30 Aralık 2022 Cuma

Müslüman Şahsiyetli olmalı!

 Müslüman Şahsiyetli Olmalı !..

Zübeyt Bozkurt

(Araştırmacı-Yazar)

Bugün yaşadığımız siyasi, ekonomik, ahlaki ve ailevi birçok bunalımımızın, buhranımızın, krizimizin ana nedeni Rabbimizin, “Onlar kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini bilen kimselerdir” (Bakara, 2/46)

Ayetinde belirttiği o kavuşma ve hesap verme gününü unutmamızdır. Dünya için ahireti gözden çıkaracak büyüklükte bir akıl tutulması yaşamamızdır.

Müslüman şahsiyet:

Saatini ahirete göre ayarlar. Tüm plan ve projelerini ahirete göre düzenler. İzlediği diziden girdiği internet sitesine kadar, sosyal medyada yazdığı her yorumdan yaptığı beğeniye kadar, dilinin konuştuğu her kelimden gözünün baktığı her noktaya kadar, kalbinden geçirdiği her düşünceden midesine giren her lokmaya kadar tüm his, duygu ve davranışlarında ahiret ve hesap bilincini merkeze alarak hareket eder.

Biz inşaallah niyetlerimizle dirileceğiz.

Dünya; hak ile bâtılın, mü’min ile kafirin savaş alanıdır. Bu savaşta akıbet, Allah’tan yana olanlarındır. Bu bir hakikattir.

Ben Allah’ın kuluyum, ben varken Allah’ın dinine dokunulamaz!” demek görevimizdir!

Sırtını Allah’a yaslayandan başka herkes kendi kuyusunu kazıyor.

Müslüman şahsiyetin kabul ve retlerini belirleyen tek kriter tevhid akidesidir.”

Şu halde, her insanın bir kişiliği vardır. Kişilik, insanın gerçek kimliğidir. Kişiliğimiz bizi başkalarından ayırır. İnsanın ırkı, vatanı, gelir düzeyi, sosyal çevresi, kabile ya da kavmi, ideolojik yapısı ve cinsiyetinden ziyade, oluşumunda bu faktörlerin kesin belirleyici olduğu kişiliği önemlidir.

‘Şahsiyet sahibi’ olmak diyerek devam edelim, Müslüman şahsiyeti (benliği) dediğimizde ne anlamalıyız? Bu anlamda şahsiyetlilik neleri canlandırmalı zihnimizde?

Dikkat edilirse, insanoğlunun dünyaya henüz gözlerini açmış evresine, yani bebeklik dönemine şahıs ve şahsiyet denmez. Çocukluk dönemi de böyledir. ‘Kişi’ ile, rüştüne ermiş, artık belirli bir ‘varlık’ ortaya koyabilen, kendi ayakları üzerinde duran, müstakil bir şahsiyeti olan insan kastedilir.

Kur’an’ın, “İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?” (İnsan süresi ayet 1) hatırlatması, bu sürece dair bir telmih içermektedir. İnsanın “anılmaya değer bir şey olması”nı, şahsiyet kesb etmesi olarak okuyabiliriz.

Müslüman şahsiyeti nasıl olmalıdır?

Müslüman şahsiyeti ya da İslamî şahsiyet deyince bende, öncelikle sağlam bir kişilik canlanmaktadır. Sağlam bir kişilikle, çelikten bir iradeyi kastediyorum. Bakın, “önce tevhid akidesi” filan demiyorum, önce çelikten bir irade diyorum. Çünkü kişinin iradesi çelikten değil de tenekeden ise, kısa sürede paslanıp çöpe atılacaktır.

Müslümanı Müslüman yapan bir takım kabuller ve retler vardır. Müslüman, hayatını bu kabul ve retler üzerine kurmak durumundadır. Müslüman şahsiyetin kabul ve retlerini belirleyen tek kriter tevhid akidesidir. ‘Müslüman’ teslim olan demektir. Müslüman şahsiyetin teslimiyeti, kendisini yoktan var eden, ilahı ve rabbi olan Allah’adır. Dolayısıyla, kabulü Allah’ın kabul ettiği, reddi de, Allah’ın reddettikleridir.

Müslümanın imandan sonra, fiilî hayattaki kabul ve retleri gelecektir. Müslümanın günlük hayatını da, teslim olduğu Allah belirleyecektir. Allah ve Rasulü’nün hüküm verdiği işlerde (hayatın tamamı), mü’min erkek ve kadına kendi keyiflerine göre (özgür) tercih hakkı tanınmamıştır.(33/Ahzap, 36)

Bir Müslüman, şayet hayatın bu en değerli kavramının içini dolduramayacaksa, boş yere işgal etmemeli ve kirletmemelidir, onun hakkını verecek izzetli kullar için terk etmelidir orayı.

Bilal-i Habeşî’nin, kendisine yapılan işkencelere rağmen, imanında hiçbir sarsıntı olmamasını, öncelikle onun kişiliğinde aramalı değil miyiz?

Peygamber (a.s), büyükle büyük, küçükle küçük olabilmiştir. Çünkü kompleksli bir insan değildi. Kişiliği tam gelişmişti. Kendisi ile barışıktı. 

Türkiye eğitim sistemi, insanların kişilik sahibi olmalarını değil de, sanki bütün genç nesli robotlaştırmak üzere kurgulanmış gibidir. Genç neslin düşünme eylemine her geçen gün daha da yabancılaştığını, birazcık basireti olan herkes fark etmektedir. Ulus devletin belli kalıp değerleri öğrencilere zerk edilmektedir. Basın ve medyanın son derece düzeysiz yayınları bu yabancılaşmayı körüklemektedir.

Kur’an’ın tanıttığı örnek şahsiyetlerin başında peygamberler gelmektedir. Nemrut’a ve putlarına karşı Hz. İbrahim; Firavun’un saltanatına ve Karun’un servetine karşı Hz. Musa; dünyevi hükümranlığa rağmen kulluktan vazgeç- meyen Hz. Süleyman, bugünün Müslümanı için de model olmaya devam etmektedir. İnancından taviz vermesi istenen, hatta bu uğurda ateşe atılan Hz. İbrahim ve beraberindeki Müslümanların kavimlerine karşı manifesto niteliğindeki konuşmaları Kur’an’da bize örnek gösterilmektedir. (Mümtehine, 60/4.)

Şahsiyet problemi yaşayanlara örnek olarak ise, Firavun’a itaat eden kimselerdir. Firavun, nüfuzunun ve servetinin büyüklüğünü öne sürerek Hz. Musa’dan üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmış, kavmi- nin çoğu da onun bu saçma konuşmalarına kanmayı yeğlemişlerdi. Onun telkinleri, dünyanın geçici ve çekici menafaatlerini öne çıkarmaktan ibaretti. Bunlardan vazgeçmeyi göze alamayanlar, fıtratlarındaki Allah inancını Firavun’un telkinleriyle örttüler. Maddi gücü elinde bulunduranın, akide ve ahlak bakımından da üstün sayılacağına inandılar. Hâlbuki Firavun’un söylemleri bir aşağılama, bir tehdit ve gerçeği saptırmaktan başka bir şey değildi.

Sapasağlam bir iradeyle hareket eden, arzu ve heveslerin kendisini aldatmasına izin vermeyen Müslüman, bir mütefekkirin ifadesiyle, “sabırda mermer gibi şükürde çeşme gibi”dir.

Ahlak ekseninde Müslümanca bir duruş sergilemek gerekir. 

Müslüman şahsiyetin oluşması ve gelişmesindeki en önemli imkân, dünyayı ve ahireti anlamlandıran imandır.

Müslüman şahsiyetin tahkim edilmesinde imandan sonraki en önemli boyut ise kulu Rabbine yaklaştıran ibadetler ve onun somut neticesi iyilik ve doğruluk merkezli güzel ahlaktır. 

Selam ve Dua ile 

Zübeyt BOZKURT

30.12.2022



26 Aralık 2022 Pazartesi

Dünyalık Değil Ahiret Öncelikli Dost Biriktirmeliyiz

 Dünyalık Değil Ahiret Öncelikli Dost Biriktirmeliyiz

Zübeyt Bozkurt

Araştırmacı yazar. 

Tartıştığımız şeylerin “asıl “meseleler olmasını başlatmak istiyorsak, ihtiraslara çözüm bulacak bir anlayışın karşılığını bulmasına yol açmalıyız. 

Şüphesiz bu yol, kardeşlik hukukunun tesisiyle olacaktır. 

Bu güven oluşmadığı takdirde her imkân, bir basamak olarak görülür ve taşıdığı sürece herkes ona basarak yükselmeye çalışır.

Halbuki, “güçlü olan doğru”dan yana değil kardeşlikten yana olma vaktidir! 

Toplumsal gelişmeye, beşerî ve ekonomik kalkınmaya katkı sağlamanın temelinde işte bu farkındalık yatmaktadır. 

Bu buluşma kardeşlik ve güven temelinde, emanet edilen şeyin, “niyet hayr” “akibet hayr” ölçüsünde korunabildiği ortamlarda olacaktır. 

Aksi takdirde, kısa yoldan köşeyi dönme felsefesi benimsenerek, değerleri bir kenara bırakma, hadiseleri sadece kısa vadeli bakma hastalığı körüklenecektir. 

Aktif zaman ayırmak, günümüzün en büyük fedakarlığıdır. Bu fedakarlığı yapanların etrafında fikri ve maddi imkânı ile o hizmete katkı verecek kişilerin toplanması hiç de zor olmaz. 

Orkestra şefliği yaparak görev ve sorumluluklarını çalışma arkadaşlarına devretmeyi bilen ve bunu kurumsallaşmaya dönüştürebilen güvenilir insanlar, kişilerin değil, olayların ve sistemlerin tartışılmasını da tetiklemiş olur. 

Kazanmak ve kaybetmek arasında bir seçim yapmak zorunda olmadığımızı bilmeliyiz. Önemli olan; kaybetmemek değil, vazgeçmemektir. 

Çünkü, kazandıklarımızı, kaybettiklerimiz üzerinde değil, ancak kazandırdıklarımız üzerinden değerlendirdiğimizde keşfedebiliriz. 

Doğru ile yanlış, insanın talebi doğrultusunda önüne konulan sonuçlardır. 

Doğru olan doğru yapıldıkça doğru sonuçlar verir. 

Gelecek, ama uğruna atılan kararlı adımlar ise şayet, iyi bir şeyin kötü takipçisi ya da kötü taklitçisi başarılı olamaz. 

Bu sayede, kazanmak yerine kazandırmak önceliğine sahip oluruz. 

Her zorluktan sonra bir kolaylık, Her kolaylıktan sonra bir zorluk varsa bu, kaybettiğimizi zannettiğimiz ama aslında kazandırdıklarımız sayesinde olmaktadır. 

Hiç kaybetmedik çünkü “olan”lara takılmadık ve hiç vazgeçmedik çünkü, hep olması “gereken”leri düşündük!

Ülke sorunları ile yakından ilgilenmek, yaşam boyunca karşılaşılacak hak, adalet, insan hakları ve katılım içerikli çalışmalara önem vermek, yenilmişlik psikolojisinden kurtulmanın adımıdır. 

Bu noktada disiplinli çalışmalara ağırlık vermek ve bunun için aktif zaman ayırmak önemli bir sermayedir. 

Ancak bu sayede, değişimin içerdiği büyük belirsizliklerin üstesinden gelebiliriz. 

Bugün geldiğimiz noktada, öngörü ufkunun karmaşıklığı ile baş edebilmektir. Muhtemel bir eylem çizgisinin varacağı sonuçları ve ilgili tarafların tepkilerini önceden kestirmek ve en uygun yolu belirlemektir. 

Dünyayı gözleyerek beklenmeyeni keşfetme ve gelecekteki olayları etkileme gücüne sahip olanların bilgi ve tecrübe paylaşımı sonuçların çözümünde yeniliklerin temelini oluşturacaktır. 

Bu nedenle, değişimin içerdiği büyük belirsizliklerin üstesinden gelebilmek için, teknolojik değişim ile karar alma süreçlerini beslemeliyiz. 

Sistemli olarak birlikte düşünmeye ve müzakereye yönlendirerek yeni imkanlar eliyle toplumun ihtiyacını karşılamalıyız. Bugün, dünümüzden, bu “sefer öncekinden önde olmalıdır. 

İnsanın normal olarak 30- 35 yaşlarında elde edeceği imkanlara, 25 -30 yaşında sahip olma hırsı hayatın dengesi ile oynamaktır. 

Halbuki insanın etkin “çalışma” ve “sosyal” dönemi 35’ten sonra başlamaktadır. 

Hayatın baharında hayatın dengesini kaybettiren böyle bir tercih, geri kalan ömrü de işlevsiz kılmaktadır. 

Hayatın dengesini kaçıranlar hayat boyu soğurulurlar! bu soğurmayı durduracak tek şey; insan üç boyutlu inancını yaşarken iki boyuta indirgememesidir. 

İnsan, “hayatı yaşamak” varken “hayatı kazanmak” adına kazanmak ve kaybetmek arasında bir seçim yapmaya mecbur olmadığını ve sadece görevini yapmak zorunda olduğunu bilse yeter!

Düşünmeden yaşıyorsak, başka hayatların figürü olmaya mahkûm kalacağımızı görmeliyiz. 

Yanlış giden bir şeyler olduğunu hissediyorsak, yanlış sıralanan bir şeylerin olduğunu bilmeliyiz. 

Çünkü, “niçin” cevabını veremediğiniz her “ne” varsa “nasıl” yapılırsa yapılsın sonunda önemini kaybedecektir.


Selam ve Dua ile 

Zübeyt BOZKURT

Araştırmacı-yazar.

16 Aralık 2022 Cuma

uyuyan dev uyandırıldı.

 RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ:




UYUYAN DEV UYANDIRILDI


Bazen şer zannettiğiniz şeyler hayır olur, hayır zannettiğiniz şer olabilir. 

Allahın hikmetinden sual olunmaz derler. Evet doğrudur. Neyin lehinize, neyin aleyhinize olacağını anlayamazsınız. 

Bazen de karşınızdakiler sizin aleyhinize çalışırlarken, lehinize çalıştıklarının farkına varamazlar. 

İşte bunlardan bir tanesi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yapılan uygulama.

Bir hakimin  aldığı karar, Ekrem İmamoğlu'nun daha da halkın gözünde büyümesine sebep oldu. Geleceğin Cumhurbaşkanı mı olur, CHP'nin lideri mi olur, Başbakan mı olur, onu da zaman gösterecek. 

Gerçek şu ki yeni bir lider doğdu. 

Mesela, dün Saraçhanedeki toplanan halk, İmamoğlu'na büyük moral vermiştir herhalde. 

Ayrıca; altılı masadaki liderlerin konuşmaları ve hep birlikte hareket etmeleri de, baskıya karşı Türk milletinin boyun eğmeyeceğini göstermektedir. 

Seçimle gelen seçimle gitmelidir. Baskıcı tutum ve davranışlar mutlaka karşı tepkiye sebep olmaktadır. Tarihte bunun örnekleri çoktur. 

Evinizde bile, çocuğunuza çok fazla baskı uygulayın, bakın size nasıl karşı gelecektir. Türk milletinin ruhunda özgürlük vardır. Hele ki, Türk Kadını baskı altında yaşayamaz. Bizler Arap kadını değiliz. 

Dün Saraçhanedeki mitingi gören gençlerimiz "işte bizim umudumuz, işte bizim liderimiz" dediler. 

İmamoğlu'nun genç ve zarif, zeki, mütevazi hareketleri Kayseri'de de puan topladı. Geleceğin lideri gözü ile bakılmaya başlandı. 

Gençler diyor ki: Baskıcı, zorba, diktatörlük, ifade özgürlüğü olmayan bir sistem istemiyoruz. Atatürk'ün kurmuş olduğu Laik, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde rahat ve huzur içerisinde yaşamak istiyoruz, diyorlar. 

Umarız, Saraçhanedeki durum bazı trollere ders olmuştur. 

İnanın artık gençler sorguluyorlar ve araştırıyorlar. 

Demokrasi, özgürlük istiyoruz, eleştiri özgürlüğü istiyoruz, kaos, entrika, köleleşmiş, Arap ülkesi gibi yaşamak istemiyoruz. Her Allah diyen Müslüman değildir. Müslümanlığın gereğini layıkıyla yaşayıp uygulayandır Müslüman. Müslüman eziyet eden değildir. Hoşgörülü olan, karşındakine yardım edendir, diyor artık gencimiz, yaşlımız, kadınımız.

Türk Kadını, kadınların yok sayıldığı sistemi kabul edemez. 

Bizlere seçme ve seçilme hakkını, özgürlüğümüzü Atatürk verdi. 

Biz kadınlar yeniden inşa edeceğiz çağdaş Türkiye Cumhuriyetini. 

Atatürk'ün yolunda, izinde gitmek mecburiyetindeyiz. 

Son söz olarak, gerçekten dün Saraçhanede verilen mesaj çok önemli bir mesajdı. İnşallah herkes bundan ders çıkarır. Ortalığı seçime giderken daha fazla germezler. 

2023 yılında herşey güzel olmalı. 

Temennimiz herşeyin çok güzel olması. 

Rukiye Demir

16.12.2022


14 Aralık 2022 Çarşamba

Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste

 

RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ:

ALMA MAZLUMUN AHINI ÇIKAR AHESTE AHESTE

KAYSERİ'DEN SELAM OLSUN İMAMOĞLU'NA

İnsanlar kızdıkları zaman birbirlerine çoğunlukla amma da ahmaksın, bir türlü söylediğimi anlamıyorsun, derler. 

Demeyin bundan sonra. İma bile etmeyin. Yoksa cezalandırılabilirsiniz. 

İmamoğlu genç, mücadeleci, azimli ve hoş görülü birisi olduğundan toplumda yerini aldı.

İstanbul Belediye Başkanı oldu. Olmadın dediler, ikinci seçim yapıldı, 800 bin küsur farkla Belediye Başkanlığına oturdu.

Bazı şeyleri hazmedebilmek öyle kolay olmuyor. 

İmamoğlu'na verilen bu ceza, bence onu küçültme değil, daha da büyüttü. 

6 lı Masanın liderleri dahil, tüm muhalefetteki partilerin top yekun destekleri bir şeylerin artık iyi gitmediğine işarettir. 

2022 yılı biterken, 2023 yılına yeni ümitlerle girmek istiyorduk. Birden ümitlerimiz yok olmaya başladı. Nedeni ise, İmamoğlu'na verilen bu cezanın etkisinin çok büyük olacağı, toplumun daha da gergin hale geleceği, 2023 de ki günlerimizin sıkıntılara gebe olacağını düşünmeye başladık.

Gündemler güzel belirleniyor iktidar partisi tarafından. 

Ekonomik kriz büyürken, bir den yeni bir konu ortaya çıkarılıyor ve herkes onun üzerine yoğunlaşıyor. 

6 yaşındaki gelin konusu günlerce kamu oyunu meşgul ederken, şimdi de günlerce değil, belki aylarca Ekrem İmamoğlu'na verilen bu ceza konuşulacak. 

Ahmak kelimesi, arapça'dan dilimize geçmiştir. Dilimizde de çok kullanılır. Kamu görevlisinin suratına karşı söylendiğinde hakaret suçu kabul edilmektedir. 

Ahmak demek, aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal demek manalarını içeriyor.

Birisi ile konuşurken, karşınızdaki alacağı kararda Arapça'dan dilimize geçen Ahmak kelimesinde belirtildiği şekilde bir davranış sergilerse, siz ona ahmak demeyin. Lütfen aklınızı iyi kullanın, kararı ona göre verin, diye ikaz edin. 

Bundan sonra böyle davranın da ceza almayın.

14 Aralık 2022 de İmamoğlu'na verilen ceza kararı Kayseri'de de duyulduğunda, inanın tanıdıklarımın hepsi çok üzüldü ve sinirlendiler. 

Bir insan bu kadar kolay harcanmamalı dediler. 

Bir kelime yüzünden insanların hayatları karartılmamalı. 

Olan oldu. Yapılan yapıldı. Bundan sonraki aşamaları hep birlikte izleyeceğiz. İnşallah yapılan hatalardan geri dönülür. Ortalık daha fazla gerginleşmez.

Kayseri'den elbette bizlerde İmamoğlu'na desteğimizi veriyoruz. 

Üzülme İmamoğlu, bunlar seni yıldıramaz, sen daha da büyüdün. Gelecek senin. 

Bazen Şer olan Hayra, Hayır olan Şer're dönüşebilir. 

Bu olay bence İmamoğlu'na hayra dönüşecek. 

Allahın adaleti vardır. O her zaman gerçek Adalet olarak uygulanır. 

Rukiye Demir

15.12.2022



25 Kasım 2022 Cuma

Kadına şiddeti durdurun.

 

RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ:


YETER ARTIK, KADINA ŞİDDETİ DURDURUN!

Yıl 1960. Ülke Dominik Cumhuriyeti. Başta bir diktatör var. 1930’dan 1961’e kadar Dominik Cumhuriyetini yöneten Diktatör Rafael Turijillo. Halk bunalmış. Kadınlar daha çok baskı altında.

3 Kız kardeş diktatörlük yönetimine karşı çıkıyorlar. Mirabal Kardeşler.

Gençliklerinin baharında. Gelecek ümitleri var. Bugün İran’daki genç bayanlar gibi. Onlarda diktatör ve baskıcı rejime karşı ayaktalar.

Mirabal kardeşler diktatörün polisleri tarafından hem ırzlarına geçiliyor ve hem de öldürülüyorlar.

Cinayet ört bas ediliyor. Ancak, bu örtbas girişimi başarısız oluyor. Mirabal kardeşlerin kurdukları Clandesine Hareketi devam ediyor ve bir yıl sonra diktatörlüğün yıkılmasına sebep oluyor.

BM Genel Kurulu, 1999 yılında Mirabal Kardeşlerin ölüm yıl dönümü olan 25 Kasım gününü “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar arası Mücadele Günü” olarak ilan ediyor.

Ülkemizde de kadına şiddet durmadan devam ediyor. Neden devam ediyor?

Sorgulamak gerek.

Kadın kimdir?

Herhalde herkes bunu çok iyi bilmektedir!

Kadın anadır, erkek müsveddeleri sizi doğuran ana kadındır. Senin annene nasıl elin kalkıyor. Erkek olmanın başka bir avantajı mı var?

Sana eş olan, arkadaş olan, can yoldaşı olan Kadındır.

Dişi kuştur yuvayı yapan.

Erkeklere soralım. Sizi kim yarattı? Allah. Peki kadını kim yarattı? O’nu da Allah yarattı değil mi?

O halde erkeği de, kadını da Allah yarattı ise, neden birisinin diğerine göre üstünlüğü var. Erkeğin fiziksel gücü fazla olabilir. Allah kadını da daha dayanıklı yaratmıştır. Her ikisi birbirini tamamlamak için yaratılmıştır.

Kanun önünde kadında erkekte eşit olmak zorundadır.

Bütün dünya’da kadınlara yapılan zulümler ve baskılar ne yazık ki, ülkemizde de yer yer olmaktadır.



Evlenirsin, zaman geçer anlaşamazsın boşanırsın. Vay sen neden benden boşandın, diyerek kadını dövmek veya öldürmek vahşet değil mi?

Bu erkekliğe sığar mı?

Sevgili olursun, sonra anlaşamaz ayrılırsın. Gene aynı şiddet.

Dövdüğünüz, öldürdüğünüz kadın sizi doğuruyor. Annen de kadın, ablan, kızkardeşin, halan, teyzen bunlarda kadın.

Kadına şiddete dur demek gerek. Bunun için de yasalarımızdaki kanun hükümleri yeterli değil demek ki!

Yeterli olsa kadına şiddet bu denli artmaz herhalde.

O halde devletimiz daha caydırıcı tedbirler almak zorunda.

25 Kasım Kadına şiddet gününde ülkemizdeki kadınlarda Devletimizi yönetenlere mesajlarını vermek zorundadırlar. Verdilerde.

İnşallah çok acil gereken caydırıcı yasalar yürürlüğe konur ve kadınlarımız dövülmez, öldürülmez.

Şiddet tek de değil.

Bu nedenle tüm şiddetlere karşı olmak gerek.

Bakın; Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk kadınlar ile ilgili ne demiş. "Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın."

İnsanca, kavgasız, gürültüsüz, şiddete maruz kalmadan omuzlar üzerinde yaşamak hepimizin hakkıdır.

Şiddetsiz yaşanacak günlere merhaba demek isteriz!

25.11.2022

Rukiye DEMİR

Türkgücü televizyonu kayseri temsilcisi


23 Kasım 2022 Çarşamba

Uyuşturucu belasından kurtulmak gerek.

 

RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ:

UYUŞTURUCU BELASINDAN KURTULMAK GEREK

Kayseri’de yaptığım incelemeler ve araştırmalar neticesinde; maalesef Kayseri ilimizde de uyuşturucu bağımlılarının arttığına şahit olmaktayız.

Bilhassa Kayseri Argıncık, Talas ve Kocasinan ve Fevzi çakmak bölgelerinde yoğun olaylar olmakta.

Bu olaylar uyuşturucu bağımlılığından mı, yoksa ekonomik krizin büyümesinden mi kaynaklanıyor onu bir bilene sormak gerek!...

Ancak bilinen bir gerçek var ki, değişik uyuşturucu maddelerini kullananların artması. 

https://www.youtube.com/watch?v=jZ-CR2Nuc78&feature=youtu.be

İlk okul çocuklarına kadar uyuşturucu satıcılarının inmesi.

Tanıdığım bir narkotik müdürü bana şunu söylemişti. Artık öyle uyuşturucu maddeler üretiliyor ki, inanın bizim bile anlayabilmemiz mümkün değil.

Suya damlatılan birkaç damla uyuşturucu, ne suyun rengini değiştiriyor, ne de tadını bozuyor. Fark etmeden içtiğinizde de bir müddet sonra baygınlık geçiriyorsunuz.

Evvelden uyuşturucu diye, eroin ve esrar’a denirdi. Şimdi çok değişik haplar çıktı. Bunlar çok rahat taşınabiliyor ve satılabiliyor.

Ben burada şunu söylemek istiyorum. Devletimizin emniyet güçleri ellerinden gelen tüm çabayı gösteriyorlar ve yer yer de satıcıları yakalıyorlar.

Ancak, Okul idareleri, okullardaki okul aile birlikleri de bu işlerle ilgilenmeliler.

En önemlisi de aileler. 

Evet aileler çocuklarını çok iyi denetim altında tutmalılar. Gözlem yapmalılar.

Çocukları okuldan geldiklerinde, hal ve tavırlarını kontrol etmeliler. Psikolojik durumlarını iyi incelemeliler. Bilhassa gözlerine iyi bakmalılar. Gözlerde bakışlar baygınlaşmış, iştahı kesilmiş, yorgunluk hissi duyuyor ise, mutlaka gözlemlerini daha da yoğunlaştır-malılar.

https://www.youtube.com/watch?v=jZ-CR2Nuc78&feature=youtu.be

Eğer, tüm herkes, aileler, komşular, arkadaşlar, okullardaki öğretmenler, okul aile birlikleri hepimiz birlikte hareket eder ve emniyet güçlerine de yardımcı olursak, bu uyuşturucu belasından kurtulmak mümkün.

Elbette devletimizin uyuşturucu kullanmayı ve satmayı engelleyici daha sert tedbirler alması da yerinde olur.  

Bir anne ile konuştum, içim sızladı. Küçücük yavrusunu uyuşturucuya kurban vermiş.

Uyuşturucu bağımlısı olan kişi başka bir dünyanın insanı olmakta ve annesini öldürmekte, babasını bıçaklamakta. 

Bu konuda basına çok değişik haberler intikal etmekte. 

Kayseri ilimizin bu pislikten temizlenmesi en büyük dileğimizdir.

Anne ve babalar, aman çocuklarınızı iyi kontrol edin ve takip edin. 

Gelecek çocuklarımızın. 

Onları başkalarının para kazanma zevki uğruna feda etmeyelim.

Umudumuz gençlerimizdir.

Rukiye DEMİR

Türkgücü tv. Kayseri temsilcisi. 

https://www.youtube.com/watch?v=jZ-CR2Nuc78&feature=youtu.be

20 Kasım 2022 Pazar

Bıktık, usandık, yorulduk, tükendik!



 RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ:

 


Bıktık, usandık, yorulduk, tükendik!

 Rukiye Demir

(Türkgücü TV.Kayseri  Temsilcisi)

Sevgili okurlar; biliyorsunuz ülkemiz her geçen gün biraz daha sıkıntı içerisine girmekte.

İstanbul’da alçak, hain, insanlıktan nasibini almamış terörist kadın tarafından patlatılan bomba, masum vatandaşlarımızın ölümüne ve yaralanmasına sebep oldu.

Sadece İstanbul'da da değil, Kayseri'de de felaketler yaşanıyor.


İçimiz sızladı. Hele ki, bir anne olarak benim yüreğim parçalandı.

Bu olay nerede ise her gün gelen zamları bizlere unutturdu.

Zam, zam, zam.

Gelir az gider çok.

Kış geldi.

Doğal gazı, elektriği yakmaktan kork, suyu kullanmaktan kork!

Pazara, markete gitmekten çekin.

Ev sahipleri ile mahkemelik ol.

Ben Hollanda’da doğdum ve büyüdüm. İnanın oraya gitmek istiyorum.

Ancak, vatan sevgim beni engelliyor.

İki evladını babasız büyüten bir anne olarak içinde bulunduğumuz yaşam koşullarında ne kadar zorlandığımızı anlayan yok!

Bir çok kişi geçim sıkıntısı içerisinde bocalamakta!..

Bence, Haziran falan beklenmemeli, biran önce erken seçime gidilmeli.

Halkımız sandıklara giderek kaderlerini belirlemeli.

Elbette iktidar, bulunduğu durumu kaybetmemek için mücadele edecek.

Eh 6 lı masa’da iktidar olabilmek için gereken mücadelesini yapacak.

Vaatler, vaatler, vaatler.

https://www.youtube.com/watch?v=2jd7JJ8abBI

Bizler de dinleyeceğiz, inanacağız ve ona göre oyumuzu vereceğiz.

Düşünüyorum da, Eyyy Atatürk diyorum. Sen ne büyük bir lider imişsin.

On yılda ülkemizi kalkındırmış sın. 

Biz senin eserlerini koruyamadık.

Ülkemizi senin istediğin muasır medeniyetler seviyesine bir türlü çıkaramadık.

Üzgünüm, üzgünüz ve ümidimizi yitirmeye başladık!

Gençlerin hiç ümitleri kalmadı. Hepsi dışarı kaçmak istiyor.

Bekliyoruz seçim sandığını.

Gelecek günler inşallah iyi olur.

https://www.youtube.com/watch?v=2jd7JJ8abBI

20.11.2022

RUKİYE DEMİR

Türkgücü Televizyonu Kayseri Temsilcisi.

24 Ağustos 2022 Çarşamba

30 Ağuztos 100 yaşında

 

KURTULUŞ GÜNEŞİNİN DOĞDUĞU

30 AĞUSTOS 100 YAŞINDA


Hüsnü Merdanoğlu

Araştırmacı-Yazar

1922 yılının 26 Ağustos-9 Eylül günlerinde, Anadolu toprakları üzerinde yeryüzünde ender görülen bir savaş gerçekleşti. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından bizzat yönetildiği için “Başkomutan Muharebesi” olarak anılan bu Savaş; bugün yurttaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamış olmakla, yurduna yurttaş olma bilincinde olanlar için yaşamsal öneme sahiptir. 

Tarihi gerçektir ki, ulusların geleceğini hep böylesi önemli, olağanüstü koşullarda gerçekleşen savaşlar belirlemiştir. Selçuklu beylerinden Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin 1040 yılında Dandanakan Meydan Muharebesi’nde Gazneli Mesut kuvvetlerini kesin olarak yenilgiye uğratmaları sonucu, Gazneli Devleti tarihe karışmış ve Gazneli topraklarında da Selçuklu Devleti kurulmuştur. Yine Selçuklu Hükümdarı Alp Aslan’ın 1071 yılında Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i kesin olarak yenilgiye uğratması üzerine, zaten Anadolu’da var olan Türklere, Anadolu kapıları sonuna dek açılmıştır.

Selçukluların ardılı olarak kurulan, o dönemim koşulların uygun olmasının da yardımıyla, uç beyliğinden İmparatorluğa yükselmeyi başaran Osmanlı Devleti, oldukça önemli güce erişmiş ve dünya coğrafyasının geniş topraklarına hükmetmiş ise de çağanın yeniliklerinin takip etmek, yeniliklere yenilerini katmak yerine, zevk ve sefa içerisinde, rüşvet ve yiyicilikle dolu bir yaşam sarmalına düşerek, sürekli gelişen Avrupa’daki gelişmelere sırt çevirip, çağın tekniğine ayak uyduramayınca, tedaviye muhtaç hasta durumuna düşmüştür.

XIX. yüzyıl ortalarında Çar Nikola tarafından “Hasta Adam” ilân edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasından pay alma konusu, Avrupalı büyük devletlerin temel siyasetlerini oluşturmuştur.

Avrupalının, Türkleri Avrupa’dan ve Anadolu’dan atma girişimleri yüzyıllarca devam etmiş, günümüzde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Atlantik ötesi güçlerin sözün geçtiği toprakları, o günün koşullarında; İngiltere, Fransa ve Rusya arasında kurulan ittifakta ve savaş içerisinde yapılan gizli anlaşmalarla bölüşüm söz konusu olmuştur. Müttefikler, uzun ve zorlu bir pazarlıktan sonra Asya Türkiye’sinin bölüşülmesi konusunda anlaşmışlardır.

Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı sürecinde Osmanlı Devletini yöneten İttihat ve Terakki yöneticileri savaşa girmeden evvel İngiltere ve Fransa ile ittifak aramışlar ise de bu devletler, “hasta adam” durumunda olan Osmanlı ile iş birliğine razı olmamışlardır.

Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı sürecinde, Çanakkale ceplerinde özellikle Albay Mustafa Kemal’in olağanüstü komuta yeteneği sayesinde Çanakkale ve İstanbul boğazları aşılarak, Rusya’ya yardım götürülememiş ve İstanbul işgal olunamamışsa da Osmanlı Devleti savaşı kaybedenlerin müttefiki olduğu için Mondros ve Sevr antlaşmalarıyla “hata adamın” mirası paylaşılması için işgalleri başlatmışlardır.

Ancak Çanakkale’de “size ölmeyi emrediyorum” komutunu alan askerlerin ülke için ölümü göze aldıklarına tanık olan ve üstün niteliğini cephede kanıtlayan Mustafa Kemal (Sonraları Kemal Atatürk), ve Onun gibi düşünen yurt severler, işgale karşı Ulusal Güçleri (Kuvayi Milliye’yi) örgütleyerek, Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatmışlardır.

Çanakkale’de kendini kanıtlayan Mustafa Kemal, Anafartalar’da işgal güçlerine karşı ayrı bir olağanüstü başarı kazanmıştır.

Bu başarı Cumhuriyet ile taçlandığı için, Cumhuriyete giden sürecin başlangıcın Çanakkale olarak görmek mümkündür.

Bağımsızlık Özveri Gerektirir

Savaşın başladığı 26 Ağustos gününden, İzmir’e varıldığı 9 Eylül günün dek 15 gün geçmiş, 325 km kadar olan Afyon-İzmir yolunun 300 km lik bölümü 9-10 günde alınmıştır. Bunun anlamı, çoğu çarıklı olan asker, bir günde 30 km kadar yol adımlamıştır.

Düşmanın kesin yenilgisi 30 Ağustos günü yapılan muharebeyle belli olmuş, bu muharebeyi bizzat Başkomutan yönettiği için Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın (İnönü), Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya (Çakmak) gönderdiği telgrafında bu muharebe “Başkumandan Muharebesi” olarak isimlendirilmesini önermiş, Fevzi Paşa bu öneriyi benimseyerek Ankara’da Bakanlar Kurul Başkanı’na gönderdiği telgrafında öneriyi biraz daha kurumlaştırarak “Başkumandanlık Muharebesi” olarak ifade etmiştir.

9 Eylül şafağında İzmir’e yaklaşıldığında, ayaklarındaki acıyı fark eden ulusal namusu kurtarma çabasındaki asker, ayaklarındaki çarığı çıkardıklarında çarık tabanında açılmış olan yırtıklardan, İzmir Limanı’nda kaçış için hazırlık içinde olan işgalcileri ve onların yardakçısı işbirlikçilerini görmüşlerdir. 

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, subaylara güncelliğini koruyan ve koruyacak olan şu uyarıda bulunmuştur:

“Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık gerekir. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için varlığını ispat etmek gerekir. 

Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imandır.

İngilizler, milletimizi istiklalden mahrum etmek için pek doğal olarak önce onu ordudan mahrum etmek çarelerine tevessül ettiler. … 

Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve güçlükler kalmaz.

… Ordu ise arkadaşlar ancak subay heyeti sayesinde vücut bulur. … ‘ordunun ruhu subaylardır’.

… Hayatında bir an olsa bile subaylık etmiş, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü istihkar etmiş bir insan hayatta iken düşmanın tasmim ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: şerefini masun bulundurmak! Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için “ya istiklal ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!” 

Bağımsızlığı elde etmek için ilerlenen o onurlu yolda ilerleyen saygın yolcular, yalınayaktılar, karınları açtı, sırtları da açıktır. Ancak alınları da açıktı.  Çünkü bağımsızlığı sağlamak için her an ölüm ile burun buruna olacak kadar özveriliydiler. 

Yurttaşlar arasında ötekileşmenin önlenmesi, toplumsal dayanışmanın güçlenmesiyle mümkündür. Toplumun ortak ulusal başarıların belleklerde yer etmesi ve sık sık anımsanması toplumsal dayanışmanın önemli etkenlerindendir. Toplumsal kimlik ve dayanışma birlikte elde edilen kazanımlarla güçlenir. 30 Ağustos başarısı da Kuvayı Milliye’ye destek veren toplumsal dayanışman ile elde edilmiştir. Yurdumuzun her köşesinden yapılan Tekâlifi Millîye dayanışması, kadınlar da dahil her yaşta yurttaşların cepheye yaptıkları yardımlarla kazanılmıştır.

Romalılara ait olduğu bilinen; “Tarihlerini bilmeyenler, hep çocuk kalırlar” özdeyişi,

Şeyh Edebali’ye ait olduğu sanılan; “Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.”. 

Kemal Atatürk’e ait olduğu bilinen; “Tarih hayal ürünü olamaz. Tarih yazarken gerçek olayları bulmaya çalışmalıyız. …” ilkesi doğrultusunda, Kurtuluş Savaşımız ve kesin kurtuluşumuz için önemli olan tarihimizin bir kesitini, belleklerde doğru yer etmesi çabasıyla bu çalışma yapılmıştır.

Amacına ulaşırsa, dahi bir asker olması yanında gerçek bir “bilge” olan Kemal Atatürk’e ve Onun gibi yurduna yurttaş olma bilincindeki kahramanlara karşı kısmen görevimizi yerine getirmiş sayacağız.

Hüsün Merdanoğlu 

BÜYÜK TAARRUZ ÖNCESİ YAPILAN HAZIRLIKLAR


Batı Cephesinin depolama ve cephenin menzil hudutlarına kadar gönderme, Millî Savunma Bakanlığı emrinde çalışan Menzil Teşkilatı, Sevkiyat ve Nakliyat Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlarca yapılmış,

10 Ekim 1921’le 30 Temmuz 1922 tarihleri arasında çok yoğun bir çalışma yapılarak, Batı Cephesi Büyük Taarruza hazırlanmıştır.

Menzil Teşkilatı, bir yandan Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı, bir yandan da cephe emrinde örgütlenmiştir.

Cephede çarpışan askerlerimizden başka, taşıma ve tahkimat işlerinde Anadolu insanı kurtuluş için olağanüstü yardımda bulunmuşlardır. 

14 Ocak 1922 tarihinde de yasalaştırarak “Harp Encümeni”ni (Savaş Kurulu) kurulmuş,

6 Mart 1922 günü çıkarılan yasa ile vergi gelirleri artırılmış, 

Ordunun eksikleri giderilmeye çalışılmış,

*Sovyetlerden, Fransızlardan alınan,

*İstanbul’dan kaçırılan,

*Küçük ölçekli harp imalathanelerine Konya’da yenisi eklenerek el tezgâhlarında yapılan yerli üretimle,

*Urfa, Mardin, Diyarbakır, Bitlis, Siirt, Silvan, Muş, Palu,. Elazığ yörelerini içeren Elcezire bölgesinden

*Doğu Cephesinden,

*Çeşitli yörelerde buluna silahların Batı Cephesine taşınmasıyla,

“Anadolu’nun yokluk ve sıkıntı içinde olduğu, Bolşevik yardımı olmasa Mustafa Kemal'in askerinin çökeceği” raporlara yansıdığı bir süreçte, Ordu donatılmış, insan gücü artırılmıştır.

**

Bilindiği üzere Sakarya Savaşı’nın bir diğer adı da 277 Subay şehit olduğu için “Subaylar Savaşı” dır. 

The New York Times gazetesinin; “Türklerin Yunanlıları İzmir' den çıkarması, imkânsız denecek kadar zor” diye yazdığı  bir aşamada;

*Ordunun eğitimi sağlanmış,

*Mevziler hazırlanmış,

*Asker sayısı 200.000’e kadar yükseltilmiş,

*At, öküz ve merkep sayısı çoğaltılmış,

*Genelkurmay ve Batı Cephesi Komutanı ile sorun yaşayan 1. Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, 18 Haziran 1922 tarihinde görevinden alınıp yerine Korgeneral Nurettin Paşa’nın (Sakallı) atanması (29 Haziran’da), Batı Cephesinde ciddi değişikliği gerektirmiştir.  

Fethi Okyar, Paris ve Londra'daki görüşmelerinden sonra hükümete; “Ulusal amaçlarımızın elde edilmesi, ancak askeri hareketlerle kabul olabilecektir. Başka incelemeye, başka yoruma gerek yoktur" içeriğinde rapor vermiş,

Buna rağmen, 

*Batı Cephesi komutanlığı da saldırı savaşına yanaşmak istememiş,

*Mahmut Şevket Paşa, milletin varını yoğunu zar gibi atmanın tarihçe cinayet sayılacağına söylemiş, 

*Belli bir gerekçeyle görevden alınmış olan İkinci Ordu Komutanlığına Refet Paşa (1981-1963) teklif edilmiş, Refet Paşa (Bele), önemli bir sonuç alınacağına inanmadığı için bu makamı kabul etmemişti 

BÜYÜK TAARRUZ PLANI

Sakarya Savaşı’nın kazanılması sonrasında Yunana karşı etkili bir taarruz yapılması düşünüldüğü için 13 Eylül 1921’de 14-15 Eylül gece yarısından itibaren tüm yurtta seferberliğin ilan edildiği duyurulmuştu. 

Büyük Taarruzu baskın şeklinde yapılmasının koşulları hazırlanmıştı. 

Büyük Taarruz plan; Yunanlıların, Eskişehir-Afyonkarahisar demiryolundan faydalanmasını sınırlamak ve eşit şartlar altında bir muharebe verilmesini mümkün kılmak için; bu taarruz, asıl kuvvetlerle Afyonkarahisar bölgesinden ve daha başlangıçtan itibaren Yunanlıların, İzmir’le olan ulaşımını kesecek” şekilde hazırlanmış ve 15 Ekim 1921’de bu doğrultuda ilgililere emir verilmişti.

Bu emir doğrultusunda hazırlıkların gizlilik içinde yürütülebilmesini sağlamak amacıyla, kâğıtlar üzerinde Osmanlı alfabesindeki “Sad” işareti konulmuştu.

Mevcut gücün yeterli olmadığı, gerekli hazırlıkların tam yapılması gerektiği, mevsim koşullarının değiştiği için plan uygulamaya konulamamıştı. 

Çünkü Sakarya Savaşı sonrasında Ordumuzun durumunu 1. Ordu Komutanı aşağıdaki gibi raporuna yansıtmıştı:

“… Adeta ellerine çıplak ve kirli bir tüfek verilmiş bir yığın fukara halinde idi. Asker esvaplı yüzde beş insana tesadüf edemedim. Köylü kıyafetler vücutlarını koruyacak bir halde olsa yine şükredeceğim; fakat yarıdan fazlası yırtık palaspareler içinde, tamamen mevsimin şiddetine maruz ve mahkûmdur. Kaput, ancak yüzde beş nispetinde var; ayakkabıların nısfı gayri kabili istimal, hatta don, gömlek, pamuklu ve çorap gibi bol olması lazım gelen şeylerden dahi nısıf derecesinde ihtiyaç vardır. Dörtte bir nispetinde kasatura yoktur. Onda dokuzunda matara, çanta, torba, beylik karavana ve saç, istihkâm edevatı yoktur. Efradın yarısı fişeksizdir. Hayvanların şerit ve maytabiye ihtiyacı şedittir. Birçok kıtalarda ağırlık meyanında kağnılar vardır. Çadır bezi Anka kuşu nevinden ismi işitilir. Cismi na malum şeydir. Zabitanın bir kısmı dahi çadırsızdır. Yüzbaşı, mülazım noksanı çoktur. Bazı zabit vekilleri gördüm ki hâlâ sivil köylü kıyafetindedir. Kıtaları yürüterek önümden geçirdim. Dururken yine bir mânâ ifade eden bu yığınlar, yürüyüşte bütün kusurlarını gösterdiler. Sorduğum suallere aldığım cevaplar; bazılarına yaptırdığım ufak tefek hareketle, talim ve terbiye, zapt-u raptça dahi çok geri olduklarını gösterdi….” 

Taarruz Planında Temel Amaç

Taarruz Planında temel amaç; işgal altındaki vatan topraklarının kurtarılması, ulusal egemenliğin elde edilerek egemen güçleri barışa zorlamak ve barışı sürekli kılmak olmuştur. Bu amacın gerçekleşebilmesi dünya siyasetine yön verecek güce erişmekle mümkündü. Bu güce erişebilmek, düşmanı yok etmekle olabilirdi. Bunun için hayalcilikten uzak akıl öncülüğünde her türlü olasılıklar göz önünde tutularak plan hazırlanmış ve en azından düşman gücüne yakın bir güçle düşmana saldırmak ger ekilmişti.  

Ulusumuzun, tarihte onuru ile ya da tutsak olarak onursuzca yaşaması, geleceğinin belli olmaması gibi oldukça yaşamsal önem taşıyan Büyük Taaruz için Mustafa Kemal Paşa’nın, 1921 yılı sonbaharında hazırladığı “Sad Planı” güncelleşmeler yapılarak esas alınmıştır. 

28 Temmuz 1922 günü bir futbol maçı izleme bahanesiyle üst komutanlar Akşehir’e çağrılmışlar,

*28/29 Temmuz 1922 gecesi Plan üzerinde uzun tartışmalar yapılarak Plan netleşmiştir. 

*Düşmanın İzmir’le olan bağlantısını kesmek,

*Askeri gücümüzün büyük çoğunluğunu düşman cephesinin dış yanında ve etrafında toplayarak, 

*Yunan kuvvetlerini tüm cephe boyunca geriye atıp, arkasını izlemek yerine onları cephenin bir kanadında toplayıp arkalarına sarkmak suretiyle,

Yok etmek hedeflenmiştir.


Plan Hakkında Komutanların Görüşleri

*Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, planda belirtilen saldırıyı Ordunun başaramayacağını belirtmiş, 

*2. Ordu Komutanı ve Kemal Atatürk’ün Harp Okulundan öğretmeni olan Yakup Şevki Paşa planın içeriğine, başarısızlık durumda yok olmak demek olacağı yönünde karşı gelmiş,

Batı Cephesi ve Ordu komutanının itirazına rağmen, Başkomutanın güven vermesi soncunda planın uygulanmasına karar verilmiş,

*15 Ağustos’a kadar hazırlıkların tamamlanması kararlaştırılmış,

*Saldırının “baskın” şeklinde olmasına,

*Belirlenen gün saldırıya başlanabilmesi için kuvvetlerimizin 24 Ağustos akşamına kadar taarruz bölgelerinde bulunmalarına,

*Bu hazırlık 7-8 gün süreceği bilindiği için gizliliğe önem verilerek kuvvetlerimizin gece ilerlemesine, gündüz köy ve ağaç altında saklanmasına,

Özen gösterilmiştir.

“Taarruzumuz strateji ve taktik baskım halinde icra olundu” 

Bu plan doğrultusunda taarruz hazırlıkları, 25 Ağustos’ta sonuçlandırılacak şekilde, 6 Ağustos 1922’de Batı Cephesi Komutanının hazırlık emri ile başlamıştır.

Aşılması Gereken Engeller

Kesin kurtuluş için hazırlanan Taarruz planının istenildiği gibi sonuçlanması, düşmanın kendini güvenceye almak için oluşturduğu engellerin aşılabilmesi, kendi gücümüzü artırmak ve karşılaşılan maddi engellerin aşılmasını gerektirmiştir. 

Başkomutan 15 Ağustos 1922 günü Batı cephesi Komutanına, elinde bulunan altı yüz küsur liranın Maliye Bakanlığı emrine verdiğini bildirmekle birlikte;

* “Büyük hazırlıkların” beş on gün içinde sonuçlandırılmasını,

*Bir iki gün içinde Konya yoluyla cepheye geleceğini bildirmiştir.

Bu durum karışanda Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, verdiği yanıtta;

*Ağır topçu cephanesinin gelmediğini,

*Üç avcı tayyaresi ile yetinilmek zorunda olduğunu,

*Çarık ihtiyacının sağlanması için her şeyin yapıldığını bildirmiştir.

*

Ordu birliklerinin 100-150 km.lik bir yer değiştirmenin (intikal etmenin) hareketinin belli edilmemden gerçekleştirilmesi ciddiyetini korumuş, Bu intikal; 

*Gece ve köylerde konaklayarak yapmış,

*Yürüyüş yollarında iz bırakmamaya özen gösterilmiş,

*Topçu birliklerinin hareket alanında yayılması ve mevzilenmesi için ihtiyaç duyulan yollar yapılırken, Yunanlıların bu tarafta bir harekât yapılacağı hakkında dikkatini çekmemek için diğer bölgelerde de bu faaliyetler aynı şekilde yapılmış ve bu hazırlıkların düşman taarruzuna karşı yapıldığı hissi verilmiş,

*Hayvanlar, arabalar ve toplar bulunulan alanlarda ya da ormanlar ve derin derin dereler içinde saklanmaya çalışılmış,

*Ankara Hükümeti’nin, Başkomutanın taarruz konusunda isteğini desteklemediği, Anadolu’da birlik ve beraberliğin olmadığı içeriğinde haberler yayınlanmış,

Ne var ki, 23 Ağustos’ta birliğinden kaçan bir Türk erinin Yunanlılar tarafından ele geçirilişi Yunanlıların, Türk saldırısı hakkında kimi bilgiler edinmişlerdir, keşif uçaklarına rağmen cephede toplanan Türk birliklerinin sayısını saptamamışlardır. 

Asıl muharebe alanına kadar sokulmayı başaran 24 Ağustos 1922 gecesine dek hazırlıklarını tamamlamış olan Türk Ordusu’na saldırı emrinden önce, 25 Ağustos günü dünya ile iletişimin kesilmesi emri verilmiştir.

BÜYÜK TAARRUZUN ÖNCESİ ANKARA HÜKÜMETİNİN DURUMU

İnönü savaşları ve Sakarya Savaşının (23 Ağustos 1921-13 Eylül 1921) başarıları, milletin ters dönmüş olan “makûs” talihini, umuda dönüştürmüştü.

*Kimi muhalefet edenler dışında, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliği, güvenirliliği ve uluslararası saygınlığı da perçinlenmişti.

*Kuvayı Milliye’nin ile düzenli ordunun ve TBMM Hükümetinin, gücü anlaşılmış, Yunanlıların yenileceği inancı güçlendirmişti,

Dahası; 

*Anlaşık devletleri, Sevr Antlaşmasına da ısrar edilemeyeceği anlamına gelen “barış” sözünü dillendirmeye başlamışlardı.


Dış Siyasi Durum 

22 gün ve gece süren Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında;

*Ankara Hükümeti’nin dış ilişkilerinde saygınlığı artmış,

*13 Ekim 1921’de Kafkas Cumhuriyetleriyle, Kars, 

*20 Ekim 1921 tarihinde Fransızlarla, Ankara, 

*23 Ekim 1921’de İngilizlerle, esir değişimi,

*2 Ocak 1922’de Ukrayna ile dostluk anlaşmaları yapılması, 

Ankara Hükümeti’nin, Rusya ile olan iyi ilişkileri başta İngiltere olmak üzere, Batılı devletleri telaşlandırmış,

Fransa ve İtalya’nın yaklaşımları sonucunda İngiltere yönetimi de ikna edilerek, Mart 1922’de, Anadolu sorununu tartışmak üzere Paris’te bir konferans yapmaya karar verilmişti.

*Bu konferansa Ankara Hükümet’inden de temsilci istendiği için, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey 7 Şubat’ta Paris’e temsilci olarak gönderilmişti.

*Ülkenin işgalden kurtarılması için ulusal konularda onca başarılar elde etmiş olan Ankara Hükümeti’nin başarıları görmezden gelinerek, İstanbul Hükümeti de İzzet Paşa’yı (1864-1937) Londra’ya temsilci göndermişti.

*Yine de İzzet Paşa, Londra’da yaptığı görüşmelerde Anadolu’yu kendilerinin temsil ettiği gibi bir durum sergilemişti.

Öte yandan;

*Yunan Bakanlar Kurulu 12 Temmuz 1922 günü; Batı Anadolu'da bir özerk devlet kurma görüşünü kabul etmiş,

*İzmir Belediye Başkanı Hasan Paşa, Özerk İyonya Devleti projesini uygun bulduğunu açıklamıştı.

Böylesi durumlarda ulusal birlik ve beraberlik gerektiği halde, her türlü darboğazları aşma çabası içinde olan Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik muhalefetin eleştirileri de sinirleri iyice germişti.

İç Muhalefet Cephesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale savaşlarında, İnönü savaşlarında ve Sakarya savaşlarında isabetli kararlar vermekte, zamanı ve yeri seçmekte üstün niteliğe sahip olduğunu görmezden gelen muhalif milletvekillerinin;

*Sabırsızlıkları artmış,

*İstanbul’la birleşmek, “Mustafa Kemal’den kurtulmak” düşüncesi gibi oldukça tehlikeli görüşler çoğalmış, 

*Ordunun taarruz yapacak durumda olmadığı gibi görüşleri ileri sürenler, sorumlu olarak Başkumandan Mustafa Kemal Paşa göstermişler,

*Mustafa Kemal Paşa’nın;

-Rahatsızlığı nedeniyle TBMM’de bulunmadığı bir gün yetkilerini uzatmamışlar,

-Mevcut durumda, Meclis Başkanının gösterdiği adaylar arasından seçilen Bakanların, Meclis içinden, tek tek, gizli oy ve salt çoğunlukla seçilmesi kabul edilerek, yetkisi sınırlandırılan Mustafa Kemal' Paşa’nın, Bakanlar Kurulu'na başkanlık yapması da önlenmiş, 

*O, TBMM’nin kimi üyelerinden de gizli olarak, kesin darbeyi vurmak için savaş hazırlıklarını özenle yürütmüş,

*Yetkilerini sınırlandırmak isteyen muhaliflerine karşı; “bırakmadım, bırakmam ve bırakmayacağım” sözleriyle devrimci dik duruşunu bir kez daha göstererek, yetkisini yeniletmişti.

Mustafa Kemal Paşa, ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak için Yunanları yok etmeyi planlarken, Meclis’teki muhalefet de Mustafa Kemal Paşa’yı sıkıştırmaya çalışmışlar, öyle ki Rauf Orbay yeni yasa uyarınca Meclis tarafından seçilen Bakanlar Kurulu’na Başkan (Başbakan) olmayı, Mustafa Kemal Paşa’dan kendi işlerine karışmama sözü alarak kabul etmişti.

Muhalefetin, Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik oldukça olumsuz yaklaşımı doğal olarak dış muhaliflere ve Yunan kamuoyuna da yansıması, Türk Ordusu’nun taarruz yapamayacağı gibi bir algıya yansıması, muhalefet farkında olmadan Büyük Taarruz için yapılan askeri hazırlıkların gizlenmesine yardımcı olmuştu.

Bu durum Kemal Paşa tarafından şöyle değerlendirilmiştir:

“Ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felaketten ibaret olacağı yolundaki propagandalarına alabildiğine hız” verilmiş,

(Meclis'te bu düşünce akımının bıraktığı yankılar, zaten düşmanlardan fazlasıyla gizlemek istediğim taarruz bakımından yararlı)  da olmuştur.

Bu süreç te “Rezil İstanbul” olarak anılmayı hak eden İstanbul Hükümeti’nin ve Padişah-Halife Vahdettin’in ulusal amaca yönelik yaklaşımı hep işgal güçlerinin isteği doğrultusunda olmuştur.

Muhalefet Basınının Yaklaşımları

Kuvayı Milliye yanlısı basında Mustafa Kemal Paşa’nın, “Biz, yeni bir tarih yapacağız!”  sözlerinin yer aldığı o günlerde İstanbul (Mütareke Basınının) basının tescilli muhalif kalemlerinden Ali Kemal, Peyami Sabah gazetesindeki sütunlarına şunları yansıtmıştır: 

*“Tehlike üzerimize doğru yürüyor. İzmir'i, Edirne'yi kılıçla, kuvvetle kurtarma, Yunanlıları denize dökmek tasavvuru bir rüya idi, bir hülya oldu. Anadolu'nun dahili ve harici siyaseti iflas etti” (9 Eylül 1922).

Başkomutanlık Yasası

5 Ağustos 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisince üç aylık süreyle verilen ve ülkenin geleceğini etkileyen Başkumandanlık yetki yasası; sırasıyla 31 Ekim 1921, 4 Şubat 1922, 6 Mayıs 1922 tarihlerinde üçer aylık süreler için yenilenmiş, 20 Temmuz 1922 tarihinde yasada değişiklik yapılarak süresiz olması kararlaştırılmıştır.

*Meclis istediği zaman bu yetkiyi, Mustafa Kemal Paşa’dan alabilme hükmünü de kabul etmiştir. 

6 Mayıs 1922 günü yapılan gizli oturumda söz alan Mustafa Kemal Paşa, Meclisin yetkilerini gasp ettiği eleştirisine karşı; "Bu benim eserimdir, eserimi küçültmek değil yükseltmekle görevliyim" demiş,

Hazırlık Emrinin Verilmesi

Başkomutanı, Trakya’ya taşınan Yunan güçlerinin tekrar Anadolu’ya getirilmeden taarruza geçmenin tam zamanı olduğunu görmüşü,

Yunan Ordusu’nun tahkimatı ve savaşa hazırlık plan ve savunma stratejileri de inceden inceye değerlendirildikten sonra;

*Batı Cephesi Komutanına, 6 Ağustos 1922'de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verilmiş,  

Başkomutan cepheye gitmeden önce arkadaşı İhsan Eryavuz’a; Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa, Ağaoğlu Ahmed Bey, İstanbul Mebusu Rıza Bey, Kılıç Ali Bey ile diğer kimi yakın arkalarını ile birlikte özel olarak da Rus Elçisi Aralof’un evine yemeğe davet etmesi isteğinde bulunmuştur.

Bu yemekli toplantıda Başkomutan Yunan ordusuna taarruza karar verdiğini, hatta buradan yarın sabah doğruca cepheye hareket edeceğini söylemiş, bu kararı duyan Aralof; “başarınızı şimdiden tebrik etmekle, içten gelen duygularımı açığa vurmada acele etmediğim kanısındayım” dediği günümüze aktarılmıştır. 

17 Ağustos 1922 gecesi gizlice, Ankara’dan ayrılan Başkomutan;

*İkametgahta kalanlara, görüşmek isteyen olursa hasta olduğunun söylenmesini,

*Ankara Kumandanı ve Yaveri Cevat Abbas Bey'e, kendisinin Ankara'da olduğu izlenimi yaratmalarını, taarruzda başarısızlık halinde duruma hâkim olmak için tedbir almalarını, 

*Aleyhindeki her gelişmeden kendisini haberdar etmelerini tembih etmiştir.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa cephe karargahının bulunduğu Akşehir'e vardığı 20 Ağustos 1922 Pazar günü;

*Hakimiyeti Milliye ve Yenigün gazetelerinde yarın (21 Ağustos’ta) Başkomutan ve TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya' da bir çay ziyafeti vereceği ilan edilmiş,

*Ertesi gün İkdam gazetesi; "Çay Ziyafeti pek kalabalık. Bütün gün sohbet edildi". (!); diye yazmıştır.

**

*Komutanlarla yaptığı toplantıda Başkomutanın, taarruz planına itirazı olanların istifa etmelerini, tüm sorumluluğu üzerine aldığını bildirdiği,

*Yunan Hükümeti’nin, silah altına alınacaklara çağrı yapıldığı bir aşamada, Batı Cephesi birlikleri gece yürüyüşleriyle, gösterilen hedefe yönelmişlerdi.

GÜNEŞİ KURTULUŞA YANSITAN GÜNLER

26-30 AĞUSTOS -9 EYLÜL


İLK BEŞ GÜNÜN ÖNEMİ”

Her günün sabahı yeni bir aydınlığı yansıtır. 26 Ağustos 1922 günü sabahının yansıttığı aydınlık, doğal aydınlıktan farklı olarak; işgalden kurtuluşun ve geleceğin aydınlık Türkiye’sinin ilk aydınlığı oluşturmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, Başkomutan yetkisiyle ulusal kurtuluşumuzu gerçekleştiren, dünya tarihine örnek olan; “Büyük Taarruz”, “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” ya da “Dumlupınar Meydan Muharebesi” olarak anılan tarihin en önemli meydan muharebelerinin 26 Ağustos günü emrini verdiğinde,

Yunan Başkumandanı Hatzianestis’nin (Hacı Anesti) karargâhı İzmir'de bulunuyor, Afyon bölgesindeki bütün kuvvetlerin yönetilmesi Kolordu Kumandanı General Trikopis’e verilmişti.

*Başkomutanın ve komuta kademesinin Kocatepe’ye geldiği gün, Ankara’nın denetimindeki tüm limanlara gemi girmesi ve limandakilerin çıkışı yasaklanmış, Anadolu ile iletişim kesilmiştir.

İstanbul-Anadolu telgraf haberleşmesi sonlandırılmış, Karadeniz’de ticari gemilerin kara ile iletişimleri yasaklanmış, Rusya’dan gelen yardımlar için Trabzon Limanına özel ayrıcalık gösterilmiş,

Bu yasağa göre; Anadolu’ya kimse girmeyecek, kimse çıkmayacak, dışarıya hiçbir haber verilmeyecek aksi davranan, vatana ihanet suçuyla yargılanacaktı.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın, Ordularının başında olduğu özenle saklanmış,

Büyük Taarruzun başarısı için;

*Afyonkarahisar’ın batısındaki Kaleciksivrisi’nin kuzeyinde bulunan 1310 rakımlı tepe,

*Kaleciksivrisi’nin 12 km. batısındaki Tınaztepe,

*Bu iki tepenin arasında bulunan Belentepe üç tepe çok stratejik konumda idiler.

Topçularımız bu üç tepeyi ateş altına alabilecek biçimde konuşlanmıştı.

İsmet Paşa, Taarruz başlamadan iki gün önce;

*İki aldatma keşif birliğinin birini, İzmir-Aydın- Ortakçı demiryoluna,

*Diğerini Bilecik Bölgesine göndererek, Yunanlıların asıl saldırı noktasını anlamlarını önlemiş, 

*Böylece düşman kuvvetleri, Türk birliklerinin görüldüğü noktalara kaydırılmış, 

General Trikopis uçak keşifleri, casusların haberleriyle otuz bin kişilik Türk kuvvetinin Afyon güney bölgesinde toplandığını öğrenmiş, önlem almaya başlamış ise de Türk ordusu taarruz mevzilerine yanaşırken, Yunan 1 inci Kolordusu komutan ve subayları da Afyon'da eğlence gecesi düzenlemişlerdi.

Söylev’de söz edildiği şekliye saldırı planı şöyle olmuştur: 

Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverişli bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü.

Yunan Ordusu’nun kesintisiz bir cephesinde tek uygun yer olan; kuzey ve güney ordu grupları arasındaki yaklaşık 20 millik (30 km.)  alandan saldırı başlamıştır.

Düşman Mevzilerinin Durumu 

Başarının sağlanabilmesi için önemli etkenlerden biri de düşmanın konumlanmasını ve savunma durumu hakkında doğru bilgi edinmekti. Bu konu da gereği gibi incelenmiş, raporlar değerlendirilmiş Büyük Söylev’de şu şartlarla yer almıştır:

Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düşman ordusu büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bölgesindeydi. Bu iki grup arasında yedek kuvvetleri bulunmaktaydı.

Düşman cephesi, Marmara'dan Menderes'e kadar uzanıyordu. Düşman ordusunun teşkilatı, üç kolordu ve bazı müstakil birliklerin mevcudu da üç tümeni bulmaktaydı. Biz, Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teşkilatlandırmış ve düzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye bağlı teşkilatımız da vardı. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan başka üç tümenlik bir süvari kolordumuz ve daha zayıf mevcutlu iki süvari tümenimiz vardı.

Yunan ordusu, dünyanın hür ve kendisini destekleyen sanayiine dayandığı için, makineli tüfek, top, uçak, taşıt, cephane ve teknik malzeme bakımından daha üstün durumdaydı. Diğer taraftan bizim ordumuz süvari sayısı yönünden daha üstün bulunuyordu.  

Bu süreçte Yunan mevzilerini gezen İngiliz uzmanları, “Türkler 5-6 ay boyunca saldırsalar da buraları ele geçiremezler” içerikli değerlendirmeleri karşısında, kendilerini güven ve yüksek moral içinde olan Yunan güçleri, Anadolu'da sürekli kalmaya yönelik işlere girişmiş, İzmir ve yöresini İonia adıyla kendi topraklarına kattıklarını ilan etmişlerdi.

**

Büyük Saldırının Bir Gün Öncesi

25 Ağustos 1922 Cuma günü;

*Yarınki büyük saldın için Batı Cephesi'nde son hazırlıklar yapıldı.

*Fevzi Paşa, saldırının yapılacağı alanı gezdi. Gerekli son emirleri verdi. 

*Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, saldırı düzenine giren birliklere yarın düşmana bir imha saldırısı yapılacağını bildirdi. 

*Akşam, Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar, çadırlı ordugâh önünde bir portatif masa çevresinde toplanarak yarınki saldın için birliklerden gelen hazırlık raporlarını gözden geçirdiler. 

*Başkumandan da Kocatepe'ye çıkarak cepheyi ve birlikleri gözden geçirdi.

*Subay ve erler heyecandan uyuyamadı.

*Bir Yunan keşif uçuşuna ilk defa olarak bir Türk uçağı engel oldu. Yunan pilot, Afyon'a uçarak kurtulabildi.

*Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Cephe Uçak Bölüğü Komutanlığına şu emri gönderdi;

*26 Ağustos sabahı güneşin doğuşundan itibaren ordularımız genel taarruza başlayacaklardır.

Yarın öğleden önce saat 06.00 ile saat 08.00 arasında düşman ihtiyat grubunun durumu keşif ve tespit edilecektir. Aynı şekilde öğleden önce saat 06.00 ile saat 08.00 arasında Afyon’un güneybatı bölgesindeki düşman birliklerinin durumu keşfedilecektir. 

Cepheye gelen raporlara göre kendisine; düşmanda bir belirti sezilmediği içeriğinde yanıt verilince; “Baskın başarılmıştır” demiştir.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Başbakan Rauf Beye;

*Batı Cephesindeki ordularımızın “tevfikarı Sübhaniyeye dayanarak” (Tanrı tarafından gösterilen doğru yola dayanarak),

*Ağustos’un yirmi altıncı Cumartesi günü düşmana taarruza başlanacağı bildirilmiştir.

**

Ankara’da ise TBMM saat 03:00’de toplanmış, milletvekilleri Başbakan Rauf Bey’in vereceği haberi merak ve sabırsızlıkla beklemekteydiler.

Rauf Bey, Bursa’nın işgalinden beri üzerinde siyah örtü örtülmüş olan TBMM kürsüsünden, şu tarihi açıklamasını yapmıştır;

“Efendiler, çok önemli bir gece yaşıyoruz. Biraz evvel Genelkurmay Başkanı Fevzi Bey’den şifreli bir telgraf aldım. Aynen arz ediyorum. ‘Bütün hazırlıklarını tamamlamış olan ordumuz 26 Ağustos şafak vakti taarruza geçecektir. Düşmanı mağlup edeceğimize ve yurdumuzu son karış toprağına kadar kurtaracağımıza inanıyorum’.” 

25/26 Ağustos gecesi ordu birliklerimiz ve geçilmesi oldukça güç olan yollardan geçek süvarilerimiz mevzilenmişler, 

Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa, yöredeki bir köylüden atlı süvarinin geçebileceği geçidi öğrenmiş, kılavuzların yardımıyla karanlıkta sarp derelerden, tehlikeli uçurum kenarından, ormanlıklardan oldukça güçlük çekerek ilerleyen saldırıya hazır Türk Ordusu, kimi yerlerde dört beş yüz metreye kadar Yunan mevzilerine yanaşmışlardı.

Türk ve Yunan Ordu Kuruluş -Komuta ve Güçleri

Türk Ordusu;

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa. 

Birinci Ordu: Karargâhı Çay, komutanı Nurettin Paşa, 

İkinci Ordu: Karargâhı Bolvadin, komutanı Yakup Şevki Paşa, Kocaeli Grubu.

Büyük saldırıda iki tarafın kuvvet mevcutları: 

Türk- Yunan 

İnsan: 208.000 225.000 

Tüfek:     93.000   90.000 

Hafif makinalı:    2.025     3.139 

Ağır makinalı:         839     1.280 

Top:          323        418

Uçak:            10           50, 

Kamyon:          298      4.036 

Cankurtaran:            33      1.776. 

Bunlardan ayrı olarak Türklerde 2.318 kağnı, 3.141 at arabası, 1 .970 öküz arabası var. 

Türk ordusunun ancak yarısı tek tip asker kıyafetinde. 


26 AĞUSTOS 1922 CUMARTESİ 

Taarruzun ilk günü olan 26 Ağustos kesin başarı için çok önem taşımaktaydı. Eğer belirlenen hedeflere bugün varılmaz ise ertesi gün düşman, ihtiyat birliklerini cepheye süreceği için 26 Ağustos yaşamsal önem taşımaktaydı.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, bütün generallere savaşı cephe hattından yönetmelerini emretmiş, saldırı için verilecek emri bekleyen birliklere emir vermek için sabahı saat: 3.00 civarında gün doğuşuna bir saat kala, bir dizi erin el fenerleri ile aydınlattığı yoldan at sırtında Kocatepe’ye doğru yanında; Fevzi, İsmet, Nurettin Paşalarla birlikte birkaç saat sonra başlayacak olan taarruzu gözetleyeceği tepeye varmışlar. 

Sis nedeniyle gecikmeli olarak 26 Ağustos sabahı, “Saat 5.30'da topçu ateşimizle taarruz başla(mış)”.

*20 kilometre uzunluğundaki Yunan cephesini piyadelerimiz sadece bir saat içinde hedefleri mevzileri ele geçirmişler, Tınaztepe yönünde tel örgüleri kesilip aşılarak, süngülerle Yunan kuvvetlerini tepeledikten sonra Tınaztepe, kısmen ele geçirmiş, Çiğiltepe düşmanda kalmıştı. 

*Yunan ihtiyat kolordusunun yerinde olduğu raporunun gelmesi üzerine, kutsal saldırının iyi gittiği anlaşılmıştır.

26 Ağustos 1922 öğleden evvel Ordunun taarruz başlattığı Ankara’da Hükümete, öğleden sonra TBMM’ne yayınlanması ve yayılması saklı tutulmak koşuluyla ulaştırılmış,

En batıda Çiğil Tepeye taarruz eden 57 nci Tümen'in varması gereken hedefte gecikme olunca, tehlikeye fark eden Başkomutan, 23 üncü Tümen Komutana telefonla, Belen Tepeyi ele geçirmesi emrini vermiştir. (Başkomutanın Kocatepe’deki kayalık bir arazi üzerinde ayakta çekilen eli çenesinde düşünceli görünümlü fotoğrafı, söz konusu bu emri vermek üzere muhabere merkezine giderken çekilmiştir.) Geç hareket eden 23’üncü Tümen'in birlikleri, büyük bir süratle ilerlemişler,

Müjde öz elliğinde olan gözetleme raporunda şu cümleler yer almıştır:

*Afyon’un güneydoğusundaki tahkimat hattında ve gerisinde faaliyet yoktur.

*Deper sırtlarında bulunan çadırlı ordugâhta kargaşalık vardır. 

*Afyon-İstanbul İstasyonu’nda harekete hazır bir tren bulunmaktadır.

Ankara’da diken üstünde;

*Meclis'in gizli oturumunda, Fevzi Paşa'nın saldırının başladığını bildiren telgrafı okunmuş,

*Halka ve memurlara hitaben bir bildiri yayımlayarak ordunun bu sabah bütün cephede saldırıya geçtiğini haber vermiş,

*Kurtuluş günlerinin yakın olduğunu bildirerek, herkesin orduya yardım etmesini ve ulusal kavgadan övünç payına sahip olmasını rica etmiştir.


Ulusal basınına yansıyanlar;

İletişim kanaları kesildiği için ulusal basında bugün cephedeki ciddi gelişmeler yer almamıştır

İşbirlikçi basının yaklaşımı;

Peyamı Sabah gazetesi baş yazarı (günümüzde, kalemini ve kişiliğin kiraya vermiş kimi yazar ve yorumcuların atası) Ali Kemal, cephede yaratılan harikalardan habersiz olarak şu cümleleri sütununa taşımıştı; “… Kuvayı Milliye hariç ve dahilde yaptıklarıyla asla kazanmamış, kaybetmiştir. Ankara yardakçıları, Sevr'i tadil ettirdik diyorlar. Yapacağımız iş, İttihat ve Terakki'nin yaptıklarını unutturmaktı. Bu doğru yola gitmekten bizi Ankara alıkoydu, alıkoyuyor. Ankara başımızda oldukça bu keşmekeşten bir hayır doğarsa, bilfarz, İzmir, Edirne kurtulursa seviniriz, çıldırırız, fakat aklen, irfanen bu mertebe yanıldığımız için yalnız kalemimizi kırmak değil, insanlığımızdan bile istifa eyleriz. Olaylar ispat edecektir ki biz yanılmış olmayacağız.”

27 AĞUSTOS 1922 PAZAR AFYON YANIYOR

Tınaztepe’de en şiddetli muharebelerin yaşanıldığı, Afyon’un kurtarıldığı bugün, onca şehitler arasına iki üst düzeyde komutan da katılmıştı.

Batı Cephesi Komutanlığı saat 09.00’da aldığı uçak raporlarında; Yunan ihtiyat kolordusunun ordugâhlarında değişiklik olmadığını öğrenmiş;

*Ordumuz, iki tümenle takviye ettiği cepheyi  rahatlıkla yarmış,

*Öyle anlar yaşanılmış ki; “iki tarafın topçu ateşinden taarruz bölgesi bir volkan gibi kaynamış, dumanlar hareketlerin takibine”  imkân vermez olmuş,

Erkmen Tepeleri (1310 rakımlı tepeler) alınmış, 

12.00'de, sekiz tabur kadar olduğu tahmin edilen Yunan, Sincanlı ovasına atılmıştı.

Tümen Komutanı Yarbay Reşat (Çiğiltepe), Çiğil Tepe’yi ele geçir emri almış, tüm gücünü kullanmış ise de alamamış ancak bu emri yerine getiremediği için "Muvvaffakiyetsizlik beni hayatımdan bizar etti." Notunu yazarak saat 11.00’de kendi canına kıymış, Çiğil Tepe saat 17.30'da ele geçirilmiştir. 

Yıldırım Kemal, Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Bey'in karşısına çıkarak saldın emrini alır almaz trene atlayıp geldiğini bildirerek en ileri hatlarda çarpışan bir alaya verilmesini istemiş, iki saat sonra çarpışmada şehit düşmüştür. 

Ordumuz, saat 17 30’da yangınlar ve çığlıklar içinde olan Afyonkarahisar’a girmiştir.

Üç sıra halinde gerilmiş tel örgülerden oluşan korunakları sökülen düşman, açık alan savaşına mecbur edilmiştir.

Afyonkarahisar’ın kurtarılması;

26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cepheleri düşürülmüştür. 

Gün sonunda;

*Eskişehir bölgesi hariç. Yunanlıların bütün asıl mevzileri Türklerin eline geçmişti. 

Başkomutanın değerlendirmesi;

“27 Ağustos sabahı 1310 rakımlı tepeye doğrudan doğruya Dördüncü Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa’nın hazır bulunduğu gayet ustaca bir taarruz tertip olundu ve bunun neticesi olmak üzere, 1310 rakımlı Erkmentepesi düşmandan alındı ve buradaki düşman mağlûp ve perişan bir surette kuzey ve kuzeybatıya doğru atıldı. Bu suretle Kaleciksivrisinden Tınaztepe’ye kadar olan iki kilometrelik bir gedik açılmış bulunuyordu.”

“Süvarilerimiz, … bazen piyade gibi, ateş muharebesi yaptı ve fakat; ekseriya kılıcını çekti ve dört nala düşman safları içerisine girdiler.”

“Bu kahramanlık sayesinde batıya çekilmek isteyen düşman kıtaatı durmağa ve vaziyet almağa mecbur edildi ve o esnada bir taraftan piyadelerimiz ve topçularımız yetişti ve düşmanı tekrar muharebeye mecbur ettik.” 

Yunan cephesinde durum;

Afyon’un alınmasıyla Türk Ordusu tarafından iaşeleri ve iletişimleri kesilen, Türkler tarafından yok edilen korunaklarını onarama fırsat bulamayan Yunan Cephesinde;

*Türk birlikleri telefon bağlantıları kontrolümüz altına alındığı için Trikopis, birliklerine vereceği emri yerine ulaştıramamış,

*100.000 askerlik beslenme ve tedarik malzemesi ele geçirilmiş,

*Daha önemlisi Yunan cephe hattında, esaslı bir kesinti oluşturmuştur.

*Bugün sadece Dördüncü Kolordu'nun 300’ü şehit olmak üzere 2.000 kişilik zayiatına karşılık, Yunan güçlerinden 3.000 kadar kişi kaybı olmuştur.

Başkomutanın telgrafı;

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa üstün başarısının ikinci gününde TBMM’ne cepheden gönderdiği telgrafta;

*İki günden beri kesintisiz devam eden savaşlar sonucunda Afyon'un kurtarıldığını,

*Esir, ağır ve hafif top ve her çeşit malzemeden oluşan ganimetin çok olduğunu,

*Kumandanlarımızın sevk ve idarede düşman kumandanlarından üstün olduğunu,

*Asker ve subaylarımızın dünyaca bilinen yiğitlik ve kahramanlıklarının teyit olunduğu, 

*Böylesi bir orduya sahip olan Türkiye Büyük Millet Meclisini kutladığını bildirmiştir. 

Ankara’da durum; 

Afyon'da büyük bir saldırıya geçildiğini öğrenen Ankara halkı;

*Uykusuz bir gece geçirmişler,

*Afyon’un kurtarıldığı haberi gelinince; "tarifi mümkün olmayan bir sevinç ve tatlı bir heyecan içindeki halk, yedisinden yetmişine" sokaklara dökülmüşler,

*Her adım başında ''Yaşasın millet! Yaşasın milli ordu! Yaşasın Gazimiz!" sesleri yükselmiştir.

Yurt dışından ve yurt içinden kutlama telgrafları Ankara’ya akmaya başlamıştır.

Ulusal basına yansıyanlar;

*Hakimiyeti Milliye gazetesi; “Dün sabahtan itibaren bütün cephelerde kahraman ordumuz düşmanla çarpışmağa başladı.”

*Yenigün gazetesi; “Kahraman ordularımız namus, istiklal ve vatan için dün sabahtan itibaren bütün cephede cani ve müstevli düşmanla çarpışmaktadır.”

İşbirlikçi basına yansıyanlar;

Peyami Sabah gazetesinde, Ali Kemal; “Biz bugün iktisaden, içtimaen, fikren öyle geriyiz ki, Avrupa ile aramızda uçurum var. Sandığımız gibi zamanımızda istiklal, istikbal topla tüfekle kaim değildir.”


28 AĞUSTOS PAZARTESİ BAŞKOMUTAN AFYON’DA

Başkomutanlık ve Batı Cephesi Karargâhlarının Afyon’a taşındığı bugün, düşman ana kuvvetlerinin hiçbir yere gitmesinin önlenmesi, hedeflenmiş,

Yunan mevzilerinde yeniden güçlü bir savunma hattı kurmalarının engellenmesi kararlaştırılmış,

*Süvarilerimiz, kılıcını çekip düşman safları içerisine dalmışlar,

Top ve mühimmat dahil bırakarak geriye çekilen düşmanın Balmahmut istasyonundaki depolarda ele geçirilen bol miktarda konserve içindeki yiyecek maddesi, erlerimizin çantalarını doldurmuştur. Bu durum morallerini daha da artırmıştır.

Gün sonunda Başkomutanla bir araya gelen komutanlar; Başkomutan, Yunanların kesin yenileceği sonucuna varmışlardır.

Yunan Ordusu;

*28 Ağustos itibariyle düşmanın toplam 7 tümeninden ikisi ancak Dumlupınar’ın batısına geçebilmiş,

*Sıkışan düşman imha olmakla karşı karşıya kalmıştır.

*2 nci Yunan Kolordusunun hiç muharebeye girmemiş, dolgun mevcutlu çadırlı ordugâhta Eğret Köyü’nde olan 12.000 mevcutlu 9 uncu Yunan Tümeni'ne gün doğarken 1200 atlıdan oluşan süvarilerimiz zayiat vermiş, yeterince moral bozmuştu.

*Erlerin morallerinin bozuk ve dağılma eğiliminde olduklarını bildirmiştir.  

*Yunan Hükümeti, Yunan ordusunda Türklere karşı gönüllü olarak çarpışan 35.000 Türkiyeli Rumların sayısını artırmak için işgal altındaki Türkiye topraklarında yaşayan 1903 doğumlu Rumları da askere alma kararı almış, 

*Hacıanesti'nin İzmir’deki genel karargahında irtibat subayı E. Kazanidis, Batılı gazetecilere; “iki gün sonra esir Mustafa Kemal'i size burada takdim edebilirim" 

İşgal güçleri uyanmak üzere

Büyük Taarruzun başlatılmasından önce, Ankara ile iç ve dış iletişimi kesilmesi o denli etkili olmuştur ki Anadolu’yu bir ağ gibi sarmış olan işgal güçlerinin istihbarat örgütleri bile, işin ciddiyetini ancak 28 Ağustos’ta kavrayabilmişlerdir.

İngilizlerin İzmir Başkonsolosu H. Lamb geç vakitte, ilk kez kısa bir haberle 26 Ağustos günü Türklerin Uşak doğusunda demiryolunu keserek Afyonkarahisar'ı tecrit ettiklerini, hatta Afyon'un Türkler tarafından alındığının bile haber verildiğini öğrendiğini belirtmiş. Ancak telgraf aynı gün Londra'ya ulaşamamıştır. 

Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol'un telgrafı;

*Türkler bütün cephelerde saldırıya geçmiş olduklarını,

Başkomutan, Başbakanlığa bilgi verirken, annesi Zübeyde Hanımefendiyi ve Fikriye Hanım’ı da bilgilendirmeyi ihmal etmemiştir.

Başkomutanın, yayınlanmaması notu düşülerek Başbakan Rauf Bey’e gönderdiği telgrafta; 

*Düşmanın yenildiğini,

*Askerimizin yorulmak bilmediğini,

*Ele geçiren malzeme miktarının çok olduğunu,

*Kurtarılan yerlerde halkın şenlik yaptıklarını

*Dumlupınar’a yaklaşıldığı bilgilerini vermiştir.

Aynı günü Batı Cephesinden, “Başkumandan Mustafa Kemal” imzasıyla, TBMM Özel Kalem Müdürü Hayati Bey’e gönderilen telgrafta;

“Validem Hanımefendi’ye ve Fikriye Hanım’a” hitaben;

*Afyonkarahisar’ın alındığını,

*Kendilerinin müsterih (rahat) olmalarını,

Bildirmiş,

* “İnşallah dualarınızın bereketiyle bütün memleketi düşmandan kurtarmak kolay olacaktır” demiştir.

Kırık testi isli tencerelerle ikram yarışı

Afyon’un ilk işgali 28 Mart 1921 de olmuş, halk özgürlüklerinden yoksun olduğu kadar ekonomik güçten de yoksun duruma düşmüş, kurtarıcıları olan Türk Ordusunu karşılarından görünce, günlük ihtiyaçlarını karışlamakta kullandıkları zamanla kırılan ve is içinde kalan araçlardan başka kap kaçakları olmadığı için onlarla su, ayran, tatlı ve benzeri yiyeceklerini askerlerimize ve Başkomutana ikram etme yarışına girmişlerdir.  30 Ağustos Hatıraları:

Ankara’da durum;

Muhalefetin suskunluk içinde olduğu, Ankara halkının gece gündüz bayram yaşadığı Ankara’da;

*Rus Elçisi Aralof, Azerbaycan Elçisi Abilof ve Fransız Temsilcisi Albay Mougin, Rauf Bey'i ziyaret ederek zaferden dolayı kutlamışlar,

Halide Edip’in kaleminden; 

Başkomutan tarafından cepheye çağrılan Halide Edip, Afyon’un kurtarıldığı gün Başkomutanın karargahında bulunmuş ve şu bilgileri günümüze aktarmıştır:

*Afyon'da sokakları insan çağlayanları ile doluydu. 

*Mustafa Kemal Paşa'nın başında yüz güneş birden doğmuş gibi yüzü parlıyordu.

*"İzmir'i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam, çok yoruldunuz?" dedim. 

*"Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizi yiyeceğiz." dedi. 

*İkinci gruptan iki isim söyleyerek, “onların halk tarafından linç edilmeye layık” olduklarını söyledi. (Adıvar: 226-227; Babalık: 29 "Konya'dan aceleyle gidişi")

Ali Kemal;

*Ankara efendileri akıllarınca bütün işgal edilmiş arazinin boşaltılmasını istiyorlar.

*Topla ve tüfekle bu davayı fasletmek iddiasını bir yana bırakıyorlarsa, Kuvayı Milliye ricaline düşen birinci vazife, mukadderatımızı, hilafet ve saltanatı temsil eden Babıali'ye bırakarak çekilmektir.


29 AĞUSTOS SALI 

SUN TZU TAKTİĞİ 

Düşmanının çember içine alındığı bugün erkenden yapılan uçak keşifleri sonucuna göre; düşmanın Eskişehir’e çok sayıda nakliyat yaptıkları, iki alayının yerinde durduğu istihbarat raporlara yansımıştır.

Türk cephesinde durum;

Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşalar gece Afyon'da durumu gözden geçirerek saldırının şiddetle devam ettirilmesine, düşmanın durmaksızın kovalanmasına karar verdikleri bu aşamada, dört günden beri aralıksız muharebe eden birliklerimiz karşısına, Yunanlıların hiç muharebeye girmemiş dört tümeni sürdükleri bugün, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa;

*Birinci Ordu ve Üçüncü Süvari Tümeni Komutanlıklarına, düşmanın Anadolu'da imha edilmesini,

*Bunun için Yunan kuvvetlerinin telefon ve telgraf hatlarının kesilmesini, demiryolu ulaşımının engellenmesini, menzil kollarına baskınlar yapılmasını emretti.

*Sadece Kızıltaş deresi boyunca batıya giden ve Murat Dağı'na dayanan dar bir yol açık bırakılarak, tarihi bir savaş taktiği uygulanmıştır.

*“Burada Sun Tzu'dan  bu yana geçerliliğini koruyan bir harp sanatı kuralını tekrarlamak uygun olacaktır. ‘Kuşatılan düşmana daima kaçabileceği bir açık yan bırakılmalıdır. Fakat bu yan ilerde tabii bir engele dayanmalıdır.’ ". İşte 29 Ağustos gecesi Türk ordusunun almış olduğu tertibatın özetini bu kural vermektedir.

Yunan cephesinde durumu;

Afyon Cephesi'ne yardıma çağrılan Bağımsız Yunan Tümeni, çekilen Yunan Birinci Kolordusuyla bağlantı kuramayarak Eskişehir güneyinde batıya doğru çekilmeye başlamış,

*Düşmanın, çok sarp patikaları olan üstelik karşısında Süvari Kolordumuzun bulunduğu Kızıltaş Deresi’ne itilerek çembere alınması sağlanmış,

*Trikopis’in durumu güçleşmiş, kamalarını tahrip ederek ağır topların bırakılarak çekilmesi emrini vermiş,

*General Trikopis, 1 nci, 2 nci Kolorduları Dumlupınar mevzilerine çekemediği için General Franko Grubu ile birleşememiş, 

İşgal güçlerinin değerlendirmeleri;

İngilizlerin İstanbul Yüksek Komiseri Rumbold, Londra'ya çektiği tel;

*Kemalist saldırının başladığını, Anadolu ile haberleşmenin kesik olduğunu, 

*Anadolu limanlarının yabancı gemilere kapatıldığını,

*Yunanlıların durumunu hafifletmek amacıyla Venedik Konferansı'nın mümkün olduğunca çabuk toplanmasını gerektiği içeriğinde olmuştu.

İngilizlerin Atina işgüderi Mr. Bentinck, Büyük Taarruzun yarattığı durumdan o denli habersizdi ki gizli telgrafında;

*İstanbul’un Yunanistan'a verilmesini,

*Kral Konstantin'le Kraliçe Sophia'nın Ayasofya Kilisesi'nde kısa zamanda Bizans imparatoru ve imparatoriçesi tacını giymek için sabırsızlandıklarını,

*İstanbul’u, Yunanlılara devretmenin Doğu sorununun tek çözüm yolu olduğundan söz etmişti. 

Başkomutan bildirileri;

Aynı gün yine “Hariciye Vekâleti Vekili Rauf Beyefendi’ye” hitaben, “Başkumandan” imzasıyla gönderilen telgrafta;

*Afyonkarahisar bölgesinde düşmanın kesin yenilgiye uğratıldığı,

*Hafif ve ağır 30 topun ganimet olarak ele geçirildi,

* “Diplomatik” temaslarda bu durumun dikkate alınmasını bildirilmiştir.

30 AĞUSTOS ÇARŞAMBA “BAŞKOMUTANLIK SAVAŞI”  

“KURTULUŞ GÜNEŞİNİN” DOĞDUĞU GÜN

Trikopis’in tutsaklar arasında olduğu, gerçek kurtuluş günü olan bugün; 

Türk cephesinde durum;

Batı Cephesi Komutanı 1 nci Ordu komutanının gece yarısından sonra gelen raporundan ve 2 nci Ordu komutanının yazdığı irdelemeden, orduların durumlarını ve 30 Ağustos için ne yapmak istediklerini öğrenmiş, Bu durumda ordu komutanlarının kararları uygun bulunarak cephe komutanlığı emri ordulara 30 Ağustos 1922 saat 06.30’da gönderilmiştir.

29 Ağustos 1922 günü gece yansından sonra muharebe raporlarını inceleyen Başkomutan, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı, istenilen sonucun alınmak üzere olduklarını görmeleri üzerine, şiddetle taarruza, aralıksız takip kararı vermişlerdir. 

30 Ağustos günü, Yunan birliklerini; 1. Kolordu Komutanı Nikolaos Trikopis ve 2. Kolordu Komutanı Diyanis yönetmiş, 

29 Ağustos’u 30 Ağustos’a bağlayan gece sabaha karşı, cepheden gelen raporları kendisine sunmak için Afyon Belediye binasında uyumakta olan Başkomutan, Batı Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Tevfik Bey tarafından uyandırılmış, Raporu okuyan Mustafa Kemal Paşa ile Fevzi ve İsmet Paşalarla hemen bir araya gelmişler kendilerine sunulan raporlardan; düşmanın, üç yönden kuşatılmasına uygun durum içinde olduğu görülmüş, "gerçek kurtuluş güneşinin" bugün doğacağı sonucuna varılmış,

Başkomutanın kendisi;

*Birinci Ordu Karargâhından savaşı yönetmeyi üstlenmiş,

*Fevzi Paşa’yı, Altıntaş ve güneyinden hareket eden İkinci Ordumuzun ve bunun batısında bulunan Süvari Kolordumuzun yanına giderek, planlandığı şekilde harekâtı düzenlemesi için, 

*İsmet Paşa’yı da bütün cepheyi idare etmesi için genel Karargâhta (Afyon’da) görevlendirmiştir.

Saat 06 30’da ordulara: 

Her iki ordunun bütün kuvvetleri ile ve sür'atle taarruz ederek düşman çekilme yollarının kesilmesi, İzmir doğrultusunda aralıksız takiple dağınık düşman kollarının esir edilmesi, gece gündüz muharebe eden birliklerimizin durmadan harekâta devam etmeleri, 5’nci Süvari Kolordusunun da meydan muharebesinden sonra durmaksızın Kızıltaş vadisinden Uşak’a yönelmesi emri verilmiştir.

Gün ağarırken Yunanlıların bir kısmıyla Çalköy ve Adatepelerde toplandığı, bir kısım kuvvetinin de Kızıltaş deresinden Gediz istikametinde çekildiği görülmüş, Trikopis'i kuşatacak kuvvetlerin hedefin 15-20 km. yakınında olduğu anlaşılmış, düşmanın farklı yönlere kaçışı için gerekli önlemler alınarak, ortası tümsek bir hamam tasına benzeyen Adatepe’ye yönlendirilerek kolay avlanan hedef durumuna getirilmiştir.

Saat 10.00’da Başkomutan 1 inci Ordu Karargâhına gelerek durumu yakından izlemeye başlamış, bu sırada saat 15.00’a dek süren yağmur yağması, çevrenin sis ile kaplı olması Yunanlıların Adatepe bölgesinde savunma düzeni almalarını sağlamış ise de kurtulamamışlardır.

Yüzlerce kurbanın kesildiği, askerin ikramlara boğulduğu Türk Ordusu Kütahya'ya girmiştir. 

*Türk ordusuna kesin zafer kazandıracak muharebenin devam etmekte olduğunu bildirmiştir.

Başkomutanın değerlendirmesi

30 Ağustos günü düşmanın beş fırkası Dumlupınar’a gitmekten de engellenmiş, yalnız kendisi için, bir kurtuluşu noktası kılmıştı ki, o da Muratdağı kuzeyindeki Kızılta Deresi idi. Bu dere ve bu derenin içi sarp patikalara sahip bulunuyordu. Yani hareket güç idi ve bunun da karşısında süvari kolordumuz bulunuyordu. Böylece düşmanın beş fırkası, tamamen kuşatılmıştı.

Yunan cephesinde durumu;

Yunanlılar, kaçmak istedilerse de başaramamışlar,

*Yunanlıların kaçmasını önlemek için çevredeki köy halkı demiryolunu tahrip etmişler,

*Trikopis'in rütbesi Tümgeneralliğe yükseltilmiş, ancak Yunan telsiz hatları Türk telsizcilerinin kontrolüne girdiği için Trikopis terfi ettiğini tutsak olduktan sonra öğrenmiş,

Kocatürk: 335 "22 Ağustos


İşgal güçlerinin değerlendirmeleri;

*Avrupa kamuoyu ve işgal göçlerinin merkezleri durumdan henüz haberleri olmamış.

*Venedik konferansının bir an ince toplanmasından söz etmeye başlanmış,

İstanbul merak içinde;

İşgalin acı gerçeği altında inleyen yurtsever İstanbul halkı, Anadolu’da bir şeylerin olduğunu sezmiş ise de savaşın sürdüğü dört günde olanları ancak 30 Ağustos günü İstanbul’a ulaşan ilk zafer haberiyle çılgına dönmüştür.

İstanbul'a ulaşan ilk zafer haberi şu iki sözcüğü içermiştir: “Afyon alındı!”   (MN 1923: 251)

İstanbul Hükümeti’nin değerlendirmesi;

İstanbul Dışişleri Bakanı İzzet Paşa, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'a;

"Zafer, Mustafa Kemal'in şöhretini iade etmiştir" demiştir. (Jaeschke l: 190) .

Yenigün gazetesi;

*Saldın ve takip harekatımız başarıyla devam ediyor. 

*Allah’ın inayetiyle mutlaka muzaffer olacağız ve zaten oluyoruz da.

İşbirlikçi basının yazdıkları;

Peyamı Sabah gazetesi; Afyon cephesinde muharebe devam ediyor. Anadolu ile haberleşme ve ulaşım kesik. 

Ali Kemal;

*Hadisatın cereyan tarzı gösteriyor ki, Anadolu'da harp ve ateş yeniden tutuştu. 

*Bu milletin varlığı ile böyle oynamak en büyük siyasetsizliktir.

30 AĞUSTOS SONRASI 

BAŞKOMUTAN İZMİR YOLUNDA

Kamyonu yenen kağnı, masa görevi de yaptı.

“31 Ağustos 1922 Sabahı: Başkomutanla Genelkurmay Başkam ve Afyon’dan gelen Batı Cephesi Komutanı muharebe meydanını gezdiler. Çalköy - Alliören - Yeniköy - Adatepe gibi dar bir bölgede sıkışan Yunanlıların beş tümeni (4, 5, 9, 12 ve 13 ncü Tümenler) iki kolordu karargâhı ile bağlı birlikleri, seyyar hastaneler, kolorduların ve ordunun ağır topçu alaylarının bütün toplan, otomobil, araba, eşya, gereç ve donatımla bütün dereler, tepeler dolmuştu. Muharebe alanının etrafındaki ormanlarda kalan sağlam erler ve yaralılar da toplanıyordu. Adatepe bölgesinde ele geçen top sayısı 141 idi. Kurtulabilen Yunanlılardan bir kısmı Kızıltaş deresine ve dağlara dağılmıştı. Ordumuz karşısında Kaplangı dağında muharebe edip bozulan 1, 2 ve 7 nci Yunan Tümenlerinin kalıntılarından başka İzmir’e kadar muharebe edecek Yunan birliği kalmamıştı. Muharebe meydanından çekilen Yunan birliklerinden (4 ve 12 nci Tümenlerden) 1.000 kadar erle tümen komutanları 1 Eylül 1922 günü Oysuköy ormanlarında, 2 Eylül 1922’de Murat dağı batı yamaçlarındaki Münkarip köyü dolaylarında da 4.000 erle 1 ve 2 nci Kolordu Komutanları esir alındı. Bu suretle Adatepe’den çekilenler de yakalanmış oluyordu”

31 AĞUSTOS 1922 PERŞEMBE

Savaş alanını gezen Mustafa Kemal Paşa, binlerce Yunanlı cesedini gördükten sonra,

"Bu manzara insanlığı utandırabilir, fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk. Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete girişmez" demiş, yerdeki bir Yunan bayrağını görünce “bayrak bir milletin istiklal alametidir." diyerek kaldırılmasını emretmiştir. (30 Ağustos Hatrıaları: 47)

“31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yol alırken, diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere” ilerledikleri görülmüştür.

Rauf Beyefendi’ye hitaben ve “Yayınlanmayacaktır” kaydıyla “Başkumandan Mustafa Kemal” imzasıyla, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti (Başkanlığı) Kalemi Mahsus Müdiriyeti (Özel Kalem Müdürlüğü) başlıklı kâğıtta yazılı şu telgraf gönderilmiştir (özetle):

  *“26 Ağustos 1922’de başlayan Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi 31 Ağustos 1922 sabahı son bulmuştur.” 

*Beş gün beş gece kesintisiz sürdürülen bu meydan muharebesine düşmanın müstahkem mevzilerini çiğneyerek cephesini yarmak suretiyle başladık. 

*“Piyadelerimiz, kısa ateş muharebelerini müteakip gündüz ve gece süngü hücumları ve bomba taarruzlarıyla düşman birliklerinin büyük karargâhlarının içerilerine kadar girdi.”

* “Düşmanın geri çekilme hattı üzerinde bulunan süvari tümenlerimiz, bir taraftan topçularını kullanırken diğer taraftan kılıçla düşman içerilerine saldırdı. Savaş ve keşif uçaklarımız bomba ve makineli tüfekleriyle havadan hücum etti.”

* “ Her taraftan yıldırım etkisi yapan bu taarruzlar karşısında düşman ordusunun büyük kısmı mağlup edilerek birlikleri birbirine karışmış bir durumda ikiye parçalandı.”

* “… Yenilmiş düşman varını yoğunu terk ederek dere ve ormanlar içinde perişan oldu.

* “Bunlardan bu sabah yüzlercesi teslim olmağa başladı. Bu muharebede ele geçen düşman malzemesi pek çoktur. Sayımı yapılıyor.”

*Yalnız bir tümenimizin cephesinde … on beşi dağ olmak üzere yirmi beş top, 140 yük otomobili ve 17 binek otomobili ele geçirilmiştir.”

* “Bu başarıyı eltafi Sübhaniye’den (Allan’ın lütfundan) kuvvetle ümit ediyorum.” 

* “Menderes bölgesinde bulunan bütün düşman birlikleri devamlı takip karşısında mevzilerini terk ederek çekilmeye başlamıştır”.

**

Var olmak ya da yok olmak gibi yaşamsal önemde olan o günlerde bile Başkomutan, sorumluklarının farkında olmayanları uyarmaktan gere kalmamış, kimi yanlışlıkların fark ettiği Nurettin Paşa’ya şunları söylemiştir: 

“Komutanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli, uygulanabilir olan hususları emrederler ve emir verirken, kendini, o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek ve bilmek gerekir.”

**

**

Kesin başarı sağlanınca düşmanın bıraktığı toplar, ağır silahlar, motorlu araçlar ve malzeme ile dolu muharebe meydanı gezen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, duygularını şu satırlarla günümüze yansıtmıştır:

"Muharebe meydanını dolaştığım zaman ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna mukabil hasım ordusunun duçar edildiği felaketin dehşeti beni çok mütehassis etti. Sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, mahfuz ve mestur yerler bırakılmış toplar, otomobillerle namütenahi teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrükat (ölüden geri kalanlar) aralarında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargahımıza sevk edilen esir kafileleri ile hakikaten bir mahşeri andırıyordu. Ağustosun 31. günü takriben zevalde 

31 Ağustos günü Başkomutan, İsmet ve Fevzi Paşalar Çalköyü'nde buluşarak, Yunan tarafından yakıldığı için henüz dumanı tütmekte olan bir evin avlusunda bulunan, kırık kağnı arabasını oturak ve masa olarak kullanarak  tarihe iz düşüren onurlu başarının değerIendirmesini yapmışlardır.

**

2 Eylül 1922 günü Trikopis Tutsaklar Arasında

*Başkomutan, Karargâha vardığında birçok tutsak arasında bulunan rütbeli bir Yunan subayından, Yunan komutanlar Nikolios Trikopis (1868-27 Şubat 1959) ve Diyenis’in (1868-27 Şubat 1959) de çembere alınacak düşman ordusu içinde bulunduğunu öğrenince derhal telefonla, Kemalettin Paşa’dan düşman komutanlarının teslim alınmasını emrini vermiştir.

Erzakları ve cephaneleri tükendiğini anlayan Trikopis, Yunan askerinin ayaklanarak ellerinde kalan cephaneleri kendi subaylarına karşı kullanmalarından çekinecek teslim olmaya karar vererek, üst düzeyde bir subaya teslim olmak istemiş, Yüzbaşı Nihat Bey kendisini tümen komutanı olarak tanıtıp, Trikopisi ve mahiyeti teslim almıştır.

Tutsaklar önce Batı Cephesi Kurmay Başkanı Albay Asım Bey’in (Gündüz’ün) huzuruna getirilmişler, Yunanların yaptıkları onca kötülüklerin, yaktıkları onca köylerin, kaçırılan masum insanların birinci derecede tanığı olan Asım Bey, oldukça hiddetli olmasına rağmen sükûnetini koruyarak;

“Sizi çağdaş bir ordunun Erkân-t Harbiye Reisleri diye mi, yoksa âdi bir çetenin kan içici birer ferdi diye mi karşılayayım, mütereddidim (ikircilikliyim)!... ” dedikten sonra başları önlerine eğik tutsakları, Uşak halkının saldırısından koruyarak, hazırlanan evlere yerleştirip rahatlarını sağlamıştır.

Trikopis’in, Mustafa Kemal Paşa ve yanındakilerle tanışmasını o gün cephede bulunan tanıklardan Halide Edip Hanım şöyle aktarmıştır:

Mustafa Kemal Paşayı, Fevzi ve İsmet Paşaları Uşak’ta bir masanın başında bulduk. General Trikopis’le, General Diyenis Türklere teslim olmuşlardı. Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna, Nurettin Paşayla (I. Ordu Kumandam), Kemalettin Sami Paşa’nın (IV. Kolordu Kumandam) arasında geldiler. Eğer muhafaza edilmeselerdi Uşak halkı onları parçalayacaktı. Yunan generalleri getirildikleri zaman, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ile İsmet Paşanın arasında duruyordu. Büyük bir ilgiyle onları seyrettim ve dinledim... Bizimkilerin üniformaları, neferlerinki kadar sade, yüzleri sakin, hareketsizdi. Buna karşılık Yunanlılar sırmalı üniformalar giymişlerdi. Yüzleri ve elleri, son derece asabi olduklarını gösteriyordu. Fevzi Paşa ise bir Buda heykeli gibi sakindi. Fakat belki de içinden: 

“Bu herifler hakikî asker olamaz. Âdeta dans eder gibi sıçrayıp selâm veriyorlar!..” diyordu. 

İsmet Paşa gözlerindeki öfkeyi göstermemeye çalışıyordu. O, askerlerden daha başka bir şeydi.

Fevzi Paşayla, İsmet Paşa eğildiler. Fakat ellerini vermediler. 

Mustafa Kemal Paşa bu sahnenin hâkim karakteriydi. Siyasî muhaliflerini, hiçbir şey düşünmeksizin ezen bu asker, askerlik alanında bir büyük sanatkâr ve oyunun kaidelerine uygun bir sporcuydu. 

Sırtını yere getirdiği pehlivanın elini sıkan galip bir pehlivan gibi, Trikopis’in elini yakaladı. Alelâde bir el sıkışı müddetinden fazla tuttu: 

‘Oturun General, yorulmuş olacaksınız,’ dedi. Sonra sigara tabakasını uzattı. Kahve ısmarladı. Diyenis’e de nazik muamele etti. 

Fakat gözleri Trikopis’in gözlerindeydi. Trikopis ona, açık bir hayranlıkla bakıyordu. Elli yaşlarında kadar, asabi, hastalıklı, tiyatro sahnesindeymiş gibi giyinmiş bir adam. 

Mustafa Kemal’e: ‘Ben sizin bu kadar genç olduğunuzu bilmiyordum General’, diyebildi...”

Trikopis, Mustafa Kemal Paşa tarafından;

"Üstünüze düşen görevi yaptığınıza inanıyorsanız müsterih olun. En büyük kumandanlar için de esaret mukadder olabilir" diyerek teselli edilmiştir. 

*Trikopis, yapması gerekenin intihar etmeyi yapamadığını söylemiş ve ailelerine sağ oldukları haberinin verilmesini rica ettiler. Gerekli haberin verilmesi için adresleri alındıktan sdnra, Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) aracılığıyla tutsakların ailelerine bilgi 6 Eylül tarihinde Yunan Salib-i Ahmer Cemiyeti’ne şu telgrafla bildirilmiştir:

“Türk ordusu tarafından esîr edilen bervech-i âtî Ceneral ve büyük rütbeli zâbitânın hâl-i sıhhatte olup Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın misafiri bulunduklarının ailelerine teblîği ricâ olunur” 

Milli Savunma Bakanı’na gelen telgraf

2 Eylül günü, Müdafaa-i Milliye Vekili (Milli Savunma Bakanı) Kâzım Paşa’ya “Mustafa Kemal” imzasıyla gelen telgrafta;

“Muharebe meydanında 1. Kolordu Kumandanı ve Güney Ordusu Kumandanı General Trikopis’in eşyaları arasında ganimet alınan kılıcını zatıâli biraderlerine takdim ediyorum. Efendim”  denilmişti. 

Bu durum; işgal için gelenlerin, “geldikleri gibi” giderlerken, oldukça perişan duruma düştüklerinin bir göstergesi olmuştur.

Trikopis, bir yıl önce, Kütahya-Eskişehir savaşlarında, Kayseri’yi bile işgal edebileceğini, “Kahvemi Talas’ta (Kayseri Amerikan Koleji) içeceğim” demiş olduğu için, Mustafa Kemal Paşa tarafından Talas’a gönderilmiştir.

Şaşkına Dönen İngiliz Hükümeti

30 Ağustos zaferi, yani çarığın, potini, kağnının, kamyonu yenmesi dünyada olduğu kadar, Yunanları maşa olarak kullanan emperyalist İngiltere Hükümetinde de şaşkınlık yaratmıştır. 

*Atina ve İzmir'den karşılıklı telaşlı telgraflar yağmaya başlamış,

Muhalefetin Çirkin Yüzü

*Hükümet tarafından terfi ettirilen ve Başkomutan tarafından taltif edilen komutanların adları Meclis'te okunmuştur. İkinci Grup'un önderlerinden Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, bu yetkilerin ancak Meclis'te olduğunu söyleyerek, terfileri yükseltilenleri Yunanlılar kadar tehlikeli ilan etme saygısızlığında bulunmuştur.

İstanbul Halkı İletişim Yasağı Kaldırılınca Zaferi Öğrenmesi

Ankara ve Anadolu gazeteleri, İstanbul gazetelerinden daha şanslı olmuş, Hâkimiyeti Milliye gazetesi; “Dün Sabahtan İ’tibâren Bütün Cebhelerde Kahramân Ordumuz Cânî Düşmânla Çarpışmaya Başladı” başlıklı haberini, 27 Ağustos günü baş sayfasına taşımıştır.

İçeriğindeki müjdeli haber, İstanbul Milletvekili Rıza Bey tarafından Vakit gazetesi matbaasına iletilmiştir. 


İSTANBUL’DAKİ YURTSEVERLERİN BEKLEYİŞLERİ

*Büyük saldırının başladığı gün (26 Ağustos’ta) Yunanların, İstanbul'u alacakları gibi haberleri satırlarına taşımışlardır.

Haber kaynakları kesilmiş durumda olan ulusalcı yazarlar ümitsiz ve geleceklerinden güvensiz bekleyiş içinde sıkıntılı günler yaşamışlar ve Anadolu’dan olumsuz bir haber gelirse, birbirlerine sürekli olarak; “Ne yapacağız? "sorusunu sormuşlardır.

Böylesi ümitsiz bir gün, “yüzünde sır taşıyanlara ait bir acayiplik göze çarpan” arkadaşlarından biri neler olduğunu bekleyenlerin bulunduğu odadan içen girmiş ve gazete çalışma odasında bulunan arkadaşlarına; “Türk ordusu tarafından harekât-ı muhimme-i askeriye icrasına başlandığı” haberini (doğruluğundan şüphem si olmakla birlikte) duyduğunu söylemesi üzerine durum anlaşılmaya başlanmıştır.

Atina'dan gelen telgraf haberleri, Türk saldırısının önemsiz olduğunu vurguladığı için, yurtseverler başarı haberlerine kuşku ile bakmayı sürdürmüşlerdir.

Bu çelişkili haberler, yüreği Anadolu’nun kurtuluşu için çarpan İstanbul’daki aydınları sinir bozukluğu ve “öldürücü bir merak içinde” bırakıyor.

“Ordumuz Afyonkarahisar cephesinde Yunan hatlarına taarruz etti” içeriğindeki ilk doğru haber, 28 Ağustos günü İstanbul’a ulaşmıştır.

Ne var ki İstanbul’daki yurtseverler, “Acaba Mustafa Kemal Paşa nerede?” sorusunun yanıtını bir süre daha bilememişlerdir.

Bu süreçte 30 Ağustos 1922 günü; Anadolu’dan gecenin karanlığını ışıtan haber Akşam gazetesine; “Ordumuzun sol cenabı düşmanın bir seneden beri tahkim ve tel örgülerle takviye ettiği üç sıra siperden oluşan mevzileri tamamen ele geçirerek, süngü hücumlarla Afyonkarahisar'a girmiştir. Tutsak ve ganimet pek çoktur” cümleleriyle, dört sütün halinde yansıması, 30 Ağustos gününü doğan güneşin farklı bir güneş olduğunun anlaşılmasına başlamış ise de henüz resmi bir haber gelmediği için 31 Ağustos günü de merak içinde geçmiştir.

Ada’ya giden bir vapurda, bir Rum kalabalığının, Mustafa Kemal Paşa’nın Uşak’ta tutsak edildiğini söyleyerek neşe içinde olmaları, “Dumlupınar’da, Yunan bozguna uğratıldı” gibi haberlerle çelişmiş, yurtseverleri kuşkuya boğmuştur.

Uykuyu, yemeyi, içmeyi bazen de düşünmeyi bile unutacak kadar sıkıntı içinde olan İstanbul’daki yurtseverler, Anakara ile iletişmiş Hilâl-i Ahmer sağladığı için Hilâl-i Ahmer’in (Kızılay’ın) kapısında gecelemişlerdir.

Nihayet Hilâl-i Ahmer'e bir şifre gelmiş, bu şifreli haberde şunlar yazılıdır:

*“Yeni Yunan Başkumandanı General Trikopis, Erkân-ı Harbiye Reisi, Levazım Reisi, Onüçüncü Fırka Kumandanı 2 Eylül akşamı Uşak civarında esir edilerek Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin karargâhlarına gönderilmiştir. 

*Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri esirlerine nezaketle muamele ederek yeni Başkumandanı mukadderatın bu cilvesinden dolayı teselli eylemiştir."

Haber Akşam gazetesinde yer aldığında, gazeteyi almaya gelen “çıldırmış gibi, saçlarını yolan, göğüslerini döven, yerlere yatarak çırpınan” bağımsızlığa susamış yurtsever İstanbul halkına gazete nüshaları, aşırı yığılma nedeniyle pencerelerden atılarak ulaştırabilmiştir.  


6 Eylül 1922 günü Bursa'nın düşman eline geçtiği günden beri TBMM Başkanlık Kürsüsü üzerine örtülen siyah örtünün kaldırıldığı 

Muhalefetin Böylesi 

Yurt içinden ve yurt dışından tebrik, kutlama mutluluk belirten telgraflar yağarken, Büyük Millet Meclisi, gizli oturumda Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa'nın 30 Ağustos Savaşı'na “Başkomutanlık Meydan Savaşı” adı verildiğini bildiren yazısı okunmuş, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, buna itiraz etmiştir.

*Harington gece (6/7) Savaş Bakanlığı'na telinde "Haberler çelişkili, ama durum vahim. Azınlıkları korumak için Devletler hemen harekete geçmeli" dedi. 

*Bursa Mebusu Muhittin Baha Bey, "Kurtardığımız yerlere gittiğimizde harap kulübelerden, aç susuz yurttaşlarımızdan başka bir şey bulamıyoruz" dedi.

Zaferin kazanıldığı, Anadolu sınırlarını aşarak tüm dünyayı hayrete düşürdüğü, heyecana boğduğu o günlerde, Peyamı Sabah gazetesinde Ali Kemal’in; “Muhalifler, harp ve darp görüşüne karşı olsalar da vatan sevgisinde, millet aşkında başkalarından asla geri kalmazlar” diye yazmış olması günümüzde kalemlerini ve  düşüncelerini çıkar için kullanan yazarlara örnek olmalıdır.

*Yunan Küçük Asya Sefer Ordusu Komutanlığı, "kaderine boyun eğerek" Anadolu'yu boşaltma kararı almış ve bunu birliklere duyurmuş,

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın gözü cephede, kulağı Ankara’daki muhaliflerin görüşlerinde;


9 Eylül 1922 Cumartesi

Ordumuzun İzmir’e ulaşmakla, emperyalizmin yenilgisini kesinleştiği bugün, İzmir Hükümet Konağı balkonundaki İngiliz, ABD (evet ABD bayrağı da var idi) ve Yunan bayrakları indiren Yüzbaşı Şeref Bey, yüzündeki yaranın kanına bulaşan Türk Bayrağını asmıştır.

*Yüzbaşı Zeki Bey komutanlık dairesine, Binbaşı Reşat Bey de 13.000'te Kadifekale'ye bayrak çekmişler,

*Peyamı Sabah'ın sahibi Mihran Efendi, Cavit Bey'i ziyaret ederek, Ali Kemal ile yola devam edemeyeceğin Hüseyin Cahit'in başyazarlığı kabul etmesini istedi.

*Peyamı Sabah gazetesinde Ali Kemal;

-Türk'ün Bayramı,

-Muhalefete buğuz eylemek (kin beslemek) zorbaca bir harekettir diye yazarak, yıllardan beri ulusal güçlere ve Mustafa kemal Paşa’ya yönelik oldukça olumsuz eleştiri ve suçlamalarının görmezden gelinmesine çalışmıştır.

10 Eylül 1922 Pazar

Müttefik subaylar tarafından, Yunanlara ihtar edildiği için yakılmadan kurtulan Bursa’nın teslim alındığı bugün, Şimşir 3 Mustafa Kemal Paşa İzmir’e vardı.

Mustafa Kemal Paşa gecelediği Nif’ten, sabah erkenden başyaveri Salih Bey'i kendisine bir karargâh hazırlamak üzere İzmir’e göndermiş,

*Kral Konstantin'in de oturduğu köşke gelen Salih Bey'e çevreden gelen kadınlar "Biz Paşamız için her şeyi kendi elimizle yapacağız, her şeyin hazır olduğunu gidin kendisine söyleyin" demişler,

*Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte karargâhını İzmir’e getirmiş ve Hükümet Konağı'na inmiştir.

İzmir halkı, Mustafa Kemal Paşa’ya büyük sevgi gösterilerinde bulunmuşlar,

Mustafa Kemal Paşa, kendisini ağırlayacak olan (ve bir süre sonra evleneceği) Uşakizadelerin kızı Latife Hanım'la tanışmıştır. 

*15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkan Yunan kuvvetlerini kutsamış olan Rum Metropoliti Hrisostomos, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istemiş, kabul edilmemiş,

İzmir'deki İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri konsolosları, Nurettin Paşa'yı ziyaret ederek tebriklerini sunmuşlardır.

*İngilizlerin İzmir Başkonsolosu Henry Lamb, Nurettin Paşa ile Ankara Hükümeti-İngiltere ilişkileri hakkında bir görüşme yapmış,

*Nurettin Paşa’ya, Ankara'nın İngiltere ile savaş halinde olup olmadığını sormuş,

*Nurettin Paşa "İngiltere ile savaş halinde değiliz" karşılığını vermiştir.

*Akdeniz İngiliz Filosu Kumandanı Amiral Brock da Nurettin Paşa ile aynı konuda bir görüşme yapmış, 

İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon, Fransız ve İtalyan hükümetlerini Boğazları savunmaya çağırmış,

İZMİR’DEN SONRA

14 Mayıs 1919 sabahı, İngiltere yetkilileri İzmir Valisi İzzet Bey’in (Kambur İzzet) makamına gelerek İzmir’in 15 Mayıs’ta işgal olunacağını tebliğ etmişler ve öğleden sonra, Türk bataryaları önceden belirtildiği şekilde İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan Deniz müfrezeleri tarafından işgal edilmiş, Yunan işgaline ortam hazırlanmıştı.

15 Mayıs 1919’dan itibaren İzmir işgal altındaydı, çevre il ve ilçelerinde yaşayan halk o günden beri, insan onuruna yaraşmayan zulüm ve baskı altında yaşamak zorunda bırakılmıştı. 

Yunan askerleri, rıhtım civarında üzerinde Türkçe yazılar ya da Türkçe isimler bulunan tüm evlere ateş açtılar. Daha sonra tüm evlere zorla girdi ve buldukları Türkleri dışarı sürükleyip eşyalarını yağmala,

İşgal yörelerinde ırz ve namusun Yunalar tarafından çiğnediğinin birçok örneği yaşanmıştı.

İşgal altındaki yerlerdeki su kuyularından; “Türkler 'Zito Venizelos, Kato o Kemalist’ (Yaşasın Venizelos, Kahrolsun Kemal) diye bağırmadan su çekememişlerdi.” 

30 Ağustos’tan sonra, Türk Ordusu İzmir’e yaklaştığı duyulunca;

Rum ahali; zito Mustafa Kemal Paşa, zito Türkiye diye bağırmaya başlamışlar,

9 Eylül’de Ankara ve Türk Hükümetinin idaresindeki bütün telsiz istasyonlarına şu telgraf gönderilmişti:

“İzmir Ceneral Konsolosları, şehrin teslimini müzâkere etmek üzere en yakın Türk Kumandanıyla görüşmek üzere bir mahall-i mülâkat irâesini taleb ederler. 9 Eylül İzmir Ceneral Konsolosları” 

Bu telgrafa Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yanıtı şöyle olmuş;

“Telgrafhanenizi aldım. Mümessillerinizi İzmir-Turgutlu-Kasaba şosesiyle Kasabaya gönderiniz. Bir yanlışlığa mahal kalmamak üzere otomobillerde beyaz bayrak bulundurmak muvaffık-ı ihtiyâttır. 9 Eylül Türk Orduları Başkumandanı” 

Süvari Kumandanı Mürsel Paşa, başarıyı şu telgrafıyla müjdelemiştir: 

“Muzaffer Milli Ordumuzun yılmaz süvarileri bizler, düşmanın İzmir önündeki son mukavemetini kırarak 9.9.338 saat on buçukta İzmir’e dâhil olduk. Halkın gözyaşlarıyla derin hürmetlerini iblâğ ile bahtiyarım”

10 Eylül’de karargâhıyla birlikte halkın büyük sevgi gösterileri arasında İzmir’e girmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, İzmir'e geldiğinde Karşıyaka'da kendisi için hazırlanan köşke girerken;

*Merdivenlere serilmiş Yunan bayrağını görmüş,

*Kral Konstantin’in bu köşke Türk bayrağını çiğneyerek girdiği söylenmiş,

Mustafa Kemal Paşa’nın yanıtı; "Hata etmiş. Ben bu hatayı tekrar etmem. Bayrak bir ulusun onurudur. Ne olursa olsun yerlere serilemez ve çiğnenemez" demiştir. 

VE MİLLETE BEYANNAME (12 Eylül 1922)

Ankara’dan cepheye hareket etmeden önce, Keçiören’de yakın arkadaşlarına; “Taarruz haberini alınca hesap ediniz, on beşinci günü İzmir’deyiz.” Demişti. 

14 günde hedefe vardığında da;“Bir gün yanılmışım, ama kusur bende değil düşmanda” diyen, 

Kutsal başarıyı; “Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur”  diyerek, kişisel özelliğini öne çıkarmadan  sakınan Başkomutan Musatfua Kemal Paşa kurtuluş kesinleşince  millete şu bildiriyi yankılamıştır.


“Büyük asil Türk Milleti

Ordularımız, 9 Eylül 38 (1922) sabahı İzmir’imizi ve yine 9 Eylül (1922) akşamı Bursa’mızı muzafferen (utku kazanarak) kurtardılar.

Akdeniz askerlerimizin zafer teraneleriyle (ezgileriyle) dalgalanıyor. 

Asya İmparatorluğuna yeltenen küstah bir düşmanın muharebe meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu kumandanlarıyla kumanda heyetleri günlerden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin harp esiri (savaş tutsağı) bulunuyorlar.

Düşmanın başkumandan tayin ettiği General (Trikopis) birçok gece ve gündüz ümitsizce muharebeden ve her kurtuluş çaresini tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki generaller ve erkânıharbiyeleri ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilen kalıntılarıyla teslimiyet arz eyledi. 

Eğer Yunan kıralı da bugün esirler meyanında bulunmuyorsa bu tacıdarların (taç sahibi, kral, padişah), şiarı esasen (ayrıcı özellikleri) yalnız milletlerinin sefalarına iştirak etmek olduğundan muharebe meydanlarının felaketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatlarındandır.

Batı fabrikalarının çelik zırhlarıyla kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında zabitleri tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden dehşete düşerek kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı. 

Düşman ordularının harp malzemesi hemen üçte biri itibariyle topraklarımızdadır. 

Düşmanın esirlerden başka insan zayiatının yüz binden ne kadar fazla olduğunu tayin etmek müşküldür (güçtür). Fakat resmi salahiyetle(yetkiyle) milletimize müjdelerim ki bizim insan kaybımızın dörtte üçü hafif yaralı olmak üzere on bin nüfusa ulaşmaktadır.

Büyük Türk milleti! 

Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir olgunluk ile tezahür etti. Millet orduları, on dört gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. 

Dört yüz kilometrelik fasılasız bir takip yaptılar. 

Anadolu’daki bütün işgal edilmiş memleketlerimizi geri aldılar.

Bu büyük zafer yalnızca senin eserindir. 

Çünkü İzmir’imizi siyasi ihtiraslar neticesinde adeta memnunen düşmana teslim eden heyetlerle milletin hiçbir münasebeti yoktu. 

Bursa’mızı istilâ eden Yunan kuvvetleri ise ancak imparatorluğun askeri teşkilâtıyla emel birliği ve harekât birliği ederek muvaffak olmuşlardı. 

Vatanın kurtuluşu milletin oy ve idaresi kendi mukadderatı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zamandan başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla olumlu ve kati neticelere ermiştir.

Büyük ve asil Türk Milleti! 

Anadolu’nun kurtuluşu zaferini tebrik ederken, sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selâmını da takdim ediyorum”. 


Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

Başkumandan Mustafa Kemal”


Sonrası;

Mudanya görüşmeleri,

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde emperyalizmin yenildiği, bağımsız Türkiye’nin kuruculuğunun tescil belgesi olan Lozan Antlaşması,

Yıllardan beri varını yoğunu tüketmiş ülkenin, yeniden ayağa kalması ve yeryüzünün en saygın devleti konumuna yükselmesi,

Düşmanıyla bile dostluk kuracak düzeyde üstün bir diplomatik başarı,

Ülkenin gelirleri üretim yapacak yatırımlara yönetilerek, her alanda ihtiyaç duyulan mal ve himmetlerin üretimi artırıldığı, kamu kaynakları halk ve ülke çıkarına değerlendirildi için Türkiye, çok kısa süre içinde bütçesi denk, enflasyonu sıfır, sanayide %9,6 oranında artışı sağlayarak büyümüş,

Üstelik o yıllarda tüm dünya ülkelerinin ekonomilerini derinden sarsan 1929 ekonomik darboğazını, hiçbir yıkıma uğranılmadan atlatmış,

1918 yılında kişi başına gelir 10 lira iken, 1938’de 115 liraya yükselmiş,

Tüm bu tarihi gerçeklerin yok sayılıp, göz ardı edilmesi; emperyalizme hizmet, ülkeye ihanet demektir.

Hüsnü Merdanoğlu
Araştırmacı-Yazar