10 Kasım 2018 Cumartesi

"HASTALIĞI DOĞRU TEŞHİS EDİP TEDAVİYE BAŞLAYAN DOKTOR: ATATÜRK" PROF. DR. SADIK K. TURAL

"HASTALIĞI DOĞRU TEŞHİS EDİP TEDAVİYE BAŞLAYAN DOKTOR: ATATÜRK"
PROF. DR. SADIK K. TURAL

I
İnsan ruh adlı bilinmez ve tanımlanmaz elektrik gibi bir enerjiden oluşan bir varlık alanı ilebeden denilen beş duyu ile bilinebilen diğer varlık alanından oluşan bir bütünlük.
Ölümsüz sayılan “ruh” bilinmezler alanı olmaya devam ediyor.

Beden farklı yapılı ve işlevli hücrelerden oluşan bir bütünlüktür. Beden hücrelerin her birinin içindeki mikro işlemcilerin henüz çok küçük bir kısmı tanınıp tanımlanabilmiş bulunan yüksek bilgi ile oluşturulmuş bir sistem.

Beden/vücut denilen özel sistemin herhangi bir hücre veya hücre grubundaki işlev azalması veya işlevsizlik yüzünden oluşan durumlara hastalık/sayrılık deniliyor.

İnsan yanlış karar ve yanlış tercihlerinin göstergesi olan eğilim ve ısrarlarının sonucunda oluşabilen beden ve/veya ruh hastalıklarıyla boğuşuyor. Hastalıkların bazıları tamamen tedavi edilebiliyor bazıları kalıcı etki bırakarak giderilir iken bazıları ise ölümcül olabiliyor.

Hastalık/sayrılık hallerinde hekime gitmek gerek. Hekim hem öncekilerin öğrenip naklettiği hem kendi tecrübeleri sonucunda kazandığı bilgi birikimiyle hastalığa öncelikle “doğru teşhis koyan” ve sonra da “tedavi işlemleri”ne başlayan insan. Şarlatan olduğu halde adı veya unvanı hekim olana değil bilgi ve birikiminden teşhis ve tedavisinden şüphe edilmeyen cesaretsizlik göstermeyen işinin ehli güvenilir hekime gidilmeli. Bilgisi ve birikimi başarısı ve şöhreti kibre veya tüccarlığa dönüşmemiş hekim... İnsandaki hastalığı doğru teşhis ve tedavi etmeyi mesleğinin tek hedefi sayan hikmeti öğrenme sevdalısı hekim. Bu yüzden Türkler eskiden ‘Hekimlik ve askerlik bir meslek değil bir yaşama tarzıdır. ’ derlermiş.

Hekim hastayı dikkatle muayene edip “durum tespiti” anlamında “sağlıksızlığın hangi organlarda” olduğunu tanımlar teşhis eder... Ondan sonra da bilinen yöntem ve ilaçlarla “tedavi”başlar... Bu tedavinin hastaya vereceği sıkıntı ayrı bir konudur. Hastanın hekime kendini teslim ettiği verilen tedaviye ilişkin uygulama ve ilaçları yüksünmeden gizli ve açık biçimde engellemeden kabullenip gereğini yaptığı hallerde sonuç büyük ölçüde olumludur; doğru teşhis ve mümkün olabilen tedavinin sonunda hasta ya şifâ ya iyileşme/salah ya da tedaviye devam ederek ömrü sürdürme kararlarından biri ile hayatına devam eder.

I I
İnsan toplulukları da birçok bakımdan beden denilen organizmaya benzerler. Her hücre bir ailedir ve onun çekirdeğinde insanlar bulunur. Bu hücrelerin ilişki kurarak ve etkileşerek oluşturduğu yapıların bir kısmı dâimi bir kısmı ise geçicidir. Aile hem varlık oluşturan hücrelerin karşılığı olan hem de ruh denilen tanımlanamaz enerjiyi temsil eden bir yapıdır. Ailelerin enerjileri birleşerek hem millî benlik ve kimliği hem de toplam enerji veya sinerji denilebilen millî ruh’u oluşturuyor.

Aile denen sosyo-kültürel hücreyi oluşturan insandaki atomik-kuantik işlev bozuklukları toplulukları ve toplumları hastalandıran etkenlerin birisidir. Topluluklardaki ve onların nitelik ve nicelik toplamı sayılagelen toplumlardaki çözülmelerin kırılmaların iki temel sebebi vardır: Birincisi ailenin ikincisi ise o “toplum”u yöneten ‘kişi ve kurumlarda’ var olması elzem sayılan işlevlerinden birinin/birkaçının hastalanmışlığıdır.

Hastalığı ya bilge siyaset idare ve askerlik alanının öne çıkan şahsiyetleri veya bilginler ya da devlet adlı yüksek örgütlenme organları teşhis ve tedavi eder.

Bir toplumun benzeşirliğini ve biraradalığını artırmasını siyasî iktisadî ve kültürel istikrarını korumasını bağımsız bir yapı olarak devamını sağlayan örgütlenmeye devlet denilir. Devlet toplumdaki kişi aile ve toplulukların hem birbirleriyle hem yetkili yönetim temsilcileriyle ilişkilerinde asayişsizlik emniyetsizlik adaletsizlik haksızlık ile karşılaşmaması için gereğini yapan güç ve örgütlenme bütünüdür. Devlet üretim ve tüketim sağlık ve eğitim kavramlarına giren alanlarda her bireyin sağlıklı ve iyi vatandaş olmasını sağlayıcı hukuk düzeni başta olmak üzere kurumlar kuruluşlar oluşturur. Devlet iç ve dış düşmanları karşısında hem gücünü ve itibarını korumak hem de bağımsızlığını sürdürmek için özenli dikkatli bilgili ve bilinçli yapılanmalar göstermek zorunda olan çok yanlı ve yönlü bir örgütlenme türüdür.

Devlet hukukun üstünlüğü ve uygulamada tavizsizliği ölçüsünde yönettikleriyle bütünleşir istikrar sağlar. Devletin millî nitelikli donanımlı güçlü bir ordu ile çağdaş ve nitelikli bir eğitim sistemi oluşturamadığı geliştiremediği durumlarda en geç üç kuşak sonra çözülme yıkılma ile karşılaşılır.

Devletler farklı rejimlerle varlığını sürdürür. Erk denilen yönetim gücünün oluşum ve işleyişini sağlayan tercihler yetkiler ve kurumlaşmalar toplamına rejim denilir. Bir kişi veya sülaleye halkın kaderini bırakan mutlakıyet rejimli devletler giderek azalıyor. Rejimler toplumun dilek ve isteklerini dikkate alan vekil/temsilci unvan ve işlevli kimselerden oluşan keneş kurultay meclis kamutay şûra parlamento kongre adlı yasama ile yürütmeyi denetleme görevini üstlenen bir organ ile adaleti sağlayan bağımsız hukuk organlarının işleyişiyle biçimleniyor. Gerek meclisin gerekse hukukun esas aldığı değer ile yetki bakımından en üstte olan makam ve kişilere tanınan haklar rejimdenilen biçimlenmenin niteliğini/adını belirler. Bu nitelikler “anayasa” denilen metinlerle ortaya konulur.

Osmanlı Devleti teb’ası/reayası saydığı halkıyla kendi arasındaki uzaklıklı mutlak otoriteli yapısını yaklaşık 450 yıl sürdürmüştür. Büyük çoğunluğu Türk olan sessiz yığınların mahallî yöneticilerin ceberrutluğu ve asayişsizlik ile adaletsizliği yüzünden Devlet’e kırgınlığı hattâ küskünlüğü sonucunda celâlî isyanları (iç terör denebilir) baş göstermiştir. Devlet’in içeride güç ve itibar yitirmesinin açık göstergelerinden biri bu başkaldırılar olmuştur. Bunun yanında savaşlardaki ağır yenilgiler ve toprak kayıpları... Kutsal olan her ögeyi (Kur’ân hadis mezhep tarîk cami v.b) kendi güç ve iktidarı için kullanan cahil halkın inançlarını sömüren Osmanlı Sarayı ve yandaşları yok oluş sürecine girmişlerdi. Avrupa’daki bilim ve teknolojik gelişmeye uzmanlaşmaya karşı ilgisizliği benimseyen hilâfet cilalı saltanat kabuktaki kısmı pörsümüş içi çürümüş bir yapıya dönüşmüştü. Bu gerçekleri gören düvel-i muazzama bir yandan maraza çıkarıp sömürü için yeni imkânlar koparmış diğer yandan da bünyemizdeki gayri müslimler içinden buldukları bazı nankör gözü dönmüşleri ihanet şebekelerine dönüştürmüştür.

Devlet 1820-1920 yılları arasında yüksek örgütlenme modeli olma özelliklerinin tamamını kaybederek hızla yok oluşa doğru gitmiştir. Durumun vehâmetini bir “durum tespiti” ile ortaya koyma ”teşhis” ve “tedavi” denemeleri yerleşik tabuların hilafet cilalı Saltanatın direnişleri yüzünden hem etkisiz hem sonuçsuz kalmıştır.

I I I
Karlofça Anlaşması ile başlayan işlev bozukluğuna bağlı siyasî idarî askerî ve iktisadî hastalanmalar ilk olarak 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla devamında Kırım Harbi de denilen1853-1856 Osmanlı Rus Savaşıyla reddedilmez şiddette ortaya çıkmıştır. Ardından Osmanlı maliyesi çökmüştür. 1855-1875 yılları arasında Sultanın ailesinin ve yandaşlarının Devlet adına alınan borç paralarla har vurup harman savurmaları lüks hayat ve ihtişam göstergesi olan saray kasr köşk ve giyim kuşam ile tefriş hastalığı sonucunda Devlet iflasın eşiğine gelmiştir. Bu harcamaların yabancılardan alınan borç paralar ile yapıldığını özellikle vurgulayalım.

93 Harbi de denilen 1877-78 Osmanlı Rus harbinin sonunda galip Rus ordusu Saray’a bir saat mesafede durmuştur. Tam bir hezimet anlaşması olan Ayastefanos (bugünkü Yeşilköy) ateşkes ahitnâmesi Sultan II. Abdülhamid’e imzalattırılmıştır. Asıl anlaşma 13 Temmuz 1878’de Berlin’de imzalanmıştır. Şu ağır şartları taşıyan bu “Muahede” çok önemlidir: Trakya’mız ve Balkanlar’ımız Bulgaristan Prensliği Makedonya ve Doğu Rumeliolarak üçe ayrıldı. Kars Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakıldı. Ayrıca Osmanlı Devleti Rus Çarlığına 803.000 Frank ödemeyi de kabul etti. Ermeni gailesi bu anlaşma ile Osmanlı’nın iç sorunu olmaktan çıkıp emperyalizmin Türklük aleyhine kullandığı bir araç olma sürecine girdi. Rus Çarı Nikola “Osmanlı Devleti ağır hastadır bizler gereğini yapmalıyız. ” demişti... Çarın teşhisi incitici aşağılayıcı fakat -mâalesef- dosdoğru bir“durum tespiti” idi.

Devlet borçları o ölçüde idi ki yerli Rum Ermeni Süryani Musevi alacaklılar edepsizliği ele aldılar: Başta İngiliz ve Fransız olmak üzere yabancı banker ve tüccarlar da yerli tüccar ve bankerler de “borç/deyn” tahsili konusunda bir çözüm üreterek Devlet’in önüne koydular. 1879’daki ilk‘sözleşme’den sonra Osmanlı Devleti 3 Ekim 1880’de alacaklılar ile boynu bükükçe bir toplantı yaptı. Aralık 1881’deki ünlü “Muharrem Kararnamesi” ile borçlar yönetimi de kurumlaşmış oldu. Adı: Devlet-i Osmâniye Vâridât-ı Muhassasa İdaresi (Osmanlı Devletinin Devlet Gelirlerinin Yönetimi) kısaca Duyûn-ı Umûmiye olan bu örgüt hem ekonomiyi hem de siyaseti sömürüp çökerten önemli bir hastalık merkezi mikrop yuvası idi. 1912 yılında Duyûn-ı Umûmiye idaresinde çalışan memur sayısı 8931 iken Osmanlı Maliye Nezareti’ndeki memur sayısı: 5472 idi. [1]

Bir yandan Duyûn-ı Umûmiye’nin ‘çok askeriniz var’ dayatmaları diğer yandan Sultan II.Abdülhamid’in muhalifleri konusundaki vesveseli tutumu sonunda orduda “Tensikat”(Azaltma) yapılmıştır. Ordudan atılanlar Sultan’ın muhalifleri ile işbirliği yapmışlardı. Sultan II.Abdülhamid’in “Tensikat-ı Askeriye” kararnâmesi ile ordudan atılan ”Tensikzedeler” 1909 sonrasında affedilip bir kısmına görev verilmiştir. Bir başka önemli dönüşüm de İttihad ve Terakki tarafından “Tasfiye-i Ruteb”(Rütbelerin düzeltilmesi) kanunu ile ordudaki “alaylı” subaylar uzaklaştırılmış; bir ve/veya iki rütbe indirilmiş -bazılarının rütbesinin yükseltilmiş- bulunmasıdır. Bu uygulama 31 Mart Vak’asının sebeplerinden biri olmuştur. [2] Ordunun içindeki siyasî erk’in ortağı olma sevdasına bağlı gruplaşmalar yanlış kararları çoğaltmıştır. Yanlış karar ve uygulamalardan biri başarılı subaylardan bir kısmı ile Balkanlardaki bazı birliklerin Yemen’deki ayaklanmayı bastırmak için gönderilmiş olmasıdır...

Arkasından Balkan Bozgunu... Ordunun milletin bozgunu... Ardından Birinci Cihan Harbi. İki cephedeki “zafer” nitelikli muharebeler yanında bütün cephelerde hezimetle kaybedilen savaşın ardından önce Mondros Ateşkes (Mütâreke) Anlaşması sonra idam kararı işlevini taşıyan Sevr Muahedesi... Sevr metnini okumadan devlet yöneten yüksek bürokratlara ve siyasetçilere bu ayıplarından dolayı gülmekten başka ne yapılabilir?[3]

I V
30 Ekim 1918 tarihinde imzalamaya icbar olunan Mondros Ateşkes (Mütâreke) anlaşması ile ordumuz yenilmiş teslim olmuş sayıldı. Barış adına ‘analar ağlamasın’ diyerek bu ön anlaşma imzalanınca İngiliz Fransız ve İtalyanlar İstanbul’u işgal etmişlerdi. Hemen her ilde ve bir takım kazalarda bir takım ve/veya bölük büyüklüğünde İngiliz ve/veya Fransız –bazı yerlerde her ikisi aynı anda- askerî birlikleriyle işgal başlatılmıştır. Ardından da Yunanlılar...

Bu ağır işgal ve esaret tablosunun oluşmaya başlaması sırasında Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919 gününe kadar İstanbul’da birçok kimseyle görüşmüştü. [4] Mustafa Kemal Paşa Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de yasak ettiği ”ye’s/umutsuzluk”un herkesi teslim aldığını fark edip göstermelik bir görevle Anadolu’ya geçip önce Amasya’da “MİLLET”i göreve çağırmıştı.

Ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri... Mandacılar İngiliz Muhipleri Fransızperesler karşısında Türklüğe dayanan Kemal Paşa.

Ordu yok silah yok para yok... Merhum Börekçizade Rifat gibi Merhum müftü Vehbi Efendi gibi İslâm’ı Arap milliyetçiliğiyle eşitlemeyenlerle yola çıkıp inanç baronlarının tökezletme çalışmalarına azınlıkların ve azınlık ruhluların engellemelerine rağmen “yok”lara aldırış etmeden Türk Ruhu’nu harekete geçiren ihtilalci...

57 yıllık hayatının “yaklaşık 29 yılını (1893-1922) askerî okullar ve kıt’alar ile fiilen cephelerde savaşarak geçiren” [5] bir askerî lider. On beş yıla yakın bir zaman da devlet başkanlığı.

Allah’ımız Firavun’un karşısındaki Musa’ya “Korkma” demişti. Allah’ım Türklüğün millîDNA’sına da şu emri kaydettirmiş olmalı: “Şehit veya gazi olmaktan korkma. Umutsuzluk ve esirlik sana haram imanlı hücrelerinin mücâdelesiyle kazandığın istiklâl ve hürriyet sana helaldir. ” Bu emrin gereği olan askerî siyasî idarî ve iktisadî savaşlarda milletine önderlik eden muzaffer başkomutan önder başöğretmen.

Saltanat ve hilafet kamburlarından bizi kurtaran millî hâkimiyetin de her tür inancın da milletin hür iradesiyle biçimlenmesinin temelini atan büyük devrimci cerrah.

V
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919-15 Ekim 1927 yılları arasındaki olayları Büyük Nutuk adlı kitapta belgeleriyle ortaya koydu. Büyük Nutuk’ ta 266 vesika ile haritalar ve krokiler vardır. Onun “teşhis” ve “tedavi” anlayışını dünyanın sayılı devrimci siyasal ve sosyal hekimlerinden olduğunu kavrayabilmek için Büyük Nutuk ’un “umûmî vaziyet” ile anlamlı tespit ve yorumların yer aldığı ilk elli sayfasını okumak yeterlidir. Son 70 yılda DEVLETin üst mevkilerinde görev alanların bu kitabı okumamış olmaktan doğan cehaletlerinin tarihe karşı haksızlık etmelerine sebep olduğu açıkca görülüyor. Aydın olan yetki kullanan her vatandaşımız Büyük Nutuk’u okursa Türklük hangi tehdit ve tehlikeler açık ve örtülü taciz ve tecavüzlere maruz kalmış ve Kemal Paşa bunları nasıl yok etmiş daha yakından bilecek bilinçlenecektir.

“Atalarımın ruhu beni vazifeye davet ediyordu” diyerek hakkındaki idam fermanına aldırmayan özgüven duygusu yüksek Mustafa Kemal Paşa...

Amasya Ta’mimi adlı ihtilal beyannamesini yayınlayan önce Millî Meclis’i ardından Millî Mücadele’yi oluşturup işleten Orhun Anıtlarındaki büyük çığlık gibi milletin ”kendisine dönmesini” isteyen Avrupalılık değil Batılılaşma değil çağdaşlaşmayı esas alan vizyonu modernite olan devlet adamı. Bedeni emeği inancı sömürülen sosyal ve kültürel örgüsü çözülmüş yoksul ve yoksun halkı“kul” olmaktan çıkarmak; toplulukları şartlandıran ön yargılarından kurtarmak... Geçici tedbir ıslah ve tanzimler yerine hastalığı tam teşhis eden “salah”ı sağlayıcı inkılâbı yapan dâhi önder. Fikrî siyasî şarlatan “Efruz Bey” tiplilere sıkıyı görünce yer altına akan anut ham yobaz tiplilere rağmen Türk inkılâbını başlatmış demokrasi denemelerine girişmiş lider... Cephelerden tanıdığı milletini Tekâlif-i Milliye Emirleri ile “Millî mükellefiyet” seferberliğine çağıran ihtilâlci. [6] M. K. Atatürk ideal ve ideoloji dünyaya bakış ve dünya görüşü kavramlarının merkezine ‘millî benlik’ ‘millî kimlik’‘millî şuur’ ‘millî hâkimiyet’ kavramlarını yerleştiren bilge önder bilinçli lider.

Halkın dilek istek ve ihtiyaçlarına kulak tıkayan bencil bir merkezî yönetim ile onun her anlamda benzeri ve taklitçisi taşradaki temsilci yöneticiler... Yoksul yorgun on yıllık savaşlar yüzünden yaşama sevincini kaybetmiş bezgin ürettiğini tüketmekten başka gücü ve imkânı olmayan büyük çoğunluk... Bilim ve teknolojinin ışığından habersiz; modern imkânlardan uzak bir köylü ve kasabalı yığını. Örgün eğitim ve öğretimle tanışmamış kadının da hukukî hakkı olmadığına şartlandırılmış sağlık hizmetlerini mutlu azınlığın tanıdığı bir sosyal kültürel ve iktisadî hastalıklar ülkesi... Başta bu hastalıklar olmak üzere Türklüğü ve vatandaşlığı bilinçli bir aitliğe dönüştürmeyi engelleyen birçok musibete teşhis koyup tedavi programlarını başlatan hekim...

M. K. Atatürk kapitalist emperyalizme de komünist emperyalizme de geçit vermeyen; Bedevî-Vehhâbi Müslümanlığı yerine büyük Türk müctehidi Mâtûridi’nin aklı öne alan görüşlerini laik hukuk olarak rejimleştiren; İslâm’ı Arap kültürüyle eşitleyen “hilâfet”le de tapulayan çarpıklığı giderme adımını atan sosyo-politik sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik teşhis ve tedavi konusunda bilgili bilinçli bir hekim. O’nun nasıl bir cerrah olduğunu anlayan öncelikle İngiliz ve Fransız istihbaratçı asker ve diplomatları ile siyasetçileri. [7]

Her liderin kıskançlık ve/veya yeterince anlaşılmamaktan doğan muhalifleri bulunabilir. Farklı düşünmek başka ısrarlı bir şekilde karşıda bulunmak başkadır. [8]

Aralarında her zaman samimi bir dostluk bulunan “kardeşim” dediği Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’ya II. Dünya Savaşı’nın teşhisini yapan da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. [9]

Her ülkede özellikle Doğu’lu toplumlarda siyasî erk anlamındaki hâkimiyet/egemenlik nasıl kurumlaşmış olursa olsun o erk odağını kendi çıkarları yönünde biçimlendirmekte ısrarlı olan ticaret ve inanç odakları hattâ suç örgütleri Devletin örtülü ortağı olurlar. Toplulukların duygularını istismar eden sömüren bu odaklar çok ısrarlı ve kılık değiştiricidir. Millî eğitim ve bilinçlenmenin yaygınlığı ve çokluğu millî egemenlik ve bağımsızlığın teminatıdır. Halkın elinden millî hâkimiyeti almak millî benlik ve kimliğe dayanan hukuku işletmez kılmak isteyenlerin ısrarcı inadını biliyordu; O’nun 1923 yılında söylediği bütün zamanlara ulaşan şu veciz çığlığını tekrarlayalım:

“Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının ruhu millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız şartsız hâkimiyetidir. Bir milletin hâkimiyetini anlayabilmesi ve onu emniyetle koruyabilmesi bir takım husûsî vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin ki siyasî terbiyesinde ictimâî terbiyesinde vatan sevgisinde noksan vardır öyle bir millet hâkimiyetini lüzûmu derecede kuvvetle elinde tutamaz. ”

Her vatandaş başka bir millete bağlılık duygu ve düşüncesi taşımamak; Türklük şemsiyesine bunun gereği ortak paydaya bilinçle sahip çıkmak bu ölçülerle modernitenin imkânlarından yararlanmak zorundadır. Atatürk şehirleşme sanayileşme bilim ışığının önde olması millî benlik ve kimliğine dayanarak yerli ve millî üretimi artırma moderniteyi paylaşma anlayışını ülküleştiren ve ilkeleştiren bilgili kararlı fikrî siyasî lider. [10]

“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen fikren fiilen bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki millî benliğine sahip çıkmayan milletler başka milletlerin avı olur. ” düsturunun anlamını milletine benimseten ataların ruhunu tarihin ruhunu toprağın ruhunu benliğinde yankılatmış olan millî ve milletlerarası boyutlarıyla Cumhuriyet’in kurucusu büyük Türk lideri...

Sekseninci ölüm yıl dönümünde Allah’ıma yakarıyorum:

Allah’ım Libya’da Çanakkale’de İstiklâl Harbi’nde canını ortaya koyan gazilerin ve şehitlerin ruhlarına ve onların komutanları olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhuna Rahmet et… Âmin.

[1]Bilgisine başvurduğum Prof. Dr. Mehmet Akif Tural’a anlattıkları için teşekkür ediyorum.
[2]Prof. Dr. Mehmet Akif Tural’a bu bilgiler için de alenen teşekkür ediyorum.
[3]İbrahim Sadi Öztürk Sevr Anlaşması (Tam Metin- Mondros ve Lozan Ekleriyle) Ank. 2007.
[4] İsmet Görgülü Atatürk’ün Anıları 5. bs. Ank. 2013;
[5] Hikmet Özdemir Atatürk’ün hayatının-ki bu ibâre Özdemir’e aittir- 19 Mayıs 1919’danöncesini ana nirengiler sonrasını da neredeyse günbegün anlatan bir kitap hazırlıyor. 2018 Haziranı’nda kitabın ‘yaklaşık sekiz yüz sayfayı bulduğunu her bilgiyi çeşitli kaynaklardan kontrol ederek yazmaya çalıştığını’ anlattı. Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in bu kitabı başarıyla hazırlayabileceğine ve bir eksiği gidereceğine inanıyorum. Kitabın 2019 yılıMayıs’ına kadar bütünüyle tamamlanmış olarak vitrinlere çıkmasını bekleyenlerdenim. Bu vesileyle tekrarlayayım ki Atatürk’ün biyografisini yazmaya kalkanlar Ş. S. Aydemir’in Tek Adam kitabı ile F. R. Atay’ın Çankaya’sında 10 Kasım 1938’den önceki 19 ayın eksik oluşunu dikkate alarak Hasan Rıza Soyak Ali Fuat Cebesoy ve Afet İnan’ın hatırat nitelikli kitaplarına- bunlar 1950-60 arasında basılmıştır- bakmalıdır; bir de Sherrill ve Melzig’in kitaplarına.
[6]Bu konu için Doç. Dr. Serap Taşdemir’in Prof. Dr. Mehmet Akif Tural ile yaptığı ve Bizim Ayvalık Dergisinin Ağustos-Eylül 2018 sayısında yayınlanan mülâkatın okunmasını dilerim.
[7]O’nun liderliğini 1918-1938 arasında doğru anlayanların büyük çoğunluğu yabancılar.ABD’nin Ankara’da 1932-1933 yılları arasında büyükelçilik yapmış bir general var: Sherrill... O’nun Türkiye’yi ilgilendiren iki kitabından biri devrinin üç büyük siyasetçi devlet başkanını karşılaştırdığı Üç Adam Atatürk- Roosevelt- Mussolini adlı kitap. Sherrill’in kitapları başka dillerde de yayınlandığı için çok önemli. Doğru bilgi içinBüyük Nutuk ve Salahi R. Sonyel’in Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki Eylemleri (1995) ile Hasan Rıza Soyak’ın Hatıralar (1955) adlı eserleri okunmalıdır. Bu üç temel kitabı okumadan konuşanları ALLAH hakkı için ciddiye almayınız. General Sherrill Üç Adam Atatürk- Roosevelt- Mussolini İstanbul 1937; Charles H. Sherrill Mustafa Kemal’in Bana Anlattıkları İstanbul 2007; Charles H. Sherrill Bir Amerikan Büyükelçisinin Gözünden: Gazi Mustafa Kemal İstanbul 2017; Merhum S. R. Sonyel’in Gizli Belgelerde Mustafa Kemal Vahidettin ve Kurtuluş Savaşı(2007) adlı kitabı ile Kaygılı Yıllar: Gizli Belgelerle Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası (1918-1923) adlı (2012) eserleri de okunmalıdır.
[8]Atatürk’ün yaptıklarının arkasındaki ülküleri ve ilkeleri anlamak isteyenler merhum Sadık Perinçek’in başlattığı Kaynak Yayınları adına Şûle Perinçek’in tamamladığı 33 ciltlikAtatürk’ünBütün Eserleri adlı külliyata bakmalıdırlar. Cumhuriyet tarihçisi Hasan Cicioğlu Hoca’dan 2002’dedüzenlediğimiz “Yetmiş beşinci Yılında Büyük Nutuk’u Anlayarak Okumak” konulu” “bilgi şöleni”mizde Atatürk’ün muhalifleri ve muhalefet gerekçeleri konusunda bir bildiri sunmasını istemiştim; hazırladığı metin dinlenilmiş kitaba da almıştık. Sayın Cicioğlu 5. ve 6. UluslararasıAtatürk Kongresi sırasında da diğer iki bildiriyi sunmuştu; onları bir kitapta toplamış: Bk. Doç. Dr. Hasan Cicioğlu Atatürk’ün Büyük Nutuk’ta Adları Geçen Muhalifleri Muhalefet Gerekçeleri Atatürk’ün Cevabı Gazimağusa 2016.
[9]Atatürk 1938’de Dolmabahçe’de doktorların müşahadesi altındadır. Sevdiklerinin ziyaret taleplerini -doktorlara rağmen- kabul etmektedir. Onlardan biri Ali Fuat Cebesoy’dur. Gazi Paşa’nın Allah’ın lütfu olan zekâsının derecesini gösteren dünya siyasetini doğru okumanın örneği olan tespit ve yorumlarını belgelendiren Cebesoy’a anlattığı teşhisi şöyle:”Fuat Paşa pek yakında dünyanın vaziyeti Mütâreke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci bir büyük harp karşısında kalacağız. Dünyaya hâkim olan milletleri idare edenlerin arasında maatessüf birinci derecede devlet adamı çıkmıyor. (Hitler ve Mussolini’yi kasdederek)Avrupa’da bir kaç maceraperest Almanya ve İtalya’nın başında cebren bulunuyorlar. (. ) Bu İkinci Umûmi Harp beni yatakta kımıldayamayacak bir halde yakalayacak olursa memleketin hâli ne olacaktır?” Bk. A. F. Cebesoy Siyasî Hatıralar II. Kısım İst. 1960 s. 252; İkinci Dünya Savaşı’nın 70. yılında Mehmet Arif Demirer analitik bakış açısıyla oluşturduğu iki ayrı kitap yayınladı. Atatürk’ün tam isabetli öngörüleri için bk. M. A. Demirer İnönü’den İkinci Dünya Savaşı Ank. 2016 s. 348-355.
[10]Suna Kili Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli 10. bs. 2006; Sinan Meydan Yüzyılın Kitabı Yüzyılın Lideri İst. 2018 adlı eserler ile Peyami Safa’nın 90 yıl önce yazdığıTürk İnkılabına Bakışlar adlı kitapta konuya ilişkin bilgiler vardır. Bk. Mehmet Aksoy’un (“79. Ölüm Yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk Üzerine Sadık Tural ile Röportaj”) Serap Taşdemir’in (“Tarihçinin Baktığı Pencereden”) Halil Özcan’ın(“Okunuşunun 90. Yılında NUTUK Etrafında Sorular”) Halil Gür’ün (“TV Dizilerindeki Tarih Düşmanlığı Üzerine Sadık Kemal Tural İle Röportaj”) yönelttikleri sorular ve cevaplar için bkz. S. K. T. Sorulara Cevaplar -I – 6. bs. Ank. Ekim 2018.

2 Kasım 2018 Cuma

KİRLİ OYUN, KALLEŞLİK VE HAİN TUZAK (I)., İHANETİN SECERESİ; DEŞİFRE VE KODLARI (II)., GAFLET, DALÂLET VE HIYANET (III)., PERİNÇEK'İN ÖZERKLİK PROGRAMI: DEMOKRATİK FEDERAL EMEKÇİ CUMHURİYETİ., GAFLET, DALALET VE HIYANET (IV).., Mustafa Nevruz SINACI (İlk Yayın Tarihi-Ankara: 21 MART 2013 Perşembe/Gazeteler)


KİRLİ OYUN, KALLEŞLİK VE HAİN TUZAK (I)
Mustafa Nevruz SINACI

Tarih boyunca, düşman tarafından, alnından vurulmuş bir Türk görülmemiştir.
Türk’e düşmanlık edecek kadar alçak; Medeniyet, adalet ahlâkı, hakkaniyet, huzur ve hukuk yoksunu cani, gaflet, dalâlet ve hıyanetle malul sömürgeci zalimler, O’nu daima kalleşçe ve sırtından vurarak hançerlemişlerdir. Daha açık bir deyimle: Türk Milletinin düşmanları asla dürüst ve mert değil; “ekmeğini yiyip, kuyusunu kazan, tuzak kurup gözünü oyan cinsinden” olabildiğince kancık, din tüccarı, siyaset simsarı, imansız ve kalleştirler.
Bu nedenle atalarımız, “Sinsi, alçak- dessas ve kalleş dostlarımız olacağına, dürüst ve mert düşmanlarımız olsun daha evlâdır” diyerek; Asırlardır maruz kaldıkları gizli kalleşlik, dış güdümlü isyan, işbirlikçilik, iki yüzlülük ve menfur ihanetleri hayıfla dile getirmişlerdir. Dâhili ve harici bedhahlara dikkat çekmek için kullanılan “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” Ata Sözü de bunu en iyi ve en bariz şekilde kanıtlar mahiyettedir.
Dolayısıyla AtaTürk’ün: (tam ve orijinal haliyle) “Türk demek: Türk’çe konuşmak, Türk’çe düşünmek ve Türk’çe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene.” vecizesi, bu anlam ve bağlamda “daima akılda tutulması, icabına uyulması ve her ne pahasına olursa olsun mutlak surette gereğinin yapılması zorunlu” bir emir, emanet ve vasiyettir. Keza, bu vasiyete uymak ve kıskançlıkla uygulamak meşru bir hak; Karşı olan, karşı koyan ve bu umdeye gizli yahut açık muhalefetle hayat hakkı tanımak istemeyenlerle kıyasıya mücadele de “meşru müdafaa” dır.
Aksi takdirde Necip Türk Milleti ve ebed-müddet Türk Devleti’nin; Damarlarında kirli kan ve irin taşıyan güdümlü haymatlos, etki ajanı, dönme, devşirme, koza ve necis kriptolarca her daim melhus bir tuzağa düşülmesi mümkün ve mukadderdir. Bu nedenle her Türk ve “namuslu dürüst bütün Türk vatandaşları” daima müteyakkız ve uyanık olmak zorunda ve durumundadırlar.
ANADOLU ŞUURU VE KAHPELİK OYUNU..
Yarım asır önce başkaldırıp, günümüzde “hükümeti”, eşkıya ile istişare etmeye, anlaşma, uzlaşma masasına oturmaya mecbur edecek şantajlara başvuracak kadar şımaran, başıboş kalan, pervasızlaşan ve güdüldükleri AB domuzlarının pompaladıkları gazla iyice azgınlaşan ihanetin Anadolu halkı nicedir farkında. Vatan toprağının, devlet umuru, gücü ve servetinin özelleştirme dâhil, pek çok menfur pazarlık, derin gaflet, dalalet, kirli oyun ve hıyanetler sonucu ayağının altından kaydırılmakta olduğunu da bilmekte. Bıçağın kemiğe dayandığını da; Fırtınanın, adına utanmadan “ulusal medya” dedikleri paçavralar, inlek ve ilenmekler (radyo-tv) ile “kitle partisi” sahtekârlığı, üçkâğıtçılık ve nitelikli dolandırıcılık, yalan-talanla sürdürülen cunta-sulta tarafından ‘bir kaşık suda fırtına’ tarzı çıkartıldığının da pek alâ farkında. Anadolu ihanetten gafil değil.
Dahası, artık millet; Dünyanın en pahalı “fahiş” petrol ürünü (benzin vb) satışı, doğalgaz, elektrik, ekmek, su ve telekominikasyon üzerinden oynanan oyun ve haksız sağlanan çok yüksek rantları; Kısa sürede ‘yürü ya kul’ hitabına muhatap, cemaatin lûtfuna mazhar koyu partizanlığı; Ve esasta bu hovardalık, şımarıklık, haddini bilmezlik ve önü alınamayan yolsuzluklar yüzünden eşkıya ile “paylaşma” pazarlıklarına yanaşıldığını (hattâ oturulduğunu) da Anadolu insanı çok iyi biliyor. Bu elim felâketi; 27 Mayıs 1960’la başlayan “ikinci karşı devrim” (İsmet İnönü’nün bir vakitler vaat ve taahhüt ettiği söylenen İngiliz Milletler Topluluğuna biat) ve Amerika’ya teslim sürecinde Demirel, Türkeş, Ecevit, Erbakan, Çiller, Baykal, Yılmaz ve diğerlerinin hazırladığının farkında ve bilincinde. Gidin bakın, kulak misafiri olun, konuşturun dinleyin: Anadolu Kürt’leri; “Bizim kimseyle bir sorunumuz yok, halimizden memnunuz. Türk-Kürt kardeş, pkk Ermeni dölü, kahpe ve kalleştir. Hainler, zalimlar ve bölücüler bizi istismar ve rencide etmesin” diyorlar…
BU DA ŞİMDİ BİLİNDİ!..
Tıpkı hayırsız ve uğursuz AB süreci gibi, yıllardır oynanan bu kirli oyun sahnesinde de; devlete karşı suçu sabit.; Kürt ve insanlık düşmanlığı ile Ermeni dönmesi Artin olduğu subut, seri cinayetlerle maruf, vatana ihanetten hükümlü, azılı bebek katili bir mahkûma, gidecek ve pazarlık edecek kadar oyuna gelen, aldanan, alçalan, (belki de terörle işbirliği halinde olan) bir zihniyetin karanlık yüzü, kirli ilişkileri ve gizemli geçmişi araştırıldığında, ortaya çok acı, hain ve menfur bir tablo çıkmaktadır. İşte enteresan bir örnek, üstelik şimdi onlar “ulusalcı” takılıyorlar!…
***
İHANETİN SECERESİ; DEŞİFRE VE KODLARI (II)
Mustafa Nevruz SINACI

Doğu Perinçek'in Sosyalist partisi ve 2000’e Doğru dergisi pkk'yı nasıl destekledi: (*)
“Perinçek, Bekaa'ya iki kez gidip Apo'ya gül vermişti. Geçtiğimiz günlerde Perinçek'in BDP milletvekili Sırrı Sakık'la rakı içerken çekilmiş resmi de yayınladı. Resimle ilgili Sakık şu açıklamayı yaptı: "Evet biz Doğu bey ile sıkça bir araya gelirdik. Bizim arkadaşımız. Perinçek bizim partiye gelirdi, biz de onun partisine giderdik. Zaman zaman birlikte yemek yerdik…”
Sırrı Sakık devamla: “Görüş alışverişinde bulunurduk. Doğu Perinçek benim sevdiğim, beğendiğim bir siyasetçidir." Terör örgütü’nün yan kuruluşu DTK'nın hazırladığı "Demokratik Özerklik" taslağı Türkiye’de büyük tepki topladı. Türkiye'nin açıkça Türk ve Kürtleri federal yönetimine dönüştüren taslak pek çok Türk'ün "insaf, bölücülük bu kadar da mı azgınlaşır” demesine neden oldu. Ancak taslağı okuduğumuz zaman, biz Türksolu olarak pek şaşırmadık. Çünkü bu talepleri daha önce savunan birini biliyoruz: D. Perinçek. Evet, DTK'nın ve BDP'nin bugünlerde büyük tartışma yaratan "Demokratik Özerklik" taslağı, yıllar önce Doğu Perinçek tarafından dile getiriliyordu. Üstelik çok daha "ileri" taleplerle... Sene 1991. Türkiye'de bir genel seçim yapılıyor. Seçimde PKK'nın yasal partisi HEP ile ittifak kurmuş, mecliste grup kurmaya çalışıyor. Perinçek liderliğindeki Sosyalist Parti (SP) ise seçime katılan diğer 5 partiden biri.
O yıllarda Perinçek'in çıkardığı derginin adı 2000'e Doğru. O dönem bölücülük bugünkü gibi serbest değildi. PKK'nın yasal propaganda olanakları son derece sınırlıydı. İşte 2000'e Doğru ve Sosyalist Parti, bu konularda PKK'nın ihtiyaçlarını karşılıyordu. Örneğin SP'nin düzenlediği mitingler PKK'lıların boy gösterdiği, sloganlarını attığı eylemlere dönüşüyordu. Nitekim, SP o dönemde güneydoğunun pek çok ilinde binlerce kişinin katılımıyla mitingler yapmış ama seçimlerde toplam 100.000 oy anca alabilmişti. Yani mitinglerine katılan insan sayısının 10'da birinden bile az oy alarak dünya siyaset tarihine geçmeyi başarmış biridir Perinçek!
Bu garip durum bile SP mitinglerinin PKK destekli eylemler olduğunun göstergesi. PKK'lılar, SP'nin mitinglerine katıldı ama seçimlerde SHP-HEP ittifakına oy topladı. Böylece Perinçek "binde iki"lik kara yazgısından o seçimde de kurtulamadı. 2000'e Doğru ise o dönem Kürtçülüğün önde giden yayın organıydı. Derginin en önemli misyonu pek çok bölücü firkin ilk kez ortaya konduğu yayın organı olmasıydı. Örneğin, Türkiye'deki 47 etnik grubun haritaları ek olarak veriliyor, Kürtçü, Ermenici tezler manşetlerden savunuluyordu. Ayrıca hemen her sayıda PKK liderleriyle röportajlar yer alıyor, "PKK Ordulaşıyor" gibi kapaklarla PKK'nın güçlendiği propagandası yapılıyor, "Ordu orman yakıyor" gibi manşetlerle ise Türk Ordusu'nun PKK'ya karşı mücadele azmi baltalanmaya çalışılıyordu. Kısacası bugün Zaman'dan Taraf'a, Radikal'den Milliyet'e basınımızın yürüttüğü Ordu düşmanı, bölücülük yanlısı, PKK sempatizanı yayını o dönem tek başına 2000'e Doğru üstlenmişti.
PERİNÇEK'İN ÖZERKLİK PROGRAMI:
İşte o günlerde, yani Perinçek'in partisi SP'nin PKK'lılarla iç içe geçtiği, dergisi 2000'e Doğru'nun PKK propagandası yaptığı 1989-90-91 yıllarında, SP Kürt Sorununa Çözüm programı yayınlar. Tam ismi şöyledir: "Demokratik Federal Emekçi Cumhuriyeti." Perinçek’in programını burada ayrıntılı incelemesini yapmayacağız. (tam metin aşağıdadır) Görüleceği üzere programda Türkiye Türklerin ve Kürtlerin federal cumhuriyetine dönüştürülüyor. Bugün BDP'lilerin savunduğu o çok tepki toplayan dört temel madde Perinçek'in programında da mevcut.
1.Ayrı meclis, ayrı bayrak, ayrı milli marş; 2. Kürtçe resmi dil; 3. Yerleşim yerlerine Kürtçe isim; 4. Öz savunma gücü. Bakınız: BDP'nin fikir babası Perinçek, 20 yıl önce aynı şeyleri savunmuş...
PERİNÇEK'İN PROGRAMI BDP'NİNKİNDEN DAHA BÖLÜCÜ
Ancak Perinçek'in programında daha da bölücü maddeler var. Perinçek, "Kürt İlleri" dediği şehirlerimizde bir referandum yapılmasını ve bağımsız bir "Kürdistan" isteyenlerin de bu referandumda özgürce propaganda yapabilmesini istiyor. Zaten programının ilk maddesine de Kürtlerin isterse ayrı bir devlet kurabileceğini yazmış. BDP'liler bile bu kadar ileri gitmedi!
Tabii, bu bir süreç meselesi, BDP'liler o günlerde, bugün savundukları "demokratik özerklik” programını da dile getiremiyorlardı.
GAFLET, DALÂLET VE HIYANET (III)
Mustafa Nevruz SINACI

Türksolu’nun yıllardır yaptığı uyarıların da ne kadar haklı olduğu bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bölücülüğün tavizler vererek durdurulamayacağını defalarca kez söyledik. Ancak özellikle AKP iktidarı, taviz üstüne taviz verdi ve görüldüğü gibi BDP'liler artık açıkça özerklik isteyecek noktaya geldiler. Taviz vermeye devam edilirse bir adım daha atıp "referandum" isteyecekleri, Kürtlere ayrı devlet kurma hakkı tanınması gerektiğini söyleyecekleri ortada.
Zaten fikir babaları Perinçek de yıllar önce öyle buyurmuş...
DOĞU PERİNÇEK: "ATATÜRK MİLLİYETÇİSİ DEĞİLİM"
İlginç olan bir başka nokta ise Perinçek'in bu program nedeniyle açılan kapatma davasında Anayasa Mahkemesinde verdiği savunma. BDP'lilerin bugün söylediklerine çok benziyor. Şöyle demiş Perinçek: "Biz bastırmanın karşısındayız. Açık söyleyeyim, bastırarak bu sorunların çözülmeyeceğini bir kere daha göreceğiz. Bastırarak bu sorunlar ertelenir. Beş sene ertelersiniz, 10 sene ertelersiniz, bakın erteleyememiştir. Dersim isyanı bastırıldı, 1925'te Şeyh Sait isyanı bastırıldı, Ağrı-Zilan isyanları bastırıldı, çözüldü mü? Biz de diyoruz ki, başka bir yoldan çözelim." Ve o dönemki Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’in “Türk milliyetçiliğine karşı mısınız?" sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Türk milliyetçiliğine de karşıyız. Mecbur değilim Atatürk milliyetçisi olmaya... Partimiz milliyetçiliği bir ideoloji olarak benimsemiyor ve Türkiye'nin ihtiyaçlarına da uygun görmüyor... Atatürk milliyetçiliği bir kısmını dışlayacaktır." İşte Perinçek gerçeği. 20 yıl önce savunduklarıyla bugün BDP'nin yolunu aydınlatıyor! BDP’nin savunduğu özerkliği yıllar önce ilk Perinçek dile getirmişti:
PERİNÇEK'İN ÖZERKLİK PROGRAMI:
DEMOKRATİK FEDERAL EMEKÇİ CUMHURİYETİ

Perinçek'in dergisi 2000'e Doğru'da defalarca yayınlanan bu metin, Sosyalist Parti'nin de programında yer alıyordu. İlk olarak 1991 genel seçimleri öncesi, 15 Eylül 1991 tarihli 2000'e Doğru'da yayınlandı.
1- Kürt milleti, kendi kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterse ayrı bir devlet kurabilir. Emekçilerin çıkarı, tam hak eşitliği ve özgürlük temelinde, gönüllü birliği gerçekleştirmededir. Ayrılma hakkı gönüllü birliğin her zaman vazgeçilmez koşuludur.
2- Birlikte veya ayrı yaşamak milletlerin özgür iradelerine bağlıdır. Bu özgür iradenin ortaya konabilmesi için, Kürt illerinde referandum yapılmalıdır. Referandumda ayrılmayı savunanlar da özgürce propaganda yapabilmelidir.
3- Bugünkü tarihsel koşullarda, iki milletin emekçilerinin yararına olan çözüm, iki federe devletin eşit olarak katıldığı, demokratik federal bir cumhuriyettir. Bu federasyonda iktidar köylerden ve mahallelerden başlayarak, ilçelerde, illerde federe ve federal düzeyde demokratik seçimlerle belirlenen halk meclisleri aracılığıyla kullanılır. İlçe ve il yönetimleriyle, federal hükümetler, bu meclislerin yürütme organlarıdır meclislere karşı sorumludurlar.
4- Federal Halk Meclisi iki meclisten oluşur; Temsilciler Meclisi ve Milletler Meclisi.
Temsilciler Meclisi, belli sayıda yurttaşa bir milletvekili olmak üzere bütün yurt çapında yapılan seçimlerle belirlenir. Milletler Meclisi, her federe devletten eşit sayıda seçilmiş üyenin katılımıyla oluşur. Yasalar her iki mecliste çoğunluk oylarıyla kabul edilir. Meclislerden birinin reddettiği yasa yürürlüğe girmez. Çalışma Yasası, Ceza Yasası, Medeni Yasa, Yargı Usülleri yasaları bütün ülkede yürürlüktedir, federal organlarca kabul edilir.
5- Her federe devlette azınlıkların çoğunlukta olduğu ilçe ve illerde halk isterse bölgesel özerklik uygulanır.
6- Federal Anayasa, iki milletin ortak anayasasıdır. Her iki milletin ayrı ayrı çoğunluğu tarafından referandumla kabul edilerek yürürlüğe girer. Federe devletlerin arıca kendi anayasaları vardır. Federal Anayasa, federe cumhuriyetler tarafından benimsendiği ölçüde giderek artan unsurları kapsar.
***
GAFLET, DALALET VE HIYANET (IV)
Mustafa Nevruz SINACI

7- Federal Cumhuriyet’in bayrağı ve marşı, Türklerin ve Kürtlerin ortak bayrakları ve marşlarıdır. Ayrıca her federe devletin kendi bayrağı ve marşı vardır. Federasyonun ismi tek bir millete dayandırılmaz.
8- Yurt savunması, savaş ve barış sorunları, uluslararası ilişkilerde temsil, anlaşmaları yapmak, federal organların yetkisindedir.
9- Her federe devlet, yabancı devletlerle ticari ve kültürel alanlarda doğrudan ilişkiler kurabilir, konsolosluklar açabilir.
10- Her yönetim kademesinde iktidar, bütünüyle halk meclislerinde ve bu meclislere karşı sorumlu olan yerel yönetimlerdedir. Bu yönetim sistemi dışında, merkezi idarenin atadığı valilikler, kaymakamlıklar, emniyet ve jandarma örgütü kaldırılır. Bu demokratik yönetim sistemi, aynı zamanda milli eşitlik ve özgürlüğü de güvence altına alır. Yerel güvenlik örgütleri, yerel meclislere sorumlu olan yerel yönetimlerin emrindedir. Köy güvenlik örgütleri, yerel meclislere sorumlu olan yerel yönetimlerin emrindedir. Köy güvenlik örgütleri, köy gençlerinden oluşur ve köy kurullarının emrindedir.
11- Ulusal ve toplumsal gelişme yanında kardeşliğin de önünde engel oluşturan toprak ağalığı, aşiret reisliği ve her türlü ortaçağ ilişkisi köylülerin seferber edilmesine dayanan ve köylü komitelerinin önderlik ettiği bir toprak reformuyla kaldırılır. Federal cumhuriyet, piyasa ekonomisinin derinleştirdiği bölgeler arası eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için, ekonomik bakımdan geri bölgelerin yatırım paylarını artırır. Böylece birliğin ekonomik temelini geliştirir ve pekiştirir. Ekonomide tek bir federal istatistik sistemi uygulanır.
12- Her milletin, milli ve dini azınlıkların, dillerini ve kültürlerini geliştirme, siyasal çalışma ve örgütlenme hakları ve özgürlükleri güvence altındadır.
13- Resmi dil Türkçe ve Kürtçedir. Her federe cumhuriyette kendi dili esastır. Federal organların kararları iki dilde yazılır. İlkokuldan üniversiteye kadar ve bütün kültür kurumlarında, her 2 dilde eğitim-araştırma, basın-yayın, radyo-televizyon vb. iletişim olanakları gerçekleştirilir.
14- Kürtlerin demokratik kültürü, bugüne kadar uygulanan baskılara son verilmesi sayesinde özgürce serpilme olanaklarına kavuşur. İktidar organları, diğer ülkelerde bulunan Türk ve Kürtlerle demokratik kültür alışverişinin özgürce gelişmesi ve bütün dünya halklarıyla ortak enternasyonal bir kültürün renkli ve çoğulcu bir ortamda boy atması için çalışır.
15- Bütün iktidar organları, toplum hayatında ve milletler arasında sorunları zor kullanarak çözen ve şiddeti kutsayan eski kültürün bütün temelleriyle tasfiyesi ve halk içinde barışçı, insana saygılı ve şiddeti hor gören enternasyonalist bir emekçi kültürünün yayılması için çalışır. Yaşadığımız toprağın tarihini Malazgirt savaşıyla başlatan bağnaz milliyetçi kültüre ve her türden milliyetçiliğe karşı, ülkemizin tarihsel derinliklerinden bu yana çeşitli kavimlerin katkılarıyla zenginleşmiş kültür kaynaklarımızı arayan, koruyan, bu kaynaklardan beslenen, demokratik insan sever, evrensel ve enternasyonalist bir kültür geliştirilir. Ülkemizin evrensel kültür zenginliğini yansıtan yer isimlerinin değiştirilmesine son verilir, her yer bilinen ve yerleşmiş ismiyle anılır. (*)
(*) Perinçek’in dergisi 2000’e Doğru’da defalarca yayınlanan bu metin, Sosyalist Parti’nin de programında yer almakta idi. İlk olarak 1991 genel seçimleri öncesi, 15 Eylül 1991 tarihli 2000’e Doğru’da yayınlandı.
Yararlanılan kaynaklar:
1.Türk Solu Dergisi Sayı: 306, Tarih: 27.12.2010,
2. Özgür Erdem, Bdp'nin Özerklik Programının Fikir Babası Perinçek
3. 2000’e Doğru Dergisi - 15 Eylül 1991
4. Sosyalist Parti Programı (Doğu Perinçek, 1991)