30 Ekim 2015 Cuma

SUSMAK !.. ARZU KÖK

Susmak!..
Arzu KÖK
Önce Cumhuriyet’e dil uzattılar, sustunuz…
Atatürk büstlerini parçaladılar, sustunuz…
‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü yasakladılar, sustunuz…
Hukukun canına okudular, sustunuz…
Asker köşesine çekildi, generaller yargılandı hem de terörist olarak, sustunuz…
Bu suçun şahitleri olarak PKK mensupları kullanıldı, sustunuz…
Hırsızlıklara sustunuz…
Yolsuzluklara sustunuz…

Sizi soydular, “çalıyorlar ama çalışıyorlar” dediniz, sustunuz…
Zaten kısıtlı olan özgürlüğümüz daha da kısıtlandı, sustunuz…
Roboski’de 33 can katledildi, sustunuz…
Asgari ücret açlık sınırının altına düştü, sustunuz…
İşsizlik had safhaya ulaştı, sustunuz…
Toplam nüfusun %40’ı muhtaç durumuna düşürüldü, sustunuz…
Gazeteciler terörist diye tutuklandı, sustunuz…
Gazeteciler işten atıldı, sustunuz…
Soma’da 301 can katledildi, sustunuz…
Suruç’ta 34 genç, çocuklara oyuncak götürdükleri için katledildi, sustunuz…
Cizre’de halk 9 gün aç, sefil bırakıldı, sustunuz…
Cizre’de aileler ölülerini gömemedikleri için buzdolaplarında, derin dondurucularda saklamak durumunda kaldı, sustunuz…
7 Haziran’da oy verdiniz, iradenizi ortaya koydunuz ama yok sayıldı, sustunuz…
Askerler, polisler, gariban halk öldü, sustunuz…
7 bilemediniz 8 yaşında çocuklar yok yere öldürüldü, sustunuz…
Sırf Kürtçe konuşuyor diye bir sürü insan darp edildi, işyerleri yağmalandı, sustunuz… Oysa üç gün sonra şehit ailesi oldular…
Gençler, çocuklar, kadınlar katledildi, sustunuz…
Doğa katledildi, sustunuz…
Rant uğruna binlerce yıllık ağaçlara kıyıldı, sustunuz…
Kaz dağlarının canına okudular, sustunuz…
İstanbul’un kalbi, nefesi Kuzey Ormanları yağmalandı, sustunuz…
Özgür basın saldırıya uğradı, sustunuz…
İstanbul’un ortasında gazeteci saldırıya uğradı, sustunuz…
Başkentte bir otobüs, durakta bekleyenleri biçti, sustunuz…
Çevrenizde olup bitenlere karşı sessiz kaldınız hep. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ dediniz. Ancak o yılanın gün gelip size de zarar vereceği gerçeğini unuttunuz. Vicdanınız bile sustu, kaldı öylece…
Büyükler kazanmak hırsıyla savaş yaparken, onların ayaklarının altında devrildi yaşamlarınız, fark etmediniz… 
Suçu neydi çocukların? 
Açıktır ki susmak unutmayı, unutmak ise onaylamayı beraberinde getirir. Savaşın, vahşetin karşısında suskun kalmak büyük bir sorundur. Bu nedenle barışa dair salt insani reflekslerimizi değil, yasal haklarımızı da devreye sokmalıyız. Sesimizi duyurmalıyız. Vicdanımızın sesini dinleyip haksızlıklara karşı haykırmalıyız.
‘Sessiz kalmak suça ortak olmaktır’ derler. Daha ne kadar susacaksınız?
Çocuklarınız için bırakın susmayı…
Çünkü sürdükçe suskunluk, karanlık boğacak çocuklarımızı…
Unutmayın, suçu yok çocukların…    
Arzu Kök

22 Ekim 2015 Perşembe

BEŞİNCİ PARTİ YOLDA..., NACİ AKIN

BEŞİNCİ PARTİ YOLDA
NACİ AKIN
28 Şubat sürecinde yaşanan olumsuzluklar, ardından gelen 2001 krizi, parlamentonun üretkenliğini kaybetmesi ve siyaset kurumuna karşı güvenin kaybolmaya yüz tutması 2002 seçimlerinde ülke siyasetinin de kökten bir değişime uğramasına yol açtı. Meclisteki partilerin siyasetteki tıkanıklığı çözemeyeceğini gören halk, yeni bir umut arayışı içindeydi. Bunu gören kapatılan Fazilet Partisinin yenilikçi kanadı, milli görüş çizgisinin yeni partisi Saadet Partisine yönelmek yerine yeni bir parti kurmaya karar verdiler ve AKP böyle doğdu.
Başlangıçta AKP milli görüş gömleğini çıkardık söylemiyle güven vermiş, yenilikçi, reformcu, liberal ve demokrat görüşleriyle hem liberal ve demokrat kesime hem de muhafazakarlara umut olmuştu. Laiklik ve milliyetçilik hassasiyeti olanlar ise Cem Uzan'ın Genç Partisine yöneldiler. Sonuçta Cem Uzan çok kısa zamanda kendisine yönelen bu ciddi teveccühten barajı aşabilecek güç çıkaramadı ama DYP ve MHP'yi meclis dışına itti.
2002'de iktidarda bulunan DSP-ANAP-MHP tümüyle eridi, liste hataları ve teşkilatları hiçe sayma nedeniyle DYP de %9,9 ile baraj altı kaldı. CHP ise DSP'ye kaptırdığı oyları geri alarak tarihi misyonuyla barajı geçebildi. Bu sonuçtan ders çıkarmak, hem sosyolojik hem de siyaset bilimi açısından incelenmeli ve ona göre siyaset yeniden şekillendirilmeliydi. Ancak bu yapılmadı, ne ANAP ve DYP ne de entelektüel çevreler bu tabloyu okuyamadı, iyi analiz edemedi. Aksine AKP'yi ve halkın dinamiklerini hafife alarak yanlış politikalarla sonuç alabileceklerini sandılar.
2007 seçimlerine gelindiğinde bu hatalı politikalar güç kaybeden AKP'yi adeta yeniden dirilterek % 47'lere taşıdı. Cumhurbaşkanı Sezer, meclisten çıkan AKP iktidarının olumlu yöndeki Kanunlarını bile veto ediyor, Anayasa Mahkemesi milli iradenin üstünde bir rol oynuyordu. Bu da verdiği oyun hiçe sayıldığını düşünen halkı istemese de AKP'ne doğru itiyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimi geldi çattı, muhalefet Abdullah Gül'ün yeterliliğini sorgulayacağı yerde eşinin başörtüsüne taktı. Vecdi Gönül, Köksal Toptan gibi alternatifler üreteceği, milleti arkasına alarak uzlaşmacı politikalar geliştireceği yerde Anayasa Mahkemesine güvenip, 367 gibi bir garabeti gündeme soktu. Cumhuriyet mitingleriyle milleti kutuplaştırdı, dindar Cumhuriyetçileri, muhafazakar demokratları AKP'nin kucağına itti. ANAP ve DYP'nin de CHP'nin dümen suyuna girerek Cumhurbaşkanı seçiminde meclise girmemesi kendi tabanlarının bile AKP'ne kaymasına yol açtı. Üstüne üstlük bu iki parti toplumun beklentilerine rağmen, ne sebeple olursa olsun, birleşme sürecini gerçekleştiremedi ve hayal kırıklığı yaratarak AKP'nin ekmeğine yağ sürdü. 27 Nisan e-muhtırası da işin tuzu biberi oldu.
AKP karşıtları, 2011 ve 2015 seçimlerinde de aynı yanlışı sürdürdüler. 7 Haziran seçimlerinde AKP'yi iktidardan düşürebilmek adına, HDP parlatıldı, asıl büyük resmi göremediler. AKP'yi iktidardan düşürebilecek asıl gücün merkez sağ olacağı akıllarına bile gelmedi. Bu sütunda aylardır yazıyorum ama bir türlü entelektüellerin de medyanın da bazı siyasetçilerin de bir türlü kafalarına dank etmiyor. Şimdilerde 1 Kasımda da 7 Hazirandan farklı bir sonuç çıkmayacağı anlaşılınca bazıları 5. Parti olmalı demeye başladılar. TV ekranlarında tartışılır hale geldi, bazıları köşelerine taşıdı. İngilizcede bir deyim vardır: "good morning after supper" derler, yani akşam yemeğinden sonra günaydın, demek anlamında. Dilimizde tüy bitti söyleye, söyleye birileri yeni uyanıyor. Hepsine birden Günaydın!...
DP, ANAP, DYP'ye gönül vermiş milyonlar müsterih olunuz… 2 Kasım sonrasında 5. Parti geliyor ve iddia ediyorum ki, bir yıl, iki yıl, ne zaman seçim yapılırsa iktidara gelecektir. Hareketi DP-DYP kanadında Esat Kıratlıoğlu, Ali Naili Erdem, Nevzat Ercan, Ahmet Uyanık gibi eski tüfekler koordine ediyorlar. ANAP kanadında ise Beyhan Aslan, Ahat Andican, Halil İbrahim Özsoy gibi bakanlar var. AKP içinden ANAP kökenlilerin de yeşil ışık yaktıkları söyleniyor. Meral Akşener ve MHP'de üstü çizilen Sinan Ogan siyasi etik gereği 2 Kasım'a kadar susma kararı almışlar onlar da bu oluşuma sıcak bakıyorlar, hatta Akşener'i hareketin başında görürseniz şaşırmayın. Bu isimlerin kendileri için beklentileri yok, hedefleri merkez sağı yeniden toparlamak ve gençlere emanet etmek. Gençler kimdir derseniz, onlar şimdilik bende kalsın henüz bunları kimseyle paylaşmadım. Şu kadarını söyleyeyim bu isimler 3. Kuşak Yassıada mazlum ve mağdurlarından ve hepsi kariyerli gençler.
Hareketin iki de milletvekili adayı var. Yozgat'ta eski Maliye Bakanı Lütfullah Kayalar'ın seçilmesi sürpriz olmaz. Hafta sonunda Yozgat'a giden bir arkadaşım, sahada Kayalardan başkası yok dedi. MHP 7 Hazirandaki tek vekilliği korur, oyu milletvekili seçtirmeye yetmeyen CHP'liler akıllılık ederlerse AKP bir eksilir ve bağımsız Kayalar kesin seçilir. Diyarbakır'da durum biraz daha farklı, DYP'li eski devlet bakanı Salim Ensarioğlu bağımsız aday, 2011 seçimlerinde bağımsız olarak 29.000 oy almıştı, bu kez biraz daha şanslı. AKP'den 1. Sırada yeğeni Galip Ensarioğlu var ancak aşiret oylarına büyük oranda Salim Bey hakim. ANAP ve DYP'ye yakın aşiretlerden Kepolu'lar ve Çiller'in bakanlarından Salih Sümer merkez sağ hareketi adına Ensarioğlu'na destek olurlarsa şansı artar. Milletvekili çıkaramayan CHP'liler, MHP'liler, asker, polis bölgedeki diğer kamu görevlileri de Salim Ensarioğlu'na yüklenirlerse AKP sıfır çekebilir ya da HDP eksilebilir. Bir de Isparta'da eski DYP milletvekili Nejat Abdullah Resuloğlu var, bir sürpriz yapar mı? Bilinmez. Bekleyeceğiz ve göreceğiz. 
DÜĞÜN BAHANE, 
KULİS ŞAHANE
Bu hafta sonu hareketin öncülerinden ANAP'lı eski bakanın kızının Ankara'da düğünü var, saydığım kadrolar hepsi orada olacaklar. Düğün bahane, kulis şahane. Kalın sağlıcakla…

20 Ekim 2015 Salı

TÜRKİYE’DE REKLÂMLARIN AHLAK KARNESİ ÇIKARILDI; İGİAD & İLKE

TÜRKİYE’DE REKLÂMLARIN AHLAK KARNESİ
İGİAD; Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği 
İLKE; İlim Kültür Eğitim Derneği
Türkiye’de Tüketiciler En Çok Reklâmların Yanıltıcı Bilgi İçermesinden ve Kadının Cinsel Obje Olarak Kullanılmasından Rahatsız
Türkiye’de reklam ahlakı, ilk defa derinlemesine bir araştırma ile kapsamlı şekilde ele alındı. Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği’nin yaptırdığı araştırmaya 1301 kişi katıldı. Araştırmaya göre tüketiciler reklamları ahlaki açıdan sorunlu buluyor. En güvenilmeyen reklam mecrasının “sosyal medya” olduğunu belirten tüketiciler, reklamlarda kadınların cinsel bir obje olarak kullanılması ve içerikte yanıltıcı bilgilere yer verilmesini en rahatsız edici unsurlar olarak ifade ediyorlar.
Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) ve İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği’nin 2014 yılında başlattıkları “Türkiye’de Reklam Ahlakı”  adlı projenin sonuçlarının açıklandığı toplantı, 20 Ekim Salı günü İGİAD Merkezinde gerçekleştirildi. Araştırma sonuçları “Türkiye’de Reklam Ahlakı: Sorunlar ve Çözüm Önerileri” adlı bir kitapta toplandı ve Türkiye’de reklamların ahlak karnesi açıklandı. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şuayıp Özdemir ve Yrd. Doç. Dr. Fikret Yaman’ın yürüttüğü projede Türkiye’de reklam ahlakı ilk defa derinlemesine bir araştırma ile kapsamlı şekilde ele alındı. Yaklaşık bir sene süren proje boyunca literatür taramaları, anket çalışmaları, mülakatlar, ayrıntılı gözlem ve belge incelemeleri ile geniş bir araştırma yapıldı.
Ahlâki olmayan iş “meşru” değildir
Basın toplantısında konuşan İGİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Karahan, İGİAD olarak yüklendikleri misyona değinerek “İGİAD, ahlâki olmayan bir işi meşru kabul etmeyerek piyasa şartlarını yeniden sorgulamakta” ifadesini kullandı.
Konuşmasında “üretme, tüketme ve kar etme” üzerine kurulu iktisadi sistemin etkilerinin açık bir şekilde reklamcılık sektöründe de görüldüğüne dikkat çeken Karahan, “Reklamlar ürünlerin tanıtımından öte çoğunlukla tüketicilerin beğenilerini, hayat tarzlarını ve tercihlerini yönlendirmeye yönelik araçlar olarak kullanılmaktadır.” şeklinde konuştu. Sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte reklamların etki alanının da genişlediğine değinen Karahan, “Reklamlar artık sadece televizyon, radyo, gazete gibi medya araçlarında değil, baktığımız her yerde karşımıza çıkmakta ve bizlere sandığımızdan daha fazla tesir etmektedir. Dolayısıyla, hem toplumsal etkileri hem de iş dünyasındaki konumu itibari ile reklamcılık sektörü ve reklamlar ahlaki açıdan analiz edilmeye ve tekrardan düşünülmeye muhtaçtır.” diyerek hazırlanan raporun önemine dikkat çekti.
Reklam Ahlakı açısından en büyük sorun “Yanıltıcı Bilgi”
Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF İşletme Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şuayıp Özdemir; aşırı kazanma hırsı, rekabet, denetim eksikliği, tüketicilerin tepkisizliği gibi hususların Türkiye’deki reklamları, ahlaki açıdan sorunlu hale getirdiğine değinerek konuşmasına şöyle devam etti: “Araştırmamız, reklam ve ahlakın bir arada olup olmadığına dair önemli tespitler sunuyor. Yaptığımız çalışmanın sonuçlarına göre tüketiciler reklamlarda en çok yanıltıcı bilgi kullanımından;  ikinci olarak kadının cinsel obje olarak kullanımından ve üçüncü olarak da erkeğin cinsel obje olarak kullanımından rahatsızlar.
Reklamdaki ahlaki içerik sorununun temel sorumlusu “Reklam Ajansı”
Özdemir yaptıkları çalışmada, reklam içeriğinden en çok sorumlu olan tarafın “reklam ajansının kendisi” olduğu sonucuna erişildiğini ve bunun akabinde ise ikinci sırayı “reklamı yayınlayan medya kuruluşunun” aldığını paylaştı. Araştırmanın “Reklamlar hakkındaki tutumlara ilişkin” bölümünde ise, tüketicilerin “reklamların zaman ve yer olarak fazlalığına” dair tutumlarının ilk sırada yer aldığını, “reklamın yönlendirici bulunmasına” yönelik tutumların ise hemen ikici sırada geldiğini belirten Özdemir, “reklamların güvenilir olduğuna” ilişkin tutumun ise en az oranla son sırada yer aldığını belirtti. Özdemir, araştırmaya dair tespitlerin ardından mevcut durum hakkında; reklam verenler, reklam ajansları, medya, tüketici, meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları ve kamu kurumları için geliştirdikleri çözüm önerilerine değinerek sunumunu sonlandırdı.
*** Basın Bilgi İçin: Tezcan Kuzu / 0533 239 69 43 / 0212 544 96 00 / tezcankuzu@igiad.com

14 Ekim 2015 Çarşamba

Rum anıt açar, biz anıt yıkarız..., Prof. Dr. Ata ATUN

Rum anıt açar, biz anıt yıkarız...
Prof. Dr. Ata ATUN
14 Ağustos 1974 günü Mutlu Barış Harekatı’nın ikinci aşaması başladığında, bugün adı Yıldırım olan Milya köyünde oturan sözüm ona kahraman EOKA’cılar, hızla Mağusa’ya doğru yola çıkmış olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ellerindeki son model silahlarla karşı koyup kahramanca dövüşmeyi seçeceklerine, Atlılar Murat ağa, Sandallar köylerine oturan silahsız ve en küçüğü 16 günlük, en yaşlısı da 96 yaşında olan masum insanları bebek, çocuk, kadın yaşlı demeden hunharca şehit edip sonra da tabanları yağlayarak son hızla kaçmayı tercih etmişlerdi.
15 Ağustos 1974 günü, Türk Silahlı Kuvvetleri Mağusa şehrine ulaştıktan sonra kendiliğinden oluşan sınır hattının kuzeyinde kalan köyler tek tek taranıp teslim alınmıştı. Ben de 7 kişilik ekibimle İskele’den (Trikomo) başlayarak Dip Karpaz köyüne kadar tüm Rum köylerine tek tek giderek, hepsini resmen teslim almıştım. Tuzla köyünü teslim aldıktan sonra rastgele önümüze çıkan elleri silahlı EOKA’cı birkaç Rum’un peşine düşmek zorunda kalıp Boğaz bölgesindeki TSK’nin küçük bir birliğine kadar onları kovalamıştık ama aniden ortadan kaybolmuştu bu milisler. Gariplik Sandallar ve Atlılar köylerinde idi. Boğaziçi (Lapathos) ve Yıldırım (Milya) üzerinden Tuzla’ya doğru geri dönerken Sandallar ve Atlılar köylerinden geçtiğimizde ortalıkta hiçbir hareket yoktu, bunlar Türk köyleri olmalarına rağmen. Tavuklar, kediler, köpekler, eşekler bile yoktu yollarda… Ama bu bize, o telaş, her an tuzağa düşme, bubi tuzaklarına yakalanma, saldırıya uğrama düşüncelerinin verdiği olağanüstü heyecan ve tetikte olma duygusundan dolayı hiçbir mana ifade etmemiş, civar köylerdeki Kıbrıslı Türkler esir alınıp Limasol’a götürüldükleri için de topluca şehit edildikleri aklımızın köşesinden bile geçmemişti.
1 Eylül 1974 günü Atlılar, Sandallar ve Muratağa köylerinde yaşayan bebek, çocuk, kadın ve yaşlıların hiç ayırım yapılmadan topluca Yıldırım köyünden gelen üç mangalık bir Rum milis birliği tarafından katledildikleri haberi Mağusa’ya ulaşınca hepimiz büyük bir şok yaşamıştık. Neredeyse hepsini tek tek isimleri ile tanıyorduk şehitlerimizin. Sancaktarımız Kemal Servet bey ve Mağusa savunmasının kahraman ismi Tabur Komutanımız Oğuz Kalelioğlu beni hemen toplu mezarın bulunduğu yere keşif yapmak için göndermişlerdi. Kardeşlerimiz, canlarımız şehitlerimizin bedenleri daha çürümemişti ve o gün öğleden sonra başlanan ilk kazıda üst kısımlarda yer alan şehitlerimizin hemen hemen hepsinin kimliklerini de-aileleriyle birlikte- giysilerinden, ayakkabılarından ve diğer özelliklerinden teşhis edebilmiştik. Bizimle birlikte yakınlardaki Türk Silahlı Kuvvetlerinden gelen bir birlik de vardı.
Topluca, insanlık dışı bir şekilde şehit edilen kardeşlerimiz için iki yarı yerde, biri Muratağa ve Sandallar şehitlerimiz için, diğeri de Atlılar şehitlerimiz için Anıt mezar yapıldı. Üzerlerinde isimleri yazıldı ve resimleri kondu. Bir tanesi iki harekat arasında doğan bir bebeğimiz beş minik şehidimizin resimleri bulunamadığı için onların resimleri konamadı.
Şimdi "toplu mezarda yatanların kim oldukları tam olarak bilinmiyormuş ve bu nedenle kimlik tespiti yapılacakmış! Aralarında Rum da varmış" gibi saçma sapan bahanelerle şehitlerimizin yattığı ve 1963-1974 yılları arasında uğradığımız soykırımı ispatlayan anıt niteliğindeki bu toplu mezarlarımız açılacak, anıtın üzerinde isimleri yazmasına ve resimleri bulunmasına rağmen şehitlerimizin kimlikleri tespit edilecek ve tek tek, birbirlerinden ayrı olarak defnedilerek, Rumlar istedi diye "Toplu Mezarlarımız"ortadan kaldırılacak. Zira yaptıkları barbarlıkları hiç anlatmadıkları ve dünyayı haklı oldukları yalanıyla kandırdıkları için rahatsız oluyorlar bu mezalimin tanığı mezarlardan.
Biz bu tarafta uğradığımız soykırımı ispatlayan ve gözler önüne seren anıtlarımızı Rumların ayak oyunları ile ortadan kaldırırken, EOKA’nın sarsılmaz ve ebedi üyesi Rumların Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis, Lefkoşa’nın Peristerona köyünde Rum kayıplar ve ölenler için hem anıt yapılmasına ön ayak oldu hem de "Türk askeri geri gidecek, Anadolu’dan gelenler geri dönecek, Rum göçmenler evlerine geri dönecek, işgal ve istila bitecek" içerikli dört dörtlük milliyetçi bir nutuk attı.
Biz Rumlar gücenmesin anıtlarımızı diye yıkarken, Rumlar geçmişi hatırlamak ve gelecek kuşaklara hatırlatmak amacıyla anıt dikiyorlar.
Aslında bizim yapmamız gereken, bugün yıkılan daha doğrusu yıktırılan anıtlarımız yerine daha büyüğünü ve daha görkemlisini yapmak ve olası bir anlaşmaya da Şehitliklerimizin ve Anıtlarımızın sökülmesini önleyen maddeler koydurmak olmalıdır...
Ata ATUN, e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com

10 Ekim 2015 Cumartesi

Baştankara'daki güvenlik açığı kim'lerden kaynaklı?! "CESUR YORUM" Nusret DEMİRAL, DGM Onursal Cumhuriyet Baş Savcısı

Baştankara'daki güvenlik açığı kim'lerden kaynaklı?!
CESURYORUM &
NUSRET DEMİRAL
İstihbarat dünyasında “Walking back the cat” (kediyi tersine yürütmek) diye bir deyim vardır.
Bu kapsamda; 7 Haziran öncesi/sonrasına dair birkaç enstantane:
1 Kasım real-politik:
Kare 1:
Ankara'da katliam
İçişleri & Sağlık Bakanlığı patlamada 86 kişinin öldüğünü 28'i ağır 186 kişinin de yaralandığını açıkladı.
(...)
Kare 2:
2015 Suruç saldırısı
20 Temmuz 2015'te yerel saatte 12:00 civarında Şanlıurfa ilinin Suruç ilçesinde düzenlenen bombalı intihar saldırısı.
Saldırıda 34 kişi öldü, 100'den fazla kişi yaralandı.
Saldırı; Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP)'nin gençlik kolu Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi 300 kişinin Amara Kültür Merkezi bahçesinde Irak ve Şam İslam Devleti'nin Kobani Kuşatması sonrası, Kobani'nin yeniden inşa çalışmaları konusunda basın açıklaması yaptığı sırada meydana geldi.
Canlı bombanın IŞİD ile ilişkisi olan Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu belirlendi.
Suruç saldırısının ve sonrasında iki polisin PKK tarafından öldürülmelerinin sonucu, 2009 yılından beri sürmekte olan çatışmasızlık hali ve çözüm sürecinin sona ermesi oldu.
Sürecin mimarlarından Beşir Atalay ve Recep Tayyip Erdoğan çözüm sürecinin durdurulduğunu açıkladılar.
(...)
Kare 3:
Diyarbakır'da yola döşenin bombanın polis aracının geçişi sırasında patlatılması sonucu 1 polis şehit oldu, 3 polis yaralandı.
Sur ilçesinin Kurşunlu bölgesinde ise polise roketatarlı saldırı düzenlendi.
(...)
Kare 4:
Ankara'da otobüs durağa daldı... 12 ölü
Ankara Dikimevi'nde 'freni boşaldığı' iddia edilen belediye otobüsü, durakta bekleyenlerin arasına daldı.
Faciada 12 kişi öldü, 7 kişinin de yaralandığı bildirildi.

Faciaya sebep olan otobüsün şoförü ilk açıklamasında, "Otobüs benim kontrolümden çıktı" dedi.
(...)
Kare 5:
Başkent Ankara'da 12 kişinin öldüğü otobüs faciasıyla ilgili şoförü suçlayan Melih Gökçek "O videoyu defalarca izledim. Yakmış sigarayı basmış gaza" ifadelerini kullandı.
(...)
Kare 6:
Ankara'da yine otobüs kazası!
Yaralılar var
(...)
Kare 7:
Rusya: IŞİD'in iki komutanı ve 300 militanını öldürdük
Sözün özü:
Allah rahmet eylesin.
Ölenlere rahmet, acılı ailelere sabır diliyorum.
Türkiye'nin başı sağolsun.
Netice:
Olmuş'la ölmüşe çare yok.
Görünen o ki, ABD Başkanlık seçimlerine kadar Türkiye karışık, dünya karışık!
Göstere göstere gelen bir saldırı bu!
Sınır'dan, Suruç'tan içeri giren "katliam", Ankara Garı'na kadar dayandı.
Altı kalınca çizilmesi gereken ilk nüans bu!
İkincisi; 11 Eylül saldırısı öncesinde ABD'de durum ne ise Türkiye'deki durum da budur.
Yani?!
Ankara'dan ötesi İstanbul, İzmir.
Neo 9/11.
Güven'de değiliz.
Süreç çok sert.
Koltuklar dolu olduğu halde, eylemler ortada.
Topaç'a soru:
f'28 Şubat kalkışması kapsamında Ankara'daki gar'ın önünde katliam yapılırken, cigarasını yakan kimdi, gaza basan kimdi?!
"Rüşvet alan emir de alır" ise güvende değiliz.
Yani?!
Güvenlik açığı, malum adreslerden kaynaklı!
Leb.
Soru:
Türkiye'yi kim karıştırıyor!?
a. f'gladyo 28 Şubat kalkışması
b. Erdoğan'ın mecburiyetleri
c. AKP'nin, Gülen'in narko enerji bazlı "Neo Sevr" vaad'leri
d. Acem barzan fırıldaklar
e. Hepsi.
Yani?!
Meteo: f'28 Şubat kasırgası.
Topaç dönmeye devam ediyor.
Yani?!
Erdoğan'ın "yeminli muhalifi" Ahmet Hakan'a f'gladyo operasyon yaptı, Bilal Erdoğan yurtdışına çıkartıldı.
Nüans?!
Japonya'da Erdoğan'a hediye edilen "Menderes poz'u" bir övgü değil, yol'un sonundasın mesajı.
Yani?!
2 Kasım sabahı Erdoğan yine (bir kesim için) Cumhurbaşkanı olmaya devam edecek ama yek gün öncesinden farklı olarak artık "topal ördek".
Tayyip'lenk.
Recep Saddam.
Küresel aksta, Saddam'ın, Menderes'in pabuçları içinde yürüyen,yürütülen tiran.
Başka?!
Gördüklerinin yarısına!
Aziz Yıldırım ananasçılar saf'ında!
Nüans?!
Erdoğan iddia edildiği kadar güçlü ise neden Emniyet'te boyundan büyük dosyası bulunan Sedat Peker ile aynı kare içine sokulsun!?
Peker'in ipleri ananas'çıların elinde.
Başka?!
Erdoğan iddia edildiği kadar güç sahibi ise bir yandan kendisini eleştiren gazetecileri mahkum ettirirken, gazete binası içinde polise yakalatırken, diğer yandan neden oğlunu yurt dışına çıkartsın!?
İtalya'yı, Vatikan'ı, Türkiye'den daha güvenilir kılan nedir?!
Bilal oğlan rehin ise diğer ipotekteki varlıklar nelerdir?!
Putin'in İtalya'daki enerji bazlı adamı Berlusconi.
Yani?!
2 Kasım 2015'in güncesi bugünden yazılıyor.
Saflar sıklaşıyor ve de rest'leşiyor.
Yani?!
MI9?!
1 Kasım öncesi f'Gladyo'dan, ses getiren eylemler geliyor.
Destabilizasyon!
Suikast.
Sözün özü:
Neo Lale Devri'nden mülhem Neo Patrona kalkışması.
Aydın Doğan/Erdoğan kafa kafaya.
Neo Fetret Devri'nden mülhem, Erdoğan/Davutoğlu (Gül) kafa kafaya!
Netice:
Davutoğlu, "fetret devrinden biz çıkarttık" dese de, 7 Haziran öncesi sonrası BÜYÜK RESİM ortada.
Malum kadro istese de, Türkiye'yi fetret devri'nden çıkartamaz.
Bilakis, "çıkartıyoruz" adı altında Suriye'deki bataklığı Türkiye'ye taşırlar.
Ukrayna dilemması.
Bir ucundan Erdoğan çeker, diğer ucundan Davutoğlu.
Fırat'ın doğusu/batısı ayrışması.
Kaldı ki, basit soru ortada:
3 Kasım 2002'den bu yana hangi koalisyon Türkiye'yi yönetiyordu?!
Ezcümle:
Sadece 1 dolarlık adamlar ölmez vatan adına.
Süreç'in adı alacakaranlık kuşağı ise milyar dolarlık yapraklar da yek tek düşer, mevsim hazandan şita'ya dönerken...
Enerji bazlı güvenlik adına.
İsrail/İran makası doğramaya devam ediyor.
-- 
"TÜRK olmak, üstün olmak için kafidir!"
Gazi Mustafa Kemal
--
"Benim yaradılışımda bir olağanüstülük varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdendir!"
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk
--
''Bizler; 
Gözünde Vatanını, 
Gönlünde ATATÜRK ilke ve İnkılaplarını tutabilen, 
Vicdanında dinini saklayabilen, 
Milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görev yapanlardanız...''
Nusret DEMİRAL, DGM Onursal Cumhuriyet Baş Savcısı
--
E-posta ile gönderdiğim tüm demokratik protesto, bilgi, haber, yorum ve sosyal/siyasal içerikli paylaşımlar TC Anayasa'sının;
MADDE 24/3: Kimse, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerin den dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
MADDE 25: Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
MADDE 26: Herkes düşünce ve kanaatlerini; söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
*
YGK: Şiddet çağrısı içermedikçe sözlü ve yazılı ifadedeler cezalandırılamaz.
Bu düşünceler şok edici bile olsa... (Yargıtay Genel Kurul Kararı)
*
Demokratik düşünce ve kanaatlerimin engellenmesi ve/veya şiddet/baskı altına alınması, bu nedenle, "hakkımda olası her türlü anti-demokratik yasal girişimi" TC Anayasası, AİHM ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kapsamında, her türlü yasal haklarım saklı kalmak üzere, peşinen reddederim.

3 Ekim 2015 Cumartesi

Almanya'da Mülteciler: 'Mesele İnsanlık Olsun' Prof. Dr. Aydın FINDIKÇI,

Almanya'da Mülteciler: 'Mesele İnsanlık Olsun'
Prof. Dr. Aydın FINDIKÇI, 
(03 Ekim 2015, 10:09)
Federal Hükümetin Başbakan yardımcısı Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkanı Sigmar Gabriel‘in açıklamasına bakılırsa, 2015 yılının sonuna kadar Federal Almanya Cumhuriyetine (FAC) bir milyon mülteci gelmiş olacak. 
FAC‘ ne gelmek isteyen mültecilerin sayıları arttıkça, 'artık bizim de bir kapasitemiz var ve ülkemize gelmek isteyen herkesi kabul etmede zorlanıyoruz‘ türü serzeniş sesleri de toplumun tüm kesimlerinde yükselmeye başladı.
FAC Şanşölyesi sayın Dr. Merkel‘in Macaristan sınırına dayanan onbinlerce mülteciyi orada kayıt altına alınmadan ülkesine kabulü yönünde 'bu işin altından kalkabiliriz‘ demecinin ardından, FAC’ne gelmek isteyen mültecilerin sayısında hızlı artış yaşanıyor. Ve gelinen aşamada Federal Hükümetin İçişleri Bakanı sayın De Maizière’in ‚ 'bu işin altından artık kalkılamayacağı‘ açıklaması, başta SPD olmak üzere toplumun geniş bir kesimi tarafından 'anlayışla‘ karşılanıyor.
Alman kamuoyu, Temmuz ve Ağustos aylarına nazaran şu sıralar her geçen gün sayıları artarak gelen mülteci akınından epeyce rahatsız olmaya başladı. Bu rahatsızlığın temelinde yatan etkenlerin başında ise, gelen mültecilerin tamamına yakınının bir ‚İslam ülkesinden‘, yani nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan ülkelerden geliyor olmasıdır.
FAC’ne akın eden mültecilerin büyük bir kısmını şimdilik Suriye ve Balkan ükelerinden gelenler oluşturmaktadır.
2015 yılının ilk yarısında FAC’ne mülteci olarak gelenlerin ülkelere göre dağılımı şöyledir: 
Suriye: % 20,3, Kosova: % 17,9 %, Arnavutluk: % 13,6 %, Sırbistan: % 6,3 %, Irak: % 5,2 %, Afganistan: % 5,0%, Makedonya: % 2,6 %, Eritre: % 2,2 %, Nijerya: % 1,8 % vePakistan:  % 1,7%. (http://www.heute.de/fluechtlingsschelte-vom-innenminister-de-maiziere-und-sein-spagat-40379846.html)
Bu verilere bakınca, FAC’nin siyasi, toplumsal, inançsal, kültürel ve ekonomik bünyesine çok yabancı olan mültecilerin doğal olarak beraberinde getirdikleri kendi inançları, toplumsal, siyasal ve kültürel gelenek ve görenekleri Alman toplumu tarafından kolaylıkla kabul görmemektedir.
Aile bireyleri arasındaki rol ve değer yargılarından, toplumdaki iş bölümüne varıncaya kadar hayatın her alanında birbirlerinden bu kadar farklı olan bireylerin bir arada iç barışı, kültürel ve sosyal yaşamı zedelemeden yaşamalarını bir zenginlik olarak görmek, gelişmiş demokrasilerin ve toplumunların ortak özelliği olmasına rağmen, yine de tarafların zamana ihtiyaçları olduğu açıktır.
Aceleci davranan kesimlerin seslerini bir hayli yükseltmeleri, Alman kamuoyunda mültecilerin, özellikle de ait oldukları dinsel inançlarının Alman toplumuna uyum'da büyük bir engel teşkil edeceği korkusu ve endişesinin yayılmasında önemli etkenlerden biridir.
Bu endişenin, yani mültecilerin ait oldukları dinsel inancı dolaysıyla Alman kültürünün ve toplumunun 'altını zamanla oyarak' yerleşik değerlere sırt dönmeleri ve uyum sağlamada zorlanacakları endişesini kamuoyunun belleğine yerleştirmede epeyce becerikli olan bazı medya gruplarının ve siyasi çevrelerin değirmenine su taşıyan 'dinci ve cinci grupların' etkinlikleri de, delil olarak sunulmaktadır.
Bu 'dinci ve cinci grupların' epeycesi de 'kâr ortaklığı‘ ya da ‘faizsiz kâr payı‘ gibi alavere dalevere çevirerek Almanya‘da yaşayan Müslümanları dolandıran Türkiye kökenli çevrelerden oluşmaktadır. 50 yıldır Almanya‘da yaşadığı, pardon oturduğu halde, torunlarının Alman öğrenciler ile beraber gittikleri okullarda beraber yüzme ve doğum günü partisi düzenleme gibi, ortak sportif ve kültürel etkinliklere katılmasını engellemek için direnen ve kendisine ‚müslümanım‘ diyen yüzbinler var.
Bunu bilen Alman kamuoyunun gözardı edilemeyecek kadar önemli olan bir kısmı, Türkiye‘ye nazaran demokrasisi, insan hakları ve kadın erkek eşitliği gibi evrensel değerleri yaşama ve yaşatmada çok daha gerilerde olan Afganistan, Pakistan, Eritre, Irak ve Suriye gibi ülkelerden gelen müslüman kökenli mültecilerin, Alman toplumuna uyumu için de bir 150 yıla daha ihtiyaç olduğu temasını işlemektedir.
Öte yandan FAC hükümeti ve işveren çevreleri, mültecilerin Alman toplumuna uyumunun anahtarı olarak şu olguyu dikkate almaktadır:
FAC’ne gelen mültecilerden iş gücü olarak yararlanabileceği, iyi eğitimli ve kalifiye elemanları diğerlerinden ayırarak bunlara ‚iltica‘ statüsü verip, yerleşik topluma uyum sürecinde değerlendirecektir. Ve böylelikle Alman ekonomisinin ihtiyacı olan 'taze kan' ve iş gücü açığı kapanacak, geride kalan büyük bir çoğunluk ise bir süre sonra geldikleri ülkeye geri iade edilecektir.
Hani sorun insanlık meselesiydi?