28 Temmuz 2016 Perşembe

Yazarımız Ahmet Doğan ŞİMŞEK tarafından “Yorumsuz” olarak ve fakat “önemle” tavsiye edilen bir makale. Gerçek Plân: ERGÜN DİLER

Yazarımız Ahmet Doğan ŞİMŞEK tarafından “Yorumsuz” olarak ve fakat “önemle” tavsiye edilen bir makale. Gerçek Plân: ERGÜN DİLER
GERÇEK PLAN!.., 
15 Temmuz darbe girişiminden sonra alınan üst rütbeli isimlere bakıyorum. Şaka gibi...
İçlerinde PARALEL YAPI'ya mensup tek asker gören yok! Darbeyi PARALEL'in yaptığı ortada ama koca koca paşalar bunları göremiyor! Doğal!
Neden bunları yaşadık!
Neden kendi askerimiz insanımıza silah çekti? Ne istiyorlardı?
Artık bunları konuşmak gerekiyor.
NATO ya da Amerika, Türk DIŞ POLİTİKASI değiştiği an, yani EKSEN kaydığı an, düğmeye basar!
Ya 15 Temmuz'daki gibi ya 12 Eylül'deki gibi ya da başka bir modelle! Çünkü TÜRKİYE'nin sarsılması bu coğrafyanın hatta ve hatta dünyanın sarsılması demektir. Bunu da önümüzdeki günlerde göreceğiz. 1945'ten sonra hayata geçirilen Amerika-Sovyetler dengesi 1990'da makas değiştirdi. Son dönemde de yerini başka bir dengeye bıraktı!
Yeni dengenin asıl oyuncularından biri şüphesiz ÇİN!
Çin'i kontrol etmek için NATO'nun ve Amerika'nın öncelikle yapması gereken Rusya ile bütünleşmesini önlemekti.
Savaş planı gibi düşünün! Bunu da sadece Türkiye ile yapabilirlerdi. Türkiye onların verdiği role razı olmadığı için kendi senaryolarını harekete geçirdiler.
Yakın zamanda hem de...
Rusya ile Suriye üzerinden sınır ihlalleri, insansız hava aracı, Türkmendağı meselelerinde karşı karşıya geldik. Bizim uçaklarımız düştükten sonra bir RUS UÇAĞINI vurduk. Şimdi yazmakta sıkıntı yok sanırım. Pilotlara "VUR!" emrini veren 8. ANA JET ÜS KOMUTANI TUĞGENERAL DENİZ KARTEPE'ydi.
Aynı emir için destek verip onaylayan da Tuğgeneral Recep Ünal'dı. Emir yerine getirildi. Uçak düştü. Bizi Rusya ile karşı kutuplara ittiler. Operasyon başarılıydı.
Başbakan Davutoğlu neden "Emri ben verdim!" diyordu onu o gün de bugün de anlamıyordum!
Hatta her gün sınırdaki ihlaller Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na rapor ediliyor, ilgili kişiler "Bana ihlal demeyin, vurun kardeşim, vurun!" diye cevap veriyordu! Vuruldu da...
Bu krizle birlikte 7 Haziran seçimlerine gittik. Koalisyon tablosu çıktı!
Görüşmeler netice vermedi. Hükümet kurulamadı. Ama terör başladı. PKK hiç olmadığı kadar kendini gösterdi. Şehirler cephaneliğe döndü. Bombalar, canlı bombalar ve pusularla YÜZLERCE ŞEHİT verdik... Bu TERÖR DALGASI 15 TEMMUZ'un alt yapısıydı! 17-25 Aralık tutmamıştı. O zaman DARBEYE giden yolda milleti ikna etmek için yeni bir metod gerekiyordu. Bu terördü. PKK, CIA işbirliği ile bunu hayata geçirdi.
Boğaz Köprüsü'ne çıkanlar halkı yanında bulacaklarını sanıyordu.
Kuleli Komutanı Çengelköy'deki kadınlara "Memleket cenaze namazı kılarken siz neredeydiniz. Her gün onlarca şehit gelirken neden yoktunuz..." diye bağırıyordu. ALT YAPI BUYDU! Tutmadı!
Amerika'nın Türkiye ile ilgili planları değişmişti. B PLANI devredeydi.
BARONLARLA anlaştıktan sonra her şey yeniden tarif edilmişti sanki! Artık İPEK YOLU önemliydi. Ve buraların TÜRKLER'LE kontrolü sağlanmalıydı.
Tek aktör bizdik... Sınırların dışına taşan bir KOPUŞ yaşanmalıydı. Hem Rusya'nın dağılmasında ROL alacaktık, hem de Çin'in kontrolü için gereken güç olacaktık.
15 Temmuz bunun startını verdi.
Ortada KONTROLLÜ BAŞARISIZLIK ÜZERİNE KURULMUŞ BİR DARBE PLANI VARDI! Başarısızlık isteniyordu! Sadece zamanda hata yapıldı.
Denizcilere KUMPAS davasının iki önemli figürü Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu, Tuğamiral Ali Suat Aktürk için GÖZALTI kararı çıkınca telaş başladı.
YAŞ kararlarıyla tasfiyenin geleceğini öğrenmeleri hiç zor değildi. İkisi bir araya gelince düğmeye bastılar. Uyuyan hücrelerle birlikte hazırlanan planı devre soktular...
Hava Kuvvetleri'nde garip şeyler oluyordu! Mesela 2006 MEZUNLARININ HEPSİ KURMAY oluyordu! Böyle bir şey görülmüş değildi. Bu artık HAVA'nın tamamen onlarda olduğunu gösteriyordu. Bu kadar da değildi üstelik! Bu yapının kilit isimlerinden, belki de en başında yer alan Tuğgeneral Mehmet Partigöç vardı. Genelkurmay Personel Plan Yönetim Daire Başkanı'ydı.
Çok önemli bir koltuğu dolduruyordu!
Bir de Tuğgeneral Serdar Sevgili gibi kritik bir isim daha vardı!
Anlayacağınız kimin KURMAY olacağına, kimin biçileceğine birileri karar veriyordu! Kimse de itiraz etmiyordu! Bu YAPI Ergenekon ve Balyoz'dan daha çok İHBARSIZ MEKTUPLARLA insanları harcadı. Hava Kuvvetleri böyleydi.
Çünkü görevi bırakan asker daha fazla paraya sivil hayatta iş bulabiliyordu. Ama Hamdi Topçu yönetiminde sivile dönen buradaki askerler de budandı! Operasyon devam ediyordu! Hava bitmişti, Deniz de kumpaslarla dize getirilmişti! Askeri liseler ve Harp Okulları olmadık tacizlerle YAPI'dan olmayan öğrencileri uzaklaştırıyordu! Adım adım gittiler! CIA içimizde böyle bir operasyon düzenlerken kimse sesini çıkarmadı!
Çıkaranlar FİTNECİ oldu!
Kimse oyunu anlamıyor, kimse karşılarına çıkamıyordu! Pensilvanya ne diyordu? "Her yere sızın! Bu tamamladıktan sonra düğmeye basacağız..." Bile bile bu oyuna geldik! Allah'tan, büyük bir milletimiz vardı!
Devam...
NATO ve Amerika, Çin'i kontrol etmek amacındaydı. Türkiye rolünü beğenmeyince KÜÇÜLTME KARARI VERİLDİ! Rusya ile, Avrupa ile, Suriye ile, Mısır ile, Kürtler ile sorun yaşıyorduk!
Rüzgar bir anda terse döndü. İçimizde de dışımızda da terör vardı. Planı yapanlar, yani KONTROLLÜ BAŞARISIZ DARBE'yi hayata geçirenler, düğmeye bastı. Sabaha karşı olması planlanan operasyon SIZINTI gerekçesiyle erkene çekildi. Hem tarih hem de saat olarak iki kez öne çekilmişti. Panik burada başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Marmaris'ten alacak operasyonu Hava Tümgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş yönetiyordu! Erdoğan'ı Çiğli'de TESLİM alacak isim de Tümgeneral Hasan Hüseyin Demirarslan'dı. Atalay Filiz'in oğlunu öldürdüğü komutan yani! Tabii darbenin sonuç vermeyeceğini anlayınca emrindeki filoya AKINCI ÜSSÜ'nü vurun talimatını verdi! Yırtmak için!
Amaç Erdoğan'ı mahkemeye çıkarıp itibarsızlaştırmaktı. Ama asıl hedef BAŞARISIZ DARBE girişimiyle ORDUYU çatlatmaktı. Suriye'de ORDU "Esad'ın ve Müslüman Kardeşler'in" diye ikiye bölündü, ortada ülke kalmadı! Bize de aynısı yapacaklardı. Bir yanda Erdoğan'ı seven askerler, diğer tarafta Gülen'i MEHDİ görenler! Ülke çatlayacaktı. Sadece ordu değil sokaklar bile ayrılacaktı. Bizdeki parçalanma İran üzerinden Orta Asya'ya sıçrayacaktı. Türk coğrafyası karmakarışık bir hal alacaktı.
Amaç Çin'i durdurmaktı. Öncelikle KONTROLSÜZ ALANLAR meydana getirilmeliydi. Türkiye DOMİNO etkisi yapacak tek ülkeydi. Buradan başladılar.
Kullanılanlar KÖR'dü! Bunu görmeleri mümkün değildi. Önce biz, sonra Rusya fatura ödeyecekti. Küçük, kontrolü kolay bölgenin üzerinden NATO ve Amerika, Çin'le komşu olacaktı ve operasyon başlayacaktı...
İç çatışma ihtimalini göz önünde bulunduran NATO çok sayıda gemiyi EGE ve AKDENİZ'e gönderiyordu!
AYNI SAATLERDE!
Bu saatten sonra atılacak her adım Washington'u peşinen SUÇLU İLAN eder! Bunu bilirler! Gülen oradayken asla ve kat'a bir operasyon düşünmezler.
Hele Türkiye ile Rusya'nın bir EKSEN oluşturması ihtimali ortadayken!
Bu nedenle biraz akılları varsa ANKARA'nın gönlünü almak zorundalar.
Eğer Ankara-Moskova yakınlaşması gerçekleşir ve Çin de buna dahil olursa AMERİKA tarihinin en zor dönemine girer! Ne olacağını kimse kestiremez!
Amerika akıllıdır! Gelip özür dilemeli ve istediğimizi vermelidir. Aksi bizim için zor olsa da onlar için felakettir!
Karar onların! Çok zordalar!
Kavgayı Boğaz Köprüsü'ndeki (ŞEHİTLER KÖPRÜSÜ) iki tank ve 150 askerle anlayamayız! Geniş düşünün!
Bir büyük savaşın içinden geçiyoruz.
Karşımızdakiler de yanımızda olma ihtimali olanlar da BÜYÜK GÜÇ!
Tarihi Türkiye'nin vereceği karar belirleyecek. Hiç kolay değil.
Darbe bir neden değil, sonuçtur! Devlet, GÜLEN'e DİN ALİMLERİNDEN OLUŞAN bir EKİP İLE CEVAP VERMELİ!
Bakın onların ideolojisi var, bizim yok! Olmayan hep kaybeder! Askerde gördük! Eğer PARALEL'in içi DİNEN boşaltılmazsa işimiz hiç kolay değil. Başını koydukları yastığın çekilmesi şart! Yoksa her uyandıklarında gelip DEVLETİ almak isterler!
UYANAN BİZ OLMALIYIZ!
Benden söylemesi...
***
NOT 1: Yarın belki ROTHSCHİLD AİLESİYLE bizim DARBECİLERİN ilişkisini yazarız! Bakalım!
NOT 2: Amerika kuvvetle muhtemel SİYASETEN sonuç almak isteyecektir. İçeride siyaseti kaşıyacaktır. Adamları hazır bekliyor zaten!

19 Temmuz 2016 Salı

ESAS DARBE TSK'YA YAPILDI. BUGÜN, "TSK" AKAMETE UĞRATILMIŞ, ÇÖKERTİLMİŞ VE NEREDEYSE YOK EDİLMİŞTİR‏ -Türker Ertürk

ESAS DARBE TSK'YA YAPILDI
BUGÜN TSK NEREDEYSE YOK EDİLMİŞTİR‏..
Türker Ertürk
Eski Deniz Harp Okulu Komutanı emekli Tuğamiral Türker Ertürk, 15 Temmuz'da gerçekleştirilen darbe girişimi başarıya ulaşmasa da darbe girişimiyle ‘TSK'nın devre dışı bırakılması' hedefine ulaşıldığını söyledi.
Ertürk, Sputnik'e yaptığı açıklamada "TSK'ya karşı ilk darbe Ergenekon ve Balyoz'la yapıldı. O da Cemaat'e taşere edilmişti, ama o zaman AKP iktidarları Cemaat'in suç ortağıydı. Şimdi TSK'ya karşı yine projenin realizasyonu açısından ikinci darbe vuruldu. Böylelikle bu bölgenin yeniden yapılandırılmasına engel olmaya çalışan TSK'yı itibarsızlaştırmak ve devre dışı bırakmak istiyorlardı. Bugün TSK gerçekten devre dışıdır, TSK üç aşağı beş yukarı yok edilmiştir" dedi.
‘DARBENİN BAŞARILI OLAMAMASINI SAĞLAYAN ESASEN YİNE TSK'
Ertürk, darbe girişiminin başarısızlığa uğramasını sağlayan esas nedenin, TSK'nın darbe karşıtı tutumu olduğunu da vurgulayarak "Darbe niye başarılı olamadı biliyor musunuz; darbenin başarılı olamamasını sağlayan esasen yine TSK. TSK, bu Cemaat yapılanmasının yaptığı darbe girişimine katılmayarak darbeyi engelledi. Yoksa yollara çıkan insanlar nedeniyle değil" diye konuştu.
Türkiye, 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminin ardından bunun neden ve sonuçlarını tartışıyor. Daha önce bazı basın yayın organlarında Fethullah Gülen cemaatinin orduda da ciddi bir yapılanma içinde olduğu ve bir darbeye kalkışabilecekleri yazılsa da yaşanan darbe girişimine özellikle general/amiral düzeyinde katılım kamuoyunda şaşkınlık yarattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet ilk andan itibaren Fethullah Gülen cemaatine bağlı subayların darbe girişimini tertiplediğini belirtirken Fethullah Gülen, Guardian gazetesine verdiği demeçte darbenin girişiminin arkasında yer aldığını reddetti, bu girişimin hükümet tarafından tertiplenmiş olabileceği iddiasında da bulundu.
‘TAMAMEN BİR CEMAAT DARBESİ'
Emekli Tuğamiral Ertürk, darbe girişiminin tamamıyla Gülen Cemaati'ne bağlı subaylar tarafından gerçekleştirdiğini belirtiyor. Ertürk, "Olayın görünen yüzüyle bu, tamamen Cemaat darbesi. İçlerinde bir tane Atatürkçü, cemaatçi olmayan biri yok, öncelikle bunu söyleyeyim" dedi.
‘TASFİYE ENDİŞESİYLE PENNSYLVANIA'DAN DÜĞMEYE BASILDI'
Darbe girişiminin 15 Temmuz'da yapılmasını, İzmir'de başlatılan TSK'ya yönelik Cemaat operasyonunda içlerinde general ve amirallerin de bulunduğu subaylar hakkında tutuklama kararı çıkması ve Ağustos başında düzenlenecek Yüksek Askeri Şura'da (YAŞ) yapılacak tasfiyenin tetiklediğini kaydeden Ertürk, "YAŞ'ta bunların epeyce bir bölümü tasfiye edilecekti. Hepsi demiyorum, hepsi denemez, çünkü bunların çoğu kripto. Kripto insanları deşifre edebilmek kendileri istemedikçe kolay kolay mümkün olamazdı. Burada operasyon yapılacağı endişesiyle sanırım Pennsylvania'dan düğmeye basıldı" diye konuştu.
‘BU İŞİN İÇİNDE CIA DE VAR'
Ertürk, darbe girişiminin içinde ABD'nin istihbarat teşkilatı CIA'in de olduğu görüşünde. "Bana sorarsanız bu işin içinde CIA de var. Çünkü esas darbe Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) yapıldı. Bakın, bugün pazartesi, olay cuma günü oldu, ben diyorum ki darbe hedeflerine ulaşmıştır, yani darbe başarılıdır. Cemaat açısından başarılı değildir, ama arkasındaki bu olayı taşere eden CIA açısından başarılıdır, çünkü TSK'yı devre dışı bırakmak, itibarsızlaştırmak istiyorlardı" dedi.
‘BÖLGEDEKİ HEGEMONYAYA DİRENEN TSK'YA DARBE VURMAK İSTİYORLARDI'
TSK'nın neden devre dışı bırakılmak istendiği konusunda ise Ertürk, şöyle konuştu: "Çünkü halen süren terörle mücadeleyi sekteye uğratabilmek için, Türkiye'nin özellikle Rusya ile ilişkileri düzelttikten sonra Suriye'nin kuzeyinde tesis edilmeye çalışılan Kürt koridorunu engelleyeceği korkusuyla TSK'ya darbe vurmak istiyorlardı. Bu işin arkasında Büyük Ortadoğu Projesi var. Büyük Ortadoğu Projesi'nin içinde Türkiye'nin, Rusya'nın, İran'ın, Irak'ın, Suriye'nin de bulunduğu bölgede proje realize edilirken bu bölgede hegemonyaya direnen güç istenmiyor. Bu bölgede siyasi yapılar, etnik, dinsel ve mezhepsel olarak polarize edilmeye çalışılıyor. Bunu nereden biliyoruz; ABD'nin en yetkili ağızları zaten bunları söylüyor. Ne yaparsanız yapınız TSK'yı alaşağı etmezseniz bu projenin Türkiye'ye yönelik ayağını realize edemezsiniz."
‘BUGÜN TSK GERÇEKTEN DEVRE DIŞIDIR'
TSK'ya karşı ilk darbenin Ergenekon ve Balyoz davalarıyla yapıldığını söyleyen Ertürk, "O da Cemaat'e taşere edilmişti, ama o zaman AKP iktidarları Cemaat'in suç ortağıydı. Şimdi TSK'ya karşı yine projenin realizasyonu açısından ikinci darbe vuruldu. Böylelikle bu bölgenin yeniden yapılandırılmasına engel olmaya çalışan TSK'yı itibarsızlaştırmak ve devre dışı bırakmak istiyorlardı. Bugün TSK gerçekten devre dışıdır, TSK üç aşağı beş yukarı yok edilmiştir. Peki, terörle mücadeleyi, yurt savunmasını, özellikle Suriye'de tesis edilmeye çalışılan emperyal projeyi nasıl engelleyeceksiniz? İşte bunun için bu darbe yapıldı ve bana sorarsanız darbe girişimi hedeflerine ulaşmıştır" diye konuştu.
‘CEMAATİN BÜTÜN KRİPTO ELEMANLARI AÇIĞA ÇIKTI'
Darbe girişiminin başarısızlığa uğramasıyla Gülen Cemaati'nin büyük bir darbe yediğini, ordudaki bütün ‘kripto' elemanlarının açığa çıktığını kaydeden Ertürk, "Çünkü darbe sonrası öyle planlar hazırladılar ki kendi adamlarına o planlarda görev yaptırdılar ki bütün kriptolar açığa çıktı. Hâlbuki bu işi oluruna bıraksalardı, yargıya bıraksalardı, Ağustos başında yapılacak olan YAŞ'a bıraksalardı evet, Cemaat darbe yerdi, bir bölümü budanırdı ama hepsi budanamazdı. Çünkü bunlar kripto. Şunu da söyleyeyim; bu darbe işini şimdi yapmasalardı, 6-7 yıl sonra yapsalardı başarılı olurlardı" dedi.
‘KRİPTOYU YAKALAMAK ÇOK ZOR'
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın yaverlerinin de darbe girişiminde yer alması da kamuoyunda büyük şaşkınlık yaratırken bu seviyelerdeki subayların hangi yapılanma içinde olduğunun nasıl tespit edilemediği sorusu da kamuoyunun gündemine geldi.
Gülen Cemaati'nin ordudaki elemanlarının büyük bir bölümünün kendilerini tamamen gizlediklerini, bunları yakalamanın çok zor olduğunu dile getiren Ertürk, "Bu iş kripto işi. Kriptoyu yakalayamazsınız. Yaptığımız işte en yakın adamınız kripto ise, başka yerlere çalışıyorsa ve bu işin profesyoneli ise bunu gerçekten büyük hata yapmadıkça yakalamazsınız. Bir de bu dünün işi değil ki. 1970'li yılların başından itibaren 35-40 yıldır devletin kılcallarında, poliste, adliyede, askeriyede ilerliyorlar" dedi.
Darbe girişiminde, daha önce kendi emrinde çalışan subayların da yer aldığını gördüğünü, anlatan Ertürk bazı isimleri gördüğünde "Bu da mı bunların içindeydi" diye şaşkınlık yaşadığını anlattı.
‘DARBEYİ ESAS ENGELLEYEN TSK'NIN TUTUMU'
Darbe girişiminin başarılı olmamasının, TSK'nın tutumu sayesinde mümkün olduğunu da vurgulayan Ertürk, "Bakınız darbe niye başarılı olamadı biliyor musunuz; darbenin başarılı olamamasını sağlayan esasen yine TSK. TSK, bu Cemaat yapılanmasının yaptığı darbe girişimine katılmayarak darbeyi engelledi. Yoksa yollara çıkan insanlar nedeniyle değil" dedi.
‘DARBE GİRİŞİMİ TSK İTİBARSIZLAŞSIN İSTİYORDU, HEDEFİNE ULAŞTI'
Darbe girişiminin darbe hâline gelmese de hedeflerine ulaştığını dile getiren Ertürk, şunları söyledi:
"Çünkü darbe girişiminin arkasında emperyalizm vardı. Yani emperyalizm bir darbe olsun, Tayyip Erdoğan yıkılsın istemiyor. Bir darbe girişimi olsun, TSK itibarsızlaşsın, devre dışı kalsın, Suriye'ye, Irak'a, Rusya'ya karşı projelere ve Türkiye'nin bölünme projelerine engel olabilecek imkân kabiliyetini kaybetsin istiyor. Onun için darbe başarılı olmamıştır ama darbe girişimi hedeflerine ulaşmıştır diyorum.
Eğer emperyalizm Tayyip Erdoğan'ı yıkarak bir başarılı darbe isteseydi niçin Cemaatçi yapıyı desteklesin ki? TSK'nın komutanlarını manipüle ederdi, emir komuta zinciri içinde yapılırdı ve yüzde yüz başarılı olurdu. Amaç Tayyip Erdoğan'ı yıkmak, Türkiye'de darbe yaptırmak değil. Amaç, başarılı olmasının mümkün olmadığı bir girişimi yaptırarak TSK'ya esas darbeyi vurmak, itibarsızlaştırmak ve devre dışı bırakmaktı, bu hedeflerine ulaştılar."
‘DENİZ KUVVETLERİNDEKİ 53 AMİRALDEN 19'U TEMİZ ÇIKTI'
Ertürk, darbe girişiminin ardından komuta kademesinde bir değişiklik beklemediğini ifade ederken "Çünkü o kadar çok nicelik açıdan kayıp var ki, bunları kısa zamanda ikâme etmek mümkün olmadığı için elde mevcut temizleri korumak ve kullanmak zorundasınız. Şöyle örnek vereyim, Deniz Kuvvetleri'nin 53 tane amirali var, bu operasyon sonrası anlaşıldı ki sadece 19'u temiz. Vahim durumu görüyor musunuz? Şimdi bu 19'u öyle de böyle de korumak zorundasınız. Bunları da tasfiye edemezsiniz, öyle bir lüksünüz yok" dedi.
‘HÜKÜMET, AKP YANLISI OLMAYAN TÜM SUBAYLARI TASFİYE EDEMEZ'
Ertürk, hükümetin cemaatçi subaylarla birlikte AK Parti yanlısı olmayan subayları da tasfiye etmek istediği yorumlarıyla ilgili olarak ise "Hükümetin içinden böyle bir şey geçebilir ama başarılması mümkün değil. Cemaat bir ideolojik yapılanma. Ama Tayyip Erdoğan'ın çevresinde bir ideolojik yapılanma yok, bir çıkarsal yapılanma var. TSK içinde Tayyip Erdoğan'ı çıkarları, ikbali için yakın duran biri olabilir. Bu ideolojik bir birliktelik değildir. Bugün durur yarın vazgeçer. Ama Cemaat aynı şey değil. Cemaat bir inanç, ideolojik birliktelik. Onun için ne yargıda ne TSK da ne de başka yerde hükümetin, Tayyip Erdoğan'ın ideolojik birlikteliği olan insanlar yok. Sadece güç varsa çıkarları varsa size yakın dururlar. Ama bu yakınlık aynı zamanda her an satılabilme yakınlığıdır. Yarın vazgeçebilir, çünkü arkada ilkeler ve değerler yoktur" diye konuştu.
‘ORDUNUN İTİBAR KAYBI GEÇİCİ'
Darbe girişimiyle TSK'nın itibarının zedelendiğini, ancak bu itibarın zamanla düzeleceğine inandığını belirten Ertürk, şöyle konuştu:
"Zaman ilerledikçe, bazı şeyler anlaşıldıkça, esasında darbeyi engelleyenin, görüldüğü gibi sokaklara çıkan halk değil darbeye iştirak etmeyen TSK'nın komuta kademesi olduğunu görünce, hatta darbeye iştirak eden askerlerin bile kandırılarak oraya getirildiğini öğrendikçe bu yavaş yavaş düzelecektir. Ama tabii ki eski güvenilirliğinde bir aşınma olacaktır, bunu inkâr etmek mümkün değil. Ama şu anda tepe noktasında olan bu itibarsızlık geçicidir. İş, TSK'nın liderliğini koruyan komutanların bu süreci süratle geçebilecek tedbirleri almalarıdır. Türkiye'nin yapması gereken Rusya, İran, Irak ve Suriye gibi komşularıyla iyi geçinmektir. Bunları yaparsa, bölgesinde bir güvenlik ortamı tesis ederse bu süreci daha çabuk geçer diye değerlendiriyorum." Sputnik News

SAYIN KARADAĞ'IN KAFASINDAKİ SORUYA KENDİMCE AÇIKLIK GETİRMEYE ÇALIŞAYIM.
Darbe girişiminde bulunan grup darbenin başarılı olacağına inandırılmışlardı. Ama bilmedikleri bir şey vardı. Darbeyi planlayanlardan bir kişinin ikili oynadığı ve tüm planları RTE'ye sızdırdığı gerçeği. Kimdi bu? Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet TAKAN'ın  yazısından bir bölümü bu soruya açıklık getirmesi açısından aşağıya aktarıyorum. 
Saygılarımla,
"Bu alçakça düzenlenen darbe girişimi hakkında "çok özel" başlığı altında televizyonlarda çok şey söyleniyor. Gazetelerde de bir hayli şey yazılıp çiziliyor. Bu özel ve kapı arkası bilgilerin aktarılması habercilik mesleği açısından da çok önemli ve değerli. Tam bu noktada yukarıda anlatmaya çalıştığım meramıma açıklık getirmesi açısından o dehşet gecesinde  Genelkurmay karargâhında en kritik katta neler olup bittiğine dair sizlere yazabileceğim kadarıyla çok özel bir pencere açacağım;
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın darbeciler tarafından enterne edildiği an... Akar'ı emir subayı ve özel kalem müdürü ile enterne ediyorlar. Yıllardır kendi mahiyetinde çalışan askerleri Akar'ın kafasına silah dayıyor. Kemerle boynunu sıkıyor. Neden?.. Akar'ın önüne, darbecilerin TRT ekranlarından yayınlanan darbe bildirisi konuyor. Akar'dan bunu okuması isteniyor. Fakat burada çok önemli bir ayrıntı var. Darbeciler, Akar bunu okurken televizyon kanallarında yayınlanması için görüntülü-sesli kayıt yapılacağını söylüyor. Akar direniyor vereddediyor. Bu arada kavga çıkıyor. Dışarıdan seslere koşanlara müdahale edilirken şehit düşenlerin olduğu söyleniyor. Bu arada Genelkurmay Başkanı'nın odasına girmeyen ve  karargâhta darbe operasyonunu sevk ve idare eden bir isim var. O kişi daha sonra, Genelkurmay Başkanı'nın Akıncı Üssü'ne götürüldüğü helikoptere  kendini kelepçelettirerek biniyor. Tezgâh, (beni de darbeciler derdest etti-aht-) Akar kurtarıldıktan sonra ortaya çıkarılıyor. Aynı helikopterde bulunan bir paşa kendisinin yardıma koşarken, Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Dönüşüm Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli'nin darbecilere emirler yağdırarak sevk ve idare yaptığını tek tek Akar'a anlatıyor. Genelkurmay Başkanı çok şaşırıyor. Tümgeneral Mehmet Dişli, R. Erdoğan'ın gözde yakınlarından AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli'nin öz kardeşi. AKP iktidarında terfi ettirildi. Başkanı olduğu dairenin adı; Proje Yönetim Daire Başkanlığı'ydı. Kendi önerisi kabul edildi ve dairenin adı "Stratejik Dönüşüm Daire Başkanlığı"oldu. Hulusi Akar, bu acı gerçeği de öğrendikten sonra, "Niye dairenin adını stratejik dönüşüm yaptırmış şimdi anlaşıldı. Neyi dönüştürmek istedikleri ortaya çıktı" diyor. Yapılan süratli incelemenin ardından AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli'nin kardeşi Tümgeneral Mehmet Dişli tutuklanarak göz altına alındı. Bu satırların kaleme alındığı dakikalara kadar bu çok önemli ayrıntı medya haberleri arasında yoktu!.
En  azından bu olay bile, çakma ABD senaryosu hakkındaki kuşkularımı kuvvetlendiriyor. ABD ve İngiliz medyasında yakın zamanda çıkan "Erdoğan darbe yaptıracak" yazı ve haberleri hiç hafızamdan çıkmadı. Tekrar tekrar sormak gerek; "kumpas" itiraflarının ardından bu komutanları AKP niye terfi ettirdi?.. Bu terfilerde gerçek sorumlular kimler? Bugün, vatana ihanet eden eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk'ün geçen sene emekli edilmemesi ve YAŞ üyesi olarak görevine devam etmesi için siyasi iktidarın Genelkurmay'a yaptığı ağır baskıyı en iyi bilenlerdenim."
***
Görüldüğü gibi darbenin yapılacağı ve detayları RTE tarafından biliniyordu. Bu nedenle AKP teşkilatına hazırlıklı olmaları ve RTE çağrı yaptığında sokaklara fırlamaları talimatı verildiği anlaşılıyor. Bu arada kaç kişinin öleceği RTE'nin umurunda bile değildi. Öyle anlaşılıyor ki hükümet üyelerine ve AKP teşkilatına söylenmeyen tek şey darbe girişiminin zamanı ve detayları. 

Gönderen: Sezar Karadağ <sezos1944@gmail.com> adına ne_mutlu_turkum_dyene@googlegroups.com ne_mutlu_turkum_dyene@googlegroups.com Gönderildi: 19 Temmuz 2016 Salı 09:14 Kime: ne_mutlu_turkum_dyene@googlegroups.com Konu: Re: [ÖNCE VATAN] Uzun demeden izlemenizi öneririm...
***
Her şey cuk yerine oturuyor çok güzel de kafamdaki şu soruya cevap bulamıyorum.
Or-Kor-Tüm-Tuğ general/ Amiral rütbesine ulaşmış bu kişilerle beraber onlarca Albay, Kurmay subaylar topluca İntihar etmiş olmadılar mı? Bunca eğitim, görev, bilgi, görgü, tecrübe,tümü de manyak mı bu adamların? Canlı bomba olan insanlar bile intihar ederken bir amaç taşıyorlar, bunlar bile bile lades mi dediler, ne amaca hizmet ettiler? Kafamdaki bu sorulara halen cevap bulamadım, ah bir bulabilsem. Saygılar sunarım..
UNİTED-TURKS GRUP
ASIL HEDEF TÜRKİYE   
ERGÜN DİLER
Ortalık karışık. Gerçekten çok karışık... Bilgi kirliliği tavan yapmış durumda. Her kafadan bir ses çıkıyor. Kim ne diyor, anlamakta zorlanıyorum. Çok sevdiğim bir dostum koşuşturma arasında karşıma dikildi.
"Hatırlıyor musun, 2 hafta önce tehlikenin yaklaştığını söyledin..." dedi. Beni takip edenler bilir ki son yazılarımda sık sık "Bir olalım. Bütün olalım. Kimsenin bir yere gittiği, tehlikenin geçtiği yok. Herkes kapının hemen önünde..." diye yazdım...
Benim için hiç sürpriz değildi. Başka kaynaklardan da TEMMUZ'un sıkıntılı geçeceği söylenmişti. Tabii her şeyi yazamıyorsunuz.
Bazen sadece işaret vermek durumunda kalıyorsunuz.
Neyse konuya geçelim...
Olaya girelim.
Büyük kumpaslardan biri olan İzmir CASUSLUK DAVASI tersine döndü ve iki AMİRAL için zor günler başladı. Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu ve Tuğamiral Ali Suat Aktürk'e yakalama kararı çıktı. Bu bir MİLATTI.
Arkasının geleceği herkesin bildiği bir SIR 'dı. Düğmeye bu noktada basıldı.
Öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor.
Paralel Yapı'nın ordunun içinde dal budak saldığı doğru. Ama bu darbe girişimi kesinlikle ve kesinlikle Paralel Yapı'nın tek başına kalkıştığı bir durum değil. Eğer olayı böyle görürsek büyük yanılgı içine düşeriz. Olan biteni anlamakta zorlanırız.
İsimlere girmeyi sevmediğimi bilirsiniz! Çünkü bu sistemde kişilerin hiçbir önemi yoktur. Gördünüz işte, Erdoğan'ın YAVERLERİ bile malum yapının üyesi çıktı.
Bilen biliyordu!
Devam edelim...
Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar birlikte çalıştığı ekibini seçiyor.
Özel kaleminden emir subayına kadar herkes malum yapının içinde...
Burada sorular başlıyor! Koskoca orduda güvenilecek insan nasıl bulunamıyor! Genelkurmay'daki trafik haliyle bu isimler tarafından gerekli yerlerle paylaşılıyor. Bu da SIR değil! Ama bir şey yapılmadığı da gerçek. Devlet malum yapıyla mücadele ediyor ama en tepelerin yanında bu isimler var.
Sizce garip değil mi!
İnanın isimlere girmek istemiyorum. Çünkü anlaşılması çok ama çok zor olaylar var! Ne hikmetse adam seçmeyi bilmiyoruz. Hem de hiç!
Dahası var!
Türkiye genelinde bunca birlik harekat için ayağa kalkmışken karargaha nasıl bilgi akmıyor?
Kim engelliyor? Emir subayı mı?
Özel kalem mi? Olabilir! Ama bunlar niye var ki! Neden bunlarla çalışılıyor!
Devam... Yer değiştiren bunca asker var! Soru soran yok! Ki kendi içindeki işleyişler anında karargaha düşer! Bilgi verilir.
Gelelim asıl meseleye...
Eğer ordu darbe yapacaksa önce PARAYI bulmak zorunda.
İstanbul sermayesi ve televizyonları DARBENİN KARŞISINDA durdu.
En azından öyle göründü. Gece yarısı da olsa kalkışma atlatılmış da olsa CNN'e bir grup asker girdi! Bu da garipti! İstanbul sermayesi DARBENİN içinde değildi. Olsaydı şimdi onlarca işadamı tutuklanırdı. Görmedik.
Ama para işini birilerinin çözmesi gerekiyordu! Kimdi bunlar?
Kaç kez yazdım, söyledim hatırlamıyorum. Türkiye içindeki her önemli olayın kaynağı DIŞARISIDIR!
Bazıları şimdi görmüştür sanırım...
Bu darbe davulla zurnayla geldi!
Brüksel'i basıp ortalığı kan gölüne çeviren CIA, aynısını gelip İstanbul Atatürk Havalimanı'nda yapmadı mı?
Nice'yi kamyonla cehenneme çeviren CIA, aynısını terör örgütü üzerinden Ankara'da ve Güneydoğu'da yapmadı mı!
Yaptı. Peki neden?
İşte önemli yer burası!
Biraz geri gidelim. Suriye'de uçağımız düşürüldü. Esad'ın haberi bile yoktu uçağın düştüğünden. Amaç bizi Suriye'ye çekmekti. Girseydik arkamızda kimse olmayacaktı. Büyük çöküş başlayacaktı. Altında kimin kalacağı belli olmayacaktı.
Aradan zaman geçti, bu kez ters operasyonla RUS UÇAĞI vuruldu.
Amaç yine aynıydı. Bölgeden ve dostlardan uzaklaştırılmak isteniyorduk.
Sınır ötesi bir harekatta özellikle İÇERİDEN vurulacaktık.
İkincisinde hesap tutar gibi oldu.
Ruslar sırtını döndü. Büyük planda Rusya 50-60 milyonluk butik güç olarak düşünülüyordu. Çin'in de Ortadoğu ve Afrika'dan uzak tutulması isteniyordu.
CIA ya da Pentagon bizim rejimimizle ilgilenmez. Kimin yönettiği umurlarında bile değildir. 
"DIŞ POLİTİKADA ONLARLA BİRLİKTE MİYİZ DEĞİL MİYİZ"e bakarlardı. Biz ayrıldık. Kendi haklı gerekçelerimizle ayrı düştük. Masada çözemedik. İkna olmadılar. Ankara da geri adım atmadı.
"Önce Türkiye" dedi.
En son Muhammed Ali'nin cenazesinde bunu birebir yaşadık.
Hiçbir AMERİKALI yetkili gelip Türkiye Cumhurbaşkanı'nı karşılamadı.
Sabah indiğimiz Amerika'dan akşam ayrılmak zorunda kaldık. İlişkiler kopmuştu. Onarmak da kolay değildi.
Tablo böyleydi! Ankara eski Ankara değildi, söylenileni yapmıyordu.
Amerika İSLAM'ı yücelten bir lider istemiyordu. SİSİ bunun için getirilmişti. CIA 'ya, yani oyunu kuranlara göre, SİYASAL İSLAM aynı zamanda terörün de kaynağıydı. Bu nedenle MİT TIR'ları durduruldu. Bu oyuna malzeme bulmak için kumpas kuruldu.
Daha önce DARBE SENARYOSU denilen ne varsa hepsini 15 TEMMUZ'da gördük. Uçaklardan helikopterlerden atılan bombalarla gördük! Şehit edilen insanlarla gördük!
Tankların saçtığı dehşetle gördük!
Paralel Yapı'ya girmiyorum. Çünkü oyunu kuranlara bir KÖTÜ ÇOCUK lazımdı! Şimdi bütün kötülüklerin anası bunlar. Ama gerçek böyle değil. Orduda sayıları fazla. Biliyorum. Zaten bilmeyen yok. Fakat DIŞARISI yani BÜYÜK DENGE izin vermeden hiçbir asker darbeye kalkamaz. 1960'ı, 1971'i, 1980'i kim yaptı! Dün de bugün de kullanacak adam bulurlardı.
AKILLI OLALIM...
İslam'ı yücelten bir Ankara istemeyen Amerika, NATO üzerinden hem Paralel Yapı'yı hem Erdoğan'ı tasfiye etmek istiyordu... Paralel CANLI BOMBA olarak kullanılıyordu.
Ordu da peş peşe gelen fırtınalarla eridi. Erozyona uğradı. Kimse gidip artık asker olmak istemiyordu. Bu noktaya geldik. Oysa Amerikalılar en güçlü ve vazgeçilmezimiz olarak Silahlı Kuvvetler'i görürdü. Ama son saldırıdan onlar da nasibini aldı. Hem Erdoğan hem de milletle yan yana getirdiği ORDU, kimse söylemese de, NATO'nun hedefiydi!
Umutsuz olmak istemem. Değilim de... Ama DIŞ POLİTİKADA bu adamlarla ortak bir yol bulamazsak saldırılar artacak. Bu işlere kalkışacak çok isim var. Liste verecek değilim.
Dünya üzerindeki yerimizi BAĞIMSIZ olarak belirlemeye kalktığımız anda gelirler... Geliyorlar da...
Erdoğan gibi bir liderle daha önce hiç çalışmadılar. Alışık değiller. Bir DENGENİN içinde olmakta büyük fayda var. Son olayda el uzattığımız DOSTLARIMIZIN yanımızda olmadığını da gördük. Olamazlardı da...
Hep böyleydi zaten! Hep yalnızdık.
Şimdi de öyleyiz. Bir MİLLET bir ERDOĞAN var!
Bir NATO operasyonuyla karşı karşıyayız... Belki de John Kerry'nin dediği gibi NATO'DAN ATACAKLAR!
Ankara, Amerika'nın özellikle KÜRT MESELESİNDE kurduğu oyunu istemedi! Haklı olarak sınırların değişmesinde rol almak istedi.
Ortadoğu'yu biz olmadan çözemiyorlar.
Bu nedenle önce bizi ÇÖZMEK istiyorlar...
Hiç olmadığı kadar kenetlenmeliyiz...
Meydanları boş bırakmamalıyız...
Unutmayın! Başka dostumuz yok.
*
NOT 1: Askeri Liseler ve Harp Okulları bile işin içindeyken, olan biteni KÜÇÜK BİR GRUBUN KALKIŞMASI olarak görmeyin! Benden söylemesi!
*
NOT 2: Eğer ikinci dalga gelecekse, orada rol alacaklar da belli! Nasıl birinci dalga bizi şaşırtmadıysa ikincisi de şaşırtamaz.
*
NOT 3: Fırsattan istifade içeride Avrupa'ya yakın güçler, tasfiye için düğmeye asılmış durumda. Bu, ikinci saldırıyı hızlandırmaktan başka işe yaramaz...http://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2016/07/19/asil-hedef-turkiye

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Neler olmuş bize (2) - Prof. Dr. ATA ATUN

Neler olmuş bize (2)
Prof. Dr. ATA ATUN
Raporun içeriği genelde 1950 yılında yaşanan Kore Savaşı ve özellikle de 26 Kasım günü başlayan ve 3 gün sonra 28 Kasım 1950’de biten Kunuri Muharabesi’ydi. Rapor sadece Türk Tugayı hakkında yazılmıştı ve Türk Tugayı ile Türk askerinin niye tüm olumsuzluklara rağmen başarılı olduklarının müthiş bir analiziydi. Raporu yazan da Amerikalı bir General, ABD’nin ünlü West Point Harp Akademisi hocalarından birisiydi.
Türk Tugayı’nın bölgeyi bilmemesi, iklime alışık olmaması, silah-cephane-telsiz iletişim, araç gereç imkansızlıklarına rağmen olağanüstü başarılı olmasını dile getiren aşağıdaki açıklamaların hepsi Türk Silahlı kuvvetlerinin savaşma gücünü, askeri disiplinini, cesaretini açıklarken, raporun içinde yer alan, içeriği nedeni ile gözden kaçması çok kolay olan bir başka bölüm ise benim çok dikkatimi çekmişti.    
Türk askerlerinin savaşma gücünü, askeri disiplinini ve cesaretini en iyi dile getiren, savaşın başından sonuna kadar onlarla birlikte olan ve Türk askerlerinin “Kamil” diye hitap ettiği, gerçekte asıl adı Sang Ki Paik (okunuşu Pek Sang Ki) olan Koreli çevirmenin yazdığı kitap. Bu kitabın sonuç özetle “Türk askeri olmasaydı bugün Güney Kore diye bir ülke olmayacaktı” mealinde.
Kunuri zaferini İngiliz General Martin şöyle dile getirmiş   “... Türkler 10’a karşı birle aslanlar gibi savaştılar. Türkler uzun süre bu şekilde düşmanla çarpışırken ve ölürken İngiliz ve Amerikalılar geri çekiliyorlardı. Mermisi kalmayan Türk askeri süngüyle yumrukla büyük bir zafer kazandı.
Federal Alman “Abent Post” gazetesinin manşetinde “Kore muharebelerinin sürprizi Çinliler değil, Türkler oldular. Türklerin muharebelerde gösterdiği kahramanlığı anlatacak bir kelime bulmak şu anda mümkün değildir“ ifadeleri yer alırken, 8.nci Ordu Komutanı General Walker’in açıklaması ise “2.nci Tümenle beraber hareket eden Türk savaş birliği, gösterdiği kahramanca cesaretiyle dört gün devam eden geciktirme muharebeleri sayesinde ordunun sarılmasına ve parçalanmasına mani olmuştur” şeklinde olmuş. “Türk Tugayı olmasaydı 8.nci Ordu tamamen imha edilecekti” demek istemiş General Walker.
Ben zaten Mücahitlik hizmetimin ilk 3 ayındaki temel eğitimde, Türkiye’nin seçkin subayları tarafından çok zorlu bir eğitimden geçirildiğim için yukarıda yazılanları az çok hem biliyordum, hem de içimde hissediyordum. Benim söz konusu raporda dikkatimi çeken, çok başka bir yer olan “Hastane ölüm kayıtları ve gözlem raporu”ydu.
Rapora göre seferi hastaneye getirilen yaralı Amerikalı askerlerinin arasındaki ölüm oranı, hastaneye getirilen yaralı Türk askerlerinin arasındaki ölüm oranının neredeyse yirmi katıydı. Sonuç benim için çok ilginçti. Hastane personelinin, ilaç ve makine teçhizatının neredeyse tümü ABD menşeli olmasına rağmen ABD’li askerler arasındaki ölüm oranının çok yüksek, buna karşın Türk askerleri arasındaki ölüm oranının çok düşük olması belli ki, raporu yazan Generalin de ilgisini çekmiş olmalı ki, çok ciddi bir araştırma yaptırmış.
İşte benim için asıl önemli olan bu araştırmanın sonuçlarını okumam oldu. Sonuçlar diyordu ki;
1-                 Türkler arasında rütbeye saygı en üst düzeyde. Komutan ölünce yerine yardımcısı veya bir alt rütbedeki subay geçiyor. Tüm subay ve astsubaylar ölse bile, komutan en kıdemli er oluyor ve birlik asla komutansız kalmıyor.
2-                 Hastanede yatan veya tedavi gören yaralı Türk askerleri, yeni bir hasta veya yaralı Türk askeri gelince hemen onu kucaklıyorlar ve bağırlarına basıp, yaşaması için elden geleni yapıyorlar. Aralarındaki ast-üst hiyerarşisi hemen rütbeye veya kıdeme göre oluşturuluyor ve fire vermeden toplu yaşam mücadelesi hemen başlıyor.
3-                 Amerikalı askerlerde ise bu uygulama yok. Yaralı asker, Türklerin yaptığı gibi sahiplenilmiyor ve kaderine terk ediliyor. Hasta veya yaralı bakıcıların yaşatabildiği kadar yaşıyor. Bu nedenle de ölüm oranı çok yüksek.       
İşte içinde bulunduğumuz bu kritik günlerde, yazımın ilk bölümünde tanımlamaya çalıştığım paramparça durumdan ancak birlik beraberlik ve birbirimize duyacağımız saygı ile kurtulabileceğimizdir. 66 yıllık bu rapor hala benim için gerçekleri yansıtmakta. Aksi takdirde Amerikalı yaralı askerlerin akıbetine bir bir biz de uğrayacağız…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org - Facebook: Ata Atun - http://www.twitter.com/ataatun // 11.07.2016

9 Temmuz 2016 Cumartesi

RUM MAHKEMELERİ NE KADAR GÜVENİLİRDİR?.. Prof. Dr. Ata ATUN (+RUMLARIN TEK BİLDİĞİ TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK // NELER OLMUŞ BİZE.1)

RUM MAHKEMELERİ NE KADAR GÜVENİLİRDİR
Prof. Dr. Ata ATUN
2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın 26 Mart 2014'te Limasol'da düzenlenen bir konferansa katıldığı sırada konferans salonunu basan ve olay çıkardıkları için yargılanan ELAM üyesi üç kişiden ikisinin, polisin açtığı amme davasının görüldüğü Limasol Rum Kaza mahkemesi tarafından suçsuz bulunması hiçte sürpriz olmadığı gibi, gayet normal geldi.
Üçüncü zanlının da benim hiçbir zaman ve hiçbir koşulda güvenmediğim Rum Kaza Mahkemelerinden bir tanesi olan Limasol Rum kaza Mahkemesi tarafından suçsuz bulunacağından emin olun. Üçüncü kişinin de suçsuz olduğuna dair Rum yargıçların açıklayacakları kararın gerekçelerini okuduğunuz zaman da sadece güleceksiniz. O denli güzel, inanılır ve hukuka uygun bir açıklama yapacaklar ki, zannedeceksiniz saldırıyı yapan ELAM üyesi 3 kişi melektirler ve kendilerine iftira atılmıştır.
Olayı hatırlamakta, hafızaları tazelemekte fayda var.
2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın 26 Mart 2014 günü gecesi Limasol'da düzenlenen bir konferansa konuşmacı olarak katılmıştı ve konferans sürerken salonun içine, ELAM üyesi oldukları bilinen 3 kişi zorla girmiş ve salona yanıcı madde atmıştı.
Limasol Rum kaza Mahkemesi Kıbrıs Rum polisinin açtığı amme davasının görüşüldüğü süreç içinde, saldırıya uğrayan 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile aynı gün yanında bulunan kadim dostu Ersöz Paşa’nın görüşlerini almamış, kendilerini lütfedip tanık olarak çağırıp dinlememiş bile. Benzeri konularda geçmiş yıllarda büyük sabıkası olan ve her zaman Türklere karşı saldırı düzenleyen Rumlar için bilinçli bir şekilde taraflı tahkikat yapıp, saldırganları koruyucu tutanaklar düzenleyen Rum polisinin yeterli delil toplamaması ve mevcut delilleri de karartması şaşırtıcı değil.
Olayı hatırlamaya devam edersek, Rumların Türklere saldırısı sonrası delil karartmada son 61 yılda iyice deneyim kazanmış ve son derece başarılı olan Kıbrıs Rum polisi, gelişen olaylara hiç müdahale etmemişti. Saldırganlar içeri girince kapılar kapanmış ve Ersöz Paşa’ya bu kişilerce fiili saldırıda bulunulmuş, yüzüne vurulan darbe ile gözlüğü kırılmış, boynundaki kamerası zorla alınarak kırılmıştı. Büyük bir olasılıkla da Rum polisi Ersöz Paşa’nın çektiği resimleri yok etti ne olur ne olmaz, mahkemeye de delil olarak sunulamasın diye. Zaten kırılan kamerası da polisin elinde olmasına rağmen olay sonrası kendisine geri verilmemişti.
Konferansta yapılan konuşmaları ve yaşananları canlı olarak kayıt eden kameraların kayıtlarının ise nasıl yok edildiği halen bilinmiyor. Belli ki ne bu kayıtlar Limasol Rum kaza mahkemene sunulmuş, ne de mahkeme Rum polisine veya da konferansı organize eden kuruma sormuş “Nerede bu konferans kayıtları” diye. Zaten maksat belli… Yani olayı yıllardır yapıldığı gibi, yasal yollardan, herhangi bir suçlu bulamadan, Rum polisini ve mahkemeyi zan altına sokmadan kapatmak.
Ben alışığım bu tür olaylara, Rum polisinin böylesi davranışlarına ve Rum mahkemelerinin de taraflı karar vermesine. Yaşadığım, duyduğum ve gördüğüm yüzlerce olaydan bir tanesi bu.      Son 60 yıldır, bir Rum ile bir Türk’ün arasında geçen bir olayda, Türklerin haklı Rumların da haksız bulunduğu bir davayı hiç görmedim. Bir Rumla bir Türk’ün arasında yaşanan olay ne olursa olsun, Rum polisi, Rum savcılar ve Rum yargıçlar el ele çalışırlar ve yasaların, tüzüklerin, kuralların, emirnamelerin veya da var olduğunu kimsenin bilmediği bir kararın arkasına ustaca saklanırlar, son derece inandırıcı, kurallara ve yasalar uygun bir açıklama yaparak Kıbrıslı Türk’leri suçlu, Kıbrıslı Rum’ları da haklı bulan kararlarını açıklarlar. Bu güne değin bu hep böyle oldu. Böyle geldi ve böyle de gidecek.
Olası bir çözüm ve ortak devlette eğer Federal Polis, dörde bir, yediye üç veya da benzeri bir oranda Rum çoğunluğu yönetiminde olacaksa, bu barış bu adada Rumların kafa yapısı değişmediği ve Türk düşmanlığı ortadan kalkmadığı sürece asla uzun süremez. İşte sayın 2. Cumhurbaşkanı Talat’ın ve kadim dostu Ersöz Paşa’nın yaşadıkları ortada… Daha iyi ve gerçekçi bir ispata gerek bile yok.
Okuyucularımın Ramazan Bayramını kutlar, nice sağlık ve mutluluk dolu, hayırlı bayramlar dilerim.
***
RUMLARIN TEK BİLDİĞİ TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK
Prof. Dr. Ata ATUN
İnsani Konular Ve Dış Rumlardan Sorumlu Rum Başkanlık Komiseri Fotis Fotiu, vur abalıya misali, kayıplarla ilgili sorunların çözülememesinden, sorunların çözümüyle ilgili gerekli olan kararları almayı reddeden ve sürekli engel çıkaran Türkiye’nin sorumlu olduğunu söyledi evvelki gün.
Pazar günkü bir anma etkinliğinde konuşan Fotiu, Türkiye’nin öncelikle, herhangi bir koşul ve kısıtlama koymadan, askeri bölgeler içerisinde yapılacak kazı çalışmaları ile arşivlere erişim için izin vermesi gerektiğini söyleyerek aklınca hem topu, hem de suçu olduğu gibi Türkiye’ye attı.
Kaçın kurası Rum Başkanlık Komiseri Fotis Fotiu ve mesai arkadaşları Rumlar. Kıbrıs konusunda kendi suçlarını örtüp Türkiye’yi suçlamayı, meslek ve alışkanlık haline getirmişler. Utanmadan bir de Avrupa parlamentosuna konuyu götürüp Parlamento başkanına soru yöneltiyorlar, Parlamento Başkanı Martin Schulz da saf saf yanıt veriyor kendilerine.
Tabi Rumlar, Türk askeri bölgelerinin kayıpları aramak için açılmasını talep ederken, KKTC ve Türkiye hükümetinin de Rum Milli Muhafız Ordusuna ait bölgelerin ve kampların açılmasını talep ettiğini ve bunu “gizliliğimize tecavüz etmek istiyorlar” gerekçesi ile reddettiklerini asla dile getirmiyorlar.
İstiyorlar ki kendileri, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin ve Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığının (direniş yıllarındaki Mücahit ordusu) kamplarına ve yasak ilan edilmiş bölgelerine ellerini kollarını sallayarak girsinler, fırsat buldukça bol bol resim çeksinler ama hiçbir Kıbrıslı Türk ve Türkiyeli asker veya sivil, Rum Milli Muhafız Ordusuna ait yasak bölgelere ve kamplara girmesin, resim çekmesin, araştırma yapmasın.
Kıbrıslı Rumların önce, bundan 53 yıl evvel yani 1963 yılında, yoldan toplayarak canice öldürdükleri ve bilinmeyen bir kuyuya attıkları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan dönemin “Genel Komite”si tarafından da kayıp ilan edilen Milletvekili Cengiz Ratip’in kimler tarafından şehit edildiğini ve bedeninin nereye fırlatıp atıldığını söylemeleri ve belgelerini de KKTC yönetimine vermeleri gerekmektedir.
Aynen Lefkoşa’nın Küçük Kaymaklı bölgesinde yaptıkları gibi, 24 Aralık 1963 gecesi silah zoru ile girdikleri, beden hocamız Hüseyin Ruso ağabeyimizi ve diğer kahraman mücahitleri şehit ettikten sonra yakıp yıktıkları ve 1974 yılının 16 Ağustos’una kadar hiçbir Kıbrıslı Türkün evlerine geri dönmelerine müsaade etmedikleri Küçük Kaymaklı’da yaptıklarını unutup, Maraş bölgesini istemelerine beziyor bu stratejileri. Oysa Kıbrıs Rum Yönetiminin 4. Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides’e, Rum Cemaat Meclisi Başkanı iken “Niçin Küçük Kaymaklı’ya Kıbrıslı Türklerin geri dönmesine izin vermediklerini” sorduğum vakit, “Kanla aldık, kanla veririz” şeklinde bir yanıt vermişti bana.
Rumlara göre “Kendi kanlarını akıtıp aldıkları yerleri ancak savaşla geri verebilirler” ama Türklerin kanlarını akıtıp aldıkları Maraş’ı ise savaşmadan masa üzerinde geri istemelerinde hiçbir sorun veya mahzur yok! Her yıl Maraş’ın iade edilmesi konusunu ısıtıp ısıtıp müzakere masasına ve BM’nin gündemine koyduruyorlar.
İşte böyle bizim Kıbrıslı Rumlar. Türk askeri kendi kamplarını açsın ve istedikleri gibi kampı talan etsinler ama hiçbir Türk RMMO’nun kamplarına girmesin, araştırma yapmasın. Ne olur ne olmaz birşeyler bulurlar ve 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs Rumların soykırım yaptıkları ortaya çıkar diye…. 
***
NELER OLMUŞ BİZE (1)
Prof. Dr. Ata ATUN
“Neler olmuş bize” mi yoksa “neler yapmışlar bize” mi yazmam gerekir pek de karar verebilmiş değilim.
Bayramın birinci günü, bayram namazıydı, aile büyüklerini ziyaret, küçükleri beklemek derken akşamına eşimin ailesinin büyüklerini ziyaret ve ellerini öpmek için Türkiye’ye uçtuk.
Ercan Havalimanından kalktıktan sonra, Beşparmak Dağlarını arkamda bırakmak üzereyken, dönerek Kıbrıs’ıma yukarıdan baktım. Aşağıdan, insanların arasından bakınca pek bir şey görülmüyor, değişimin pek farkına varamıyor insan, kendisi de o değişimin içinde olduğu, aynı anaforda sürüklendiği için. Ancak öyle değişmişiz ki…
Bayram sabahı pek trafik yoktu yollarda. Belli ki birçok hane sakinleri daha uyanmamıştı. Evlerin kapıları açık değildi, telaşlı telaşlı evin anneleri, kızları, teyzeleri, halaları içeri girip çıkmıyordu. Ortalarda bayramlıklarını giymiş çocuklar neşeyle dolaşmıyor, büyüklerin camiden eve gelmelerini ve el öpüp bayram harçlıklarını almayı heyecanla beklemiyorlardı. Geçmişte sabahın ilk ışıkları ile başlayan telaşlı ve heyecanlı bayram sabahı yaşamı, daha güne gözünü açmamıştı. Gelenek ve göreneklerimiz adeta erozyona uğramış gibiydi. Genelde büyük şehirlerde özellikle metropollerde bu değişim çok hızlı olurdu ama bizim gibi KKTC boyutlarında otuz bin, kırk binlik şehirlerde daha doğrusu kasabalarda kolay kolay olmaz, var olmak için elden geleni yapar, direnirdi geleneklerimiz.
Politik hayatımıza ve siyasi geleceğimize baktım yukarılardan ve inanamadım.
Çok değil daha 45 yıl evvel bir yumruk gibi birbirine kenetlenmiş ve kabus gibi üstüne çökmüş olan Rumlara karşı inanılmaz bir direnç gösteren Kıbrıs Türk halkı, şimdi darmadağın olmuş. Birileri bu yumruğu kırmış, toplumumuzu parçalamış, bizleri param parça etmiş sanki.
Kimi oturup AB’ye mektup yazar ve yıllardır arkamızda dağ gibi duran, adadaki varlığımızı pekiştiren ve toptan yok olmamızı önleyen, bize hayat suyu dahil her şeyi gönderen, eskilerin, atalarımızın deyimi ile “kendi yemeyip bize yediren” Türkiye’mizi şikayet eder, “bizi asimile ediyorlar” yaygarasını basar. Kimi Rum’a taparcasına bağlı. “Çözüm olsun da, varsın Rumlar bizi idare etsin, ikinci sınıf vatandaş olalım, Rumların kölesi olalım ” havasında ve düşüncesinde. Kimi, soyunu sopunu ve mezhebini unutmuş veya da inkar etmeyi tercih etmiş, “Biz Türk değiliz, Türkçe konuşan Kıbrıslıyız” gibi tarihsel gerçeklerle bağdaşmayan uyduruk bir düşüncenin peşine düşmüş. Kimileri de İlahiyat Koleji’nin KKTC’de kuruluşunu bir türlü hazmedememiş, kendilerinden başkalarının düşüncelerine saygı duymadan “Bizi İslamlaştırıyorlar” çığlıkları atmakta….
Bildiğiniz “Bremen Mızıkacılarına” dönmüşüz zaman içinde. Herkes başka havadan çalmakta.
Aklıma, 1970-73 yılları arasında Mağusa Sancağında Mücahitliğimi yaparken Tabur komutanımızın okumam için elime tutuşturduğu bir rapor geldi. Tabur komutanımız ağabeyimin okul arkadaşı kod adı ile Ziya komutan mıydı, yoksa 1974 Barış Harekatında, müthiş bir zeka, beceri ve bilgi ile Mağusa Savunmasını gerçekleştiren ve Rumları içeri sokmamayı başaran, buna ilaveten de Girne’den karaya ayak basan kahraman Mehmetçiklere karşı Mağusa’daki Rum Milli Muhafız Ordusundan takviyesi gitmesini önlemek için tedbirler alan, ani ve sürpriz saldırılar düzenleyip nefes aldırmayan kod adı ile Sadi (Yüzbaşı Oğuz Kalelioğlu) komutan mıydı pek hatırlamıyorum.
Raporun içeriği genelde 1950 yılında yaşanan Kore Savaşı ve özellikle de 26 Kasım günü başlayan ve 3 gün sonra 28 Kasım 1950’de biten Kunuri Muharabesi’ydi. Rapor sadece Türk Tugayı hakkında yazılmıştı ve Türk Tugayı ile Türk askerinin niye tüm olumsuzluklara rağmen başarılı olduklarının müthiş bir analiziydi. Raporu yazan da Amerikalı bir General, ABD’nin ünlü West Point Harp Akademisi hocasıydı…..(devam edecek)    
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org      Facebook: Ata Atun    http://www.twitter.com/ataatun