting of multiple units, in which he was paid $5,000.00 a day for his services. The operation consisted of the targeting of security personnel and civilians alike, for the sake of triggering all-out mayhem on Hama’s streets. Al-Kattan says he was recruited by a man named Mohammad Noir (12). Mask of Zion’s Syrian sources have confirmed that Mohammad Noir is a disciple of Mossad asset Muthanna al-Dhari, detained earlier in the uprising by Syrian security forces for attempting to coordinate false flag bombings with Israeli intelligence (13). It is clear that even without its leader, al-Dhari’s Zionist-backed network is alive and well.

America stands with
the usurping Israeli entity
and the House of Saud in
an axis against Syria.
The US government, just days after extending a fourth round of crippling sanctions against Bashar al-Assad and his closest associates in cohesion with its fellow Zionist allies in the European Union (14), has now adopted the position of its Israeli masters and Saudi partners and is set to demand the departure of Bashar al-Assad, with a White House mouthpiece stating, “You can't have any kind of partnership with a regime that does this kind of thing to innocents (15).” The ‘mother’ of all Zionist mouthpieces, US Secretary of State Hillary Clinton, recently declared, “Syria will be a better place when a democratic transition goes forward (16).” The Zionist-Saudi axis’ Syrian opposition has already formed a 25-member ‘National Salvation Council,’ with one committee functioning as a lobbying agency to drum up support to overthrow al-Assad’s government (17). The Zionist-occupied US government has initiated the next step and is seeking to convert the ‘National Salvation Council’ into a ‘Syrian Transitional Council,’ just like the NATO-Israeli-backed puppet regime fighting Muammar Qaddafi in Libya (18).

This is a most frightening development, as the Zionist entity, the House of Saud, Washington D.C. and the Turkey-France partnership, which has played a prominent supporting role in the attack on Syria’s sovereignty via intelligence and military support for the Mossad-NED-created opposition (19), have taken their once-covert agenda public, so that the entire globe becomes aware that under the rule of international Zionism, Bashar al-Assad has no place. Also, the formation of such a council will mean that when the inevitability of sanctions against Syria’s rich oil and banking sectors becomes reality and billions of dollars are confiscated, the money will then be transferred into the hands of the Zionist criminal network’s puppets. The formation of such a council is an act of war.

Essential to every Zionist
war effort is hasbara; and
the hasbara against Syria
has been nothing short
of epic.
Hasbara In Full Effect: Exaggerations and Fabrications

Former Al-Jazeera Beirut Bureau Chief Ghassan Bin Jeddo, who will be launching an anti-Zionist satellite network called ‘Al-Mayadeen’ in early 2012 to serve as a counterweight to the media monopoly in the Arab world currently held by the GCC (20), went on the record in July to condemn the international (Zionist) media’s campaign to sow sedition in Syria, with the greater agenda of undermining Syria’s ‘Resistance’ stances and fragmenting the country (21), as per the plans laid out by Israeli Foreign Policy Advisor Oded Yinon in 1982 and the neoconservative ‘Clean Break’ cabal led by Zionist war criminal Richard Perle in 1996 (22).

Bin Jeddo couldn’t be more correct in his assessment. The powerful New York Times, owned by the Sulzberger family, a founding clan of the exclusively-Jewish Freemasonic organization B’nai B’Brith that is at the heart of all major media cover-ups (23), has been depicting Hama as a massacre-zone where civilians are under siege from a cruel, unrelenting military force (24), instead of a city where bitter armed conflict continues to rage. Robert Fisk, a foul (and unfortunately, authoritative) 9/11 gatekeeper and notorious slanderer of Hezbollah, Lebanon’s righteous Islamic Resistance, is begging the Zionist puppets in France, America and Britain to take action against Bashar al-Assad to “stop the spilling of innocent blood (25).” House of Saud mouthpieces, specifically those owned by ‘Prince’ Salman and his children, continue to elevate the anti-Assad, pro-Brotherhood line with each successive clipping that they print (26).

The historically Zionist wire service, the Associated Press, is channeling the hasbara of WINEP, a known front for AIPAC, in regards to the foreign-sponsored ‘Syrian Revolution’ taking a toll on Hezbollah’s image throughout the region (27). But no media institution has participated in the propaganda campaign against Syria quite like Qatar’s Al-Jazeera, which has taken the ‘humanitarian intervention’ approach in the dissemination of its hasbara and has now been picked up in New York, giving it a wider audience to influence, manipulate, confuse and brainwash (28). Al-Jazeera deliberately mistranslated a Bashar al-Assad speech in late July, ‘revealing’ that the Syrian President called opposition protesters “germs,” when he said no such thing (29), thus fueling the already-present geopolitical conflagration against Syria. Most despicably, it has partaken in the propagation of the ‘Ramadan Massacre’ narrative, using a pathetic, poorly-shot, unverified video as “evidence” that a murderous army operation had occurred (30). This is not journalism. This is not credible. This is hasbara, simple and plain; clear-cut.

Al-Jazeera's coverage
on Syria is one of the most
disgusting propaganda 
campaigns in modern history;
it is now an official arm of
the Zionist media, serving
as the 'Arab' division.
And where is Al-Jazeera’s ‘objective and even-handed’ coverage on the Zionist-allied House of Saud’s role in fomenting the chaos in Syria? It doesn’t exist on this plane of reality; like a figment of your imagination reprocessed in a dream. Why doesn’t it exist? Because in September 2007, the Saudi ‘King’ met with high-ranking officials in the Qatari regime and Al-Jazeera’s chairman of the board in Riyadh; an agreement was made, silencing any and all criticism of the House of Saud, effectively “disappearing all dissident voices.” The agreement was attached to a larger agenda, triggering reconciliation between the Gulf sheikhdoms, ending internal disputes and directing the GCC’s attention towards a greater threat: Iran (31). Naturally, Amnesty International (AI), the Zionist, propagandist, George Soros-funded corporate member of the UK’s Chatham House ultra-think tank that has already (baselessly) accused Syria of crimes against humanity (32), had to weigh in on the latest developments. The fraudulent ‘human rights’ group is demanding that the UN Security Council take Libya-like steps to ‘end repression’ in Syria and those who disagree with its warmongering position on AI’s Internet message boards have their heartfelt comments deleted, in true Orwellian fashion (33).

While Al-Jazeera is leading the way in overall coverage in the ongoing stream of hasbara against Syria, there is a single story that soars high above every single other propaganda pieces like a condor soaring above the Andes Mountains. And this is not the typical ‘inflated-protest-numbers’ story which has been typical and frequent of the Zionist media’s coverage on Syria; transforming hundreds of demonstrators at Syrian Muslim Brotherhood-dominated gatherings into thousands, thousands into millions and deceptively morphing pro-government protests into anti-government protests (34). No, this is far more gruesome, far more obscene in its falsehood. Propagated by CNN, run by avid Zionist Jeffrey Bewkes who has been honored by the ignominiously pro-Israel American Jewish Committee and the equally pro-Israel Simon Wiesenthal Center (35), this story was quite literally a blast from the past; a replication of a Gulf War PSYOP against Iraq.

CNN has always functioned
as a mouthpiece for the Zionist
occupation and all of its global
ambitions, whitewashing its crimes
and covering up its most intricate
plots.
Quoting the London-based, regime change-promoting Syrian Observatory for Human Rights, Zionist-run CNN ran a story which boldly and emotionally claimed that Syrian babies were dying in their incubators because Bashar al-Assad’s army had cut the electricity in Hama. No further information was provided; nothing regarding why the electricity was cut or why back-up generators didn’t kick in; nothing regarding doctors attempting to save the babies’ lives or even an exact date as to when the babies died. Then, in an even bolder move, ‘Syrian revolutionaries’ active on social networks, Twitter specifically, began circulating a picture of the ‘dead’ babies. This however, would be their undoing and the entire story, which was totally lacking in evidence to begin with, came crashing down. The dead babies picture was actually a picture of live babies in an overcrowded hospital known as al-Shabti in Alexandria, Egypt. It was nothing more than a tasteless hoax comprised of 100% hasbara (36). 

As aforementioned, this ‘incubator babies’ hoax had been attempted before, in the lead-up to the Gulf War which paved the way for genocidal sanctions against Iraq, weakening the nation for the Zionist-engineered invasion that would thoroughly annihilate its infrastructure and brutalize its people in a seemingly eternal occupation 13 years later. At the heart of the Iraq ‘{312 dead} incubator babies’ hoax was the ubiquitous and devilish Amnesty International, working hand-in-glove with British intelligence and Zionist war criminal and Congressman Tom Lantos. Though the story was ultimately revealed as a hoax, it didn’t matter in the slightest. The Zionist plot had been put in motion and Iraq’s fate (destruction) was sealed (37).

This invocation of history is of the utmost vitalness to note. False stories, drawn up to despicably target basic human emotion and generate support for criminal-minded plans, can have tragic, reprehensible results; Iraqis, 2.5 million dead Iraqis from Zionism’s 2003 invasion alone (38), are the proof. The Zionist globe holders attempted to use such a story against Syria to accelerate their ‘Greater Israel’ ambitions and turn the Arab nation into another Iraq. It seems they will now have to go back to the drawing board.

Sheikh Adnan al-Ar'ur;
agent of the House of Saud
and 'face' of the 'Syrian Revolution.'
The ‘Syrian Revolution’ In Faces: Puppets Galore

With international efforts mounting to topple Bashar al-Assad and replace his government with one more subservient to the iron fist of the Zionist Power Configuration, the mainstream media has bombarded its viewers with a plethora of figures spouting propagandist venom and bolstering the Zionist narrative to increase unrest and ultimately bring about an invasion. Each figure, in their own way, plays a part in the global media spectacle shaping public opinion on all matters pertaining to Syria.

The individual with the most influence and therefore, the most destructive potential, is a ‘religious’ figure named Sheikh Adnan al-Ar’ur. Sheikh Adnan is based in Saudi Arabia and is receiving an obscene amount of press from the House of Saud’s propaganda giant, Al-Arabiya, which is touting him as a ‘symbol of the Syrian Revolution.’ He is known for his promotion of sectarianism and tragically, he commands a significant amount of influence in Syria (39); because of the sectarianism embedded in his verdicts, he is playing a major role in the Saudi Defense Ministry’s ‘civil war’ agenda.

Al-Ar’ur’s bloody fingerprints can already be found on the streets of Homs, a city 165 kilometers north of Damascus. On July 26th, three Alawi families were brutally butchered by agents of the Saudi-funded Syrian Muslim Brotherhood (MB) in an attempt to plunge the city of Homs into sectarian civil conflict. Throughout the unrest, MB agents, influenced by al-Ar’ur, have attacked Alawi mosques in Homs, Adlab, Latakia and Hama; all points of conflict between the MB and the Syrian army (40). While the Syrian people themselves have righteously rejected such sectarianism, this outrageous violence is taking a toll on the nation and their communities.

Rime Allaf is a member
of the Chatham House,
the UK arm of the Zionist,
warmongering Council
on Foreign Relations.
One of the more familiar faces of the ‘Syrian Revolution’ is globalist and hasbaranik Rime Allaf, who has been quoted by just about every Zionist-run news outlet from the UK to America and everything in between regarding ‘what is happening’ in Syria. Channeling typical, uncorroborated, scandalous propaganda via her Twitter account, Allaf is simply doing the bidding of her masters at the Chatham House, the UK mega-think tank and sister of arguably the most powerful Zionist think in America, the Council On Foreign Relations. Allaf is involved in multiple projects aiming to increase relations between Syria and the West and to prostitute Syria’s sovereignty by replacing it with neoliberal economics and multinational corporations (41). Mask of Zion’s social networking sources have also found that Allaf maintains a close relationship with the Economist magazine, the Rothschild-owned Zionist mouthpiece which has been churning out anti-Syria, pro-intervention propaganda from the onset of the unrest.

Other notable assets of the hasbara war against Syria are Hamdi M. Rifai and Radwan Ziadeh. Rifai is a Syrian exile and News Jersey-based attorney who has recently had his legal license revoked for ethics violations. He has openly declared his friendship with the usurping Zionist entity and has strongly advocated for the Zionist-occupied United States government to militarily intervene in Syria. Rifai also spends significant amounts of his time spreading the works of neoconservative fanatics to justify his murderous positions and works with fellow exiles to generate sectarianism in not only Syria but Lebanon as well (42).

Twitter is a major
breeding ground for
hasbaraniks where
anti-Syria propaganda can
flourish uninterrupted.
Ziadeh is no different. He is a frequenter of US State Department events sponsored by Zionist think tanks. He has appeared before the Zionist lobby’s foreign policy arm, the American Jewish Committee and has shared the stage with Zionist war criminal Elliot Abrams. He’s been commissioned by the US government to lobby Russia for support for the Zionist-engineered plot to militarily demolish Syria and if that wasn’t enough, Ziadeh is the recipient of an award from one of Zionism’s most deadly agencies, the National Endowment for Democracy (43). Another figure uncovered by Mask of Zion’s social networking sources is a man by the name of Mohammad al-Abdallah, a self-styled Syrian ‘human rights activist’ that has most recently held meetings with Hillary Clinton and Canada’s Minister of Foreign Affairs, John Baird, a Zionist who has issued condemnations of activists who participate in Israeli Apartheid Week and parroted hasbara against the Freedom Flotilla II (44). Al-Abdallah is pro-intervention and glowing with delight over the economic warfare launched against Syria by the US and EU. Simply unnerving.

While Allaf, Ar’ur, Ziadeh, al-Abdallah, Rifai and other House Arabs cut from the same cloth claim to represent Syria and the demands of the Syrian people, the evidence shows that they are no more than shrill propagandists of the Zionist-Saudi axis and its agenda to drive Bashar al-Assad’s government into the ground. The truth is clear, overwhelmingly clear: the Syrian people support al-Assad and the multiple million man marches that they’ve conducted to show support for the President and his stance of Resistance and to counteract the Zionist-Saudi-backed insurrection are the proof (45).

An Israeli-NATO
plan is already in the works
to launch military strikes
against Syria and cripple its
army and infrastructure.
NATO Invasion And Opposition Crimes Against Humanity

One of the lesser-discussed players in the ongoing onslaught against Syria is Turkey, a collaborationist regime bound to the Zionist entity via several military-intelligence MOUs drawn up for the specific purpose of carrying out aggression against Israel’s enemies, including Syria and the Islamic Republic of Iran. Ankara has not only played the role of host for the Syrian Muslim Brotherhood and served as the go-between for the US government and the Israeli-Saudi-controlled opposition, it has already intervened in a militaristic way by providing MB agents with weapons and a safe haven to re-up when ammunition is low. Ankara has already given NATO the signal to set up a military base in Western Turkey and fill it to the brim with ground forces (46).

NATO’s leadership has answered Ankara’s call and has begun planning an invasion to ‘roll back’ Syria and then Yemen in the final steps before launching full-scale warfare against Iran (47). This would assuredly please the Zionist creature occupying al-Quds, which signed an intensive, exhaustive military-cooperation agreement with NATO in 2005; a military offensive against Syria represents the very essence of the Israel-NATO bilateral agreement (48). Part of the Israeli-NATO plan has already been revealed and it is a mirror image of the current monstrous bombing of Libya; multiple airstrikes against Syria’s air defenses followed by an all-out bombardment of Syria’s army and infrastructure (49). Another criminal Western war carried out in the Zionist regime’s name. It for this reason, that Bashar al-Assad scoffed at Turkey’s attempts (read: threats) to convince his government to kowtow to Western pressure and bow to the insurrectionists tearing the country to shreds (50). Iran has also rebuked Turkey for its traitorous stance against Syria, offering its full support to Bashar al-Assad and signing a multi-billion dollar energy pact to solidify it (51). As Israel’s smokescreen dissolves, the battle lines get clearer and clearer.

Meanwhile, the aforesaid Saudi-Israeli-controlled insurrectionists continue wreaking havoc throughout the streets of Syria and are doing so with new weapons provided by a smuggling operation run by Saudi-puppet and former Lebanese Prime Minister Sa’ad Hariri’s March 14 movement (52). The Zionist media’s ‘peaceful protesters’ narrative crumbles a little bit more every day. Beyond waging brutal warfare against the Assad government, the Syrian opposition is committing crimes against humanity; crimes that will almost assuredly not be investigated by the likes of the ‘international community.’ In Hama, they are butchering soldiers and dumping the bodies into the Asi River (53). In Jisr al-Shughour, a conflict-heavy area in Syria’s north, Syrian Muslim Brotherhood agents are murdering al-Assad supporters by lynching them (54).

Brigadier General 
al-Talawi's children;
murdered by the 'peaceful'
Syrian opposition.
In the central city of Homs, Syrian Brigadier General Khodir al-Talawi, his two children, his nephew and two of his subordinate officers were shot dead and mutilated (55). They were hacked to death with sabers in an utterly deranged, savage crime; even more deranged is that this brutality was ordered... by the US State Department, during a meeting between opposition leaders and Hillary Clinton’s Middle East Special Representative and Zionist agent, Dan Feldman (56). And now, as the Israeli-Saudi nexus prepares for the imminent NATO invasion, it has employed assets from Turkey, Jordan and occupied Iraq, most likely assets from the neoconservative-created P2OG false flag agency (57), to not only provoke security forces, but deliberately target Syrian civilians (58).

Israel’s favorite Western mouthpiece, the Sulzberger-owned New York Times, covers up these horrors by concocting its own horrors; its latest lie is that Syrian security forces are using “anti-aircraft weaponry on civilian buildings” in Hama (59). Hillary Clinton is now covering up the barbarity that her office ordered by calling on the world to completely cut economic ties with Syria and blaming the barbarity on Bashar al-Assad (60). The people of the world are being duped yet again; but it seems that not even the thud of NATO depleted uranium rocking Damascus as it is now rocking Tripoli will convince them of this reality.

Syria and Somalia:
The first two targets
of the Zionist-Orwellian
'Atrocities Prevention Board.'
Conclusion: A New Generation Of Tyranny

On August 4th, 2011, the next generation of war, psychological subversion, intelligence masking and covert operations began, officially, with a United States stamp of approval. Chief Zionist stooge, Barack Obama, considered by the Zionist-gangster class that fomented his meteoric political rise to be “the first Jewish President (61),” created the Atrocities Prevention Board to ‘stop genocide’ and “isolate those who engage in or conspire to commit atrocities (62).” Naturally, in a move obviously meant to please his Zionist sires, Obama invoked ‘the holocaust’ to justify the creation of the shadowy interagency (63). It is ironic: ‘the holocaust’ is one of history’s greatest exaggerations/fabrications, filled to the brim with false testimonies and coverups and is now an ideological weapon routinely deployed by the Zionist Power Configuration against all who oppose Israel (64), and it is now being used as the basis for the creation of another ideological weapon.

Apart from the gut-wrenching hypocrisy of the United States government taking steps to prevent atrocities, when it has funded or is directly responsible for mass atrocities in Cambodia, Vietnam, Germany, Japan, Korea, Iraq, Afghanistan, Pakistan, Iran, Yemen, Libya, Lebanon, Palestine and Kashmir to name just a few, the creation of the Atrocities Prevention Board will now give America (acting at Israel’s behest) jurisdiction to unleash hell on any nation it so chooses with the use of a single pretext: “humanitarianism.” Just like the Wikileaks PSYOP was designed to usher in a new era of COINTELPRO to subvert the growing anti-war and solidarity movements (65), the Atrocities Prevention Board will serve as its twin sister, coopting human rights movements and steering them towards an agenda of Orwellian war (66).

Libya was the trial run for the Atrocities Prevention Board; the absurd, baseless official line remains that NATO prevented Muammar Qaddafi from committing a massacre in Benghazi, the second largest Libyan city. A similar plan is already in place for Syria, with the Zionist entity leading and Washington D.C., Ankara, NATO and Riyadh ready to provide support for the ‘humanitarian war’ under the logo of R2P, ‘Responsibility To Protect.’ This is why the usurping entity, the US and NATO have been stockpiling and integrating their weapons systems since 2005, when Israel and NATO signed the aforementioned bilateral agreement. Mossad is increasing its covert support to the Syrian Muslim Brotherhood and its offshoots and the Zionist media is increasing its hasbara against al-Assad to mask the Brotherhood’s atrocities. The groundwork for ‘R2P: Syria’ is deeply underway (67).

The Zionist Power Configuration
wants al-Shabab eliminated
so it can turn Somalia into a 
haven for multinationals and
neoliberalism.
It is no coincidence whatsoever that Obama’s Atrocities Prevention Board has been created at a time when Syria is being prepped for an Iraq-style annihilation and when the Zionist ‘War on Terror’ coalition is looking to deliver a crushing blow to the righteous Somali Resistance movement, al-Shabab. The Zionist media is overloading its viewers with images of Somalis suffering from famine and drought while not uttering a single word that the famine and drought only exist because an IMF-World Bank ‘reform’ operation decimated Somalia’s agriculture in the 1980s and American oil giants have been plundering the Horn of Africa nation since 1991, robbing it of its wealth (68). Nowhere in any of the Zionist media’s abysmal coverage on Somalia is the critical info that the CIA has penetrated the entire country, running secret torture centers, setting up proxy agents and collecting intelligence so Special Forces can conduct illegal drone attacks and airstrikes (69).

Drowned out in the Zionist media’s coverage of famine and drought in Somalia is that the Zionist-run US State Department is sending droves of private military contractors to fight the Resistance (70) and aid the puppet government forced upon the Somali people by a globalist axis and armed by the Obama administration (71). Not mentioned by the Zionist media at all is that al-Shabab didn’t even exist until the US-backed United Nations-African Union occupation of Somalia began in 2006. The occupation has been slaughtering Somali civilians in the thousands ever since. There is no “democratically-elected” government in Somalia, only a coalition of puppets handpicked by the American and French militaries (72). Al-Shabab is all that stands between Somalia and total Zionist-globalist colonization.

The Zionist-dominated Obama administration is denying aid to all areas in Somalia controlled by al-Shabab, which is the majority of the country. Aid has been restricted to a few square miles of territory controlled by the US-AU-UN-backed puppet regime, exacerbating the famine and the drought and effectively transforming them into weapons of war (73); weapons of war against Resistance to colonial domination. These deliberate acts of terrorism will generate an international outcry to ‘save the babies,’ and in response, another invasion of another Muslim-majority country will occur, but this time, it will be under the ‘almighty’ humanitarian brand of the Atrocities Prevention Board.

At the heart of the ‘humanitarian’ adventures planned for Syria and Somalia, as is the case with every war waged by Israel and its global garden of imperial puppets, is energy. For Somalia, there is Bab el-Mandab, a strategic waterway that links Yemen, Somalia and billions of dollars in oil traded on the neoliberal markets; the Zionist-occupied United States government is dying to take control of this waterway, snatching it from Russia and China, allies of the Islamic Republic of Iran (74). For Syria, there are the gargantuan natural gas fields of the Levantine coast line, sitting between two energy corridors that Syria rests upon; Iran has already offered Syria assistance in cultivating these fields and the Zionist Power Configuration wants to take control of the project at all costs (75).

The Merhav Group of Israel
is a Mossad asset that
specializes in hostile
takeovers of regions
rich with energy.
It would by no means be surprising if the Mossad-run Merhav Group of Israel was on standby for such hostile-takeover-type measures, as its energy interests in Asia were the driving force behind the savage war against Afghanistan. Controlling the pipelines, mines and gas fields that Afghan territory runs parallel to is central to the Israeli-American foreign policy of brutally undermining and hurting the Islamic Republic of Iran wherever undermining and hurting can be executed. The Merhav Group of Israel has carried out Israeli-American hegemonic directives in the South-Central Asia region with precision (76). Because Syria and Somalia also fall under the anti-Iran energy directives embedded in the unified US-Israel foreign agenda, it is not a possibility but a likelihood that Merhav is the beast lurking behind the curtains of the war machine.

Today, Syria and Somalia, two of the last remaining nations on the planet standing up against the neoconservative foreign policy and neoliberal economics of the globalist power matrix governed by Zionism, are both targeted under the insane premise of ‘humanitarianism.’ Tomorrow, the targets will be Lebanon, the Islamic Republic of Iran, Yemen, the Islamic Republic of Pakistan, North Korea, Venezuela and Cuba. Plans are already in place, as are agents of subversion and in some instances, preliminary, criminal action has already been taken.

If Bashar al-Assad falls, what will replace him? An anti-Resistance proxy of Saudi Arabia and the Zionist regime. If al-Shabab is conquered, what will follow in Somalia? Most likely a carbon copy of the Zionist-marionette regime in Ethiopia, which has been nothing more than an Israeli military proxy for decades. But if the Resistance of both nations can survive the onslaught that they are now experiencing, feeding off of the intense support of the people that they defend, it will send a message to the globe holders: no matter what kind of tactics you may employ, the will of the people will always leave the arrogant powers torn asunder when the sun rises and the darkness is exposed. If only ‘if,’ wasn’t the word.

~ The End ~                                    

Sources:
(1) Kiss Of ‘Democratic’ Death: Israel’s Plot To Take Down Syria I; Section – The Syrian Revolution: 100% Manufactured by Israel and Saudi Arabia by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(2) Kiss Of ‘Democratic’ Death: Israel’s Plot To Take Down Syria I; Section – History On The Fly I: The 1976-1982 ‘Uprising’ by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(3) Israel’s Favorite Dictator Of All Is Assad by Salman Masalha, Haaretz
(4) Mossad Carries Out Daring London Raid On Syrian Official by Duncan Gardham, The Telegraph
(5) Netanyahu Exclusive Interview With Al Arabiya: ‘Never Hamas!’ by Nadia Idriss Mayen, Al Arabiya News
(6) Al-Arabiyyah TV Fires A Courageous Professional Journalist by As’ad Abu Khalil, The Angry Arab News Service
(7) Israeli President Says Syrian Leader Assad Must Go by Daniel Estrin, The Associated Press
(8) Syria Unrest: Saudi Arabia Calls On ‘Killing Machine’ To Stop by Adrian Blomfield, The Telegraph
(9) Kuwait, Bahrain And Saudi Arabia Recall Ambassadors by Siobhan Silke, France 24
(10) ‘Saudis Seek Civil War In Syria’ by Press TV
(11) USCENTCOM Buys Software To Impersonate Social Networkers And Bloggers; Blogosphere Shows Tell-Tale Signs Amid War On Libya by Martin Iqbal, Empire Strikes Black
(12) Syrian Terrorist Details Hama Massacre by Press TV
(13) Kiss Of ‘Democratic’ Death: Israel’s Plot To Take Down Syria I; Section – The Syrian Revolution: 100% Manufactured by Israel and Saudi Arabia by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(14) US: Assad Has Lost Legitimacy To Rule by Al-Jazeera English
(15) Syria Protests: U.S. Preparing To Demand Departure Of President Bashar Assad, Say Sources  by Matthew Lee and Bradley Klapper, The Huffington Post
(16) Continuing Violence In Syria by Hillary Rodham Clinton, The U.S. Department Of State
(17) Syria Forces Besiege Town After Defections: Residents by Khaled Yacoub Oweis, Reuters
(18) Syrian Transitional Council by As’ad Abu Khalil, The Angry Arab News Service
(19) Syria: Zionist Mobilization Kicks Into High Gear; Section – Turkey’s Deadly Role In Syria Corroborated by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(20) Beirut-Based Al-Mayadeen Satellite Channel To Launch Next Year by Wassim Mroueh, The Daily Star
(21) Bin Jeddo: Syria Faces Misleading Media And Incitement Campaign To Undermine Its Stances by Syrian Arab News Agency
(22) Kiss Of ‘Democratic’ Death: Israel’s Plot To Take Down Syria I; Section – History On The Fly II: Oded Yinon, A Clean Break and Direct Israeli Aggression by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(23) Arlen Specter – The Elder Of Zion In The U.S. Senate by Christopher Bollyn
(24) In Scarred Syria City, A Vision Of A Life Free From Dictators by Anthony Shadid, The New York Times
(25) This Slaughter Will End Only When Words Of Condemnation Are Acted On: Dictator Of Damascus Will Continue His Bloody Reign Until He Is Stopped by Robert Fisk, The Independent
(26) Propaganda On Syria: Tuesday, August 09, 2011 by As’ad Abu Khalil, The Angry Arab News Service
(27) Syria’s Crackdown Hits Ally Hezbollah’s Image by Zeina Karam, The Associated Press
(28) A Good Day For War: Al-Jazeera Is Picked Up In NY by Martin Iqbal, Empire Strikes Black
(29) Aljazeera Standards by As’ad Abu Khalil, The Angry Arab News Service
(30) President Peace Prize Calls For Regime Change In Syria Due To Ridiculous Propaganda Campaign by Scott Creighton, American Everyman
(31) Al Jazeera No Longer Nips At Saudis by Robert F. Worth, The New York Times
(32) Syria: Zionist Mobilization Kicks Into High Gear; Section – Syrian Crimes Against Humanity: Fact Or Pretext For Invasion? by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(33) Libya – Lather, Rinse, Repeat – Syria: Liberal Imperialism And The Refusal To Learn by Professor Maximilian C. Forte, Monthly Review
(34) Lies And Media Manipulations Regarding The Protest Movement In Syria by Pierre Piccinin, Global Research
(35) Circuit: The Wizard Of Oz Honored by Michael Aushenker, Jewish Journal; Does Hollywood Give Jewish? by Brad A. Greenberg, Jewish Journal
(36) How CNN Helped Spread A Hoax About Syrian Babies Dying In Incubators by Ali Abunimah, The Electronic Intifada
(37) Kiss Of ‘Democratic’ Death: Israel’s Plot To Take Down Syria I; Section – History On The Fly I: The 1976-1982 ‘Uprising’ by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(38) Army Of Widows, Orphans Trail US War by Press TV
(39) “Symbol” Of The Syrian Revolution? by As’ad Abu Khalil, The Angry Arab News Service
(40) Syria In The Throes Of Religious War by Hassan Hanizadeh, Press TV
(41) USCENTCOM Buys Software To Impersonate Social Networkers And Bloggers; Blogosphere Shows Tell-Tale Signs Amid War On Libya by Martin Iqbal, Empire Strikes Black
(42) Suspension Order – Hamdi M. Rifai by Ikhras
(43) Ikhras Shoe Of The Month Award – July 2011 by Ikhras
(44) MPs Decry Israeli Apartheid Week by Hillary Lutes, The Charlatan; Canadians To Baird: “Israel’s Gaza Blockade Is Illegal. We Will Sail To Gaza” by Reuters
(45) Kiss Of ‘Democratic’ Death: Israel’s Plot To Take Down Syria II; Section – Media Manipulation: Zionism and Al-Jazeera Unite by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(46) Kiss Of ‘Democratic’ Death: Israel’s Plot To Take Down Syria II; Section – Turkey: The Beast of Two Faces Emerges by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(47) NATO Plans Campaign In Syria, Tightens Noose Around Iran – Rogozin by RIA Novosti
(48) The Destabilization Of Syria And The Broader Middle East War by Professor Michel Chossudovsky, Global Research                          
(49) Blueprint For NATO Attack On Syria Revealed by Andrew Rettman, Global Research
(50) Syria Hits Back At Turkish Rebuke As Pre-Visit Tension Escalates by Ceren Kumova, Today’s Zaman
(51) Iran Draws The Line With Turkey On Syria by Kaveh L. Afrasiabi, The Asia Times
(52) Arms Smuggling To Syria (From Lebanon) by As’ad Abu Khalil, The Angry Arab News Service
(53) Syrian “Rebels” Dumping Bodies In River by Scott Creighton, American Everyman
(54) Unfolding The Syrian Paradox by Alistair Cooke, The Asia Times
(55) Armed Criminal Groups Shot And Mutilated Army Officer And His Family by Syrian Arab News Agency
(56) Western Media Lie About Syria – Eyewitness Reports by Russia Today
(57) Israel’s Fission Field Warfare: Pakistan, Iraq and Egypt by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(58) Destabilizing Syria by Stephen Lendman, The San Francisco Bay Area Independent Media Center
(59) Support For Assad Government Shows Signs Of Weakening by Anthony Shadid And Steven Lee Meyers, The New York Times
(60) Clinton Urges World Cut Economic Ties With Syria by Haaretz
(61) Some Chicago Jews Say Obama Is Actually The ‘First Jewish President’ by Natasha Mozgovaya, Haaretz
(62) Statement By Ambassador Susan E. Rice, U.S. Permanent Representative To The United Nations, On Steps Directed By President Obama To Prevent Mass Atrocities by The United States Mission To The United Nations
(63) Obama Creates Atrocities Prevention Board by United Press International
(64) Holocaust, Hate Speech And Were The Germans So Stupid? by Anthony Lawson, My Cat Bird Seat
(65) Wikileaks Is Zionist Poison by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(66) Libya And Syria: Humanitarian War Is A “Monstrous Illusion” by James Peck, Institute For Public Accuracy
(67) A “Humanitarian War” On Syria? Military Escalation. Towards A Broader Middle East-Central Asian War? by Professor Michel Chossudovsky, Global Research  
(68) Media Disinformation And The Causes Of The Somali Famine by William Bowles, Global Research
(69) ‘US Runs Secret Facility In Somalia’ by Press TV
(70) U.S. Relies On Contractors In Somalia Conflict by Jeffrey Gettleman, Mark Mazzetti and Eric Schmitt, The New York Times
(71) U.S. Sends Weapons To Help Somali Government Repel Rebels Tied To Al-Qaeda by Stephanie McCrummen, The Washington Post
(72) UN/AU Continues Somali Slaughter by Thomas C. Mountain, Counter Currents
(73) US Prepares For Military Intervention In Somalia by Susan Garth, World Socialist Web Site
(74) Hollywood – Manufacturing Consent by Martin Iqbal, Empire Strikes Black
(75) Kiss Of ‘Democratic’ Death: Israel’s Plot To Take Down Syria II; Section – Conclusion: Long Live The Resistance by Jonathan Azaziah, Mask of Zion
(76) The War For Caspian Oil And Gas by Christopher Bollyn, Ascertain The Truth

REF: http://www.maskofzion.com/2011/08/syria-under-fire-zionist.html