24 Haziran 2015 Çarşamba

VATAN PARTİSİ-KİM NEREDE HATA YAPTI?.. Osman Başıbüyük

VATAN PARTİSİ; KİM NEREDE HATA YAPTI
Osman Başıbüyük
Erken seçime hazır olun
Tarihî 7 Haziran seçimleri bitti, koalisyon çalışmaları devam ediyor. Anlaşılan o ki; nasıl bir koalisyon olursa olsun, önümüzdeki dönem partilerin erken seçim hazırlıklarıyla geçecek.
Koalisyon ortaklarından birisi kendini seçim için avantajlı gördüğünde veya ortaklıktan zarar ediyor hissine kapıldığında ülkeyi erken seçime götürecek. Bu arada koalisyon kurulamama ihtimalini de göz ardı etmeyelim.
AKP, istikrar için benden başka alternatif yok diyerek tek başına iktidarı zorlayacak. Bu rüyası gerçekleşirse bugün herkesin gündemden düştü diye baktığı başkanlık sisteminin eskisinden daha güçlü olarak önümüze konma ihtimali doğacak. CHP veya MHP’nin tek başına iktidar olamayacağını hesap eden vatandaş, Erdoğan’ın hayal ettiği başkanlık sisteminden kurtulmak için yine stratejik oy kullanarak, AKP’yi tek başına iktidar yapmayacak partilere yönelecek. Yani 7 Haziran seçiminde yaşadığımız senaryonun üç aşağı beş yukarısını önümüzdeki seçimde de yaşayacağız.
KİM KAYBETTİ KİM KAZANDI?
7 Haziran seçimlerinin kazananları kaybedenleri çok yazıldı. Vatan Partisi cenahından Bahçeli’ye, Kılıçdaroğlu’na istifa çağrılarında bulunuldu, en ağır eleştiriler yapıldı, yapılıyor.
SEÇİMİN KAYBEDENLERİ arasında VATAN PARTİSİ DE VAR. Bekledim ufak tefek de olsa biri iki ÖZELEŞTİRi gelir diye; TIK YOK!!!
1-2 sene içerisinde gerçekleşmesi beklenen erken seçime Vatan Partisi hiç özeleştiri yapmadan, mevcut yapısıyla mı hazırlanacak? Böyle kalacaksa sonucun ne olacağı şimdiden belli! % 0,35 olan oy oranı DAHA DA DÜŞECEK.
Seçmenin bir tehlikeden kurtulmak için STRATEJİK OY KULLANARAK, gönlündeki partiye değil, diğerlerine yöneldiği durumlarda, baraj altı kalması beklenen partilerin oyları daha da düşer. 2011 seçimlerinde baraj altı partilerin toplam oyu % 4,61 iken bu seçimlerde % 3,72’ye düştü. Bu düşüşü Vatan Partisinde de görebiliriz. İşçi Partisi olarak girdiği 2002 seçimlerinde % 0,51, 2007 seçimlerinde % 0,37, 2011 seçimlerine katılmadı ve son olarak 2015 seçimlerinde % 0,35. STRATEJİK OYLARIN FAYDASI BARAJI GEÇME İHTİMALİ OLAN PARTİLEREDİR. Bu tespiti HDP örneğinde yaşadık.
NEREDE YANLIŞ YAPILDI?
Politikaları ne kadar doğru olursa olsun, halkın çok büyük bir kesimi tarafından MARJİNAL olarak algılanan bir parti ile seçim barajını aşmak mümkün değildir. BARAJ ancak bir CEPHE HAREKETİYLE AŞILABİLİR. 
10 yıllık AKP’nin baskıcı tek parti iktidarından sonra 2012 ortalarına gelindiğinde, kumpas davaların da etkisiyle halkta ciddi bir arayış başlamıştı. Kaset komplosuyla yeniden düzenlenen CHP, AKP’den kurtulmak için halka bir umut ışığı veremiyordu. CHP’nin içerisindeki ulusalcı kanat Kılıçdaroğlu yönetiminden rahatsızdı. Gerçi Kılıçdaroğlu 2011 seçimlerinde ulusalcıların önemli bir kısmını partiden tasfiye etmişti ama daha içeride önemli bir güç vardı. Ayrıca tasfiye edilenlerin hâlâ parti içindeki etkisi devam ediyordu.
Bu arada AKP’nin PKK açılımı ve başkanlık sisteminin önünü açacak yeni anayasa çalışmalarına direnmek için kurulan MİLLİ ANAYASA FORUMU toplumda büyük ilgi uyandırmıştı. TBMM eski Başkanı HÜSAMETTİN CİNDORUK liderliğindeki Forum, siyasi yelpazenin her kesiminden öncülerin katılımıyla şehir şehir, ilçe ilçe gezerek kamuoyu oluşturuyordu. İşte bu noktada YENİ bir PARTİ KURMA fikri doğmuştu. CHP’den istifa edecek milletvekillerinin de katılımıyla mecliste temsil edilen yeni bir parti kurmak mümkün olabilirdi.
Meclis içindeki milletvekilleri sayesinde kurulacak yeni bir parti, hiç kuskusuz bir alt yapıya ihtiyaç duyacaktı. İŞÇİ PARTİSİNİN ÖRGÜTÜ, ULUSAL KANAL ve AYDINLIK GAZETESİ bu ALT YAPIYI SAĞLAYABİLİRDİ. Bu zemin kullanılarak, Kuvayı Milliye anlayışıyla, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti gibi diğer birçok siyasi patinin teşkilatı birleştirilerek her kesime söz hakkı veren, iktidar adayı, GERÇEK BİR MUHALEFET PARTİSİ YARATILABİLİRDİ. İslamcılar da dâhil olmak üzere partinin vitrininde siyasal yelpazenin her kesiminden temsilci bulunmalıydı. Değişik parti ve siyasi görüşteki insanların ortak bir zeminde buluşturulabilmesi için YENİ PARTİNin geçmişteki veya günümüzdeki hiçbir siyasi partiyle doğrudan BAĞLANTILI OLMAMASI GEREKİYORDU. Bu ihtiyaç daha geniş bir tabandan oy alabilmek ve farklı siyasi geçmişleri olan insanları meydanlara toplayabilmek için önemliydi.
Hayal edilen YENİ PARTİLEŞME SÜRECİNİN en kritik noktası bu işi başarabilecek bir LİDER bulunmasıydı. BU LİDER, GEÇMİŞ SİYASİ HAYATIYLA, yeni partiye katılacak farklı siyasi görüşlerin geri durmasına sebep olabilecek birisi olmamalıydı. Bu lider, milli sermayeyi yanına alabilecek, bunun yanında sosyal politikalar izleyebilecek birisi olmalıydı. Bürokrasiyi bilen, devlet adamlığı tecrübesine sahip olmalıydı. Eski siyasilerin, Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların destekleyebileceği, kamuoyu tarafından tanınan bir isim olmalıydı. Tutum, davranış ve politikalarında ısrarcı, ancak dikleşmeyen karşı tarafı iknayı, diyalogu ön plana çıkaran bir mizaca sahip olmalıydı. En önemlisi genç ve dinamik olmalıydı.
DOĞU PERİNÇEK, BU FİKRE SICAK BAKMADI. İşçi Partisini ve liderliğini bırakmak istemedi. Ama bu fikirden yararlanarak İşçi Partisinin büyütülebileceğini düşündü. Ona göre; “Bugün Türkiyemizde, halkın cephesinde fırtınaları aşabilecek tek siyasi parti İşçi Partisiydi. İşçi Partisi’ni dağıtarak büyüme önerileri, iyi niyetten gelse de, pratikte fırtınalarda kaybolmak anlamına geliyordu. Önümüzde tek bir örgütsel çözüm vardı; demircilerin örgütü olan İşçi Partisi’ni güçlendirmek ve Millî Hükümet hedefine ilerlemek”.
2012 yılında yeni parti kurma fikri gündeme geldikten sonra o kadar önemli gelişmeler oldu ki: GEZİ OLAYLARI patlak verdi. KUMPAS DAVALAR ÇÖKTÜ. Ergenekon sanıkları özgürlüklerine kavuştu. 17-25 Aralık operasyonları iktidarın kirli çamaşırlarını ortaya döktü. Cemaat büyük darbe aldı vb... AMA BÜTÜN BU YAŞANANLARIN PERİNÇEK’İN İŞÇİ PARTİSİNE OY OLARAK HİÇBİR KATKISI OLMADI.
Seçimlerin arifesine gelindiğinde zorla partinin ismi değiştirilerek Vatan Partisi yapıldı. Bu hamle sadece bir TABELA DEĞİŞİKLİĞİYDİ, vatandaş üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Seçmene Vatan Partisini sorduğunuzda; hâlâ “HAA PERİNÇEK’İN PARTİSİ” diye cevap veriyordu.
Perinçek’in siyasi hayatı, vatan sevgisinin ne olduğunu gelecek kuşaklara taşıyacak bir ders niteliğindedir. Mücadelesindeki korkusuzluğu, 10 yıldan fazla hapis yatmasına rağmen eğilip bükülmemesi, Ergenekon Mahkemesinde yaptığı savunma hiç unutulmayacaktır. Yazarlığını hiç saymıyorum bile. Bu kadar olumlu bir kariyere rağmen, PERİNÇEK’İN HALK ARASINDAKİ İMAJI ÇOK FARKLIDIR. Sıradan bir vatandaşa sorduğunuzda ya komünist der, ya Maocu der, ya da Apo’ya verdiği gülden bahseder. Oturur anlatırsınız saatlerce; Perinçek’in kim olduğunu. Aradan 6 ay geçer aynı adamla karşılaşırsınız bu sefer bırak şu MİT’çiyi der. Einstein’in dile getirdiği; “önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” sözü gerçekten de doğrudur.
Sonuç itibariyle bir CEPHE HAREKETİ ile başlayıp YENİ bir PARTİ KURMA FİKRİ yerine; PERİNÇEK’İN HERKES BENİM YANIMA GELSİN, “Biz’i birleştirecek eksen, İşçi Partisi’dir; gerisi macera bile değildir, kumar oynamaktır” POLİTİKASI BAŞARISIZLIKLA SONUÇLANMIŞTIR.
Buna karşın BDP yerine kurulan HDP, aynı bir CEPHE HAREKETİ GİBİ DAVRANARAK, Alevi, Kürt, Zaza, Ermeni gibi etnik ve mezhep kimliklerinin yanı sıra siyasal İslamcıların da dâhil olduğu radikal soldan liberal görüşe kadar siyasi YELPAZENİN HER KESİMİNDEN İNSANLARI BİR ARAYA GETİREREK barajı aşmayı başarmıştır. Tabi ki bu başarıda en büyük paya sahip olan STRATEJİK OYLARIN barajı geçme ihtimali olan partiye yarayacağı prensibidir.
ÖZELEŞTİRİ VE YENİLİK YAPMAYAN KAYBETMEYE MAHKÛMDUR
Gazetelerin, televizyonların, sivil toplum kuruluşu veya tarikatların toplumu etkileme yönünde başarılarından bahsedilebilir. SÖZ KONUSU bir siyasi partiyse, tek başarı kriteri, SEÇİMLERDEN ALINAN OYDAN BAŞKASI DEĞİLDİR. Hakkınızda söylenen iyi şeylerin, sayılan başarıların bir ANLAMI YOKTUR. 
6 OK’A sahip çıkan TEK ATATÜRKÇÜ PARTİYMİŞ gibi görüntü veren Vatan Partisinin aldığı cüzi oy işin kötüsü ATATÜRKÇÜLÜĞE DE ZARAR VERMEKTEDİR.
Ayrıca PARTİYE EMEKLİ ASKERLERİN DOLDURULMASI sanki TSK ile bir bağlantı varmış imajı yaratarak HER İKİ KURUMU DA YIPRATMAKTADIR. Hele hele bu askerlerin bazılarının sanki TSK’nın sözcüsüymüş gibi konuşması, celladının kılıcını yalarcasına bazı medya kuruluşlarında ne amaca hizmet ettiği belli olmayan, siyasi öngörüden uzak demeçler vermesi, PARTİYE GÖNÜL VERMİŞ EMEKÇİLERİN SADAKATİNİ ZORLAMAKTADIR. 
SÖZÜN ÖZÜ;
Vatan Partisinin önümüzdeki seçimlerde başarılı olabilmesi için ciddi bir ÖZELEŞTİRİ YAPMASI GEREKMEKTEDİR. Yoksa fedakâr emekçinin dişinden tırnağından artırarak yaptığı yardımlar yine boşa gidecektir. Parti, çeşitli istihbarat örgütlerinin zaman zaman servis ettiği bilgilerle topluma mesaj ulaştırmak için kullandığı bir araç olmaktan öteye geçemeyecektir. Emil Ludwig’in, Mustafa Kemal’den aktardığı hikâyeyi bir daha düşünmek gerek.

22 Haziran 2015 Pazartesi

DEMİREL VE BEDİİ FAİK; Ertuğrul MAT

Ertuğrul MAT
DEMİREL VE BEDİİ FAİK
Ertuğrul MAT
27 Mayısa giden günlerde, Dünya gazetesinde yazdığı yazılarla Demokrat Partiyi çileden çıkaran Bedii Faik, 27 Mayıs’ tan sonra da devlet radyosundan da Yassıada’ ya tıkılmış Demokratlara en ağır sözlerle hakaret etmişti.
1969 seçimlerinden sonra Adalet Partisi içindeki hizip kavgası yüzünden bazı Adalet Partililerin Demirel hükümetinin bütçesine muhalefetle birlikte ret oyu kullanması dolayısıyla Demirel istifa etmiş,  ama yeniden hükümeti  kurmakla görevlendirilmişti. O zaman TÜSİAD’lar  MÜSİAD’lar yoktu,  Ankara’ya tanınmış iş adamları dolardı..
Bursa’nın tanınmış tüccarlarından Ahmet İpeker de Ankara’ ya gelmiş ve beni Büyük Ankara oteline davet etmişti.
Kahve içerken yanımıza Bedii Faik geldi.  Bedii Faik değişmiş, Demirel’i metheden yazılar yazıyordu. Adalet Partisi milletvekillerinden bir muhtıracıyla tanışmak hoşuna gitmiş, hele O’nu çok genç görünce de neşelenmişti.. Başladı anlatmaya, askerler huzursuzdu, darbe yapılıp demokrasinin bir kere daha askıya alınması muhtemeldi. Dayanamayıp sözünü kestim,  ”Bunda sizin için endişe edilecek bir şey yok; siz 1960 ihtilậlinde yaptığınız gibi yine radyo mikrofonuna geçer, bize küfredersiniz. Hiçbir idare bunu sizden iyi yapacak birisini bulamaz”  dedim. Bu ağır sözlere hiç kızmadı. Sakin bir sesle “ Ben işte o günahımın kefaretini ödüyorum ” dedi  ve aramızda kuvvetli bir dostluk doğdu.  Günler hızla geçti. 12 Mart 1971 ‘de askerler darbe yaptı. O benim kızdığım Bedii Faik, 13 Mart 1971 günü öyle bir yazı yazdı ki, unutmak mümkün değil.
“ Son komutanlar bildirisi işte bu öfkeli yorgan yakıcılığın en dehşetli örneğidir!  Ve hiç fütursuz söyleyelim, binlerce, on binlerce sol azgının, İtalya’da İtalyan ordusuna, Hindistan’da Hindistan ordusuna yaptıramadıklarını, bir avuç solcu piç Türkiye’de dört komutana yaptırmağa muvaffak olmuşlardır. Hazin olan budur.  Yirmi beş yıllık demokrasi tecrübesi taşıyan bir millete ağır gelecek olan elbette bu ! “
Darbeden bir gün sonra bun u yazmak her kişinin değil; er kişinin kậrıdır
Demirel  bunu hiç unutmadı ve hayatı boyunca Bedii Faik’i en yakın dostu telakki etti.
Bedii bey, Demirel’den  24 saat evvel hayata veda  etti.
Allah ikisine de rahmet eylesin.
DEMİREL ve İNCİ BABA
İnci baba Ankara’daki ihale mafyasının lideriydi..
İhaleye girecek müteahhitleri bir araya getirir, ihalenin müteahhitler tarafından fiyatın çok kırılarak alınmasını engellerdi.  İhaleyi kimin kazanacağı İnci babanın yazıhanesinde belirlenir, karın münasip  bir kısmı ihaleye anlaşmaya uygun olarak  yüksek fiyat verip kaybedecek müteahhitler ve İnci baba arasında paylaşılır. Senetler toplanır, kasa ve yedd- i emin İnci baba olurdu.
12 Eylül 1980 ‘de ordu idareye el koymuş,  Demirel ve diğer liderleri eşleriyle birlikte Hamzaköy’ e yollanmışlardı.  İşte o gün  İnci baba Kenan Evren’e  bir telgraf çekerek,  bu  mecburi ikamet kararını protesto etmişti..
Aradan yıllar geçmiş, yasaklar kalkmış,  Demirel 7 inci defa Başbakan olmuştu.. 
Bir yurt dışı seyahate gidecekti. Birden bire hava alanında  kendisini uğurlamaya gelen kalabalığa dönüp,   “İnci baba buraya gel !” diye seslenmişti.
Yanına gelen ve elini öpen İnci babanın koluna girerek  foto muhabirlerine poz vermişti.  Sonra  gazetecilere dönerek,“ Biz Hamzaköy’e gönderilirken, bu olaya  demokrasi adına  Milli Güvenlik Konseyi’ne telgraf çekerek itiraz eden sayın  İnci babayı görmezden gelirsem, kendime saygım azalırdı” demişti.
Her ikisi de rahmetli oldu.

4 Haziran 2015 Perşembe

BU SEÇİM (!) ADİL DEĞİL! ÜSTELİK GİDİŞAT ŞAİBELİ; Mustafa Nevruz SINACI

BU SEÇİM (!) ADİL DEĞİL!
ÜSTELİK GİDİŞAT ŞAİBELİ
Mustafa Nevruz SINACI
Milletten özellikle gizlenen bir hakikat olması nedeniyle; Şurası mutlaka bilinmelidir ki, Osmanlı Devleti’nde yapılan bütün seçimler ile Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 5 Haziran 1946’ya kadar vaki seçimlerin tamamı iki derecelidir. Sistemin esası: Cumhuriyetten önce, tıpkı bu gün Amerika’daki uygulama gibi; Birinci derece seçimde, sınırlı sayıda seçmen ile aday, ‘hiçbir aracı ve etki unsuru olmaksızın’ yargı gözetiminde karşı karşıya gelir. Sadece bir asil ve bir yedek delege için “daraltılmış birim alan çerçevesinde” seçim yapılır. Sistemde her 500 seçmen, adeta yüz yüze gelerek bizzat delege adaylarını belirler ve sonuçta 1 asıl (bir yedek) delege seçilerek ilk aşama tamamlanır. İkinci derecede: (ABD örneğinde olduğu gibi) Kendi aralarından (veya Osmanlıda Ehli Vukuf bir seçici kurul tarafından) vekil tespiti yoluna gidilerek seçimler tamamlanır ve her derece/düzey seçim bu delegeler arasından yapılır.    
Cumhuriyetten sonra uygulanan iki dereceli sistem ise, İslâm’da Devlet İdaresi’ne dair kaynaklarda öngörülen (Medeni Siyaset) sistemindeki ‘şûra usulünü’ andırmaktadır. Özellikle Mustafa Kemal Atatürk zamanında; Önce vilâyet halkı kendi aralarından emin/âlim, mutemet, akil ve mütekâmil zevatı belirler. Bir nevi, ön seçimle belirlenen isimler Ankara’ya bildirilir; Ankara, önerilen isimler arasından seçim/tespit ve vekil atama işlemini yapardı. Bu uygulama çok mükemmel bir sistem idi; Bilhassa Atatürk döneminde, dünyanın en kaliteli, onur-erdem ve sorumluluk sahibi Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti nezdinde kurulurdu.
Eğer dikkatlice bir gözlem, inceleme ve araştırma yapılırsa görülecektir ki:, 11 Kasım 1938 karşı devriminden itibaren meclise dâhil edilenler ile 27 Mayıs 1960’tan sonra gelenler arasında: Hırsızlık, yolsuzluk, iş takipçiliği, afyon-esrar kaçakçılığı, rüşvet-iltimas, ayırma ve kayırma suçluları ile anarşi-terör, tedhiş dâhil olmak üzere aşağı-yukarı her mazarrattan zanlı, mücrim, sabıkalı ve dahi mahkûm bulmak mümkündür. Ama Atatürk ile tarihi ve kadim D.P.  dönemlerinde böyle yaygın, salgın bir yüz karası, utanç mahlûkatı çok nadirdendir.
Literatürde II. Cumhuriyet denilen 1938 – 1950 döneminde yaşanan bozulum, istismar ve deformasyonun sebebi CHP ve İsmet İnönü’dür. Eylem bazında: 150’likler denilen “vatana ihanet suçundan” vatandaşlıktan atılmışların affı; Atatürk kadrolarının Ordu ile Kamu Kurum ve kuruluşlarından tasfiyesi; Hain başı Mustafa Suphi’den intikal “kadrocu ve aydınlıkçıların” devlet görevlerine alınması; Yolsuzluk, ayırma-kayırma, gasp ve hırsızlıkların yoğunlaşması!.      
5 Haziran 1946’ya kadar inanılmaz bir başıbozukluk, kitlesel tek parti sömürüsü, sulta, cunta ve diktatörlük hüküm sürer. Fakat tarihi-kadim Demokrat Parti’nin kurulması ile bozuk düzene “DUR” deme yürekliliği baş gösterir. Halk Partisi paniğe kapılır ve saltanatını garanti etmek için bir takım acil kararlar alır. Bunları derhal kanunlaştırır. Kısaca ve öz olarak:  
Önce 1945’de, tek partili cunta ve diktatörlükten, çok partili demokratik sisteme adım atılmasına ve bir “deneme yapılmasına” karar verilir. Her ne kadar ortada bir “Siyasi Partiler Kanunu” yoksa da, Cemiyetler Kanununa göre faaliyet gösteren bir takım teşekküller vardır. Halk Fırkasındaki derin ayrışma ve kurmayların terki sonucu, 07 Ocak 1946 da, demokrasinin lokomotifi Demokrat Parti kurulur. Aslında iliklerine kadar demokrasi karşıtı, fakat kendisine verilen rol icabı “Cumhuriyetin kurucusu, koruyucusu ve demokrasi yanlısı” görünmeye özen gösteren malum fırka, çok acele bir seçim kanunu çıkartır. 5 Haziran 1946 tarihli bu kanunla, iki dereceli seçim sistemi sona erdirilir ve yerine “Açık Oy – Gizli Sayım” usulüne dayalı çok rezil bir “seçim düzeni” getirilerek; Kanunun tartışılmasına bile imkân tanımadan 21 Temmuz 1946 tarihinde genel milletvekili seçiminin “ani ve baskın” biçimde ifa ve icrası kararlaştırılır.
Netice malum. Cumhuriyet tarihine geçen en kara leke ve tiksindirici bir utanç vakıası.
MAKUS TALİH TEKRARLANMAK MI İSTENİYOR?..       
Aslında bu ne ilk ve ne de son olacağa benzer. Hani 1946’da, “Türkiye’ye çok partili sistemi getirdi” dedikleri, Cumhuriyet düşmanı bir politik organizasyon; Demokrasi, adalet ve çok partili düzene geçilmesin diye “açık oy gizli sayım” usulü ile güya bir seçim yaptırmıştı. Sonra 14 Mayıs 1950’de millet iktidar oldu ve seçim mevzuatındaki bütün pislikleri temizledi.
Aslında, ismiyle müsemma olmadığı sonradan anlaşılan Adalet-Kalkınma Partisinden de aynı beklenti vardı. Maalesef beklenen olmadı. Barajın kaldırılması; Hazine soygununun iptali; Dar bölgeli, iki dereceli ve milli delege sistemine dayalı “namuslu, dürüst, demokrat” seçim usulü ikame edilerek halkın ‘kendi vekilini bizzat seçmesi’ sağlanacaktı. Olmadı!
Üstüne üstlük: Konya Milletvekili Atilla Kart, 1.06.2015 günlü Basın duyurusunda: “12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ve 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde; seçim suçu işledikleri sabit kişiler hakkında 2586 soruşturma açıldığını, bu soruşturmalarda yargılanan zanlı sayısının On-Bin dolayında olduğunu; Ancak, Temmuz 2012’de AKP eliyle gece yarısı çıkartılan bir düzenlemeyle bu suçluların örtülü olarak affedildiğini!.. Sonuçta yargılama dosyalarının AKP tarafından düşürüldüğünü” açıklayınca ortalık iyice karıştı.
Bu karmaşa içinde, 25. dönem genel parlamenter seçimlerinin yapılacağı gün geldi çattı ve 07 Haziran çok az kaldı. Adına parti denen fakat “kitle partisi olmakla hiçbir ilgisi, alâkası bulunmayan” teşekküllerden seçime katılma şansı elde edenlerin tanıtım, ses kirliliği, beyin yıkama, kafa ütüleme ve propaganda yarışı hızlandı. Radyo, gazete, TV ekranlarından yayılan ses kirliliği, cadde ve sokakları dolduran el ilânı ve afiş çirkinliği; Hoparlörlerle çok yüksek frekanslarda yapılan yalan bombardımanı ile kulaklara verilen zarar. Hâsılı medeni, çevreye saygılı olmaktan uzak, insanlık dışı, dayatma ve ilkel bir seçim rezaleti yaşanıyor. 
HAZİNE YARDIMI KEPAZELİĞİ
Bu panayır keşmekeşinin sebebi: Halkın rıza ve muvafakatine aykırı olarak, kesinlikle objektif norm ve adil kriterlere dayanmaksızın alınan/verilen “hazine ulufesi”. Bu haksız ve haram parayı alan partiler, adeta çılgın mirasyediler gibi bol keseden atıyor, işitsel ve görsel medyayı hovardaca kullanıyorlar. Buna mukabil, asgari % 3 oyu alamayan veya % 10 barajını aşamadıkları için “tüyü bitmemiş yetimin hakkından” nemalanamayan diğerleri lâf salatası yapamıyor. Hatıra binaen listeledikleri “fedakâr adaylarını” ekranlarda dolaştıramıyor, çarşaf çarşaf ilan veremiyorlar. Çok yoğun masraf ve fuzuli israf, bol avanta ve peşkeş gerektirdiği için de açık hava toplantıları, konvoy şovları ve miting yapamıyorlar.
ÇOK ADALETSİZ BİR YARIŞ
Bir taraf, millet razı olmadığı halde, devletten cebren, hile ve desise ile hortumladığı haram para ile seçim sefahatı yaparken; Diğer taraf parasızlık ve imkânsızlıktan kırılıyor ve seçim sefaleti içinde kıvranıyor. Şöyle bakıldığında: Önce parti sahipleri, sulta-cunta, vesayet ya da velâyet unsurlarınca yapılan aday atama işlemi!; Azıcık olsun, kanunda öngörülmesine ve fırsat verilmesine rağmen, “aday belirleme konusunda seçmene söz hakkı tanınmaması”; İmkân, kaynak ve eşitliğe bütünüyle ters adaletsizlikler; Sandık güvenliği konusunda duyulan büyük kaygılar; Fuat Avni nam bir eşhas tarafından ısrarla yayılan 7 milyon oy’un çalınacağı söylentisi; YSK tarafından kullanılan “Elektronik Seçim Programı” SEÇSİS’e karşı duyulan derin şüphe, alabildiğine güvensizlik, korku-endişe ve kuşku; Haksızlığı vicdanları sızlatan ve 1983’e kadar hiç uygulanmamış, “millet iradesine karşı ipotek misali konulmuş” % 10’luk seçim barajı; Bunların tamamı vesayet, emanetçilik, sulta ve cunta icadı haksızlık. Hukuksuz, etik, saydam ve adil olmayan ahlâksız zorbalık, diretme ve dayatmalar.
Sözde “millet iradesini, devlet idaresine taşıyacağı” iddia olunan bu yarışın aktörleri, argümanları ve elemanları arasında millet iradesi yok. Adalet, hakkaniyet, eşitlik ve hukuk desen hak getire! Bu nedenle şimdilerde sıkça dile getirilen 21 Temmuz 1946 günlü 8. dönem parlamenter seçimi, bu melânet yüz karası, kalleşlik ve komedinin düzenbazlıkları, sahtekârlık ve alçaklıkları akıllara geliyor. İnsanlar birbirlerine: Neden? Öyleyse, siyasi partiler ve seçim kanunları bu güne kadar düzeltilmedi? diye, derin bir hayret, merak ve taaccüple soruyorlar…
İşte bu gerilim, güvensizlik, baskı, dayatma ve korkularla süren bir seçim sathı maili!.. 
Adalet mi bu? Hukuk bunun neresinde? Devleti vekâleten üstlenecek, “Hak ve halk adına” yürütecek olan “Millet iradesi” bu yaman çelişkiler içinde mi tecelli edecek. Büyük bir demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk ayıbı bu!.. Ya vaktiyle Demokrat Parti’nin yaptığı gibi, partilere kesinlikle hazineden para verilmemeli, siyasi şirket eğilimi önlenerek “parti içi demokrasi ve kitle partisi özelliği zorunlu kılınmalı” ve şimdilerde “hazine yardımı” namıyla yapılan bu hortumlama, olabildiğince objektif, adaletli ve “aidat veren, gerçek, sorumlu, aktif üye sayısına endeksli” hakkaniyetli ilkele, norm ve kriterlere bağlanmalıdır.
Bu insanlık dışı, adaletsiz ve haksız uygulama çok ayıp ve iğrenç. Dolayısıyla, haksız edinimlerle elde edilen oylar da helâl değil, haram, hayırsız, onursuz, umursuz; Kamu vicdanı yönünden şaibeli, meşruiyeti tartışmalı, haksız kazanılmış ve gerçekte geçersiz oylardır.  
DEMOKRASİ BUNUN NERESİNDE?
Birileri, bütün beyan, ilân, bildiri ve çağrılarında durmadan Demokrasi, İnsan hakları, Hak, Adalet ve hukuktan bahsediyor. Oysa en başta yaptıkları seçim adil değil. Cumhuriyetin başı durum ve konumundaki zatın, seçimlere paralel biçimde ve muhtelif açılış bahaneleri ile meydanlara çıkması etik değil. Demokrat Parti zihniyetine göre “eşit şartlar, eşit imkânlar ve saydam kaynaklarla” yapılması halinde seçimlerde “millet iradesi” tecelli edebilir. Aksi halde bu sulta, cunta ve nihayet emanet, vesayet unsurlarının kirli oyunlarından ileri geçemez. Peki, gösterin bakalım. Şu seçim sathı mailinin neresinde adalet?, Neresinde insan hakları, hukuk, eşitlik, eşit şartlarda yarı ve demokrasi var?.
TABANA VURMUŞ SİYASET VE SEÇİM VAADLERİ
Geleneğe göre: Adalet timsali, devlet idaresinde millet iradesinin mutlak tecelli biçimi ve bütün usul ve uygulamaları ile fazilet olarak kabul edilen siyaset; Asla yolsuzluk, haksızlık ve kanunsuzlukla birlikte anılamayacak kadar yücedir. Amma lâkin, günümüzdeki çirkinliğin esas sebebi: 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra siyaset kirlenmiş, kalite taban yapmış, Politik-ACI’lar en alt düzeylere inmiş ve adeta bir yalancılar ve talancılar mesleği haline getirilmiştir. Bu Türk milletine hakarettir. Ayıptır, utanç ve hicap vericidir. Siyaset derhal temizlenmelidir.
SEÇMEN ŞUNU BİLMELİ Kİ
Adeta bir açık artırımla, birbirleri ile kıyasıya yarışarak, taklitçilikle siyaset yapanlar; Propaganda araçlarından ses; Mesnetsiz iddialar ve bu saçma iddiaların yer aldığı broşürlerle bilgi ve çevre kirliliğine yol açan politikacıların “millet iradesi, devlet idaresi, dürüst siyaset ve demokrasi ile her hangi bir ilgileri alâkaları yok. Üstelik bunların % 99’u önseçim ile değil sulta, cunta, vesayet ve emanetçi ataması ile oralarda fink atıyor. Seçmen şunu bilmelidir: Bu seçimler kaderdir. Ülkemizin geleceğidir. Asıl olan: Bilgi, birikim, inanç, azim, irade, sağlam karakter sahibi; Namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu, insan hakları adalet ve demokrasiye saygılı insanların seçilmesidir. Bu nevi insanlar ise ancak “helâl oylarla” seçilir.
ŞİMDİ OY’LARA VE SANDIKLARA SAHİP ÇIKMA ZAMANI
Son olarak tekrar etmekte yarar var. Bu seçimlerde özellikle muhalefet ve seçmenlerin çok büyük bir kesimi; Seçim sonrası oylarımız ve sandıklara bir şey olur mu?, endişesi içinde. Daha önceki seçimlerde bu tür iddiaların gerçekleşmiş olması ve bir şekilde seçim sonuçlarını etkilemesi seçmenlere ‘şimdi oylara ve sandıklara sahip çıkma zamanı’ dedirtiyor. Dahası her gün yapılan anketlere göre iktidar partisindeki oy erimesi iktidarı çıldırtıyor. Halkın korku ve endişesi “AK Parti kaybetmemek için her şeyi yapabilir. Geçmişte de oy hırsızlıkları olmuştu. Bu kez, herkesin daha dikkatli hareket etmesi gerekiyor” şeklinde. Bu nedenle ve haklı olarak: “Oyuna ve sandığa sahip çık” kampanyaları yapılıyor. Daha önceleri yapılan sahtekârlıklar ve oy hileleri bir, bir açıklanıyor, seçmen uyarılıyor ve aydınlatılıyor. Oy çalınmaması ve sandık güvenliği için “teknik yol ve yöntemler” hakkında bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor.
NETİCEDE: Çağdaş, lâik ve demokratik bir hukuk devletinde seçimlere hile, desise ve şaibe bulaşması; Oy ve sandık çalınmasından, elektrik kesintisinden korkulması, çok utanç vericidir. Bundan iktidar partisi, hükümet ve YSK sorumludur. Bu rezilliğin, savunulacak bir yanı olamaz. Zira bunu Türkiye aşmış olmalıydı. Ayrıca: Seçim suçluları ile bu tiksinç, iğrenç ve insanlık düşmanı suçluları himaye edenler; Hukuk içinde hesap vermeye mecburdur. Aksi takdirde sadece “seçimlerin meşruiyeti" değil; Seçilenlerin de meşruiyeti yok hükmünde olur.