21 Mayıs 2015 Perşembe

"GENÇLERDEN MESAJ VAR" !.. Arzu KÖK; Eğitimci, Şair-Yazar

GENÇLERDEN MESAJ VAR
Arzu KÖK; Eğitimci, Şair-Yazar
Bizler bu ülkede doğmuş, bu ülkenin okullarında okumuş, 16-30 yıldır bu topraklarda yaşayan, şiddetle hiçbir alakası olmayan, genç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak ülkenin son durumundan fena halde rahatsızız.
'Gençler geleceğimiz' edebiyatının dibine vurulmuştur. Bu nedenle de geleceği belirsiz gençlerin yaşadığı bu topraklarda rahatsızlığımızı devletin pek de takmayacağını öğrenmiş olacak kadar da yetişkiniz.
Yine de cumhuriyetin gençlere emanet edildiğinin en çok söylendiği 19 Mayıs günü, bu emanetin üzerimize yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmek adına; sorunun bu hale gelmesinde sorumluluğu en az olan, elleri en temiz olan biz gençler; ortak geleceğimizin karartılmasından duyduğumuz rahatsızlığı bütün ülkeyle paylaşıp tarihe not düşmek istiyoruz.
Bizler bundan yıllar önce cumhuriyeti emanet alan gençlerin yaptıkları yanlışların faturasını ödüyoruz. Zira gerektiği gibi sahip çıkmamışlardır cumhuriyete. Yıllardır bağıra çağıra gelen her türlü tehdide dur deme azmini gösterememişlerdir.
Sorunların çözümü için, daha az demokrasi ve özgürlük, daha çok korku ve güvensizlik vaat eden uygulamalar içine girilmiş yıllarca insanımız birbirine kırdırılmıştır. 'Baba'dan kalma usullerden vazgeçmeyen bu kafayla gidilirse, sorun çözülmeyeceği gibi toplumsal gerilim de artacak.
Eğitim var mı yok mu belli değil. Oysa ki eğitim bir ulusun gelişmesinin olmazsa olmazıdır. Ancak uygulanan politikalarla eğitim neredeyse durma noktasına getirilmiştir. Hatta özelleştirilmesi yönünde büyük çalışmalar yapılmıştır. Eğer eğitim ciddi anlamda düzeltilmezse bu ülkenin sonu felaket olacaktır.
Sağlık hizmetleri yine özelleştirme kapsamına alınmıştır. Halkın olmazsa olmazları birer birer elden çıkarılmaktadır. Buna dur denilmelidir.
Ülke toprakları parsellenerek satılmaktadır. Yıllar önce savaşarak topraklarımızın tek bir santimetresini dahi alamayanlar bugün dönümler alabilmektedirler. Yer altı ve üstü kaynaklarımızın dış sermayelerimizin emrine verilmiştir. Zenginliklerimizin kıymeti bilinmeli ve bunlar doğru kullanılarak tüm dış borçlarımız kapatılmalı ve dış güçlere bağımlılığımız ortadan kaldırılmalıdır.
Hukuk düzenimiz yerle bir edilmiştir. Hükümetlerin işlerine gelmeyen bir durum olduğunda hukukçularımız hedef gösterilmiş ve gözü dönmüş taraftarları tarafından canlarına kastedilmiştir. Hukuk sistemimizin yeniden düzeltilmesi gerekmektedir.
Bugün sorunların çözümü doğrultusunda hiçbirimizin önüne bir gelecek ufku sunmayan mevcut tüm siyasetler ve söylemler iflas etmiştir. Bugün barıştan, kardeşlikten, demokrasiden yana cesur ve samimi yeni bir söz söylemek gerekir. En az bizim kadar bu iflasın farkında olan sorumluluk sahipleri tarihi sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidir.
Çünkü bu coğrafyada kimsenin sorumsuzca hareket etmeye hakkı yoktur.
Yoksa bu ateş hepimizi yakar. “Bu gök deniz nerede var nerede bu dağlar taşlar!” İstikbalde dahi bizi tüm değerlerimizden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici herkes bilsin ki;  çözümsüzlükten siyasi medet umanlara, ekilen düşmanlık tohumlarına aramızdaki muhabbeti kurban etmeye artık hiç niyetimiz yok!
Küresel adaletsizliğe, savaşlara, demokrasimizin çıtasını yükseltmeye, hukukun üstünlüğünü sağlamaya, her alanda eşitsizlikleri gidermeye, refah ve gülen yüzler artırmaya çalışılmalıdır.
Korkma!
Bu sorunlar çözülecek, bu coğrafyada özgür, mutlu ve başı dik yaşamanın bir yolunu mutlaka bulacağız. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler!
Korkma!
Hesabı sorulmamış hiçbir cinayet, hiçbir hukuksuzluk kalmayacak, kimse hukukun üstünde olmayacak kimse hukuksuzluğun altında ezilmeyecek; Şemdinli'de de, Ankara'da da! Ve artık korkma ve kimseyi de bununla korkutma; ülke bölünmez, rejim de yıkılmaz!
Demokrasi, barış, refah, huzur hepimizin hakkıdır!
Muhtaç olduğumuz kudret de damarlarımızdaki kanda saklıdır.
Ne mutlu cesaretle bunu söyleyebilenlere!
Haykırabilenlere!....
Atam, emanetine şimdiye kadar gerektiği gibi bakılamamış, ama biz bugünün gençliği olarak bu emanetin en büyük koruyucuları ve savunucuları olacağız.
Söz veriyoruz.
Arzu Kök
***
GENÇLERİ ELEŞTİRMEK
Birkaç orta yaşlı insan bir araya geldi mi başlıyorlar gençleri eleştirmeye. Gençleri eleştirmeye ne kadar çok meraklılar değil mi?
Neler söylenmiyor ki?
”Gençler okumuyor, okusa da ciddi şeyler okumuyor, ciddi şeyler okusa da anlamıyor... İşleri güçleri bilgisayar başında oturmak, televizyon izlemek, internette chat yapmak, telefonda sürekli arkadaşlarıyla konuşmak. Hem de boş konuşmak… Politikayla ilgilenmiyorlar. Ne dünya sorunları, ne de ülke sorunları konusunda bilgileri yok... Derin ve sürekli ilişki kuramıyorlar, hep geçici ve yüzeysel ilişkiler kuruyorlar, çoğu da maddi çıkara dayanan türden ilişkiler.”
Bu eleştirilerde haklılık payı var mıdır? Varsa bu durumun tek sorumluları bu gençler midir? Şöyle bir durup düşünmek gerekmez mi? Günümüzde gençler ile ana babaları arasındaki farkın, şimdiye kadar hiçbir kuşakta görülmedik kadar derin ve sarsıcı olduğunu görmeliyiz
ilk önce. Türkiye'de oldukça güçlü bir orta sınıfın oluşmasıyla birlikte toplumun yaşam biçimi de değişti. Otomobili olan, yazları tatile giden, çocuklarını özel okullara gönderen, eve bilgisayar ve internet hizmeti alabilen, bütün aile fertlerinin cep telefonu taşıdığı, eski kuşaklara göre daha liberal ilişkilerin olduğu aileler var oldu. Böylesine köklü şekilde değişen bir aile yapısının yeni kuşaklar üzerinde derin farklılıklar yaratması kadar doğal bir sonuç yoktur.
İkinci bir neden de, teknolojide meydana gelen değişikliklerdir.
Günlük yaşamımızı büyük bir şekilde değiştiren cep telefonu ve internet o kadar çok yaygınlaştı ki. Tabii bir de buna uydu yayınlarını da ekleyebiliriz. Sınıf yapısında meydana gelen değişikliklerle beraber ortaya çıkan bu teknolojik yenilikler, yalnız yaşam kalitemizi etkilemekle kalmadı, aynı zamanda hayat anlayışımızı, dünyayı algılayışımızı, beklentilerimizi de değiştirdi.
Böylelikle de doğal olarak bir önceki kuşaktan çok farklı yeni bir insan modeli oluştu. 'Gençler okumuyor!' deniyor. Evet bir anlamda doğrudur. Zira, görsel kültür günümüzde o kadar çok ağır basıyor ki nedeni budur diye düşünüyorum. Yine önemli olan fark daha vardır ki, gençlerin bilgiye ulaşma kanallarının değişmiş olması. Birkaç dakikada internet sayesinde istedikleri bilgiye ulaşma olanaklarına sahipler artık.! Evet tüm bunlar disiplinli okumanın vereceği sistematik düşünme yeteneğini geliştirmelerinde onları zorlayacaktır ama yazıktır
ki bunun da kolay ve hazır bir çözümü halihazırda bulunmuş değildir.
Gençlerin 'maddiyatçı', 'bireyci' olduğu, politikayla, ülke ve dünya sorunlarıyla pek ilgilenmedikleri eleştirisine gelince... 12 Eylül'ün ve aşırı liberal politikaların bir mirası değil midir bu sonuç?
Üniversite örencilerinin siyasal partilere üye olmasını bile yasaklamadı mı bir ara? Aileler 'Aman yavrum, politika tehlikelidir, etliye sütlüye karışma' diye yetiştirmedi mi çocuklarını? 'Köşeyi dönmek' bir ideal olarak sunulmadı mı? Ne bekliyorduk ki? Aslında bir önceki kuşağın yarattığı tüm olumsuzluklara rağmen az bir kesim bile olsalar gençlerin nasıl olup da hâlâ politikayla ilgilendiklerine şaşmalı aslında. Onlar yepyeni bir dünyanın çocukları. Hem onları yetiştiren kuşak sizlersiniz. Bu nedenle çok da eleştirmeye hakkınız yok. Ya da kim bilir, belki de biraz da kıskandığınız için mi eleştiriliyorsunuz onları bu kadar? Ne dersiniz?
Arzu Kök
***
Gençler Neden Mutsuz Acaba?
Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir araştırmaya göre dünyanın en kızgın ve mutsuz gençleri Türkiye’de yaşıyormuş… Bunu biz söyleseydik ‘Bunu da nerden çıkardın, gençlerimiz çok mutlu’ diye sorarlardı adama. Ama şimdi bunu söyleyen Dünya Sağlık Örgütü.
Acaba neden mutsuz gençlerimiz veya bizler ve onlar bunun böyle olduğunu neden düşünüyor acaba? İşte size çoktan seçmeli bir sorunun şıkları;
a) Gençlerimizi mutsuz ve kırgın kılan her gün duydukları ölüm haberleri mi?
b) Hemen yanı başımızda, Suriye’de, patlak veren savaş mı?
c) Dinin siyasette ve toplumun her alanında giderek çok daha etkin olmasının gençlerde yarattığı, ‘hayat tarzı tercihlerimiz ellerimizden alınıyor’ duygusu mu?
d) Gelir adaletsizliği mi?
e) Yoksa hepsi birden mi?
Sürekli söylenen şey “ülke ekonomisi çok büyüdü.” Doğrudur belki. Ama birileri zenginleşirken diğer tarafta yoksulluğun derinleştiği bir ekonomide bırakın gençleri kim mutlu olabilir ki? Ekonomi büyüyor ama genç işsiz oranı çok yüksek seviyelerde geziyor. Neredeyse her beş gençten biri işsiz bu ülkede. İş bulabilenlerde asgari ücret ya da belki az biraz üstünde bir maaşa köle gibi çalıştırılıyor. Üstelik bir de iş bulabilenlerin kayıt dışı çalıştırılması durumu da söz konusu. Milyonlarca genç artık iş bulma ümidini kesmiş ve artık iş bile aramıyor. Böylesi bir durumda nasıl mutlu olabilir bir genç?
Türkiye OECD ülkeleri arasında en çok yoksula sahip ülke olarak gösteriliyorsa, OECD ülkeleri arasında bebek ölümleri konusunda ilk sıraları kimselere kaptırmıyorsa, eğitim olanaklarına ulaşım ve kabul edilebilir yaşam standartları açısında Birleşmiş Milletler
sıralamasının üçüncü liginde yer alıyorsa yaşadığınız ülke nasıl bakabilirsiniz ki geleceğe umutla?
Türkiye İstatistik Kurumu’nun bir ev içerisinde yaşayanların tüketim harcamaları ve istihdam verileri incelendiğinde; her 100 evde 375 kişinin yaşadığı ve her eve ortalama 4 kişi düştüğü görülüyor. Evde çalışan kişi sayısı yine bu araştırmaya göre 100 evde 108 kişi olarak
gösteriliyor, yani her evde bir kişi çalışıyor. Şimdi bu durumda hem ucuza çalışmak zorunda kalacak, hem de kendisinden başka üç kişinin daha yükünü omuzlamak zorunda kalacak bir genç nasıl mutlu olabilir ki?
Eskiden eğitim düzeyi artıkça işsizlik oranının düşerdi ülkemizde. Bu nedenle gençler üniversiteye girmek için çabalar, üniversiteleri ‘işe açılan kapı’ olarak görürlerdi. Oysa son verilere bakıldığında işsizlikte meydana gelen azalmanın büyük kısmı düşük niteliklerden
kaynaklanmakta. Yani artık üniversite eğitimi almış olmak adeta işe yaramaz olmuş. İş-Kur’a şoför, ütücü, çaycı, bekçi, boyacı olarak çalışmak üzere o kadar çok üniversite mezunları, yüksek lisans mezunları başvurusu var ki şaşar kalırsınız baktığınızda. Nasıl olsa üniversite eğitimi bir işe yaramaz gözüyle bakmaya başlayan gençler olunca bu ülkede üniversite kontenjanları boş kalmaya mahkum olacaktır tabii ki. Ne yapsın bu gençlik?
Dünya Bankası’nın uyarıyor: “Türkiye’de yüzde 18 olan gençler arasındaki işsizlik, dünya ortalaması olan yüzde 12’nin çok üstünde.
Genç nüfusundaki işsizlik oranının akıl ve beden sağlığını tehdit ediyor, şiddet ve suçu artırıyor.” Ama kimin umurunda bunlar?
Gerçekten de ülkemizde sinirler çok gergin, eller daima tetikte.
Karısını dövenler mi dersiniz, öldürüp bırakanlar mı, adliye önlerinde kendi adaletlerini arayanlar mı dersiniz, trafikte yol kavgası yüzünden birbirini vuranları mı? En basit görünen gündelik tartışmalar bile alevlenip büyük kavgalara dönüşebiliyor. Bunları görmek için bu
raporlara gerek var mı sorarım şimdi herkese? Tanık olmuyor muyuz her geçen gün bunlara? Eeee şimdi nasıl mutlu olsun bu gençler?
Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmasına göre gelecek kaygısıyla mutsuzluğun arasında güçlü bir ilişki varmış. Gelecek beklentisi düştüğü ölçüde mutluluk oranının da o kadar düştüğünü söylüyorlar. Peki dünyanın 10 büyük ekonomisi içerisinde gösterilen ekonomisi ve bölgesinde “büyük devlet” olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin gençlerine verdiği umut ne kadar? Koca bir hiç, yazık ki.
Arzu Kök

12 Mayıs 2015 Salı

MİLLİ BİR MÜDAHALE VE "Madalyon'un diğer yüzü" CESURYORUM,

Madalyon'un diğer yüz'ü
Orgenerel, MGK Başkanı ve Cumhurbaşkanı
"MİLLİ KAHRAMAN" KENAN EVREN
CESURYORUM
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir.
Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
12 Eylül İHTİLAL'inin lider'i öldü!
Kenan Evren'in nasıl Genelkurmay Başkanı ve/veya İhtilal lideri olduğu çok yazıldı, tekrara gerek yok.
Yani?!
UNUTULAN GERÇEKLER
Madalyon'un diğer yüz'ü!
1979 şartları.
Büyük Resim'de; NATO ve Varşova Paktı arasında soğuk savaş.
Almanya iki parça, Doğu Almanya/Batı Almanya?!
Köprü ülke Türkiye ise Almanya gibi parçalanmamış olsa da devlet içinde devlet ayrışması yaşanmış.
Cumhurbaşkanı'nı seçemeyen bir TBMM, güvenlik sağlayamayan polis, siyaset düzeni.
Sol'cu Sağ'cı diye çok sert ayrışmış gençlik.
Başka?!
İran'da Londra'nın adamı Pehlevi düşmüş, yerine Paris üzerinden Almanlar'ın adamı Humeyni gelmiş.
Başka?!
Afganistan'da Rus hamlesi.
Yani?!
Komünizm'le mücadele kapsamında CIA, El Kaide'yi içine almış.
Yani?!
O günkü Türkiye, bugünkü Türkiye'den farklı değil ve/veya o günkü Dünya bugünkü dünyadan farklı değil!
Yani?!
Avrupa da biliyor ki, Türkiye düşer ise medeniyet'in güvenlik'i de düşer.
Yani?!
II. Dünya Savaşı sonrasında Komünizm'le mücadele kapsamında Gehlen'le anlaşan ABD'nin baş'ına ne geldi ise Komünist Rusya'ya karşı "ılımlı islam, radikal İslam" El Kaide/Gülen'le işbirliği yapan ABD'nin baş'ına yine aynı şey geldi.
NATO kafa Türkiye bu mana.
11 Eylül.
Yani?!
Kabuk devlet ABD, Neo I. Dünya Savaşı kapsamında "açık hesap" üzerinden vuruldu.
Neo Roma'da; İngiliz/Alman harp'i.
Demem o ki:
Kenan Evren'le uzun söyleştim.
Cilt cilt kitaplarını okudum.
Yazdıklarım kadar yazmadıklarım var, sır kapsamında değil, izlenim kapsamında.
1. Evren, deniz seviyesi üzerinden 12 Eylül'ü anlatıyor.
İhtilal'in ne içinde ne de dışında! Kariyer subayı.
2. İngilizler üzerinden açı alıyor.
Romantik, duygusal bir bünyesi var.
3. NATO arka planlı.
Birçok hamle hazır geliyor.
Demem şu ki:
Bayrak?!
12 Eylül'ün arka plan'ında küresel sermaye var.
Ön yüzünde NATO.
Kalmayan güvenlik üzerinden asker yönetime el koyuyor ama bir de iş'in istihbarat ayağı var.
Bu noktada cevabı aranması gerekli basit soru şu:
Erdal Eren'i kim öldürdü?
Elcevap:
Görünen gerçeklik üzerinden bakacak olursanız, 12 Eylül yönetimi.
Şahıs üzerinden bakarsanız Kenan Evren.
Arka plan üzerinden bakacak olursanız, Turgut Özal.
Anlaşılmadı.
O zaman daha açık yazalım:
70 cent'e muhtaç olunan günler.
Gaz, yağ, şeker, çay kuyrukları.
O dönemi bilenler içinde kuyruk'a girmeyen var mı?!
Kara'borsa!
Nüans?!
12 Eylül'de asker yönetime el koydu ama Ekonomi'nin baş'ına NATO, ABD, Londra, Berlin üzerinden Özal atandı.
Şöyle söyleyelim:
12 Eylül öncesinde siyah/beyaz, vatandaş'a huzur vermeyen bir hava vardı.
12 Eylül sonrasında, kalmayan güven ortamı kontrol altına alındı.
Uzunca bir süre sol, sağ birçok örgüt üyesi yakalandı, hücre ev basıldı.
Başka?!
12 Eylül öncesinde, Komünist Rusya üzerinden MİT'in derin kanat'ı yani Doğu Alman kanadı üzerinden PKK kuruldu.
Öcalan lider oldu, bir dönem Öcalan'ın tırnak içi ifadelerini Yalçın Küçük "Fransa" üzerinden yazdı, bir dönem "sol" Mahir Kaynak "Almanya" üzerinden.
Başka?!
Fetullah Gülen, adı öne çıktı, CIA'nın "Komünizmle savaş" konsepti kapsamında.
Yani?!
12 Eylül 'Büyük Resim'inde, İran'da kayan eksen'den kaynaklı "NATO" destekli bir katkı var.
Sol, sağ, siyasal islamcı ayrışma'nın arka planında ise dış güçler var.
Yönlendirilen devlet sorunsalı.
Sol'cular da Sağ'cılar da Siyasal İslamcı'lar da "İstihbarat"ın ne olduğunu biliyorlar ama "bebekleri leylekler getirdi" misali kimse o konulara girmek istemiyor.
Siyasi akımları "asker" yönlendirmez, istihbarat yönlendirir.
Yani?!
12 Eylül İhtilali güvenlik'i tesis etti ama bu nokta'da cevabı aranması gerekli basit soru şu:
Büyük Resim'deki oyun planı neydi, Dünya ve Türkiye sahnesinde ne vardı?!
Londra'da Thatcher üzerinden özelleştirme furyası başladığına göre süreç ortada.
12 Eylül'e olan kamuoyu desteğini düşürmek için İHTİLAL kirletildi.
Sol'dan Sağ'dan kim varsa işkenceden geçirildi, Erdal Eren asıldı, güven ortamını tesis eden İhtilal bir anda zorba'laştı, eşzamanlı olarak ülkücülerin ve devrimcilerin nefret'ini kazandı.
Elinde Kur'an ve/veya ayet'lerle dolaşan vatandaş'a hitap eden Evren süksesini kaybetti.
İşkenceden geçen istihbarat arka planlı sol/sağ gençler, siyasi akımlar yeni süreç'te, Turgut Özal'ın arkasında saf'laştırıldı.
Dört eğilim, işkenceden geçmeden saf'laşır mıydı?!
Daha açık yazalım:
Osmanlı tasfiye edilirken arşiv'i Bulgaristan'a çıkarma kararını kim aldı?!
Türk'ün aklı mı yoksa TM'yi idare eden Alman'ın aklı mı?!
Bir başka soru:
Devlet'in tepe'si yani "yönetsel aklı" İngiliz & Fransız statükosu üzerinden yönlendirilirken derin'ini Almanlar nasıl, kimler aracılığı ile yönetmiş?!
Yani?!
Materyalist sol yazılım da materyalist sağ yazılım da Alman mutfağından çıkma!
Komünizm "Rus icadı" değil, Kapitalizm "ABD icadı" değil.
Ama her iki siyasi akım adına dünya'da birçok can yandı.
Yani?!
İdeoloji üzerinden bakış "duygudaşlık" ikliminde etkilidir, kolay anlaşmayı sağlar, ne var ki, bütün'ü oluşturmaya katkı yapmaz.
Liberalizm akımını bulup kullanan yani silahla aşılamayan sınırları "liberal yazılım" üzerinden aşan da Roma'daki aynı adres!
Avrupa'daki tüm devletler birbiri ile akraba ise yeni bir İngiliz, Fransız, Alman üçkağıdı ile yüzyüzeyiz demektir.
Nüans?!
Bu defa oyun kuranlar da tezgaha geldi, Doğu/Batı Roma ısparmaça.
Yani?!
"Biz yaparız, onlar yazar" diye tarih tarifi yapılmaz, "balık hafızalı" olmak matah bir şey değil.
Sol'dan da Sağ'dan da İslamcılar içinden de Türkçü'ler içinden de çok değerli beyinler var, cesur yürekler var.
Aynı şeyleri tekrar ederek farklı sonuçlar elde etmek mümkün değil ise "akıl tutulması" yersiz.
Yani?!
Evren ya da başkasını 'Şeytan'laştırmak hiçbir şeyi çözmüyor.
İngilizler şeytan ya da Alman, Fransız, Rus, ABD, İsrail vb.
Her devlet kendi çıkarı'nın peşinde.
Devletler Oyunu'nu doğru anlamak, okumak elzem ki, neo soğuk savaş'ın psikolojik harekatı'na yeni'nilmesin.
Sözün özü:
Kenan Evren kendisinin örmediği bir süreç'in lideri oldu.
"Devlet Başkanı" oldu.
Hoşuna gitti.
NATO konseptinde "Bedavadan kahraman".
Fenerbahçe üzerinden medyatik popülerlik.
Elle gelen düğün bayram.
Sonra, bir şey değişti, her şey değişti.
Evren'in kendi elleri ile örmediği, hakim olmadığı süreç, döndü Evren'i vurdu.
Özal'ın iktidara getirilme süreç'inde Londra üzerinden yönlendirildi, kullanıldı.
Oy'unu açık etmesi, işkence mağduru sol/sağ kesim'i, merkez sol/sağ'ı Özal'a yönlendirdi.
Yani?!
"Sunalp" deyince, 12 Eylül'e öfke duyanların tepki oy'larını hesaplamalıydı.
Ne var ki; Evren, ağzından çıkanın 'büyük resim'de ya da iç dengelerde ne mana'ya geldiğini bilecek durumda değildi, kariyer subayı idi.
Yani?!
Bedava'dan kahramanlık'ın faturası çok ağır oldu, 12 Eylül'ün tüm günahları da Evren'in üzerine kaldı.
Yazdığı cilt cilt kitap'lara atıf yapıp, "Devlet'in onca imkanı elinizdeyken anlatamadığınız süreç'i, yazınca mı anlaşılacağını düşünüyorsunuz, hem de kitap okuma oranı bu kadar düşükken" diye takıldığımda, gülerek şu cevabı vermişti:
"Halk o günlerde ne yaşandığını biliyor, ben basına, o günleri unutturmaya çalışan yazarlar için hatırlatma yapıyorum."
12 Eylül'de eski siyasilere yasak getiren, The Özal operasyonu'nda kullanılan Evren, 1987 referandum'unda Özal'a rağmen siyasi yasakların kaldırılması için net tavır ortaya koymuştur.
Sözün özü:
"Ertesi gün"kü gazete ön sayfaları önemlidir.
Kenan Evren'in ölümü bağlamında şeytanlaştırılmış bir İhtilal liderinden kurtulduk diye sevinen çok.
Hal böyle ise yüksek demokrasi ortamı ortada.
Meteo: Neo 11 Eylül ve/veya Neo 12 Eylül süreç'i?!
Madem, Türkiye'deki 12 Eylül'e giden süreç'i asker kurguladı, o zaman Çin, Rus devlet başkanlarından başlayın toplamaya, İsrail, İngiltere, Fransa, Almanya, Vatikan, İran, ABD üzerinden devam edin bakalım, kim neyin kurgusunda!
İhtilal bir sebep değil sonuç'tur.
Kuru fasülye yemeye başladığında gaz yapacağını bilmek gibi bir şey, kehanet değil!
Etki/tepki süreç'i.
Laik, Atatürk Türkiyesi'nden yana taraf olan Türk askeri "çağdaş", Batı'da genel kabul görmüş evrensel "Demokrasi" dışında bir düşünce'ye sahip olsa, güvenlik'i sağlamak için her yönetim'e el koymak zorunda kaldığında, huzur'u tesis edip gitmezdi.
Kalıcı olurdu.
Güvenlik'i tesis edip koltuğu siyasilere bırakmazdı.
Nüans?!
Bu defa büyük resim'de büyük savaş saf'laşması, kamplaşması var.
Asker gelir ise uzun süre "çok istese" de gidemeyebilir!
Sebep?!
Real politik!
12 Eylül'de kim ne kadar ölmüş, asılmış, mağdur edilmiş listesi yayınlayanlar, eşzamanlı "büyük resim" üzerinden BOP demokrasisi "mağduriyet listesi" de yayınlaması gerekmez mi?!
Irak enkazı, Arap baharı kimlerin eseri?!
Osmanlı'da Ermeni tehcirini Almanlar yaptırmıştı, II. Dünya Savaşı'nda Yahudi katliamı da Almanlar'ın eseri.
İngiliz, Fransızların Çanakkale, I. Dünya Savaşı karnesi ortada.
Haçlı seferlerinde Vatikan'cılar ellerinde bir demet gül'le gelmedi.
Büyük savaş demek, eşzamanlı toplu katliam demek değil midir?!
Ezcümle:
Uzun laf'ın kısası:
Asmayıp da ne yapacaktık?!
Kaldı ki, asmayınca ne olduğu ortada!
"AB demokrasi kuralları"nı amaç'a giden yol'da araç olarak kimler kullanıyor?
Ticani, narko koalisyonu artı aynı zamanda her yön'den işinde gücünde olan haz'cı kolpacılar.
Asmayınca, Barzangiller, Gülen'giller, Apo'giller "Atatürk Türkiyesi"ni ipe çekmeye çalışıyor.
Silivri kumpas'ının saç'ayakları ortada.
Neo 12 Eylül süreç'i tablo'su:
Ülkücüler, Gökçek üzerinden...
Devrimciler, Sarıgül üzerinden yön'lendiriliyor.
Eli silahlı PKK "demokrat" olmuş, narko dolar üzerinden siyaset yapıyor.
Barzan'giller büyük ermeni kürt devleti için enerji bazlı rüşvet üzerinden sazan avlıyor, büyük güvenlik açığı üretiyor.
Parçalanmaya giden süreç ortada!
Nüans?!
Türkiye parçalansa önemli değil, kimin umurunda; Londra güvende değil, Paris vuruldu, İsrail Stratfor senaryo üzerinden düşük yaptı.
Yani?!
O zaman basit soru'yu bir kez daha soralım:
Asmayıp besleseydik ne olurdu ve/veya bu topraklardaki "Ayrıkotları" o kadar arsız ki, assanız da süreç ortada.
Dinsizin hakkında iman'sız/aman'sız gelirmiş, şu mana:
Kenan Evren'i şartlar yarattı, bir şey değişti, her şey değişti!
Darbe'den yargılanan Evren, devlet tören'i ile defnedilecek.
VIP cenazeler resmi geçit tören'inde sırası gelen katafalk'taki yerini alıyor.
Katafalk?!
Peki Türkiye için her anlamda yeni bir milat olarak kabul edilen 1980 darbesinde neler yaşandı?!
İşte rakamlarla Türkiye'nin 12 Eylül bilançosu:
1) Toplamda resmi rakamlara göre 650 bin kişi göz altına alındı
2) 1,5 milyonun üstünde vatandaş fişlendi
3) 210 bin dava açıldı ve bu davalarda 230 bin kişi yargılandı
4) 7 bin kişi için idam cezası istendi
5) 517 kişiye idam cezası verildi
6) 50 kişinin idam cezası infaz edildi
7) 99.000 civarında vatandaş örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı
8) 30 bin kişi "sakıncalı" görülerek işten atıldı
9) 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkartıldı
10) 30 bin kişi siyasi mülteci sıfatıyla ülkeyi terk etti
11) Resmi kayıtlarda 171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi
12) 937 film "sakıncalı" bulunduğu için yasaklanırken, bir çoğu da "makaslandı"
13) 23.677 derneğin faaliyetlerine son verildi, bir kısmı kapatıldı
14) 3.854 öğretmen mesleğinden ihraç edildi
15) Üniversitelerde 120 öğretim üyesinin mesleki hayatlarına son verildi
16) 47 hakimin işine son verildi
17) 31 gazeteci mahkum edildi
18) 300 gazeteci saldırıya uğradı
19) Saldırıya uğrayan gazetecilerden 3'ü vefat etti
20) Gazeteler 300 gün yayın yapamadı
21) Gazetelere 300'ün üstünde dava açıldı
22) Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi
23) Açlık grevi kararı alan 14 kişi yaşamını yitirdi
Türkiye'yi 12 Eylül darbesine götüren süreçte, 1970'li yıllarda başlayan ve giderek tırmanan sağ-sol çatışmaları dikkat cekiyordu.
Sıkıyönetim uygulamasına rağmen bu çatışmaların durulmaması ve giderek alevlenmesi, askerin darbeye zemin hazırlamak için bilerek seyirci kaldığı gerçeğini su yüzüne çıkardı.
Sadece sağ ve sol grupların çatışmaları değil, art arda yaşanan suikastler de darbenin gelişini hızlandırdı.
Şubat 1979 Milliyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi öldürüldü.
Darbeye kadar geçen sürede, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler uğradıkları saldırılarda can verdiler.
İşte Evren'in yargılandığı 12 Eylül iddianamesinin tam metni
Ankara Adliyesi 10. Ağır Ceza Mahmekesi'nde görülen 12 Eylül Davası'nda karar 18 Haziran 2014 tarihinde çıkmıştı.
Kimsenin hatırasına saygısızlık etmek gibi bir niyet içinde değilim.
O gün yaşanan acıları kimse inkar etmiyor!
İç savaş ortamı öncesi ve sonrası nedir ne değildir, büyük resim üzerinden bakmak lazım diyorum, naçizane.
Bundan sonrası umum'a hitap:
Bakış açısı farkı?!
7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, nasıl bir Atatürkçü idi?!
Elcevap:
Anladığı kadar.
Aklının aldığı kadar.
Yani?!
Kenan Evren sahte Atatürkçü olduğu için "Gardırop Atatürkçüsü" ünvanını almadı.
Gazi'yi ne kadar anladı ise o kadarını aktardı, sergiledi.
İlhan Selçuk da buna binaen o yakıştırmayı yaptı.
Başka?!
Evren, Londra, NATO üzerinden yön'lendirildi.
AKP, NATO konsepti üzerinden "Fenerbahçeli müteahhitler" aracılığı ile geldi.
"Sır" değil.
Yani?!
Erdoğan'ın, Gül'ün, Gülen'in ne 28 Şubat 1'le ne de 12 Eylül'ün Evren'i ile bir sorun'u olmadı.
Geçmişte "Türban" üzerinden çok kazan kazan oynandı.
Yönlendirilen devlet sorunsalı!
Yani?!
Her zincir en zayıf halkası kadar güven'de!
Ya da bastığın zemin kadar sağlamsın!
Londra güven'de değil ise Türkiye'deki İngilizler güven'de olabilir mi?!
Doğru soru bu.
Başka?!
CHP'den laik'lik düştü.
İçine Gülen, Barzan, PKK katkısı aldı.
Hal böyleyken..
Londra, Paris'te güvenlik alarm düzeyi 'kırmızı'ya çıktı.
Yani?!
BOP?!
Türkiye'den Atatürk, CHP'den Laik'lik düştü, küre'nin şakül'ü kaydı.
Yani?!
Stratejik aklı Londra, Brüksel üzerinden yön'lendirilen Kenan Evren, İngilizler, Fransızlar, NATO ne kadar Atatürkçü, Laik ise o da o kadar Atatürkçü, Laik idi.
Yönlendirilen devlet sorunsalı!
Yani?!
BOP kapsamında önce Londra, sonra Paris düştü, eşzamanlı baştankara.
Sözün özü:
Adam asmaca final süreç'i şu mana:
Londra güven'de değil, İngiliz ak'ımının tüm halkaları NATO "stres testi"nde.
Enerji bazlı güvenlik arayışları.
"Su testisi" su yolunda kırılır ise her zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür, bu mana.
Netice:
Fenerbahçe zincir'inden yaş'lanmış, zayıf'lamış bir halka düştü.
Böyle düşünmek de mümkün.
Aziz Yıldırım gibi mübaşir'e dert anlatıp, şişe içine mesaj yazıp okyanus ötesinden cevap beklemek de mümkün.
Kenan Evren öldü, mesaj Yıldırım'a.
Zeki Alasya öldü, mesaj Dalan'a, Kıraç'a.
Ezcümle:
Kenan Evren, aklı baş'ındayken AKP'nin geliş süreç'ine ortak olması, her sorun yaşadığında soluk'u Başbakanlık'ta Erdoğan'ın yanında almasından daha büyük günah/ihanet olabilir mi?!
12 Eylül'de ne yaptığının farkında olsa, 2003'te, 2004'te,2005'te vb Ankara'da AKP'nin kapısı'nda ne işi vardı?!
Silivri kumpas'ında komutanlar içerde yatarken Abdullah Gül'ü ziyaret'inin gerekçesi neydi?!
Silivri'yi boşaltmazsanız üzerinizden tank'la geçerim mi demiş yoksa kesat işler güçler için mi yardım istemiş?!
12 Eylül tablosu'ndan bir yaprak düştü.
"Adam asmaca" final sezonu.
Londra, Paris güven'de değil, Ankara, İzmir, İstanbul'da kuzuların sessizliği.
Stres testi'ni geçemeyen zayıf halka'lar katafalk'ta ve/veya musalla taş'ına.
VIP cenaze sezonu açıldı, Azrail iş'inde güç'ünde.
Hiçbir ihanet cezasız kalmaz!
12 Eylül olmasa Evren "Devlet Başkanı" olamayacaktı, bu da ölen fani'nin görünen gerçekliği.
12 Eylül öncesinde ölenler, 12 Eylül sonrasında işkenceden geçenler, idam edilenler de, o süreç'i en sert hali ile yaşayanların da algıladıkları "gerçeklik boyutu" düz bakış.
Yüksek siyaset okuması yapmak ise amaç buz gibi akılla masaya vurmak, basınç altında sakin duruş'u korumak elzem ki, özenle bulandırılan su'da hakikatler kaybedilmesin.
Yani?!
Haklılık ya da kişisel mağduriyet'lerden ziyade, devletler oyun'una dikkat çekmek esas.
Erdal Eren'in yaş'ını büyütüp astırmak istihbari bir operasyon.
Evren zaten bu konuyu birçok defa anlattı, tezgaha gelmiş, ikna edilmiş, anlamış olsa neden böyle bir şey'e kalkışsın!?
Amaç asmak ise yaş'ının dolmasını da bekleyebilirlerdi.
Neden yaş'ı büyütüp hemen astırıyorlar, Özal ANAP'ı Londra üzerinden gündem'de.
Sabah olduğu için horoz ötmüyor, çok zorlasak da horoz yumurtlamaz, tavuk yumurtlar.
Kaldı ki, "İhtilal öncesi"nde ilkokul, ortaokul, lise çağındaki öğrencileri toplayıp yürüyüşe götürüyorlardı.
Gülen şakird'ler ne ise süreç benzer hikaye.
Öğretmenlerin hali, okullar ayrı bir felaketti.
Varşova'cılar NATO'cuları öldürüyordu, NATO'cular da Varşova'cıları.
Sebep?!
Dışarıdan ithal düşman yoktu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaş'ı birbirini kırıyordu.
İhtilal olmasa ölümler, anarşi durur muydu?!
Yani?!
Kalmayan güven ortamı kapsamında. örgüt'ün tamamını kontrol altına almak için dönem'in devlet'i yakaladığını bildiği yöntemle sorgulamış.
Böyle bakmak da mümkün.
Başka?!
12 Eylül'de yaşanan işkence'nin sağlamasını yapmak mümkün:
Evren işkence yaptırıp, adam atıracak kadar güçlü ise ne değişti de güç'ünü kaybetti, Özal'a yetki, güç, makam devretti?!
Güçlü adam binlerce sayfa kitap yazıp neyi neden yaptığını cilt'ler dolusu anlatmaz.
Güçlü adam, o ses'ler çıkmadan perde arkasından yek tek ses'leri kıstırır.
12 Eylül'ün içine işkence karışmamış olsa, asker seven bu millet, yüzde 82 ile Anayasa oy'layan bu seçmen, Özal'a kucak açar mıydı?!
Özal, özelleştirme rüzgarı, "serbest" (!) piyasa, liberal yazılım üzerinden gelmedi mi?!
Yani?!
12 Eylül öncesi/sonrası inkar edilemez üzücü bir süreç, mağduriyetler ortada.
12 Eylül'den çıkış'ta, Erdal Eren'in yaş'ını büyütüp astıranlar, re'AKSİYON üzerinden Özal'ı vitrin'e iliştirdi.
Erdal Eren vb operasyonu istihbarat yaptı.
Evren, olaylara düz bakan bir asker'di, istihbari oyun'lardan anlamaz.
Özel/Evren her ikisi de kariyer subayı.
12 Eylül İHTİLAL'i başka, 12 Eylül İhtilali sonrası yaşananlar, işkenceler vb oyun içinde oyun.
İhtilal'i yapanların neye, ne kadar hakim olduklarının göstergesi, tablo ortada.
Birileri 12 Eylül'de Alman üslubunda balyoz'la çorba içmeyi denemiş, demek de mümkün.
"Genetik üslup" istense de kopyalanamaz!:))
Misal:
Londra güven'de değil, Paris vuruldu, İsrail köşeye sıkıştı.
28 Şubat F 1 pilotları "İhtilal" yaptı, "ertesi gün" Fransız bir liste koyacak masa'nın üzerine,
İngiliz, Alman ayrı liste, Vatikan, Rus, İsrail, İran ayrı hikaye.
Haliyle devlet'in elinde de bir liste olacak, ki öyle.
Devletlerarasında "Güvenlik açığı üretenler"in üzerine "X" işareti konulmuş'lar listesi, diyelim buna.
Yani?!
Kaçacak yeriniz kalmadı bu mana.
Neo Şerif Hüseyin Barzani o ağırlığı taşıyabilir ise hava'dan atış için kod'lar ortada.
Kurallarını koyup şartlarını doğru oturtmadığın zaman yön'lendirilen MİT de liste'nin içine isim sallayacak, kuru'nun yanındaki yaş bu hikaye.
40 oda'lı MİT'te fırıldak bitmez.
Şartlar ortada.
İhtilal'e virüs karışmaması için öncelikle neyi neden yaptığını bilmek elzem, sağ'omuzbaşlarındaki fırıldakları tanımak lazım, taşıma kapasitesi'ni doğru ölmek, büyük resim'e göre güncellemek lazım; ki; 12 Eylül'de olduğu gibi "İhtilal" kirletilmesin.
Haklı'yken haksız durum'a düşülmesin.
Yani?!
2015 real-politik:
İHTİLAL de ateş pahası, İHTİLAL'sizlik ortamı da.
Bu defa süreç, BÜYÜK RESİM üzerinden yek tek sağlam basarak geliyor.
RAP... LARP... RAP...
Nüans?!
12 Eylül öncesi şartları da üreten Evren değildi, 12 Eylül'den 12 ay sonraki şartları üreten de aynen o olmadığı gibi!
Evren'e Özal'ı kim al dedi ise Ecevit'e, Derviş'i kimler verdi ise hikaye bu hikaye.
Yani?!
Fotoğraf ya da Resim'den kopya ressam'lık yapan emekli bir paşa'nın zirve'ye tırmanan kariyer hikayesini doğru okumak elzem ki, geçmiş'in hikayesi kayda doğru geçsin.
Genç devrimciler, genç ülkücüler boş yere telef olmasın, doğru mücadele'nin içinde saf'laşsın.
Not: 12 Eylül'e dönem'in Avrupası nasıl bakmış, sol/sağ fark etmez, bugünün hikayesi de benzer.
Menderes'in idam'ına bakış'tan farklı değildir.
Mısır üzerinden yapılan "Neo Demokrasi" tanımlaması da ortada.
Real politik.
Evren'in söylediği özetle şudur; "AB süreci varsa idam cezası yoktur, tamam ama AB, Türkiye'yi arasına almıyor ise o zaman şartlar değişir."
Güzel mantık.
Yani?!
Avrupa futbol'u aşırı teknik, Amerikan futbolu güç'e, kodu mu oturtan sistem'e dayalı.
PKK'lı, Barzan, Gülen familya, Avrupa teknik'ini laik insan zekası ile alay etmek için kullanıyor ve/veya narko ticani tayfa başka dil'den anlar mı?!
Özetle, 12 Eylül öncesinde devlet ne kadar ortada var ise 12 Eylül sonrasında da o kadar var demek için kerat cetvelini bilmek yeter sebep, yüksek siyaset okuması o günler için bugünkü kadar karmaşık, zor değil.
NATO/Varşova.
2015 realpolitik.
Çok nüans'lı, İsrail/İran makas'ından takas'sız güvenli çıkış yok.
NATO'nun da Batı'nın da Doğu'nun da Türkiye'nin de hali ortada.
Gordion Düğümü.
100'de 1'lik güç dahi süreç'te akıntının yön'ünü değiştirebiliyor.
Sistem sadece Türkiye'de AIDS değil, finansal üçkağıt üzerinden Rusya'dan ABD'ye network virüs dolu, AIDS.
Tarihte başka türlüsü mümkün olmadığı için ne yaşanmış ise emin adım'larla o süreç'lerin içinden geçiyoruz.
Buz gibi akıl'la, kafalara Balyoz gibi çakarak.
Hz İsa'yı çarmıh'a gerenler, başka suçlu'ları ya da suçlu gördüklerini nasıl cezalandırırdı?!
Yani?!
Cevap ortada.
O dönem'in şartları içinde tüm suçluları çarmıh'a gererek cezalandırıyorlardı.
Yani?!
Hz İsa'ya özel bir işkence yöntemi değil bu!
Ya da giyotin.
Engizisyon Mahkemesi'nin cezalandırma yöntemi.
Recm.
Vb.
Hasılı:
12 Eylül sonrasında kullanılan "işkence" yöntemi 'hastalıklı bakış'tan değil, suçlu'yu konuşturmak için o dönem'e kadar alışılagelmiş yöntem'in tekrarı idi.
Ziverbey.
Başka?!
Guantanamo?!
Suçlu olduğuna inanılan kişi'yi konuşturmak, çözmek için günümüz dünyasında kullanılan bilimsel yöntemler var.
Buna rağmen, CIA'nın yaptığı gibi El Kaide militan'ı olduğu düşünülenlere uygulanan cezalandırma, konuşturmak için kullanılan "insanlık dışı işkence yöntemleri" kısa vade'de sonuç verse de, "Hz İsa'yı çarmıh'a ben gerdim" vb, orta/uzun vadede o devlet'in ip'ini çeker.
Parçalar.
İşkence yaptığı insanların coğrafyasına çok istese de burnunu sokamaz.
Sonra; AKP gibi truva atlar, taşeronlar üzerinden sızmaya çalışır!
Stratfor senaryo'dan mülhem "Yemen kantar'ı"?!
ABD, kabuk devlet, yön'lendiren adres'ten kaynaklı devlet'in içini kör'leştirme operasyonu.
Vandalizm'in beyaz eldivenli iz bırakmayan yüksek demokrat el'leri ortada.
Isparmaça.
Kor'düğüm.
Ezcümle:
12 Eylül sonrasında yapılan araştırmalar, yazılan uluslararası rapor'larda, Türkiye'de işkencenin sistematik olmadığı, suçlu ya da suçlu olduğu "işkence üzerinden ispatlanmaya çalışılan" 'sanık'ı konuşturmak için kullanılan bir yöntem olduğu saptaması var.
Karısını döven adam, sorun yaşadığı arkadaşı ile de sorununu "kavga" ederek çözüyor.
Koca dayağından şikayet eden kadın çocuk'unu dövüyor vb.
Türkiye'de devlet'i despotlaştırmak, vatandaş'ı asker'den soğutmak istediklerinde Jandarma'yı Fransa üzerinden yönlendirip, köylü'nün üzerine sürmüşlerdir.
Recep Peker.
Yani?!
Türkiye medeniyetler arasında köprü bir ülke, sol'cusunun sağ'cısının da en başta bunu görmesi, ona göre pozisyon alması şart.
Sözün özü:
"Vatana ihanet" Guantanamo'luk hikaye; ne var ki, süreç ip'in uç'unda.
İbretlik.
--
‎ATATÜRK GİBİ DEHALAR, ANCAK GÖRÜNÜŞTE ÖLÜRLER.
ÖYLE İNSANLAR; BİR NESİL İÇİN DOĞMADIKLARI GİBİ, MUAYYEN BİR DEVİR İÇİN DE DOĞMAZLAR...
--
"Demokrasi, her şeyin aynası değildir." 
Nusret DEMİRAL
--
''Benim en büyük hasletim, TÜRK olarak doğmamdır!..''
Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK
--
''Bizler;
Gözünde Vatanını,
Gönlünde ATATÜRK ilke ve İnkılaplarını tutabilen,
Vicdanında dinini saklayabilen,
Milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görev yapanlardanız...''
Nusret DEMİRAL
--
''Yaşayan herşey bazı izler bırakır..
Biz onlardan bir ders çıkaracak kadar zeki isek, bu izlerin bir anlamı olur...'' 
Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK
--
''Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.
En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.''
Mareşal Mustafa Kemal Atatürk
--
''Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, HAYAT'tır!''
Nusret DEMİRAL
-- 
''Muhterem Milletim'e şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başına taç ettiği adamların kanındaki ve vicdanındaki cevheri asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden, bir an tevakki etmesinler...''
Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK
--
E-posta ile gönderdiğim tüm demokratik protesto, bilgi, haber, yorum ve sosyal/siyasal içerikli paylaşımlar TC Anayasa'sının;
MADDE 24/3: Kimse, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerin den dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
MADDE 25 Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
MADDE 26 Herkes düşünce ve kanaatlerini; söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
***
YGK: Şiddet çağrısı içermedikçe sözlü ve yazılı ifadedeler cezalandırılamaz.
Bu düşünceler şok edici bile olsa... (Yargıtay Genel Kurul Kararı)

Demokratik düşünce ve kanaatlerimin engellenmesi ve/veya şiddet/baskı altına alınması, bu nedenle, "hakkımda olası her türlü anti-demokratik yasal girişimi" TC Anayasası, AİHM ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kapsamında, her türlü yasal haklarım saklı kalmak üzere, peşinen reddederim...

5 Mayıs 2015 Salı

Ermeni (Rum, Yunan, Bulgar, İngiliz, Fransız, Alman, Rus, Sırp, Çin) Mezalimi ve Dâhili Bedhahlar

Ermeni Mezalimi ve Dâhili Bedhahlar
Mustafa Nevruz SINACI
Yüz yıllık kuyruklu yalan, kirli iftira ve iğrenç furya!.. 24 Nisan 2015 günü de (her yıl olduğu gibi, tekrar) menfur bir kör iddia, inkâr maskesi ve timsah gözyaşları numarasıyla tam bir hayâsızlık, ahlâksızlık ve mürailikle:, “hepimiz Ermeni’yiz” ilenmeleri biçiminde, necip Türk Milletinin sinesi, memleketin Şüheda toprağının barış ikliminde “ihanet çığlıkları atıp (Tanınma, Tazminat ve Toprak) tehditleri savurarak” sökün etti!...  
Aynı gün Çanakkale’de anlamlı bir zaferin 100. yılı, ezeli baş düşman büyük Britanya İmparatorluğunun iştiraki ile anıldı. Günlerden Cuma. Bütün Cami şeriflerde üç aylar konulu hutbeler irad ediliyor; Bilumum vahşi batılı vampir, yarasa, kene ve sülük (emperyalist) illeti, İblis, Ebu Cehil, Şeytan şürekası, fetret anıtlarında kin kusar; Alçakça uydurulmuş yalanlarla kirletilmiş meydanlarda tehditler savurur, bazı haçlı Kiliseleri ve işbirlikçi Havralarda hamasi merasimler icra edilirken.; Bizim ‘merhametten maraz doğar’ kabilinden zincirleme ihanetlere maruz, kalleşlik, alçaklık, cinayet, şeamet ve plânlı soykırımlardan mağdur ülkemizde, ibadet şuuru konulu vaazlar ve Çanakkale’de tören var!..
Adama sorarlar: Senin Diyanet İşleri Başkanlığın ne iş yapar?
El İman, minel Vatan umdesi ile kaim İslâm’ın âlimleri nerde?..
Şu hale bakın…
Ne müthiş bir ironi!..
Bir yanda soykırım yalanı; Nefret, fetret, baskı, tehdit ve haçlı çığlıkları;
Diğer tarafta bedhah gafleti, Endülüs Rehaveti ya da dönme-devşirme muhabbeti!..
Hani 1937’de, malûm diyaspora menfurları İngiliz dolduruşuna gelip, ezeli ve sinsi düşmanlarının kalleş tuzaklarına düşerek, benzer söylemelere cüret etmek gafletine duçar olmuşlardı. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhur Reisi Mustafa Kemal ATATÜRK derhal ve en ağır surette derslerini verdi. Ki, bu dersin etkisi, ta 27 Mayıs’a değin sürdü ve bu büyük kudret karşısında korkuyla sinip, seslerini kestiler. Lâkin 27 Mayıs kalkışması ile Atatürk’ün Anayasası ilga, Cumhuriyeti imha edildi. Hak, adalet ahlâkı, demokrasi, lâiklik ve hukuk rafa kaldırıldı. Devleti isyan, ihanet, kan ve kalleşlikle ele geçiren “karşı devrimci” Cumhuriyet düşmanı halk partisi şürekâsı, ilk önce, CHP içinde yuvalanan koza, kripto, dönme-devşirme, mason ve misyoneri legalleştirip ortalığa salıverdi.
Sonra, insan hakları, adalet-hukuk, huzur ve barış mabedi Türkiye Cumhuriyeti, Sivas Kampı ile birlikte ‘Kürt Sorunu’; Akabinde, sözde hak ve özgürlük istemlerine dayalı anarşi; Paralelinde ise, gerçekte 1921 Kars Antlaşması ile halledilmiş olmasına rağmen tam bir yalan, iğrenç furya ve iftira kampanyası biçimi hortlatılan (uyandırılan) ‘Ermeni soykırımı’ rüzgârı yaratıldı!.. Yetmedi, sinsice geliştirilip, CHP’nin makûs rahminde nevzuhur “anarşi, terör ve tedhiş” sorunumuz oldu. Arkasından Asala. İhanet, şer ve şeamet (siyaset) ortamı olgunlaşıp-uygunlaşınca, dönem istihbaratı kullanılarak PKK eşkıyası teşkil ve dönme-devşirme politik ACI’lar tarafından eğitilip-donatılarak teşekkül ettirildi!.. 
Düşman tahrik ediyor; Hakaret, alçaklık ve küstahlık dinmiyor…
Türkiye aleyhine düzen kuran ve dolap çeviren hainlere “DUR” denilemiyor!..      
Bu zaman zarfında Ermenistan okullarında Türk Bayrağına sürekli hakaret ediliyor, Şanlı Bayrağımız dünyanın gözü önünde cadde, sokak ve okul meydanlarında ayaklar altına alınıyor, şerefsizce, soysuzca çiğneniyor ve 20’ye yakın İslâm ülkesinde “Ermeni soykırım” abideleri.; Utanç, yalan, iftira ve ağlama duvarları dikiliyor; Çoğu ülkede Türklere atfedilen soykırımlar yalanları ders olarak okutulmakta; Başta Ermenistan olmak üzere, Suriye, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, İran, Irak, Lübnan, Suudi Arabistan ve Mısır’da “Ermeni soykırımı” dâhil, Türk ve Osmanlı hakkında bin türlü hakaret, yalan-dolan, fesat-furya, iftira ve uydurma “bilgi kirliliği” tarih diye okutuluyor...
Hem de Türk hükümetlerinin gözü önünde ve Hükümetin gözünün içine baka, baka!.
            Ta ki, 16 Şubat 1976 günü Beyrut B. Elçilik Başkâtibi Oktar Cirit, kalleşçe, hunharca bir cinayete kurban gidinceye dek! Bu hain cinayetle birlikte ASALA ortaya çıktı. Bu Ermeni örgütü, Türkiye’de huzursuzluğun zirve yaptığı 1979’dan itibaren, 21 ülkenin 38 kentinde 110 saldırı gerçekleştirdi. Alçakça katliamlarda 42 Türk diplomatı ile 4 yabancı hayatını kaybetti. 15 Türk ve 66 yabancı yaralandı. 1980’de ASALA taktik değiştirerek, PKK’nın öncü kuvveti oldu. 1984’de PKK çıktı. Bekaa ve Zeli kamplarında ASALA, PKK militanlarını eğitiyordu!
            NETİCE OLARAK;
Kamu Vicdanı ve Türk Milleti Soruyor:
            24 Nisan’da niçin? Camiler, Okul ve meydanlarda Ermeni, Yunan, Rus ve Sırp zulmü kınanmadı? 1976 – 1979 döneminde Ermeni ASALA örgütü tarafından kalleşçe katledilen Türk diplomatlarının öcü ve intikamları niye alınmadı? Sadece 1913 - 1923 yılları arasında Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da ‘Ermeni Soykırımına maruz kalan’ kin-kan, nefret, cinayet ve katliam kurbanı iki milyona yakın silâhsız, korumasız, mağdur, masum ve müsemma Türk-Müslüman toplu mezarlarında niçin birer anıt/abide yapılmadı?,
            Şu ana kadar resmen ve kamuoyunun gözü önünde yapılan binlerce kazıya rağmen; Bir tane dahi Ermeni toplu mezarına rastlanılmadığı, bütün dünyaya neden ve niçin hâlâ ilân edilmedi? Dünyanın Ermeni yalanlarına kanmasının sebeplerinden biri de bu değil mi?.. 
Nihayet; Türkiye Cumhuriyetinin Milli (!) Eğitim Bakanlığı, Atatürk ve Menderes döneminde müfredatlarda yer alırken.; 1963’den bu yana Ermeni, Yunan, Rus ve diğer ihanet şebekeleri tarafından Türk Milletine yapılan katliamlar, tehcirler, soykırımlar ve mezalimler “Neden ve Niçin” (Bazı AB ülkeleri, Ermenistan, Yunanistan, Bulgaristan, İran-Irak, Suriye, Lübnan gibi memleketlerde eğitim-öğretim sisteminde ağırlıklı olarak yer alırken) Türkiye Cumhuriyetinin her derece ve düzey okulları ile Üniversitelerinde ders olarak okutulmuyor?
Oysa sadece Ermeni mezalimi değil; Rus, Sırp, Yunan, Arap, Fransız ve sair tehcir, toplu katliam ve soykırımlarının mutlaka ve daima okutularak; Türk Gençliğine “Türk, İslâm ve İnsanlık düşmanları” ile bu menfurların, meş’um mezalimleri öğretilmelidir.   
Bu korkaklık, pasiflik, çekince, sinme, göz yumma ve taviz yarışı niye?
Bu yıl (2015) itibarıyla, EGE’de işgal ettiği Türk Adası sayısı 152’yi bulan, tescilli Türk düşmanı azgın, arsız ve edepsiz palikaryanın dersi ne zaman verilecek? Bu lânetli Rum artıkları had ve hudutlarını aşarak Pontus’u ihya ve İyonya’yı inşa etmeye kalkışıyorlar. Peki, kim bildirecek bu arsız keferelere hadlerini? Düşman kuduz köpekler gibi ürer, deli domuzlar misali dünyada karanlık kâbuslar yaratır ve kendi ürettiği kâbuslar içinde ulurken;
Türk’e savunmada kalmak hiç yakışır ve yaraşır mı?    
Kaldı ki, dış politikanın esası mukabele-i bil misil; Barışın şartı harbe hazır olmaktır.
Lâkin bu milletin, elli yıldır idarecileri hakikatten gafil, sünepe dalkavuk, korkak veya “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” akidesini “sıfır sorun” ütopyası kabilinden “ver kurtul” siyaseti mi sanırlar?.. Çünkü uluslar arası siyasette, alenen düşmanlığa “misliyle mukabele etmemek” korkaklık, alçaklık ve “kendi öz milletine karşı” haksızlık, yolsuzluk ve küstahlıktır.     
            Bırakın millet, düşmanından nefret etsin!..
Mezalimi unutmasın, acıları içine atmasın, yüreğine gömmesin.
            Çünkü Türk Milletinin düşmanları çok kalleş, olabildiğince alçak, ikiyüzlü, çifte standartçı, sinsi, içten pazarlıklı, gaddar, acımasız ve haindir.
            Namerde MERT yaraşır.
            Domuz kurduna BOZKURT gerektir, mankurt değil!..