ANKARA KALESİ - 235
Küreselleşme
döneminin en önemli siyasal sonuçlarından birisi olarak gündeme
gelen bölücülük hareketleri ,bütün dünya ülkelerinde ön plana
geçmekte ve , bugünün dünya haritasında yer alan tüm devletler
yıllar geçtikçe yoğun bir bölücülük tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır .
İnsanlık yirminci yüzyıla geçerken dünyada yirmi devlet varken , yirminci
yüzyılın sonlarında yirmi birinci yüzyıla geçerken iki yüz civarında devlet
ortaya çıkmıştır .Birinci ve ikinci dünya savaşları sonucunda imparatorluklar
ortadan kalkmış , sömürgeler tasfiye edilmiş daha sonrada sosyalist
sistem ortadan kaldırılarak yirminci yüzyıl içinde bu üç büyük
dönüşüm sayesinde devlet sayısı on misli artarak, iki yüz civarında yeni
siyasal yapılanmalar üzerinden büyük bir artış göstermiştir .
Bu gibi konularla ilgilenen bazı uzmanlar , küresel emperyalizm çağında
daha da ileri giderek insanlık için iki yüz devletin yeterli olmadığını ,gene geçen yüzyılda olduğu gibi devlet
sayısının en az on misli artırılması gerektiğini hiç çekinmeden ileri
sürmektedirler . Onlara göre , insanlık yirmi birinci yüzyılın sonlarında
artık iki bin devlete sahip olmalıdır .
Dünya üzerinde yeni kıtalar oluşmadığına göre , devlet
sayısının on misli artırılması geçen yüzyılda olduğu gibi var olan
devletlerin bölünmesi ile sağlanarak , dünya haritası çok parçalı bir siyasal
yapılanmaya doğru yönlendirilecektir . Uzaydan ya da başka gezegenlerden yeni
devletler dünyaya gelmeyeceğine göre , devlet sayısının ciddi bir bölücülük
faaliyeti sayesinde en az on misli artırılacağı anlaşılmaktadır .Önümüzdeki
dönemde bütün dünya ülkelerinde dışarıdan güdümlü zorlamalar ve karışıklıklar
sonucunda bir çok yeni devlet dünya haritası üzerindeki yerini alacaktır
.Zengin burjuvazinin şirketleri
kapitalist sistem sayesinde büyürken, buna karşı direnen ulus
devletler organize terör ve
savaş senaryoları ile bölünerek ve parçalanarak daha küçük eyalet devletçiklerine dönüştürüleceklerdir .
Fransız
devriminin getirdiği ulusculuk akımları imparatorlukları bölünce ve daha
sonra da eski sömürgelerde dışarıdan desteklenen yeni ulusculuk akımları
aracılığı ile yeni ulus devletler dünya kıtaları üzerinde yer almaya
başlayınca, var olan devlet sayısı kısa bir zaman dilimi içinde on misli
artarak yeryüzü haritası üzerinde fazlasıyla parçalı bir siyasal
yapılanma ortaya çıkmıştır . Bugün geçmişten gelen bu sürecin bir başka
benzeri ısrarlı bir biçimde ve dışarıdan desteklenerek ulus devletlere yönelik
bir doğrultuda sürdürülmek istenmektedir .Ulusculuk akımları
sayesinde öne çıkan ulus devletler imparatorlukların bölünmesine yol
açarken , bugün alt kimlikçi ve etnikçi bir mikro milliyetçilik aracılığı
ile var olan ulus devletler parçalanarak ,dünyanın her bölgesinde yeni eyalet
devletçikleri oluşturulmaya çalışılmaktadır . Yerelleşme ya da yerel yönetim
reformları görünümünde gündeme getirilen yeni bölücülük akımı sayesinde ,
bugünün dünya haritası üzerinde yer alan ulus devletlerin yarısından
fazlası ciddi bir bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır . Özellikle alt
kimliklerin kışkırtıldığı ve bunların mikromilliyetçi bir harekete
yönlendirilerek , daha küçük bir ulus devlet olmaya doğru
sürüklenmeleri ,küresel emperyalizmin kapitalist merkezleri tarafından açıkça
desteklenerek ,batının dışında kalan bütün doğu ve güney ülkeleri bölünmeye
doğru giden yolda zorlanmaktadırlar . Ulus devletlerin dışa
açılmaları teşvik edilerek ekonomik yoldan kapitalist sistemin etkisi artırılmakta
ve ekonomi üzerinden ulus devletlerin parçalanmasına giden yolda ,hem etnik
gruplar hem de yeni oluşturulan cemaatlar ,büyük parasal olanaklar ile
desteklenmektedir . Her ülkenin ekonomisi devletlerin elinden alınarak dışa
açılırken , serbest piyasa üzerinden dünyanın her ülkesine kaydırılan sermaye
gücü sayesinde , ulus devletlerin bölünerek ortadan kalkmalarını sağlayacak
bir eyaletleşme , etnik gruplar ile cemaat oluşumlarına
sağlanan büyük maddi olanaklar aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır
. Küresel emperyalizmin örgütleyicisi olan batı kapitalist sistemi , bütün
dünya kıtalarını kendi hegemonyası altında bir baskı düzenine bağlayabilme
doğrultusunda evrensel düzeyde bölücülüğü sistemli bir biçimde
desteklemektedir .
Mısır’ın Kıpti asıllı hrıstıyan eski
dışişleri bakanı ButrosGali ,soğuk savaş sonrasında Birleşmiş Milletler
Genel Sekreterliğine getirilince , küreselleşme olgusunu “Önce
mikromilliyetçilik ,sonra makro devletçilik “ olarak tanımlamıştı . Uluslar arası
alanın bu önde gelen temsilcisinin açıkça itiraf ettiği gibi , küreselleşme
aşamasında mikromilliyetçilik akımları batı kapitalist sistemi tarafından
desteklenerek ulus devletler sistemi dağıtılacak ve daha sonraki aşamada dünya
haritasında yer alan küçük eyalet devletleri , kıtalar düzeyinde ya da büyük
bölgesel oluşumların çatısı altında kurulacak makro devletlerin ortaya
çıkan yapılanmasının içinde bir araya getirilecekti . İki yüz ulus
devletin bölünmesi ile ortaya çıkacak iki bin eyalet devleti , beş kıta
üzerinde oluşturulacak on büyük federasyonun çatısı altında
birleştirilecek ve en sonunda on büyük federasyonun , bir dünya
konfederasyonu çatısı altında birleşmesiyle de , yüzyıllardır zenginlerin
hayal ettiği bir dünya devleti yapılanmasına geçilecekti . Zenginlerin
yönetiminde bir dünya devleti ancak ulus devletlerin parçalanmasıyla
kurulabileceği için , küresel kapitalizm çatısı altında bir araya gelen , her
ülkenin zenginleri , içinde yaşadıkları ülkelerinin kapitalist sistemin
çıkarları doğrultusunda parçalanarak eyalet devletlerine geçilebilmesi için,
açıktan bölücülük yaptıkları görülmektedir . Yeryüzünün bütün ticaret
merkezlerine dağılarak sermaye akışını kontrol altına alan bir dini ya da etnik
grubun, ulusal kimliklere karşı çıkan bir tutum içerisine girmesiyle ,
ulus devletlerin parçalanmasını sağlayan bölücülük akımları her ülkede öne
çıkarak bütün devlet düzenleri açısından ciddi bir tehdit süreci
başlatmıştır . Her ülkenin zengini kendi milleti ve devletinin desteği ile zenginleşerek
bir ekonomik güç haline gelmesine rağmen , zenginleşme aşamasından sonra dışa
açılarak ve yeni piyasa yapılanması sayesinde küresel sermaye düzeni ile
işbirliği doğrultusunda kendi ülkelerine sırtlarını dönerek ,
doğrudan ya da dolaylı yollardan bölücü akımlara destek vermektedir.
Tarih boyunca siyasal dönemeçler dönülürken ,
yeni ortaya çıkan devlet modelleri ile eski devlet yapılarının çatıştığı
görülmüştür . Bugün gelinen aşamada ise eski ile yeni devletler
arasında bir çekişme değil ama büyük şirketler ile devletler arasında
gelişmekte olan şiddetli bir rekabet ve çatışma süreci göze çarpmaktadır .
Dünyanın en büyük sermaye örgütlenmesi olan uluslar arası finans
kapitalin emirleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalan bütün sermaye
kuruluşları ve şirketler , dünya devletlerine ve yeryüzü halklarına karşı bir
hegemonya savaşı açarken , etnik gruplar ile dini cemaatları millet ve
devlet düzenlerine karşı bir işbirliği ortağı olarak kabül etmiştir . Her yerde
etkinlik gösteren şirketler azami kazanç peşinde koşarken , asgari masraf ile
daha çabuk zenginleşebilmenin arayışı içinde olmuştur . Siyaset
sahnesinin en büyük kuralı olan Makyavelizmi ekonomik alanda gerçekleştirme
çabası içerisinde bulunan tekelci şirketler ,hiçbir kural dinlemedikleri gibi ,
kendilerinden vergi almaya kalkan ya da sınırlarda gümrük almaya çalışan
devletlere karşı da kendi aralarında işbirliği yaparak sistemli bir savaş
halinde olmuşlardır . Dünyanın patronu olmak isteyen para babaları , sahip oldukları
zenginlik gücünü ana hedeflerini gerçekleştirme doğrultusunda kullanmakta ve bu
doğrultuda da zenginliklerine yeni zenginlikler katma girişimleri içerisinde
,kendileri için sınırlayıcı bir güç merkezi olarak var olan ulus
devlet düzenlerinin tasfiye edilmesi için çaba göstermektedirler .
Ekonomik alanın öne geçirilmesiyle birlikte zenginlik ciddi bir
siyasal güç haline gelmiştir . Büyük parasal birikimlere sahip olan
zenginler sınıfı , hem kendi konumlarını korumak ,hem de küresel emperyalizmin
dayatmaları doğrultusunda kapitalist merkezler ile işbirliği içerisinde
ortaklıklar geliştirebilmek doğrultusunda ,vatandaşı oldukları ülkelerin
ya da çatısı altında yaşadıkları devletlerin ulusal çıkarını görmezden
gelerek , bir grup azınlığı oluşturan zengin kesimlerin çıkarlarına öncelik
verilmesini savunabilmektedirler . Böylesine çıkarcı ve bencil tutumların kesin
ve katı yaklaşımlar çerçevesinde öne çıkarılması ,bölücülüğün giderek artmasına
ve güçlenerek ulus devletlerin ortadan kalkmasına yol açmaktadır . Bu
yüzden artık , dünyanın her ülkesinde yaşayan toplumların zengin
kesimleri yeni bölücüler olarak siyaset sahnesinde öne çıkmaktadırlar .
Zengin bölücülüğü, Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi Avrupa
Birliği ülkelerinde de zaman zaman gündeme gelmiş ve Avrupa kıtasının büyük
devletlerinin bölünmesine yol açabilecek yeni eyalet
devletçiklerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur .Yüzyıllarca dünya
kıtalarını sömürge imparatorlukları aracılığı ile yönetmiş olan Batı Avrupa’nın
üç büyük devleti olan İngiltere,Fransa ve İspanya ile birlikte gene benzeri bir
konumda olan Belçika günümüzde bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır
. Kuzey buz denizinde petrol bulunmasından sonra zenginleşen İskoçya
İngiltere’yi , zengin endüstri bölgeleri olan Katalanya ve Bask
yerel yönetimleri İspanya’yı , daha önceleri bağımsız bir devlet olan
Korsika adası ise, Fransa’yı bölerek bu devletlerin üniter yapılarını
ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar . Benzeri bir biçimde , Roma İmparatorluğunun
çöküşünden sonra bir şehir devleti olarak Akdeniz üzerinde hegemonya kuran
Venedik bölgesi İtalya’yı , Almanya’nın zengin Katoliklerinin toplandığı
Bavyera eyaleti ise Protestan Alman Birliğini parçalama
doğrultusunda açıktan bölücülük yapmaktadırlar . Vestfalya Antlaşması
sonrasında üç yüz yıllık bir oluşum süreci geçiren Avrupa’nın büyük ulus
devletleri , kendi eyaletleri konumundaki küçük devletçikler tarafından
bölünmek istenirken , küresel sermayenin bu küçük yeni devlet adaylarını
dışarıdan büyük destekler sağlayarak meşrulaştırmaya çalışan küreselci
güçler ,ülkelerin zengin sınıfları ile devlet ve millet yapılarına karşı ,
ekonomik ilişkiler ve piyasalar üzerinden etkili bir işbirliği ve ortaklık
dayanışmasını sürdürmektedirler . Bu yüzden , bazı ülkelerde dışarıdaki küresel
sermaye ile bütünleşen zengin kesimler kendi toplumlarının ya
dışında kalmakta ya da toplumlar tarafından dışlanmaktadırlar.
Uluslararası kapitalist düzenin çıkarları doğrultusunda ulus devletlerin
parçalanmasına göz yuman ya da dolaylı olarak destek veren süper zengin
kesimler , bir aşamadan sonra bölücülük yaparak kendi devletleri ve
toplumları ile karşı karşıya gelmektedirler .
Fransa,İtalya ve İspanya gibi büyük Avrupa devletleri ,merkeze bağlı
bulunan eyaletlerin ya da bölgelerin ülke birliğinden ayrılarak bölücülük
yapmalarını önlemeye çalışırken küresel emperyalizme karşı bir var
olma savaşını vermek zorunda kalmışlardır . Kapitalist sistemin dönemsel
krizleri ile istikrarsız yapılarının yol açtığı belirsizlikler ,zengin
kesimleri korkutmuş ve sermaye sahiplerini öncelikli olarak kendilerini
kurtarma düşüncesine doğru sürüklemiştir . Sermayenin ürkekliği zengin
sınıflara korkaklık olarak yansımış ve kendi çıkarları doğrultusunda
hareket eden zenginler, üyesi oldukları toplumların ya da ulusal
yapıların çıkarlarını görmezden gelerek kendileri açısından , çıkarcı bir
bencilliği genel olarak geçerli bir hareket tarzına dönüştürmüşlerdir .
Avrupa Birliği kendi bütünlüğünü koruma doğrultusunda , ayrılıkçı
eyaletlerin bulunduğu bölgelerde merkeze bağlı bölge devletlerinin kurulmasını
bir alternatif olarak düşünmüş ve anayasalara konan bölge devletleri ile ilgili
maddeler üzerinden, ayrılıkçı bölgelerin büyük ulus devletlerden
kopmalarını önleyerek ,Atlantik kökenli bir küresel saldırganlığa
karşı direnmeye çalışmıştır . Avrupa’nın zenginleri de tıpkı Amerika’nın
zengin kesimleri gibi kendi çıkarlarına öncelik verirken , diğer kesimlerin
ekonomik sorunlarına karşı ilgisiz kalmıştır . Zengin Katalanlar yoksul
Endülüslere ya da zengin Bavyeralılar yoksul Bremenlilere para kaptırmak
istemezken , zengin Venedikliler de İtalya’nın güneyinde yaşayan
yoksul Napolilileri beslemek istemediklerini açıkça dile
getirmektedirler . İngiltere’de zengin İskoçyalılar geri kalmış Gallileri
beslemek istemedikleri gibi ,Türkiye’nin İstanbul kentinde toplanan zengin
kesimlerinde ,kasıtlı olarak yoksul bırakılan doğu Anadolu’nun veya
Güneydoğu bölgesinin yoksul kalan kitlelerini beslemek istemedikleri için ,
sürekli olarak kendi kurdukları derneklerinin çizdiği bölücü rota da ,
eyalet devletçiklerinden oluşacak bir federasyon arayışı sürdürülmektedirler .
Büyük sermaye yapılarının bulundukları ülkelerde eyalet devletlerinin
belirli bölgelerde oluşumunun gündeme gelmesiyle birlikte ,zengin kesimlerin
bölücülük yaptıkları açıkça görülmektedir . Zengin bölge ya da ülke
ayrılıkçılığının , bağımsızlık istekleri ile gündeme getirilmesinde zengin
kesimlerin ulus devletlere karşı bölücü hareketleri dolaylı ve açık
yollardan destekledikleri görülmektedir .
Zenginler ödedikleri vergiler ile, yoksulların beslenmesini , ya da geri
kalmış bölgelerin desteklenmesini istememekte , aksine devletin zengin
kesimlerin çıkarları doğrultusunda isteklerini öncelikle
gerçekleştirmesini talep etmektedirler . Avrupa Birliği’ne giden yolda
büyük ve zengin Avrupa ülkelerinin küçük ve yoksul diğer Avrupa ülkelerine
destek olmaları beklenirken , bu durumun tamamen tersi gelişmeler olduğu
görülmüştür .Irak savaşında beş trilyon dolar masrafa giren ABD , içine
sürüklendiği ekonomik krizi kendi denetimi altındaki uluslar arası ekonomik
kuruluşlar aracılığı ile Avrupa kıtasına doğru yönlendirince , Avrupa kıtasının
Akdeniz’e kıyısı olan bütün güney ülkeleri ekonomik olarak çökmüş ama
hiçbir büyük Avrupa ülkesi bu ekonomisi çöken güney ülkelerine yardım
etmemiştir . Yunanistan, Portekiz,İrlanda ,İspanya ve İtalya ekonomik olarak
iflas ederken ,büyük ve zengin Avrupa devletleri bu harcanan ülkelere sahip
çıkmamışlardır . Bir anlamda altta kalanın canı çıksın anlayışı ile hareket
eden zengin kesimler ve büyük devletler ,yoksul halklar ile çöken devletlere
gereken yardımları yapmayarak çöküşe ortak olmuşlardır . Zenginden alınan
vergilerin yoksullara yardım olarak gitmesini sağlayan ulus devletlerin
sosyal devlet uygulamalarını ortadan kaldıran küresel sermaye ve
işbirlikçisi zengin sınıflar , bütün dinlerin ortak bir çizgide savunduğu
yoksullara ve zayıflara sahip çıkarak destek olma işinden her geçen gün
uzaklaşarak, daha haksız ve adaletsiz yeni bir dünya düzensizliğinin ortaya
çıkmasına yol açmışlardır . Ulus devletlerdeki milliyetçi partiler ve
örgütler zenginlerin eline geçince , sosyal devlet gibi yoksulları koruyan ulus
devlet uygulamaları da kendiliğinden devre dışı kalmıştır . Zengin yoksul
ayırımının dışarıdan destekli politikalar ile giderek tırmanmasıyla
birlikte , ulusal toplum yapılarında dağılma ve parçalanma eğilimleri öne
çıkmış ve böylece küresel emperyalizmin istediği gibi ulusal toplum ve devlet
yapılarının ortadan kaldırılması daha da kolaylaşmıştır .
İnsanlığın genel gidişi doğrultusunda daha fazla demokrasinin temel hak ve
özgürlüklerin korunması doğrultusunda gündeme gelmesi beklenirken , siyasal
gelişmeler daha fazla demokrasi yerine daha çok para ilkesini öne
çıkararak , bütün toplumları ekonomik çıkar beklentisine mahkum etmiştir
. Gereğinden fazla büyük bir İtalyan devletini maddi olanakları ile beslemek
istemeyen Venedikli tüccarlar ve zenginler ,güney bölgesinden koparak daha
küçük bir Kuzey İtalya devleti çatısı altında yaşamak istemektedirler . Po
ovası çevresinde uzanacak bir Padanya devleti sayesinde daha
zengin ve kaliteli bir yaşam düzenine kavuşacağını hayal eden Venedik kentinin
temsilcilerinin ,artık Napoli bölgesi ile aynı çatı altında olmak istemediği
kesin olarak ortaya çıkmaktadır . Belçika devletinin çatısı altında Valonlar
ile yüzyıllardır birlikte yaşayan Flamanların artık kendi bağımsız eyalet
devletçiklerini kurmak istediği göze çarpmaktadır . Çalışkan Flamanlar
zengin olurken ,tembelValonlar Flamanların ödedikleri vergiler sayesinde
yaşama olanaklarına sahip olabiliyordu . Zengin Venedik
yoksul Napoli’nin masraflarını karşılamak istemediği bir aşamada, İtalya’daki
ulus devlet yapılanması ortadan kalkmak durumuna getirilmiştir . Venedik
bölgesine benzer bir biçimde İtalya’ya resmen bağlı bulunan Güney Tirol
bölgesi de ,zaman zaman ayrılmak isteğini dile getirerek , dolaylı anlamda bir
bölücülük girişimini daha öne çıkarmaktadır. Bavyera eyaleti , Katolik inancı
doğrultusunda bütünüyle Protestan bir yapılanma olan Almanya Birliğinden
ayrılma eğilimi gösterirken aynı zamanda zenginliğini diğer eyaletler ile
paylaşmaktan kaçınmaktadır . Daha fazla demokrasi isteği gibi kutsal bir talep
doğrultusunda ,bütün etnik ve dinsel gruplar sahip oldukları hak ve
özgürlükleri en üst düzeyde kullanabilecek bir duruma geldiği zaman,
siyasal açıdan daha ileri bir ülke konumuna gelecek iken , etnik çizgide alt
kimlikçiliğin hortlatılarak zengin azınlıklara özel olarak
çeşitli olanakların tanınması ,genel olarak eşitlik düzenini ortadan kaldırdığı
gibi ,ülkelerin bölünmesine giden yolda hızlı bir ilerleme
sağlayabilmektedir . Sahip oldukları para gücünü kullanarak siyaseti kontrol
etme ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme şanslarını elde etmiş bulunan
süper zenginler , bir anlamda demokrasi ve insan hakları
görünümü altında cumhuriyet yıkıcılığı yapmaktadırlar . Halk kitlelerinin
ekonomik haklarının göz ardı edilmesi ile ayrılık yaratan
kültürel hakların öncelikli bir kategori olarak öne çıkarılması
,toplumsal çatışmalar yaratarak , ulus devletlerin dağılmasına giden yolda
nefret suçları ile bölünme
yolunu kendiliğinden
açmaktadır . Bölücülüğü kışkırtan Kopenhag
kriterlerine öncelik tanınırken , ekonomik haklarla ilgili Maastricht kriterlerinin görmezden gelinmesi,
tam anlamıyla bir çifte standart olarak küresel sermayenin uzaktan
kumandalı emperyalmanüplasyon planlarını gözler önüne sermektedir .
Zengin sınıfların ekonomik düzeni ele geçirdikten sonra , sahip oldukları
parasal güç ile siyaseti yönlendirmeye başlaması , dünya
ülkelerinde önemli değişikliklere neden olmuştur. Mülkiyet merkezli ekonomiye
olan tutkunluk , insanlığı tüketirken , kapitalizmin hızla gelişmesine
yardımcı olmuştur . İnsanlık toplum yerine ekonomi üzerinden
değerlendirilirken , para ve maddiyatçılık ana kriter olarak ele
alınarak ,insanlığın kapitalin işgali altına girmesine yol açılmıştır . Bütün
dünyayı beş yüz yıllık bir büyük zaman dilimi içinde sömüren batı
kapitalizmi , para gücü üzerinden insanlık için tam bir teslimiyet
düzenini zorla ve baskı ile dünya halklarına kabül ettirmeye çaba sarf
etmektedir . Tüm dünya ülkelerinin yoksul kesimlerinin çalışan
proleterlerinin birleşmesi hedefi , kapitalistlerin birleşerek
oluşturduğu uluslar arası kölelik düzenine son verilmek istenmesini
amaçlamaktadır . Zenginler paralarını ve büyük sermayelerini yoksul halk
kitleleri ile bölüşmek istemedikleri için , halkın genel olarak çıkarlarını ele
alacak ve bu doğrultuda bir kamu yönetimi gerçekleştirecek çizgide
hiçbir adım atmamaktadırlar . Parayı ve iktidarı paylaşmayan zenginler , kendi
çıkarlarının tehlikeye doğru sürüklendiğini gördükçe ,demokrasi dışı
yollara da başvurabilmektedirler . Para babalarının çıkarları doğrultusunda ,
devlet ve kamu düzenlerini ayakta tutarak , devletlerin çöküşünün
önlenmesi gerekirken , tamamen tersi bir çizgide ulus devletlerin parçalanması
, zenginlerin bölücülüğü doğrultusunda gündeme getirilmektedir . Ekonomik
sömürüye her türlü riske rağmen, kararlı bir biçimde devam
eden süper zengin kesimler , ellerindeki ekonomik birikimi içinden
çıktıkları ulusal yapı ya da halk kitleleriyle paylaşmayarak
,oluşturdukları uluslar arası dayanışma düzeni içinde toplumların
bölünmesine giden yolda ,dışa dönük bir çizgide bencil ve çıkarcı tutum
ve davranışlarını küreselleşme görünümü altında, kararlı bir biçimde
sürdürdükleri görülebilmektedir .
Ekonomik güç ile her şeyi satın almaya kalkışan zenginler , medya ve basın
organlarını kendi bültenlerine dönüştürdükleri gibi , siyasal partileri de
finanse ederek kendi çıkarlarının temsilcisi konumuna düşürebilmektedirler .
Kurdukları büyük şirketleri ile zenginleşme fırsatını yakalayan
zengin kesimler , aynı şirketçi zihniyeti siyaset alanına taşıyarak
şirket-parti modellerini de çeşitli ülkelerde gerçekleştirebilmektedirler
.Para gücü ile kendi çıkarları için siyasal partiler kurdurabilen zengin kesimler
,siyasetin finansmanı üzerinden satın aldıkları kişilerin siyaset sahnesinde ön
plana çıkmalarını sağlayabilmektedirler . Bu gibi taşeronları ya da kendi
adamlarını parasal destekler ile siyaset sahnesinde öne çıkarabilen aşırı
zengin kesimler , şirket yönetir gibi partileri de uzaktan kumandalı bir
biçimde yönetebilmekte ve bu yüzden de , siyasal alanda büyük
çarpıtmalara neden olabilmektedirler . Ekonomi ile siyasetin
karıştığı bir ortamda , iş adamları kendileri açısından güvenilir
buldukları bazı temsilcilerini siyaset alanına taşıyarak , bunlar üzerinden
devleti kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedirler .
Milleti ve dini olmayan küresel sermaye sahipleri ,hep kendilerine
çalışan bir siyasal sistem ile ekonomi üzerinden insanlığın tepesinde büyük bir
baskı düzeni kurabilmişlerdir . Kendi ülkelerinden çıkarak uluslar arası
alanlara açılan şirketler büyürken , siyasal açıdan da güçlenebilmekte ve
küresel siyasetin belirlenmesinde etkili bir konuma gelmektedirler . Kendi
ülkelerinin bölünmesine giden yolda küresel emperyalizm merkezlerinden gelen
destekler ile etkin olan zengin kesimler , dışarıya açıldıkları zaman daha
küresel politikalara yönelebilmekte ve bu çizgide bazı plan ve programlara
angaje olabilmektedirler . Sermayenin önündeki bütün sınırlar
kaldırılırken ve serbest olarak sermayenin dünyanın her yerinde
dolaşımının sağlanması doğrultusunda güvenceli bir sistem oluşturulurken ,
bütün ulusal sistemlerin , evrensel bir sermaye diktatörlüğüne teslim olmasının
önü açılmaktadır . Kendi ülkesinde bölücülük yapan zenginler ve onların
şirketleri uluslar arası alana çıktıkları zaman , dünyanın diğer ülkelerindeki
zenginler ve onların şirketleri ile bir araya gelerek küresel bir ortaklığın
,insanlığın tepesinde bir baskı düzenine dönüşmesinin aracılığını
yapabilmektedirler . Zenginlerin bölücülüğü bu durumda sadece kendi ülkeleri
için geçerli olmakta ama dışa açılan şirketler bir evrensel diktatörlük
dayanışmasının öncüsü olmaktadırlar . Liberal görünümlü yeni finans kapital
faşizmi , geliştirmekte olduğu evrensel baskı düzenine kılıf
olarak neoliberalizmi kullanmaktadır .Liberalizm adına ulus
devletler yıkılmakta ama küresel sermayenin dünya faşizmine giden baskı
düzeni tekelci şirketler aracılığı ile son hızla
oluşturulmaktadır . Önümüzdeki dönemde ülkeler üzerinden tek tek faşist
düzenler düşünülmemekte ama , piyasalar üzerinden evrensel bir faşist
düzen süper zenginlerin küresel imparatorluğu doğrultusunda bütün
dünya ülkelerinin üzerine gidilerek dayatılmaktadır .
Yirmi birinci yüzyılda dünya yolunda ilerlerken , insanlık batı
kaynaklı ve insan hakları görünümlü bir yeni sömürü
düzenine sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıyadır . Süper zenginler kontrolu
altında tuttukları finans kapital düzeni sayesinde , dışarıdan güdümlü
ekonomik programlar aracılığı tüm insanlığı yeniden kapitalin işgali altına
sürüklemektedirler . Çeyrek yüzyıllık bir dönemin geride bırakılmasından
sonra ,küresel imparatorluk peşinde koşan süper kapitalizmin insanlığın pek de
hayrına olmadığı ortaya çıkmaktadır . Batı ekonomileri ile piyasa ilişkileri
üzerinden bağlantı içine girmiş olan ulus devletler de halk kitleleri
giderek yoksullaşırken , dolar milyarderlerinin sayıları hızla artmaktadır .
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra beşte bir toplumu yaratmak üzere yola
çıkan küreselleşme akımı kısa bir zaman dilimi içinde yeni bir
emperyalizme dönüşünce, ortaya yüzde bir toplumu gibi son derece
dengesiz bir durum çıkmıştır . İnsanlığın beşte birinin zengin , beşte dördünün
orta düzeyde olacağı bir küreselleşme akımı dile getirilmiş ama kısa bir süre
sonra , bütün dünya ülkelerinde sayıları hızla artan dolar milyarderleri
üzerinden yüzde bir aşırı zengin yüzde doksan dokuzu yoksulluk sınırında
sürünen halk kitleleri düzeyinde haksız ve adaletsiz yeni bir sömürge
düzeni ortaya çıkartılmıştır . Bir avuç süper zengin dünya ekonomisini
kontrol altına alırken , süper zenginler bir an önce kendi evrensel
imparatorluklarını oluşturabilmek üzere , ulus devletleri baskı altına
almakta ve yoksul kitlelerin küresel sermayenin denetimi altındaki medya ve
basın organları ile de etnik ve dinsel kışkırtıcılık yaparak , dünya ülkeleri
ve halkları iç çatışmalara ve
hesaplaşmalara doğru sürüklenmektedir . Çeyrek asır boyunca bu
doğrultuda oynanan oyunların sonuna gelinmiştir . Küresel sermayenin merkezi
konumunda olan New York’ta başlatılan %I e karşı %99 tepki
hareketi ,kısa bir zaman dilimi içinde bütün dünya ülkelerine yayılarak
zenginlerin aşırı büyümesine karşı
küresel tepkinin örgütlenmesinde başlangıç noktası olmuştur . Dünya
halkları kapitalizmin kalesine karşı isyan ederken , geleceğin süper gücü
olmaya çalışan Çin’e karşı da , Hong-Kong adasındaki yoksullar da benzeri
bir tepki hareketini örgütleyerek %1 e karşı %99 un haklı direnişini
gündeme getirmişlerdir . Asya ve Afrika ile Latin Amerika’nın bütün geri kalmış
ülkelerinde yavaş yavaş uyanmaya başlayan yoksul halk kitleleri ,
küresel emperyalizmin dayattığı süper emperyalizmin faşizmine karşı
tepki göstermeye başlamışlardır . Şirketler ile devletler arasında başlayan
çekişme ,daha sonraki aşamada milletler ile ümmetler arasındaki ayrışmaya
dönüşmüş ve günümüzde yeni bir siyasal gündemin ortaya çıkmasına neden olmuştur
. Şirketler büyürken devletler küçülmüş, yeni cemaatlar ortaya sürülürken
milletler ortadan kaldırılarak ümmetler dönemine geri dönüş
körüklenmiştir .
Dünya Ticaret Örgütü üzerinden küresel egemenlik kurmak isteyen batı
kapitalizmine karşı Çin ve Rusya’nın öncülüğünde bir karşı hareket
örgütlenmiş , Brezilya ve Hindistan gibi dev ülkelerin katılımı ile
küresel sermayenin batı kapitalizmi üzerinden bütün dünyaya yaymak
istediği egemenlik düzenine karşı , BRİC ülkeleri dayanışması yeni
bir alternatif olarak öne çıkmıştır . Dolar milyarderleri aracılığı ile
süper zenginlerin azınlık egemenliğini dayatan küresel
sermaye, Dünya Ticaret Örgütünü kullanırken , var olan devletler de
Birleşmiş Milletler çatısı altında bu gidişe karşı duvar
oluşturmak üzere, dört büyük devletin öncülüğünde BRİC örgütlenmesi
yeni bir alternatif arayış olarak ortaya çıkmıştır . Küreselleşme döneminde son
derece haksız,adaletsiz ve eşitsiz bir duruma sürüklenen insanlığın kitlesel
tepki gösterme noktasına geldiği aşamada , küresel sermayenin yeni terör
örgütleri kurdurarak yaygın terör uygulamaları üzerinden insanlığı yeni
bir cihan savaşına sürükleyerek , tüm insanlığın küresel sermayenin dünya
imparatorluğuna karşı çıkmasını önlemeye çalıştığı görülmektedir .
Uluslararası tekellerin ve silah şirketlerinin yönlendirmesi altında
etkinlik gösteren terör örgütlerinin bütün dünya ülkelerinde etnik
çatışmalar yarattığı ve giderek büyük bir din kavgasını körüklediği yeni
aşamada , küresel bir kaosa sürüklenmemek için ,hala ayakta olan ve
yıkılmayan ulus devletlerin bir şeyler yapmasına ihtiyaç vardır .Küresel
sermayenin Dünya Ticaret Örgütünü ve Dünya Bankasını ve Uluslar arası
Para Fonunu kullanarak evrensel diktatörlük kurması girişimlerine
karşı çıkması gereken ulus devletlerin , yeniden yapılandırılacak Birleşmiş
Milletler çatısı altında güçlü bir dayanışma içerisine girerek
,süper emperyalizme karşı bir uluslar arası dayanışma düzeni
oluşturmaları evrensel barış açısından zorunlu görünmektedir . Birleşmiş
Milletler çatısı altında yeni uluslar arası örgütlenmelere gidilmesi , tekelci
şirketlerin önünün kesilmesi açısından zorunlu görünmektedir . Batı
kapitalizminin yönetimi altındaki Dünya Bankasına karşı , Birleşmiş
Milletlere bağlı bir İnsanlık Bankası kurularak ,daha adil bir ekonomik
düzene geçilebilir . Batı kapitalizminin bekçisi konumundaki Nato , Birleşmiş
Milletlere bağlanarak, bir Dünya Ordusuna dönüştürülebilir ve böylece
batı blokunun dışındaki büyük güçlerin süper ordular kurarak üçüncü dünya
savaşını tırmandırmaları önlenebilir . Dünya Ordusu ,Birleşmiş Milletler genel
kuruluna katılan bütün devletlerin ortak kararı ile hareket edeceği için
,batılı kapitalistlerin sömürü düzenleri için savaş çıkartmalarına izin
verilmeyecek ve bu örgütün sermayenin bekçisi olması önlenerek , dünya
barışının kurulmasında evrensel bir güvenlik şemsiyesi olarak çalışması
sağlanacaktır .
Her ülkede görülen alt kimlikçilik ve bu doğrultuda geliştirilen etnik ve
dinsel kökenli sosyal çatışmalara , Atatürk Cumhuriyeti de sahne yapılmaya
çalışılmaktadır . Dünyanın merkezi coğrafyasındaki merkez ülke olan
Türkiye Cumhuriyetinin ,Vatikan merkezli Hrıstıyan Avrupa emperyalizmi ile
İsrail merkezli Siyonist emperyalizm arasında tarihte olduğu gibi
yeni bir çekişme alanına dönüştüğü görülmektedir .Avrupalı emperyalistler
Avrupa kıtasından bölgeye müdahale ederlerken , İsrail’in arkasındaki
küresel emperyalistler de Atlantik ötesinden, Amerikan devletinin gücünü
ve ordusunu kullanarak müdahale etmeye çalıştığını artık herkes görmektedir .
Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarından gelen bin yıllık devlet geleneğinin bu
topraklardaki temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti ,dünyanın yeniden
yapılanması sırasında hem ulusal kurtuluş savaşından gelen
kazanımlarını korumak hem de yeni bir dünya düzeni kurulurken , Türk
devlet geleneğinin birikiminden yararlanarak kendi ulusal alternatifini
ortaya koymak zorundadır . Aksi takdirde gayrimüslim çevrelerin temsil ettiği
Büyük Orta Doğu, Büyük Avrupa ,Yeni Bizans ve de Büyük İsrail
projelerinin ya taşeronu ya da uygulama alanı olmak gibi ,büyük bir
değişim zorlaması ile Türk devleti karşı karşıya kalmaktadır . Selçuklu ve
Osmanlı tarihinde sürekli olarak Türkler ve Müslüman halk kitleleri dünya
ticaret yollarını güvence altına almak doğrultusunda savaştıkları için ,Türkler
iki büyük imparatorluk kaybetmişlerdir .Bugün onların mirasçısı olan
Türkiye Cumhuriyeti de benzeri bir akibete doğru sürüklenmeye çalışılmaktadır .
Bizans döneminden kalma bir doğrultuda merkezi coğrafyadaki ticaret
gayrimüslimlerde olduğu için , Türkiye’nin ve merkezi bölgenin süper zenginleri
de , yeni Bizans ya da Büyük İsrail hedefleri doğrultusunda bu
alanda küresel sermayenin kontrolu altında bir merkezi federasyon
oluşturma çabası içerisindedirler . Son yıllarda Anadolu’dan kaynaklanan İslami
tepki yüzünden sahil kesimlere sığınan lövantenkesimler ,
Türkiye Cumhuriyetinin eyaletlere bölünmesi doğrultusunda açıktan
bölücülük yaparak , ülkenin değişik kökenden gelen halk kitlelerini etnik
çatışmalara ya da iç savaş senaryolarına doğru zorlamaktadırlar . Dünyanın
diğer ülkelerinde olduğu gibi , Türkiye’nin süper zenginleri de, küresel
sermayenin yönlendirmesi doğrultusunda içinde yaşadıkları ulus devletin
bölünmesinden yana bir tavır almaktadırlar.Var olan devlet düzenlerinin
getirdiği yasal düzenlemelerden kurtulmak isteyen süper zenginler ve tekelci
şirketler , kendi denetimleri altındaki medya organları ile sürekli bir biçimde
alt kimlik kışkırtıcılığı yaparak ulus devletlerin bölünmesinde önemli rol
oynamaktadırlar . Zenginlik gayrimüslimlövantenlerinelinde toplandıkça ,
zenginlerin Yeni Bizans ya da lövantenlerin yeni Levant
arayışları ile , Musevilerin Roma İmparatorluğuna karşı Akdeniz
de kurulacak bir Kudüs İmparatorluğunu , Büyük İsrail biçiminde ortaya
çıkarma doğrultusunda bölücülük girişimleri giderek daha da
öne çıkmaktadır .
Küresel sermaye Amerikan devletini ve ordusunu kullanarak yeni bir sömürge
imparatorluğu peşinde koşarken , geçmişten gelen dünya düzenini alt üst
etmiştir . Sermayenin imparatorluğu için yoksul halk kitlelerinin birbirini
boğazlamasına giden yollar, hem kışkırtılmış hem de çeşitli siyasal senaryolar
halinde , farklı ülkelerde ve bölgelerde sahneye konulmuştur .
Soğuk savaş dönemi sonrasında insanlığın gelmiş olduğu nokta, eskisine oranla
daha dengesiz ve eşitliksizlikçi olduğu için ,sermayenin imparatorluğu
yerine bütün halkların kardeşçe kaynaştığı barışçı bir yeni dünya
düzenine olan gereksinme her geçen gün daha da artmaktadır . Gelinen yeni
aşamada zengin düşmanlığı yapılmadan , süper zenginlerin küresel sermaye
imparatorluğu doğrultusunda kendi ülkelerinde bölücülük yapmalarının önlenmesi
gerekmektedir . Küresel sermaye kendi denetimindeki medya ile
etnik,dinsel ve kültürel farklılıkları bölücülük çizgisinde
kullanarak, ulus devletleri bugüne kadar ortadan kaldıramamıştır .Çeyrek
asırdır devam eden şirketler ile devletler arasındaki savaşı devletler
kazanmıştır . Bu yüzden, küresel sermaye bir üçüncü dünya savaşı arayışını
tırmandırmaktadır . Ulus devletler bulundukları bölgelerde, komşuları ile
bölgesel güvenlik örgütlenmelerine giderek bölgesel barışı öncelikle sağlamak
durumundadır. İkinci aşamada ise Birleşmiş Milletler çatısı altında dünya
devletlerinin küresel dayanışması sağlanarak , kalıcı bir dünya
barışı uluslar arası güvenceye kavuşturulmalıdır . Ham madde kaynakları ile
dünya pazarlarını bütünüyle ele geçirmek isteyen küresel sermayenin yerli
ortakları konumundaki süper zenginlerin bölücülüğü ,
ülkelerdeki milli sermaye kesimlerinin bir araya gelmesiyle önlenebilmelidir .
Süper zenginler bölücülük yaparken , milli sermaye sahiplerinin ve bunlara
bağlı kesimlerin de, yeni bir ulusalcılık rüzgarı estirerek var olan ulus
devlet yapılanmalarını koruyacak girişimlere ihtiyaç her geçen gün artmaktadır
. Ulus devletlerin çökertilmesiyle hedeflenen kaos ortamının
önlenebilmesi ve her devletin kendi ülkesindeki kamu düzenlerinin
korunması için, hem devletlerin milli programlar ile toparlanması ,hem de
ulus devletlerin kendi bölgelerindeki komşularıyla ortak bir dayanışma ve
güvenlik örgütlenmesine gitmesi gerekmektedir .Silah şirketlerinin terör
örgütleri üzerinden üçüncü dünya savaşını gündeme getirmesi acilen önlenmelidir
.Önümüzdeki dönemde zenginlerin bölücülüğünü ,ulus devletlerin
örgütleyeceği yoksul halk kitlelerinin kardeşlik dayanışması
sayesinde önlemek mümkün olacaktır .
İnsanlık
tarihi incelendiği zaman parayı elinde
tutan ticaret burjuvazisinin sahip
olduğu sermaye gücünü kullanarak her
dönemde kendi çıkarları doğrultusunda
dünyayı yönlendirmeye çalıştığı görülmüştür .Para gücü ile her şeyi
satın alarak kullanan sermaye
sahipleri ekonomi üzerinden siyaseti
yönlendirmeye ve bu doğrultuda da kendi patronajları altındaki basın ve yayın
organlarını satın alarak kullandıkları görülmektedir . Medya üzerinden halk
kitlelerini uyutan senaryolar kamuoyuna taşınırken siyasetin finansmanı gene zengin toplum kesimleri aracılığı ile
yürütülmekte ve böylece siyasal adımlar atılırken sürekli olarak sermaye
sahiplerinin çıkarları gözetilmektedir .Olaylar ve gelişmelere yön verilirken ,
zenginlerin istek ve çıkarları siyasetin finansmanı üzerinden
öncelik kazanmakta ve her atılan adımda
zenginler ne istiyorsa bunlara öncelik verilmektedir . Batı merkezli
kapitalist sistemin tarihi incelendiği
zaman , şirket patronlarının aynı zamanda siyasetin efendisi konumunda hareket
ettikleri görülebilmektedir . Kapitalist sistemin haksızlıkları nedeniyle insanlığın yüzde birinin elinde birikmiş olan
zenginlik giderek aşırılaştıkça ,
kapitalistlerin özel çıkarları
doğrultusunda siyaset yönlendirilmiş ve bu yüzden halk kitlelerinin büyük mağduriyetlere sürüklenmesinin önüne
geçilememiştir .Bir tarafta yüzde birilik aşırı zengin sınıfı ile karşı karşıya
kalan yüzde doksan dokuzluk halk kitlelerinin aynı dünya düzeni içinde
beraberce yaşamaları şansı giderek ortadan kalkarken , insanlık adına birşeyler yapılması zorunlu
hale gelmektedir . Küresel zenginlerin oluşturduğu evrensel haksızlık düzenine artık bir son verilmesi
gerekmekte ve bu doğrultuda acilen bazı girişimlerin başlatılması dünya barışı
açısından zorunlu görülmektedir .
Silah
şirketlerinin çıkarları ya da tekelci büyük kuruluşların daha fazla kazanmaları doğrultusunda terör ve
savaş senaryolarının dünya ülkelerinde yaygınlaştırılması, giderek içinden çıkılmaz
bir çıkmaza doğru insanlığı sürüklemektedir . Dünya devletlerinin ve
halklarının bir araya geldiği Birleşmiş Milletler gibi bir evrensel örgüt
gücünü kaybederken karşısına , büyük şirketlerin çatısı altında
toplandığı bir Dünya Ticaret Örgütü ile dengeli bir çözüm şimdiye kadar sağlanamamıştır .Bu nedenle
önümüzdeki dönemde Birleşmiş Milletler
çatısı altında evrensel bir ekonomi
barışının elde edilmesi gerekmektedir . Böyle bir sonuç bu örgütün çatısı altında elde edilemezse , o
zaman dünya halklarının temsilcilerinin
bir araya gelmesi ile yeni bir evrensel örgütlenmeye gidilerek , küresel
tekelci şirketlere karşı yeni bir
uluslararası dayanışma planı bir an önce
devreye sokulabilmelidir . Dünya Halkları Konseyi gibi yeni bir dayanışma örgütlenmesiyle , küresel sermayenin terör ve savaş
senaryolarına karşı alternatif bir yapılanmaya acilen gidilmesi
gerekmektedir . Geçmişten gelen dinler savaşı doğrultusunda Orta Doğu
bölgesinde tırmandırılan savaş senaryoları doğrultusunda bölge devletleri terör
yolu ile dağıtılmaya çalışılırken , bütün dünya halkları bir araya gelerek Dünya Halkları Konseyini barış amacıyla
kurabilmelidirler .
BM çatısı altında yeni bir örgütlenmeye gidilemez, BM bağlı Dünya Bankası yerine bir İnsanlık Bankası kurulamaz, Nato BM'e bağlı bir Dünya Ordusuna dönüştürülemez. Bunların neden olamayacağını merak edenler, Uluslararası Kuruluşlar kitabımı (Beta Yayınları) okumalarını öneririm. S. Rıdvan Karluk
YanıtlaSil