25 Şubat 2023 Cumartesi

Deprem Felaketinin gerçek nedenleri ve çözüm yolları

 

DEPREM FELAKETİ,

ATATÜRKÇÜ KENT POLİTİKASI

ve AFETSİZ KENTLER MODELI

Doç.Dr.Çetin Göksu

Kent Planlama ve Güneşkentler uzm.

Konu: Deprem felaketler, Küresel Isınma ve "Afete Dayanıklı Kentler Modeli"

Doğu Anadolu Fay Hattı nerelerden geçiyor? AFAD Türkiye ...

Güneydoğuda 10 ilde meydana gelen büyük deprem felaketi, Türk Kentleşme Politikasının,  "IFLAS" ettiğini gösteriyor. Türkiye’de yapılan kentlerin, yanlış olduğunu kanıtlıyor. Yanlış politikaları ve yanlış planlama tekniklerine dayanarak yapılan kentler olduğunu gösteriyor.

DEPREMİN YARATTIĞI YIKIM ve NEDENLERİ

Şüphesiz ki bu büyük felaketin nedeni, depremden daha çok yanlış kentleşme politikasından, yanlış planlama yaklaşımlarından,   yanlış inşaat sistemlerinden kaynaklanıyor.

Bu korkunç ve korkunç olduğu kadar anlamsız kent modelinden derhal vazgeçilmelidir. Aksi takdirde, Türkiyeyi daha büyük felaketler, daha büyük yıkımlar bekliyor.

Diğer taratan, Kahraman Maraş Merkezli Güney Doğu bölgesi depreminin bölgede yarattığı felaketin sonuçları söyle özetlenebilir;

  1. Deprem Bölgede çok büyük bir “İnsanlık Dramı” yaratmıştır.
  2. Onbinlerce ölüme, yüzbinlerce yaralanmaya neden olmuştur.
  3. Bölge Ekonomisi büyük ölçüde çökmüştür.
  4. Milyonlarca insan için, barınma, beslenme, hayatta kalabilme sorunları yaratmıştır.
  5. Büyük bir iç göç hareketi başlatmıştır.
  6. Deprem felaketi, büyük bir sosyal çöküşe, toplumsal bir depresyona neden olmuştur.
  7. Deprem bir anlamda kentleri tuzla buz etmiş, ortaya çıkan kargaşa, ilerde onarılması güç toplumsal, kültürel, ekonomik ve psikolojik sorunlar yaratmıştır.

FELAKETİN NEDENLERİ

TOPLUMSAL DUYARSIZLIK.

Felaketin nedenlerinin başında, toplumsal duyarsızlık gelmektedir. Bazı dinci kesimler maalesef, doğal felaketleri Allahı takdiri olduğuna inanıyor.  Bu akil dışı yaklaşımı Türkiye'nin geleceği açısından son derece tehlikeli olabilir. Çünkü ölümlerin sebebi, doğal felaketler değil, insan eliyle yapılmış kentlerdir, binalardır. Halkımıza önemli bir görev düşüyor, seçimlerde, hurafelere inananlara degil, ehliyetli insanlara,  sağlıklı kentleri kurabilecek, partilere ve adaylara oy versinler. Çünkü her yanlış oy onlara bir felaket olarak dönebilir.

YANLIŞ PLANLAMA YÖNTEMİ

Deprem sonuçları mevcut imar planlama yaklaşımının yanlış olduğunu gösteriyor. Nitekim mevcut imar yasasına göre kurulan kentlerin, son yıllarda imar planları Kentlerde meydana gelen  doğal felaketleri önleyecek bir yaklaşım olmadığı, çok kesin biçimde ortaya çıkmıştır. Bir planlama modeli, imar yasası, çağdaş ve sağlıklı yeni bir kent yasası ile derhal değiştirilmelidir.

KENTSEL RANTLARA, SPEKÜLASYONLARA,

SOYGUNLARLARA SON VERİLMELİDİR.

Mevcut imar mevzuatı, kentlerde adeta bir soygun düzeni yaratmıştır. Rüşvet Yandaş kayırma, imara uygun olmayan alanlara imar verilmesi,  İhalelerde meydana gelen yolsuzluklar, inşaatlarda yapılan yanlışlar ve eksik kullanımlar, denetimsizlik, sağlıksız dayanıksız, kentlerin ortaya çıkarmıştır. Kentlerde meydana gelen bu soygun düzeni, aslında vahşi kapitalizmin bir sonucudur. Kesinlikle değiştirilmeli, Rüşvetler, yolsuzluklar, Yandaş kayırma dönemine son verilmelidir. Sağlıklı yapılaşmanın önü açılmalıdır.

YANLIŞ KENTLEŞME POLİTİKASI DEĞİŞMELİDİR.

Bugün Turkiyede yanlış "Kentleşme Politikası" uygulanmaktadır, Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün önderliğinde başlatılan "Dengeli Kalkınma Modeli" terkedilmiş, bunun yerine, plansız programsız, "Köyden Kente Göç" hareketi başlatılmıştır. Vahşi kapitalist sistemin ve uluslararası kartellerin beklentileri doğrultusunda teşvik edilen gelişigüzel göçler, Türkiye'nin beşeri coğrafyasını  allak bullak etmiş, aşırı büyüyen, içinde her türlü toplumsal sorunların kaynaklandığı kentler dönemini başlatmıştır. Diyebiliriz ki Türkiyenin bütün sorunları, aşırı büyüyen bu kentlerde meydana gelmiştir. İşsizlik, açlık, uyumsuzluk, terörizm, kavga, kargaşa, tecavüzler, sahtekarlık vb sorunların temelinde kentlerin,  bu aşırı ve hızlı büyümesinden kaynaklanıyor. Diğer taraftan kentler, dış odaklı finans sistemlerine bağımlı hale gelmiş, kentlerin yaşam kaynakları, yabancı güçlerin eline geçmiştir.

KENTLERİ BEKLEYEN TEHLİKELER

Kentlerdeki aşırı büyüme ve gereksiz yoğunlaşma, kentleri bir çok tehlike ile karşı karşıya getirmiştir. Bu tehlikelerin başında, depremler, seller, heyelanlar geliyor. Diğer taraftan, açlık  yoksulluk, işsizlik kentlerde yaygınlaşmış dışa bağımlılık aşırı derece atmıştır. Bir savaş tehlikesinde ya da beklendiği gibi bir "Enerji veya gıda  krizinde", kentlerin ayakta kalması mümkün görünmüyor. Savaş tehlikesinin arttığı, üçüncü dünya savaşının konuşulduğu bu günlerde,  tedbirler alınmalı, “Kendine Yeterli Kentler dönemi” derhal başlatılmalıdır.

KÜRESEL ISINMA ve KENT PLANLAMA STANDARTLARI

Küresel ısınma nedeniyle, kentlerde yaşanan felaketlerin yoğunluğu ve şiddeti artmıştır. 2000 binli yıllardan önce geliştirilen kentsel Standartları artık geçerli değildir. Bu standartlara göre yapılan planlar, iklim değişikliğinin getirdiği yeni yüklere hazır değildir. Bu nedenle, imar yasası ile birlikte kent ve yerleşim planlama standartları, küresel ısınma dikkate alınarak yeniden düzenlenmelidir.

YETERSİZ MEVZUAT,

Kentlerin yaşamla, sağlıkla, depremle, inşaatla ilgili mevzuat değişmeli yeni gelişen koşullara uygun hala getirilmeli, kentsel gelişim ve inşaat denetim sistemleri değiştirilmelidir. Kısaca diyebiliriz ki, son yıllarda hızlı gelişmeler, kentlerde Devrim yapmayı zorunlu hale getirmiş, yeni kent modellerinin, yeni planlama yöntemlerinin, yeni yönetmenliklerin geliştirilmesine şiddetle ihtiyaç vardır.

SAĞLIKLI VE SAĞLAM KENTLER

Herseyden önce insana önem veren, parayı değil, insan sağlığına, yaşamına önem ve öncelik veren, iklim değişikliği ile artan felaketlere karşı dayanıklı kentler dönemi başlatılmalıdır.

CUMHURIYET KENTLER, CUMHURIYET KÖYLER

1920 lerde kurulan Türkiye, Atatürkün önderliğinde her alanda büyük ilerlemeler yapmış, örnek ve özgün "Bağımsız Devletler Modelini" başlatmış, dünyaya örnek olmuş, birçok ülkenin bağımsızlık yolunu açmıştı. Modelin en büyük özelliği  ise, Uygarlık yolunda yaptığı hızlı ilerlemelerdir. Yabancıların, TÜRK DEVRİMİ (La Revolution Turque) dediği bu devrim, aslında dünyanın beklediği, insancıl, Doğa ile uyumlu,  yurtta dünyada barışı hedefleyen, bir "TÜRK UYGARLIK" Projesidir.

Türk  Uygarlığını gerçekleştirmek ve Cumhuriyeti sağlam temellere oturtmak için,  Kent ve Cumhuriyet Köy modelleri geliştirildi, uygulamalar başlatıldı. Daha sonra, halk evleri kurularak, "Halkla birlikte Halk için, TOPYEKÜN KALKINMA HAREKETI başlatıldı. Atatürk döneminde, Köylerde ve kentlerde başlatılan devrimler sayesinde, hem 500 milyar dolara yakın Osmanlı borcu ödendi, hem de Türkiye hızla kalkındı, dünyanın en kalkınmış on ülkesi arasında yerini aldı.

Ancak Atatürk’ün ölümünü fırsat bilen dış ve iç odaklar, Türk Devrimini durdurdular ve büyük ölçüde tasviye ettiler. Bugün Batı taklitçiliği altında ezilmiş,  spekülasyona yenik düşmüş, yabancı odaklara bağımlı hale gelmiştir. Türkiye bir an önce, Atatürk döneminde başlatılan, Güneş Uygarlığı kapsamında, çağın koşullarına uygun hale getirmelidir. Sağlıklı, afetlere dayanıklı, petrole değil Güneşe dayalı  Cumhuriyet Kentler ve Köyler dönemini yeniden başlatmalıdır.

GÜNEŞ KENTLER, SAĞLIKLI BİR YAŞAM

Güneş kentlerin en önemli özelliği, her alanda kendine yeterli olmasıdır. Sevgi odaklıdır, tecavüzlere, terörizme asla izin vermez, tüketici değil üreticidir,  açlığa, işsizliğe yer vermez, havayı, çevreyi kirletmez. Güneşkentler, geleceğin, aydınlık ve ışıklı kentleridir. kentlerde barışı sağlar. Güneş kentlerin diğer özelliği, insan yaşamına önem veren, afetlere dayanıklı kent modeli olmasıdır. Bu nedenle Güneş kentlere AFETSİZ KENTLER'de denir.

AFETSİZ KENTLER DÖNEMİ BAŞLATILMALIDIR

Türk insanı afetlerden, ölümlerden, yıkımlardan korumak isteniyorsa, derhal ve hiç vakit kaybetmeden, AFETSİZ GÜNEŞ  KENTLER DÖNEMİ  başlatılmalıdır.

AFETSİZ KENTLER NASIL GERÇEKLEŞİR?

  1. Adım, Güneş Kentler Yasası çıkarmak

Afete dayanıklı kentleri gerçekleştirmek için ilk yapılması gereken, yeni bir planlama anlayışını getirmekle başlar. İlk yapılması gereken şey, Afet bölgelerine özel, Afetlere dirençli kentler yasasının çıkarılmasıdır. Bu planlama modeli sayesinde, hem doğal, hem de bütün afetlerden etkilenmeyen kentler dönemi başlatılır.

2-Adım, AFETSİZ KENTLER STRATEJI PLANI. Depremde zarar görmüş kentler, Afetsiz "Kentler Strateji Planı" yaparak çalışmaları hemen başlatabilirler. Yeni bir plan yapmadan yapılacak hersey, spekülasyona, vurguna kapı açacak, kentlerin sağlıklı gelişmesini önleyecektir.

3-Adım. TOPYEKUN KALKINMA HAREKETINI BASLATMAK. Öncelikle yaralar sarılmalıdır. Bozulan ekonomiyi ve toplum hayatı düzeltilmelidir. Ancak bütün bunları yapabilmek için, yeni heyecanla başlayacak olan, topyekün kalkınma dönemidir. Yeni plan sayesinde, yıkılan kentlerde, bir nevi seferberlik hareketi ile, hem kısa zamanda kentin yaraları sarılacak, hem de hızlı bir kalkınma hareketi başlatılacaktır. Plansız programsız yapılan herşey, zaman ve para kaybına sebeb olur, rüşvet ve yandaş kayırma yüzünden, felaketler için ayrılan kaynaklar heba olur.

Sonuç

Türkiye bir deprem ülkesi olduğu kabul edilerek, geçmişteki felaketlerden ders alınarak, spekülasyona vurguna açık, niteliksiz,  doğal felaketlere dayanaksız, "İlkel Kentler" dönemine son verilmeli, DENGELİ KENTLESME, SAGLIKLI ve SAGLAM KENTLER dönemi derhal başlatılmalıdır.

 

Doç. Dr. Çetin Göksu

Kent Planlama ve

Güneşkentler uzm.

15 Şubat 2023 Çarşamba

Başarılı olmak elbette zordu.

 RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ:

BAŞARILI OLMAK ELBETTE ZORDU!

Dostlar, arkadaşlar, kardeşler, gerçekleri görmenin zamanı gelmedi mi?

Güneydoğuda on ilimiz yerle bir oldu. Ölenlerin sayısı her gün yıkıntılar temizlendikçe artıyor. Daha da çok artacak.

Çökük altından çıkan o minik yavruların geçirdikleri travmalar, yıllar boyu onlarla yaşayacak. 

Evladını yitiren anne ve babalar, torunlarını yitiren dedeler, evsiz, eşyasız kalan, malını mülkünü kaybeden insanlar. Bunların acısı hemen bitecek mi, bitmeyecek. 

Ölenler öldü, ancak kalanların acısı daha büyük. 

Peki doğal olarak gelen bu afete devlet olarak hazırlıklı mı idik? Başarılı bir çalışma yapılabildi mi?

Elbette çok büyük olan depremde bazı yetersizlikler oldu, olması da kaçınılmazdı.

Yandaş gazete ve televizyonları izlerseniz, çok başarılı oldu. Muhalefetin yayınlarını izlerseniz, başarısızlık çok. 

Asıl sosyal medyada Depremzedelerin sözlerine bakmak gerek. Ağlayanlar, sızlayanlar, halen çadır bulamayanlar. Demek ki bazı organizasyonlarda eksiklikler var. 

Evet alan büyük, yıkım korkunç. Her ne olursa olsun, iyi bir organize yapılamadı. Türk milleti devletine güvenir, hep devletinden yardım bekler. Devletin ulaşamadığı durumlarda halk hemen yardıma koşar ve kendisi çabasını gösterir.   Burada da öyle oldu.

Depremin olduğu 11 ilde olağanüstü hal ilan edilmesi iyi oldu. Alınan tedbirler sayesinde, soygunlar, vurgunlar, suistimaller önlenebilir. 

Şu an yardımlar toplanıyor. İnşallah gerekenlere ulaşır. 

Seçimlerin ertelenmesi isteniyor. Neden? 

Seçimler yapılmalı ve halkın iradesi ne ise ona herkes saygılı olmalı. Tamam halk kimi istiyorsa o iktidara gelir, halk ta buna saygısını gösterir, kaderini belirler. 

Sevgili dostlar, arkadaşlar, kıymetli vatandaşlar. Ülkemiz üzerinde kara bulutlar arttıkça artıyor.

Dost diye bildiğimiz Amerika'nın ve emperyalıst güçlerin neler planladıklarını sosyal medyada yayınlanan videolardan ve yazılardan izliyoruz. Bazı bilgi ve belgeleri, yapılan hareketleri, düşünülen planları incelediğimizde de, bu yargılara sahip olmamız mümkün.

Yıllar boyu Güneydoğu ile ilgili haritalar yayınlandı. İsrail'in genişleme politikaları belli.

Ukrayna savaşı nasıl çıkarıldı?

Ortadoğu'da Irak'ın bir bahane ile işgali, Libya'da Kaddafi'nin iktidarına son verilerek, sokakta linç edilmesi, Suriye hareketi. Lübnan'daki iç karışıklıklar, Afganistan'ın akibeti bunları yaşadık. Yaşıyoruz. İran'da iç karışıklık devam ediyor. Ülkemiz üzerindeki planlar hiç bitmiyor.

Neden adalara ve Yunanistan'a bu kadar Amerikan askeri ve silahları yığınak yapıldı.

Akdeniz'de harp gemileri neden geziyor?

Türkiye ve İran orta doğunun can damarlarıdır.

Bu iki ülke zayıflar, birbirleri ile de anlaşamazlar ve kavga ederlerse, batının işine çok yarar. 

Güneydoğu depreminin doğal bir afet olarak on ili kapsayan büyük ve yıkıcı depremin de durup dururken olduğu kuşkusu her geçen gün artmaktadır. Fay hattının kırılması ve son yüzyılın en büyük depreminin ülkemizde olması bir tesadüf müdür?

Allah muhafaza, bir de İstanbul'da söylendiği gibi deprem olursa, felaketlerin en büyüğü olacaktır.

Son sözüm şudur. Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur. Birlik zamanı, beraberlik zamanı. Bizler büyük devletiz. İnsanız. Müslümanız. İçimiz acır. Yardımı severiz. Bu yaraları da sarmasını biliriz.

Ancak şuna da dikkat etmek zorundayız. Antakya, yani Hatay şehri Atatürk'ün bizlere emanetidir. O şehir üzerinde çok planlar yapılıyor. Bu konuda uyanık olmak zorundayız. 

Şehir eskisinden daha güzel yeniden yapılmalı ve şu an oradan göç ederek, içerilere giden ailelerin yeniden memleketlerine dönmeleri gerek. Şehir yabancıların işgali altına girmemeli. Yerli halk çoğunlukta olmalı. Sadece Hatay'da değil, diğer tüm sınırdaki ilçelerimiz, köylerimiz ve şehirlerimizin halkı eksilmemeli, yerli halk çoğalmalı. Yoksa buralara başkaları yerleşir ve ileride, beş yıl, on yıl sonra Türkiye'nin elinden çıkabilir. Bu gerçeği de unutmamak gerek.

Depremde ölenlere Allah'tan rahmet ve geride kalanlara da sabır diler, ülkeme geçmiş olsun diyerek, siyasilerden ülkemizin geleceği ile ilgili hareketler etmelerini, iktidar partisinin de ülke yararına kararlar alarak, bir an önce umutlarımızın artması yönünde çalışmalar yapmasını arzu ederiz.

RUKİYE DEMİR

16.02.2023




10 Şubat 2023 Cuma

Ülkemiz üzerindeki kara bulutlar içimizi karartıyor.

RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ:




Sevgili okurlar bu yaşadığımız felaketler ve acılar artık dayanılmaz bir hal almaya başladı.
Bugünde C.H.P.sinin Genel Başkanlığını yapmış, güçlü bir siyasetçi olan Deniz Baykal babamızı kaybettik. 
Üzüntüm çok büyük. 
Ülkemiz üzerinde dolaşan kara bulutlar bir türlü dağılmıyor. 
Depremin acısı her gün yüreğimizi yakıyor. 
O minik yavruların deprem altından çıkarışlarına ve onların kurtarıldıktan sonraki sözlerini duyduğumuzda içimizden bir şeyler kopuyor. 
Deniz Baykal Antalya Milletvekili idi.
20 Temmuz 1938'de Antalya'da doğmuştu. 
Deniz Baykal Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirmişti. Doktorasını Siyasal Bilgiler Fakültesinde tamamlamış, ABD Colombia ve Berkeley Üniversitelerinde iki yıl süreyle doktora sonrası çalışmalarına devam etmişti. 


Siyasal Bilgiler Fakültesinde siyaset bilimi doçenti olarak öğretim üyeliği görevinde bulundu. 
Siyaset bilimi alanında kitap ve makaleler yayınladı. 15,16,18,19,20,22 ve 23 Dönemlerinde Antalya Milletvekili seçilmişti. 
Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Esbaşkanlığını yürütmüştü. 
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyeliğine seçilmişti. 37. Hükümette Maliye Bakanlığı, 42. Hükümette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 52. Hükümette Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlenmişti. 
Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcılığına da seçilmişti. 
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı görevinde bulundu. Çok iyi düzeyde İngilizce bilen Baykal, evli ve 2 çocuk babasıydı.
Deniz Baykal gençliğinde Adnan Menderes'in Kızılayda yakasına sarılması ile de bilinirdi. 
En son da şu anki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın yasağının kaldırılarak Meclise girmesini de sağlamıştı. 
Deniz Baykal'ın Hastalığı Neydi?
16 Ekim 2017'de beynindeki ana damarın tıkalı olması nedeniyle Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi'nde yoğun bakım servisinde tedavi altına alındı.
Buradaki 51 günlük tedavi sürecinin ardından, Almanya'da yaklaşık 2,5 ay fizik tedavisi gördü. 20 Mart 2018 tarihinde Türkiye'ye dönen Baykal'ın tedavisi bitmişti.
Deniz Baykal  Güneydoğu'da yaşanan ve hepimizin yüreğini sızlatan çok büyük acıların yaşandığı ve bundan sonra da yaşanacak olan olayların üzüntüsünden, kahrından vefat etti herhalde. 
Belki de, ben nasıl büyük bir hata yaptım ki siyasi yasaklı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın yasağını kaldırdım, onun milletvekili, Başbakan, Cumhurbaşkanı olmasını, sağladım. Ülkenin idaresini AK Parti'ye vererek hata mı ettim diye de üzülmüş olabilir mi? 
Sevgili okurlar, elbette çok büyük bir deprem yaşıyoruz. Hazırlıksız yakalanıldı. Depremin gücü az değil. Şu ana kadar Dünyada böyle bir deprem olmamış. 
Bu fay hattı nasıl kırıldı. Allah'ın bir gazabı mı, yoksa birileri bu fay hattının kırılmasında rol mu oynadı? Şüpheler konuşuluyor. 
Devletimiz elbette elinden gelen çabayı gösteriyor. En büyük çabayı da halkımız gösterdi ve göstermekte. 
Z Kuşağı dediğimiz gençlerin ne kadar duyarlı olduklarını gördük. Z kuşağından hayır gelmez diyenler utandı. Birçok gençlerimiz kendi çabaları ile yollara düştü ve deprem bölgesine yardım edebilmek için koşarak gittiler. 
Ancak, gelen bilgilerden, haberlerden, televizyonlardan gördüklerimiz kadarı ile bir organizasyon eksikliğini görmekteyiz. Bazı aksaklıklar oldu, oluyor da. 
Zamanla elbette acıların dindirilmesi, yaraların sarılması söz konusu olacaktır. 
Bir çok çocuk annesiz, babasız kaldı. Devletimizin bu çocuklara sahip çıkması ve onların kaçırılıp, sonucu belli olmayan yaşamlar içerisine sürüklenmesini engellemesi gerek. 
Bugün ayın 11 i. Yani Şubat 2023 ün. Halen göçük altından canlı insanlar çıkarılıyor. Büyük mucize.
İlk bir iki gün içerisinde gerçek uzman kişiler çoğunluk olarak Deprem bölgesine gönderilselerdi, demek ki bir çok kişi canlı kurtarılabilecekti.
Bazı makinaların bekletildiği ve Deprem bölgesine gönderilmediği, yardım malzemelerinin yollara saçıldığını görerek, elbette bunların sorumlularını aramakta ve sorgulamakta halk.
Gerçekler maalesef acıdır. Yüreği yanan deprem bölgesindeki halkın isyanlarını hoş görü ile karşılamak ve onlara kızmamak gerek. 
Çocuğunu, karısını, kocasını, annesini, babasını veya bir yakınını kaybeden insan elbette acılar içerisinde olur. 
Olan oldu. Yıkılan yıkıldı, ölen öldü. Şimdi en önemli husus, biran önce açılan yaraların kapanması. 
Daha da önemlisi, o bölgelerde yaşayan insanların şu an kendi bölgelerinden uzaklaşsalar da, sonradan kendi bulundukları bölgelere tekrar gitmeleri. Güneydoğu boşalırsa, o yerlere bir başkaları gelir yerleşir. İşte gelecek günlerde neler olur bilinmez. 
Çok daha önemlisi ise, bu günlerde ülkemiz üzerinde yaşayan hepimizin siyasi partiler de dahil, birlik ve beraberlik içerisinde olmamız, dış düşmanlara karşı güçlü olduğumuzu kanıtlamamız gerek. 
Devleti idare edenler de elbette insanlardır. Onlar atanırlar. Atayan kişiler atadıkları kişilerin yetersiz olduğunu gördükleri anda, o kişileri görevden almalılar. Görevini layıkıyla yapamayanlar, oturdukları koltuktan kalkmalı.
Gelecek günlerimizin iyi olması dileğiyle, sağlıcakla kalın, ölenlere rahmet, kalanlara Allah Sabır versin. Bugün vefat haberini aldığımız Deniz Baykal'a da Allahtan Rahmet diler, sevenlere de sabırlar dilerim. 
11.02.2023
RUKİYE DEMİR







8 Şubat 2023 Çarşamba

Ateş düştüğü yeri yakar.

RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ: 

Son yüzyılın en büyük felaketi.

Sevgili dostlar, bir anne olarak yüreğim sızlıyor. 

Ne büyük acı yaşanıyor. 

Annesiz, babasız kalan çocuklar.

Çocuklarını kaybeden anne ve babalar. 

Evlerini, eşyalarını kaybeden aileler. 

Yıkılan evler, can veren insanlar, yaralanan ve hayatının en büyük acısını yaşayanlar. 

Bu travmalar kolay kolay unutulacak gibi değil.

Türkiye üzerinde kara bulutlar 2023 yılı itibari ile üzerimize çöktü. 

Ben Kayseri'de çok iyi hissettim depremi. Bizim de evimizin duvarları çatladı, asansör boşluğa düştü. Ancak, ev yıkılmadı.

Güneydoğu'ya on ilimize birden vuran bu deprem, gerçekten ülkemiz için bir felaket oldu.

Televizyonlarda seyrettikçe yüreğim sızlıyor. O minik yavruların göçük altından çıkarılışları hem bizi sevindiriyor, hem de üzüyor. Seyrederken bir anne olarak gözlerim doluyor, içim kan ağlıyor. 

Soğukta bir lokma ekmek bulamadan, depremden kurtulan insanlarımızın yaşam savaşları.

Sevgili dostlar, savaşlar da böyle felakettir. Evler yıkılır, canlar alınır. 

Şu an sanki biz de savaşa girmiş gibi olduk. On ilimizin yaralarının sarılması kolay olmayacak. Çöken ekonomimiz, daha da berbat duruma düşecek.

Devletin ihalelerini alarak milyarlar kazanan müteahhitler nerede diye sormak geliyor içimden.

O yörenin binalarını yaparak para kazanan müteahhitler neredesiniz?

İş makinalarınızı neden hemen devreye sokmadınız? Göçük altında yaşam savaşı verenlerin ilk günden itibaren makinalar ile çıkarılması sağlansa idi, belki bu kadar ölüm olayı olmayacaktı!

15 milyona yakın bir nüfusu olan bölge yerle bir oldu.

Binlerce ev yıkıldı. Ölü sayısı elbette şu anki söylenen sayıda kalmayacak. Çok artacak. 

Sevgili dostlar, söylenecek çok şey var da, içimiz kan ağladığından söyleyemiyorum, yazamıyorum. 

Şu an ülkemizin yaşadığı bu felaket karşısında birliğimizi, dirliğimizi bozmamak gerek. Morallerimiz ne kadar bozulsa da, Türk milleti dayanışma içerisinde olarak Deprem bölgesine her türlü yardımı Devletimizle birlikte yapacaktır. 

Bizler dış düşmanlarımızı karşı birlik ve beraberlik içerisinde olduğumuzu bir kez daha gösterelim. 

Hepimiz, tüm Türkiye olarak elimizden gelen yardımları ve dayanışmayı sağlayarak, Güneydoğu halkımıza yardımı esirgemeyelim. 

Bu acılar elbette bir gün bitecektir, ancak, ateş düştüğü yeri yakar, bunu da unutmamak gerek.

Depremde ölenlere rahmet, sağ kalanlara sabır diler, ülkemizin bu gibi afetlere bir daha maruz kalmamasını Yüce Rabbimden dilerim. 

Rukiye Demir

08,02,2023


4 Şubat 2023 Cumartesi

Atatürk imajını yıkamayacaksınız.

 RUKİYE SULTAN DİYOR Kİ:

Sevgili okurlar, bu yazıma; Prof. Dr. Yusuf Halacoğlu Tarihçi ve Siyasal kimliği ile bilinen araştırmacı-yazardır, onun sözleri ile başlamak istedim.

Halacoğlu,  bilhassa tarihçi araştırmacılığı ile dikkati çekmektedir. Gerçek bilgi ve belgeye dayanmadan hiçbir konu hakkında konuşmaz ve yazmaz.

Aşağıda sosyal medyada paylaşılan sözleri ile yazıma başlamak istedim. Çünkü çok önemli saptamalar yapmıştır.

Ülkemizin içerisindeki vatan hainlerini  çok güzel izah etmiştir.

Halacolğlu’nun kısa ve öz saptamalarına katılmamak mümkün değil!

Ne diyor Halacoğlu:

-Atatürk imajını yıkmadan TC devletini gayri meşru ilan edemeyeceklerini biliyorlar.

-Atatürk’ü ve kurtuluş savaşını itibarsızlaştırmadan o devrin hainlerini, yani dedelerini aklayamayacaklarını da biliyorlar.

- Atatürk’e saldırmalarının asıl ve en büyük bir nedeni daha var. Türk’e ve Türk kimliğine doğrudan   saldıramadıkları için 1000  yıl sonra Türk kimliğimi getirip devletin merkezine koyan o idareye saldırıyorlar.

- Din maskesi kullanıyorlar, ama benim elimde hepsinin seceresi mevcut. Tamamı gizli Türk düşmanı ve dönme ailelerden geliyorlar.

Evet sevgili okurlar, biliyorsunuz tabelalardan TC. ler kaldırıldı. Nedeni ni kimse doğru dürüst sorgulamadı!

Türk’üm, Doğruyum diye başlayan andımız kaldırıldı okullardan. Nedenini tam manası ile sorgulayabildik mi?

Türkiye Cumhuriyeti devletinden kimler hesap sormak istiyorlar? 

Amaçları nedir?

Şöyle geçmişe doğru gittiğimizde, Osmanlı Padişahlarının kadınlarının ve saraylarına aldıkları cariyelerin kimliklerine bir baktığımızda, kaç tane Türk kadını olduğunu görürüz. 

Türk Kadınları ile evlenen Osmanlı Padişahları azınlıkta. . Çoğu yabancı kişiler ile evlenmişler.

Osmanlı’nın ilk dönemlerinde padişahların yabancı kadınlarla evlenmesinin temel nedeni devletin topraklarını korumak ya da daha da genişletmek amacını taşıyordu. Bu evliliklerin neredeyse tamamı siyasi amaçlıydı. Ama yine de padişahların evlendiği kızların çoğunluğu Türk kökenliydi. II. Selim’den önceki ilk 12 padişahın -I. Murat hariç- anneleri Türk asıllı iken, II. Selim’den başlayarak tahta geçen hiçbir padişahın annesi Türk asıllı değildir. Annesi Türk asıllı olan son padişah Kanuni Sultan Süleyman’dır.

Fatih Sultan Mehmet’in iktidarı ile haremde devşirme sistemi başladı ve bu sistem Osmanlı İmparatorluğu yıkılana kadar sürdü. Padişahlar Türk kızları ile evlenmeyi bıraktılar.

Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatı ile birlikte, eskiden tek tük olan, daha doğrusu çocuk doğduğu zaman başvurulan cariye ile evlenme yaygınlaştı; hatta tek kaynak durumuna geldi.

III. Mehmet’in annesi bir İtalyan asıllı olan Safiye Valide Sultan, anadilini unutmayan ender padişah eşlerinden biridir. Keza doğruluğu kanıtlamasa da, ilk kez 1931 tarihli Fransız “İllustration” dergisinde yer alan bir iddiaya göre II. Mahmud’un annesi Nakşidil Sultan ölüm döşeğindeyken asıl dinine dönerek Hristiyan olarak ölmek istediğini oğluna söylemiş; annesinin son arzusunu kırmak istemeyen İkinci Mahmut İstanbul’daki Capucin rahiplerinin reisi olan Aleksi d’Arras adlı bir papazı saraya davet ederek annesinin bu isteğini yerine getirmiştir.

Osmanlı Padişahları belki ülke topraklarını genişletmek veya siyasi bazı nedenlerden dolayı, ya da cariyelerin cazibelerine kapılarak, yabancı kadınlarla evlenmeyi tercih etmiş olabilirler. 

Ancak, doğurdukları çocukları ilk yetiştiren ve beyinlerini yıkayan annedir. Türk olmayan Padişah kadınları doğurdukları çocuklarını Türk düşmanı olarak eğittiler ki, 16. Yüzyıldan sonra Osmanlı’da Türk düşmanlığı gittikçe artmış ve Saray yönetiminde Türklere yer verilmemiştir. . Ya da çok az yer aldılar. Türk kelimesi ortadan kalktı.

Çocukları ilk yetiştiren ve beyinlerini yıkayan annedir. Türk olmayan Padişah kadınları doğurdukları çocukların beyinlerini Türk düşmanı olarak eğittiler ki, 16. Yüzyıldan sonra Osmanlı’da Türk düşmanlığı peyda oldu ve Saray yönetiminde Türkler yer almadı. Ya da çok az yer aldılar. Türk kelimesi ortadan kalktı.

İşte yıllar sonra Halacoğlu’nun dediği gibi Mustafa Kemal Atatürk yeni kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde Türk kimliğini ortaya çıkardı.

Şu an Türk düşmanlığını körükleyen ve yapanlar hangi tarihi okudular,  kimler tarafından eğitildiler, soyları, sopları kim? Bu düşmanca tavır ve tutumları ile amaçları nedir?

Bu güzel vatanımızı, bölme, parçalama, yok etme çabaları ile Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderine hakaret etmekle, kimlere hizmet ediyorlar? 

Allah aşkına dünyadaki devletleri inceleyin bakın. hangi ülkenin insanları devletlerini kuran liderlerine bizim ülkemizdeki hainler gibi hakaret ediyorlar?!..

Bugünleri yaşıyor isek, kimin sayesinde yaşıyoruz?

Demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti devleti Dünya devletleri içerisinde saygınlığı olan bir devlet olmasa, ülkemize her yerden bu kadar çok yabancı gelip yerleşmez, ticaret yapmaz. 

Afganistan'a, İran'a, Arap ülkelerine bizim ülkemize yerleşenler kadar, oralara gidip yerleşen dünya insanları var mı?

Ben Kafkas kartalı Şeyh Şamil’in torunu olarak, milli duygulara sahip bir Türk kadınıyım. 

Bunlar elbette benim ve benim gibi soyu, sopu  özü Türk olanları üzmekte. Şeyh Şamilin Kızlarından Rukiye fatimat dedemin annesdir.

Halacoğlu’nun söylediklerine aynen katılıyorum. 

İlk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verilmiş olan Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu’nun eserlerini okusunlar Cumhuriyet Düşmanları. Onun videolarını izlesinler. Belki gerçekleri daha iyi anlarlar. Atatürk’ün Nutkunu okusunlar.

Biz Cumhuriyet çocuklarıyız. Ülkemizi seviyoruz. Bayrağımızı, dilimizi, dinimizi seviyoruz.

Ülkemizin bölünüp, parçalanmasına, emperyalistlerin oyununa gelerek kardeşliğimizin, birliğimizin, dirliğimizin bozulmasını istemiyoruz.

Önümüzde 2023 içerisinde, Haziran veya Mayıs ayında seçim var. Bu seçimin adil bir şekilde yapılmasını ve ülkemizin geleceğinin çok daha iyi olmasını arzu etmekteyiz.

Gelecek genç neslimize Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe hitabesini hatırlatarak, herkese saygı ve sevgilerimle, her şeyin güzel olacağı dileklerimle mutlu yarınlar dilerim.

http://www.sektormedya.com.tr/ataturk-imajini-kimse-yok-edemez/

04.02.2023

RUKİYE DEMİR

 

3 Şubat 2023 Cuma

Türkiyenin yeni yüzyılı

 

Akkoyun: “Türkiye’nin yeni yüzyılı ideali bir gelecek yolculuğudur”

YENİSÖKE- Haber Merkezi  Yüzüncü yaşına ulaşan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılının şekillendirilmesi yolu “Türkiye Yüzyılı” üzerinde değerlendirm...

YENİSÖKE- Haber Merkezi 

Yüzüncü yaşına ulaşan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılının şekillendirilmesi yolu “Türkiye Yüzyılı” üzerinde değerlendirmelerden bir yenisine imza atan Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Söke İşletme Fakültesi Dekanı, Adnan Menderes Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü, İletişim Fakültesi Sinema Anabilim Dalı Başkanı, Ulusal ve Uluslararası Projeler Kurulu Başkanı, Üniversite Strateji Planlama Kurulu Üyesi Prof. Dr. Turan Akkoyun, Türk Dünyası ve Türk Kültürü yayım politikası izleyen Türkay Akademi Dergisi’nde kavrama erişim iletişimi hakkında değerlendirmelerde bulundu.

Akkoyun değerlendirmesinde “Dönemlere isimlerini veren, toplumun genelinde hassasiyet içeren kavramlar bulunmaktadır. Demokratikleşme adına şekillenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin beşinci senesinde erişilen 2023 yılının güncel ehemmiyeti ortadadır. Ulusal egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin isminin ilanının yüzüncü yılı olması sebebiyle gerek iktidar, gerekse muhalefet bu yıla hak ettiği önemi atfetmekte ve daha iyi, daha güzel, daha gelişmiş, daha farkındalıklı bir ülke yolunda yürütmek istediği projelerini ardı ardına kamuoyuyla paylaşmaktadır.

III. Binyıla ve XXI. asra postmodern darbe karanlığında dahil olan Türkiye ve Türk Milleti problemi kökünden çözüm üretmiş, milli iradenin desteğiyle yirmi yılı aşan yürüyüş, yeni bir yüzyıl ya da ikinci yüzyılı ciddi bir ayrımla girilmiştir. Kavramlar birbirine çok yakın ya da kavram örtüşür gözükse de söylemler arasında ciddi farklılıklar dikkat çekmektedir.

2022 yılı sonunda Cumhurbaşkanı yaptığı açıklamadaki “bugün sadece bir yılı bitirip, yeni bir yılı karşılamakla kalmıyor, aynı zamanda Cumhuriyetimizin ilk yüzyılını geride bırakıp yeni yüzyılına adım atacağımız bir döneme giriyoruz” ifadeleri araştırma konusunun çerçevesini çizmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin XXI. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmak üzere idrak edilen yüzüncü yılının sade kutlamalarla değil sonrası için üretilecek politikalarla şekillendirilmeye çalışıldığı da dikkatlerden kaçmamaktadır.

Yetkili ağızlardan sıklıkla ifade edildiği üzere “Türkiye’nin yeni yüzyılı ideali bir gelecek yolculuğudur. Bu yolculukta tarım, sanayi, ticaret, sağlık gibi birçok sektörü içine alan büyük bir dönüşüm gerekiyor. Bu noktada üretimi gerçekleştiren iş dünyamızın katkısı son derece önemlidir.”

Türkiye Yüzyılı vizyonunda dijital, sürdürülebilirlik, üretim, verimlilik, iletişim, kalkınma önceliklerini sıralayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Hiçbir alanı boş bırakmadan, ihmal etmeden siyasetten ekonomiye sosyal alandan teknolojiye tüm başlıklarda zirveyi hedefliyoruz” demiştir.

“Türkiye Yüzyılı” izahlarından da anlaşılacağı üzere ülkenin kalkınmasını, huzurunu, istikbalini, istikrarını simgelediği gibi devletin ürettiği politikalarla şefkati, iletişime erişelebilirliği, hakkın teslimi, toplumun gücünü, üreticiliğini, değerlerini, başarılarını, verimliliğini ortaya koymakta dijitalleşme, sanayileşme, bilim ve teknolojide sürdürülebilirliğin programını çizmektedir: Kalkınma; Huzur; İstikbal; İstikrar; Şefkat; İletişim; Haklı; Güç; Üretim; Değerler; Başarı; Dijital; Verimlilik; Barış; Bilim; Sürdürülebilirlik.

Ana hedefin gerçekleştirilebilirliği adım adım, daha küçük mesafeler ve sahalarda zaman takvimiyle kontrol edilebilecek projelere bağlıdır. Dünyayı temelinden sarsan, beşeriyeti teslim alan salgının hemen ardından yerelden evrensele yükseliş yakalama idealiyle yükselen Türkiye, cumhuriyetin yüzüncü yılını tamamlamasıyla kısa, orta ve uzun vadeli projeleri kitle iletişim araçları ile hedef kitleye aktarılmaktadır. Günlük ya da gündelik hesapların akademik hassasiyetlerin uzağında tutulmasına özen gösterilmesi uzun vadeli kazanımları artıracaktır. Hem iktidarın, hem muhalefetin söyleminde bulunan önümüzdeki asrın temel hedeflerini Türk milletinin esaslı sütunları üzerinde yükselmesine zemin hazırlayacak yerelden bölgesele, ulusaldan evrensele beşeriyete çözümler üretecektir” dedi.


Kuzey Makedonya Türkleri'nin Sosyo Kültürel Türbülansı

KUZEY MAKEDONYA TÜRKLERİNİN SOSYO KÜLTÜREL TÜRBÜLANSI

Balkanlar 1990’lardaki dağılma sürecinden sonra, ikinci büyük siyasi ve sosyal değişimi yaşıyor. AB ve NATO’nun Balkanlar politikasındaki hareketlilik, önümüzdeki beş yılda bölgenin ciddi değişimlere sahne olacağına işaret ediyor.

Balkanlar’da 1878-1879 Rus Harbi ve 1912 Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak ve nüfuz kaybı sürekli olarak devam etti. Bugün Balkan jeopolitiği bütünüyle NATO ve Avrupa Birliği’nin (AB) bir parçası hâline gelmek üzere. Yugoslavya’nın dağılma sürecinin başlarında Slovenya ve Hırvatistan’ın ardından 8 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Makedonya’da Türkler için de yeni bir dönem başlamış oldu. Türkler, bağımsızlıkla birlikte daha önce ellerinden alınan haklar noktasında umutlandılar. Siyasal, sosyal, kültürel alanda varlıklarını devam ettirebilmek için siyasi partiler ve sivil toplum alanında örgütlendiler. Kuzey Makedonya Müslüman toplumları ve Türkler birçok anlamda Balkanlar’daki diğer Müslüman topluluklara ve Türklere göre daha avantajlıydı. Bu noktada onların bu avantajlarını Osmanlı sonrası dönemde bu topraklarda bedel ödeyen öncü şahsiyetlere (Fettah Efendi, İdris Efendi, Ata Efendi ve Yücelciler hareketine) borçlu olduklarını da belirtmek gerekiyor.

Bugün Türkiye’nin 700 yıldır bölgedeki varlığının önemli bir parçası olan Arnavut, Boşnak, Rom ve Türk toplumları ile bağlarının zayıfladığı bir dönemin arifesindeyiz. Bizim Rumeli Balkanlar hikâyemiz, AB şemsiyesi altında yeni bir “Batı Balkanlar” oluşumuna dönüşürken biz bu değişime hazırlıklı mıyız?

Balkanlar 1990’lardaki dağılma sürecinden sonra, ikinci büyük siyasi ve sosyal değişimi yaşıyor. Yedi sene önce AB üyelik başvurusu yapan Bosna-Hersek, resmen AB’ye adaylık statüsü kazandı. Avrupa Konseyi Başkanlığı ile Avrupa Parlamentosu temsilcileri, Kosova vatandaşları için vizesiz seyahati düzenleyen taslak üzerinde anlaşmaya vardı. AB ve NATO’nun Balkanlar politikasındaki bu hareketlilik, önümüzdeki beş yılda bölgenin ciddi değişimlere sahne olacağına işaret ediyor.

Türkiye’nin Balkanlar politikası ise liderler ve güvenlik bürokrasisi düzeyinde çok hassas ilerlerken siyaset, kamu ve sivil toplum ayağında aynı hassasiyet ve dinamizmi göremiyoruz. Kuzey Makedonya Türk toplumu son 10 yıldır siyasi, kültürel ve sosyolojik bir türbülans içinde. NATO üyesi olan ve AB ile tam üyelik müzakerelerine Temmuz 2022’de başlayan Kuzey Makedonya’da Türk toplumunun bu süreci birlik ve beraberlik içerisinde yürütmesine katkı sağlamak gerekiyor. Zira Balkanlar’da yaşayan Türk toplumunun en önemli sorunu, İsmail Gaspıralı’nın da 100 yıl önce dillendirdiği gibi, bütüncül politik ve kültürel yoksunluğa işaret eden “dilde, fikirde, işte birlik” ideolojisinin göz ardı edilmesidir.



Bugün Makedonya Türkleri hâlihazırda üç siyasi partiye bölünmüş durumda. Bunlardan ilki Beycan İlyas yönetimindeki Türk Demokratik Partisi (TDP), ikincisi Enes İbrahim’in başında bulunduğu Türk Hareket Partisi (THP), üçüncüsü ise Erdoğan Saraç liderliğindeki Türk Millî Birlik Hareketi (TMBH).

TDP ile THP 2017 yılından bu yana Sosyal Demokratlar Birliği (SDSM) hükümetinde koalisyon ortağı. TMBH ise Makedonya Ulusal Birliği Demokratik Partisi (VMRO) ile koalisyon içinde olup muhalefette. Hükümet koalisyon ortakları olan TDP ve THP parlamentoda birer milletvekili ile temsil edilirken, bakanlıklar başta olmak üzere hükümette birçok müdürlüğe sahipler. Ancak buna rağmen Makedonya Türklerinin başta eğitim olmak üzere kültürel, sosyal, ekonomik vb. sorunları devam ediyor.



Balkanlar’daki Türk toplumunun sorunlarının çözümü siyasi partilerden geçtiği için bu partilerin her zaman gözetilip kollanması gerekiyor. Ne var ki pek çok kişi, Makedonya Türk siyasetindeki en önemli sorunun bu üç Türk siyasi parti olduğunu düşünüyor. Evet, 80.000 kişilik bir topluluk için bu önemli bir sorun olsa da Makedonya Türklerinin zihninde ve kalbindeki “bölünmüşlük” ve “güvensizlik” şüphesiz çok daha büyük bir sorun.

Altı bölgede düzenlenen seçimler ülke genelinde dağınık şekilde yaşayan Türklerin iradesini meclise ve dolayısıyla hükümete yansıtmaya imkân vermiyor. Bu durum bölünmüşlük ve güvensizlikle birleşince, ülkedeki Türklerin bir kısmı siyasetten umudunu keserek oy kullanmıyor bir kısmı da Makedon ve Arnavut partilere yöneliyor. Seçim sisteminden dolayı seçim öncesi yapılan koalisyonlarla genel seçimlere katılan Türk partileri ise ekseriyetle Makedon partileriyle koalisyon yapmayı tercih ediyor. Peki, Türk partileri Arnavut partileriyle neden hiç iş birliği yapmıyor? Bunda Makedonlara göre daha az milletvekili çıkaran Arnavut partilerin Türk partileriyle iş birliği konusunda çekimser davranması belirleyici oluyor. Bir diğer kesim ise ideolojik görüş ve çıkarlar çerçevesinde üye oldukları üç Türk partisinden birine yöneliyor. Seçim sisteminden dolayı tam olarak hesaplanamasa da yerel seçimlerin meclis üyeliği listelerinden yapılan hesaplamalar, son seçimlerde (Ekim 2021) üç Türk partisinin toplam oy oranının oldukça düşük olduğunu gösteriyor. Türk partilerinin nüfuslarına göre aldıkları oyun bu kadar düşük olmasının sebepleri ise ayrıca tartışılması gereken bir konu.



Nüfus konusu, özellikle de genç nüfusun göç etmesi konusu Kuzey Makedonya Türk toplumunun en önemli kronik sorunlarının başında geliyor. 2022 yılında yapılan sayım hayati öneme sahip olmasına rağmen Türk partilerinin sahada etkin olmamaları ve açıklanan sonuçları kabul etmiş görünmeleri, mecliste olmalarına rağmen bir kere bile bu konuyla ilgili bir basın toplantısı veya bir açıklama yapmamaları tepkilere sebep olmuş durumda. Sahadan gelen izlenim ve bilgiler, bu partilerin seçmenler nezdinde gün geçtikçe kan kaybettiğini gösteriyor. THP ve TDP’nin idari kadroları arasındaki sert ve soğuk ilişkilerin uzun zamandır bu şekilde olması, TMBH’nin yönetim kadrosunun zayıflığı, mevcut partilerin Türk toplumunun sosyoekonomik ve sosyokültürel beklentilerine cevap veremediğini açıkça gösteriyor. Türk partilerin kendi içlerinde ve birbirleriyle yaşadıkları sorunların Ankara devlet tecrübesi/aklı tarafından göz ardı edilmesi ise, telafisi zor bir duruma yol açmış görünüyor. Kuzey Makedonya Türk partilerinin Ankara’nın güvenlik bürokrasisi tarafından ciddi bir restorasyona ve rehabilitasyona ihtiyacı olduğu açıkça anlaşılıyor. Bu konunun daha fazla ihmal edilmesi durumunda, yakın zamanda Makedonya Türklerinin siyaseten Türk partilerinden uzaklaşması gibi bir tehlike söz konusu olabilir.

Bu noktada sivil toplum kuruluşlarına da bazı görevler düşüyor. Bu yapılar öncelikle akılcı stratejik planlamalarla halkın sosyokültürel ihtiyaçlarını belirleyerek bu doğrultuda projeler gerçekleştirmeli. Ankara’nın Balkan politikalarının resmî ve sivil toplumun tüm dinamikleriyle koordineli ve uyumlu bir şekilde yürütülmesi son derece önemli olmasına rağmen bu alanın yakın dönemde siyaset tarafından bir hayli ihmal edilmiş olduğu görülüyor. Bu noktada özellikle Türkleri ilgilendiren konulardaki proje ve faaliyetlerin Türkiye kurumlarının (Yunus Emre Enstitüsü, YTB, TİKA Maarif Okulları, Anadolu Ajansı, Halkbank, Balkan Üniversitesi vb.) koordinasyonu ile desteklenmesi gerekiyor. Ne var ki bugüne kadar bölgede çalışan Türkiye eksenli STK’ların yerel kurumların faaliyetlerine yeterli destek veremedikleri, toplumun ihtiyaçlarını önceleyen faaliyetleri gerçekleştirme konusunda başarılı olamadıkları gözlemleniyor. Devlet destekli iş adamlarının da sadece kendi kâr hedeflerini tutturmaya odaklanmaması, yerel kurumları güçlendirecek stratejik, ekonomik yatırımlar yapması önem arz ediyor.


Yugoslavya döneminden bugüne çok büyük bedeller ödeyerek varlığını koruyan Kuzey Makedonya’daki Türk toplumu, 1992’de Makedonya’nın bağımsızlığını kazanmasıyla anayasal olarak Makedon ve Arnavutlarla birlikte ülkenin kurucu unsurları arasında yer almıştır. Ülkede yapılan son nüfus sayımında Türk toplumunun eski oranlarda kalarak üçüncü topluluk olma özelliğini koruduğu görülmüştür. Kuzey Makedonya’da Türkler Müslüman nüfus içerisinde Arnavutlardan sonra ikinci en kalabalık grubu oluşturmaktadır; Türklerden sonra Romanlar, Torbeşler ve Boşnaklar gelmektedir.

Makedonya’daki Türk toplumu diğer Müslüman toplumlara kıyasla ülkedeki en dağınık gruptur. Ülke genelindeki Türklerin toplam nüfusu 80.000 civarındadır. Kuzey Makedonya’nın doğusunda 25.000-30.000 civarındaki Türk nüfus (Yörükler) genellikle köylerde yaşamaktadır. İştip, Köprülü (Veles), Radoviş, Koçana, Vinisa, Ustrumca, Valandova, Doyran, Gevgeli bu bölgenin önemli şehirleridir. Osmanlı’nın Balkanlar’daki mirası olan Yörük Türklerinin köylerinin isimleri de hâlen Türkçedir. Aradan geçen 600 yıla rağmen kültürlerini, dillerini ve geleneklerini yaşatmaya devam eden Yörükler, maalesef en çok unutulan toplulukların başında gelmektedir. Orta-Güney Makedonya’da ise, Pirlepe, Kırçova, Plasnitsa, Resne, Manastır gibi şehirlerde Türk nüfus vardır. Ülkenin batısında Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Vrapçişte, Debre, Merkez Jupa, Ohri ve Struga şehir ve köylerinde de Türk nüfus yaşamaktadır. Ülkede Türklerin nüfusu sınırlı olsa da Türkçenin kullanımı bir hayli yaygındır; Türk kültürünün hâkimiyeti ve tesiri asırlardır devam etmektedir.

Siyasi yapı haricinde 2002’de kurulan MATÜSİTEB (Makedonya Türk STK Birliği) ülkedeki Türk sivil toplumunun çatı örgütüdür. İlk başkanlığını yapan Sıdıka Aga’dan sonra sırasıyla Fadil Hoca, Süleyman Baki, Tahsin İbrahim ve Hüsrev Emin bu görevi ifa etmiştir. Birliğin başkanı hâlihazırda Tahsin İbrahim’dir. Türkiye ile güçlü kültürel ve siyasi ilişkilere sahip olan MATÜSİTEB TİKA, YTB, Yunus Emre Enstitüsü, Diyanet gibi kurumlarla iş birliği içindedir.

Makedonya Türk toplumu 1991’den bu yana siyasi arenadaki varlığını sürdürmektedir. İlk kurulan siyasi parti, başlangıçta birlik olarak kurulan TDP’dir. İlk başkan Avni Engüllü’den sonra Mugbil Beyzat, ardından Erdoğan Saraç partinin başına getirilmiştir. 2002’de Saraç’ın yerine Kenan Hasipi seçilmiştir. 2016’daki kongreden bu yana da TDP’nin başında Beycan İlyas bulunmaktadır. TDP en köklü parti olmasına rağmen oyları 24.000’den 12.000’e gerilemiştir; bu sonuçta yeni partilerin kurulması da etkili olmuştur.

Kuzey Makedonya Türk toplumunun siyasi arenada üç partiye bölünmesi ve bu partiler arasında iş birliğinin kurulamaması, Türklerin siyasetteki etkinliğine büyük zarar vermektedir. TDP milliyetçi-muhafazakâr, THP ulusalcı-seküler, TMBH ise milliyetçi çizgide siyaset yapmaktadır. Partiler arasındaki bu bölünmüşlük ve rekabet, Türk toplumunun Türk partilerinden ümidini kesmesine ve maalesef birçoğunun Makedon ve Arnavut partilerine kaymasına sebep olmaktadır.

Kuzey Makedonya’da Türk toplumunun oy potansiyeli 35.000-40.000 civarında olmasına rağmen Türk partileri bu pastadan 20.000 civarında oy alabilmektedir. Bu noktada Türkiye’nin siyasi alanda Türk partileri ile daha ciddi ve stratejik çalışmalar yürütmesinin önemi açıkça anlaşılmaktadır. Zira önümüzdeki süreçte Türk partilerinin oy oranlarına kıyasla Makedonya devlet bütçesinden daha fazla pay almaları, bu partilerin Türkiye ile ilişkilerinde farklı bir tutum sergilemelerine sebep olabilir. Dolayısıyla bu konu, sosyokültürel anlamda yol açabileceği riskler de hesaplanarak dikkatle ele alınmalıdır.

Kuzey Makedonya Türk Toplumunun Çözüm Bekleyen Sorunları

Son 10 yıldır Ankara’nın Kuzey Makedonya’daki Türk partileri ile arasındaki iletişim sorununun had safhada olduğunu görüyoruz. Ayrıca Türk toplumunun siyasi bölünmüşlüğü de Kuzey Makedonya Devleti nezdindeki konumunu her geçen gün zayıflatıyor. Öyle ki geçen yıl Kuzey Makedonya Türklerinin resmî bayramı olan “21 Aralık Türkçe Eğitim Bayramı” kutlamalarında bu ayrılık ve parçalanma çok bariz bir şekilde görüldü. Yıllarca MATÜSİTEB ve TİKA desteği ile yapılan programa, Türk partileri katılmadı ve her biri farklı günlerde ayrı programlar yaptı. TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un Türk partilerine olan mesafeli yaklaşımı da ilişkilerdeki sorunun ciddiyetini açıkça ortaya koydu. Bu durum Makedonya Türk toplumunda ciddi tartışmalara sebep oldu.

Bu noktada Türk kurumlarının Makedonya’daki temsilcileri arasındaki iletişim ve koordinasyon sorunundan da bahsetmek gerekiyor. Bu sorunu aşmak için öncelikle Kuzey Makedonya Türk toplumunun siyaset ve sivil toplum kurumlarında görev yapacak eğitimli ve sağduyulu kişilere olan ihtiyacının bir an önce çözülmesi gerekiyor. Türk toplumunun Kuzey Makedonya’da varlığını sürdürmesinde hayati önemi olan kurumların (siyaset, üniversite, diyanet, ticaret vb.) da stratejik bir akıl çerçevesinde yeniden yapılandırılması gerekiyor.

Bugün Kuzey Makedonya’da başta eğitim ve sağlık alanları olmak üzere devlet kurumlarında “hakça temsil” ilkesi çerçevesinde Türklerin temsil oranı %4 olması gerekirken %2 bile değil. Ayrıca ülkede içişleri, adalet, dışişleri, tarım gibi önemli bakanlıklarla emniyet, hukuk vb. kurumlarda da Türklerin üst düzey temsili maalesef yok denecek kadar az. Türk siyasi partileri, sivil toplum kurumları ve Balkan Üniversitesi gibi yapılar bu sorunların çözümü konusunda etkili olabilecekken iç çekişmelerle vakit kaybetmekte.

Türk toplumunun ekonomik alanda güçlenmesi için Türklerin ticari olarak daha aktif olması gerekiyor. Türkiyeli şirketlerin yerel Türk toplumu ile daha çok iş birliği yapması bu noktada büyük önem arz ediyor. Örneğin Halkbank, TAV, Ramstore, Cevahir, Limak gibi Türk yatırımcıları, ülke ekonomisine ciddi katkı sağlıyor. Fakat bu kurumların Kuzey Makedonya toplumunda din, dil, ırk, çok kültürlü sosyoloji gibi faktörleri göz önünde bulunduran stratejik hedeflerle hareket etmesi gerekiyor. Kuzey Makedonya’daki iki Türk üniversitesinin Türk ve Makedon toplumunun siyaset, sivil toplum, kültür ve sanat havzasına değer üreten bir misyonla çalışması gerekiyor. Ne var ki üniversitelerin mütevelli heyet üyelerinin eğitimci ve akademik yönünün güçlü olması gerekirken iş adamı profillerinin daha fazla öne çıktığı görülüyor. Özellikle Balkan Üniversitesi’nde Türkiye’den gelen öğrencilerin sayısının çokluğu, ticari kaygılarla hareket edildiği algısını güçlendirirken eğitim kalitesi konusunda ciddi soru işaretlerine sebep oluyor. Oysaki bu üniversitenin Makedon, Arnavut, Türk, Boşnak, Rom toplumları için eğitim ve akademide bir ekol oluşturması beklenirdi.

Makedonya Türklerinin eğitimdeki sıkıntılarını Anayasa Mahkemesi eski başkanı Salih Murat şu şekilde özetliyor:

“Makedon olmayan toplulukların eğitim konusunda çok fazla sorunu var. Bu sorunlar günden güne artıyor. Türklerin durumu da hiç arzu edilen bir noktada değil. Sorunu bir örnekle açıklamak istiyorum: Makedonya’da ilkokul çağında yaklaşık 14.000-15.000 Türk çocuğu var. Anayasanın garanti ettiği anadilde ilkokul ve ortaokul hakkını ise yalnızca 8.000-9.000 çocuk kullanabiliyor. Yaklaşık 5.000-6.000 Türk çocuğu ise başka dillerde eğitim görüyor. Oysaki bu çocuklara da ana dillerinde ilkokul eğitimi verilmesi durumunda 500’ün üzerinde yeni Türk öğretmene ihtiyaç duyulacak, ayrıca 10’a yakın yeni ortaokul açılması gerekecek. Akabinde bir sürü lise hocası ve daha başka Türk bürokrata ihtiyaç olacak. Sonuç olarak üniversite seviyesindeki olumsuz tablo da iyileşecek. Mevcut durumda anayasa güvencesi altında olan anadilde eğitim hakkının kullanılamaması sebebiyle 1.000’e yakın Türk’ün eğitim alanında çalışma hakkı da ellerinden alınmış oluyor. Bu madde gereği gibi uygulandığında Türklerin kamudaki temsil oranı da artacak. Bu durum başta kültür ve sanat olmak üzere diğer alanlar için de geçerli.”

Buraya kadar anlatılanlar Kuzey Makedonyalı Türklerin genel sorunlarının %1’i bile değil. Bunları daha da detaylandırmak, farklı konulardaki sıkıntılardan bahsetmek elbette mümkün. Ancak kısaca ifade edecek olursak Kuzey Makedonya’daki Türk toplumunun akademi, siyaset, sanat, bilim vb. tüm alanlarda desteklenmesi gerekiyor.

Ülkede ayrıca Yunus Emre YTB Din Ataşeliği koordinasyonunda düzenlenecek özgün yeni politikalara ihtiyaç var. Zira Makedonya İslam Birliği’nde, Makedonya’nın Arnavutlardan sonra ikinci büyük Müslüman topluluğu olan Türklerin başkanlık (riyaset), müftülük, medrese, ilahiyat fakültesi gibi kurumlarda hakça ve yeterince temsil edilmemesi önemli bir sorun.

Kuzey Makedonya Türkleri 700 yıldır kimliklerini, kültürlerini muhafaza etmek, eğitim sorunlarını çözmek, örf ve âdetlerini, millî ve manevi değerlerini korumak için büyük çaba göstermiştir. Ancak bugün Türkiye’nin bölgede faaliyet gösteren siyaset, kamu ve sivil toplum kuruluşları arasındaki ideolojik tercihler, kavgalar ve küskünlükler sebebiyle maddi manevi kayıplar yaşanmaktadır.

NATO ve AB’nin yeni Balkanlar tasarımı çerçevesinde yaşanan değişim sürecinde, Türkiye’nin de ulusal çıkarları doğrultusunda çok kültürlü, çok dinli, çok etnisiteli bu coğrafyada barışı, bir arada yaşama kültürünü vizyon edinmiş yeni bir Balkan politikası dizayn etmesi gerekiyor. Zira son beş yıldır AB ve NATO’nun Balkanlar politikasında ciddi gelişmeler yaşanıyor. Türkiye’nin de bu süreci sahada özel bir komisyonla takip etmesi, bölge dinamiklerini yeniden kurgulaması gerekiyor. Geçtiğimiz hafta İtalya Dışişleri Bakanlığı’nın ev sahipliğinde, ülkenin kuzeydoğusundaki Trieste kentinde İtalyan siyasetini ve iş dünyasını bölgeye yakınlaştırmayı hedefleyen “İtalya-Batı Balkanlar Konferansı” düzenlendi. İtalya Başbakanı Meloni’nin konferansa gönderdiği mesaj çok önemliydi. Meloni mesajında, “Avrupa’nın Balkanlar’a karşı büyük sorumluluğu var. Bu bölgenin bizim dünyamıza ve değerlerimize aidiyet duygusunu yeniden teyit etmek gerekiyor. AB’nin bu bölgeye yönelik yeni bir vizyon ortaya koyması ve Batı Balkanlar’a genişlemeyi öncelikleri arasına alması zorunludur. Kıtamızın bu stratejik kısmının, ortak Avrupa evinin dışında uzun süre kalmasına izin veremeyiz.” ifadelerini kullandı.

Bugün Makedonya Türklerinin siyasi çekişmelerine ve bölünmüşlüğüne baktığımızda, Sancak’taki Boşnak toplumu ile büyük benzerlikler göstermesi ve bundan ders alınmaması üzücü bir durumdur. Bu bölünme ve kavgaları besleyen, tetikleyen, doğal ve suni etkenlerin (Ankara, Belgrad, Sofya, Üsküp devlet ve sivil politikalar) varlığını, rolünü iyi analiz ederek yeni çözümler bulmalıyız.

Türkiye, son 20 yıldır AK Parti hükümetiyle birlikte yüzünü Balkanlar’a ciddi şekilde dönmüştür. Ancak Makedonya özelinde bölgedeki sorunların siyaset ve sivil toplum tarafından Türkiye’ye taşınma şekli, meseleleri daha da kördüğüm hâline getirmektedir. Bu noktada Balkanlar’da akraba, soydaş ve dindaş toplumlar arasında kronikleşmiş kültürel, politik, sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde dönemsel, geçici ve yerel yaklaşımlara son vererek, devlet aklı perspektifiyle hareket edilmesi büyük önem arz etmektedir.

Son beş yıldır Balkanlar’da ve Makedonya’da çok çetin bir küresel rekabet söz konusu. Avrupa, ABD, İngiltere, Rusya ve Çin’in Balkanlar politikasını siyaset, ekonomi, kültür ve kiliseler üzerindeki hâkimiyetini iyi okumak gerekiyor. Bu noktada başta TİKA ve büyükelçilikler olmak üzere tüm Türk kurum ve kuruluşlarının iş birliği içinde çalışması büyük önem arz ediyor. Fakat bütün bu çalışmaların iyi bir strateji ve koordinasyon ile yapılması gerekiyor. Zira Türkiye’nin ve Türk toplumunun Kuzey Makedonya’daki varlığı ancak bu sayede her alanda daha iyi hissedilecektir. Balkanlar’daki Türk kurumlarının başına getirilen diplomat ve bürokratların yerel siyasetin etki ve baskısı altındayken görevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getiremedikleri gözlemlenmektedir ve bu önemli bir sorundur. Hasılı Makedonya’daki Türk toplumunun barış ve uzlaşı çerçevesinde Makedon, Arnavut, Boşnak, Torbeş ve Rom toplumları ile ilişkilerini kapsamlı politikalarla güçlendirmeye ihtiyacı vardır.

Kaynak: https://www.insamer.com/tr/kuzey-makedonya-tu-rklerinin-sosyoku-ltu-rel-tu-rbu-lansi.html