Tek
öğretici, eğitici KUR’AN olmalı!
Yasemin ÇİN
Öncelik,
Allah’ın hakkını teslim etmekte! Allah’ın Kitabında / Kur’an’da olmayanları,
Kitap’tan / Kur’an’dan, Allah’ın
sözleriymiş gibi insanlara sunarak, yalan beyanda bulunanlar, Allah’ın hakkına
tecavüz etmektedirler. Allah’ın söylemediği, istemediği, yasaklamadığı şeyleri,
özgür bıraktığı alanları; kendi sapkın düşünceleri, istekleri ile dolduranlar,
Allah’ın hakkını yemektedirler. Allah, isteklerini, sınırlarını Kitabı
Kur’an’da çok açık ilkeler halinde ortaya koymuştur. Allah’ın Kendi sözlerinin
toplamı olan Kur’an dışında başka kaynaklardan; tek olan bu alana sokulmuş,
ilave edilmiş tüm eklemeler uydurmadır, yalandır ve bu uydurma ve yalanların
tamamının mutlaka temizlenmesi gerekir ki, Allah’ın hakkı teslim edilebilsin!
Günümüzde “Kul hakkı” söylemi, en çok
konuşulan kavramların başında geliyor. Halbûki öncelikle Allah’ın hakkını
teslim etmeliyiz. İnsanlar arasında yerleşmiş “Allah yakar, taş eder” gibi,
Yüce Yaratıcı’yı sert, acımasız kavramlarla tanıtmak, anlatmak nasıl da
hastalıklı bir düşünce.
Allah,
Kitabı Kur’an’da, sevgisinin, şefkatinin, merhametinin sonsuzluğundan söz eder.
Neden Yaratıcımızı, en öncelikle sevginin kaynağı olarak değerlendirmez, bu
ifadelerle anlatmaz ve de düşünmeyiz?! “Allah utandırmasın” gibi dualarla, nasıl da tüm olumsuzlukları
Yüce Yaratıcımıza izafe ederiz! Aslında utanılacak işleri yapan biz insanlar,
sonuçlar kötü olunca hemen Allah’ı suçlarız. Tabii ki son karar O’nun! Ama biz
yaptığımız, biz seçtiğimiz için, olumsuz olan bu sonuca izin veriyor. Seçen,
yapan bizleriz. Bizleri daima iyiye, güzele, doğruya, adalete çağıran Yaradan,
olumsuz, yanlış işler yapmamamız konusunda, Kitabı Kur’an’da verdiği ilkelerle
uyarmaktadır ve “Allah, kullarına asla zulmetmez” ayeti de bunu
doğrulamaktadır. “Size ne oluyor da Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?! Oysa
sizi evreler halinde yaratan O’dur” ayeti ile,
uyandırıcı ifadelerle gerçekle buluşturuyor! “Allah kuluna yetmez mi?”
sözü ile de bizi Kendisine sadece Kendisine sığınmaya çağırıyor!
“Kur’an’da,
herşeyi bulamazsınız(?!)” diyerek, kendi isteklerini; Peygamberimizi
kutsallaştırıp, onun sözleriymiş, uygulamalarıymış gibi “Hadisler, Sünnet” gibi
başlıklar altında, Allah’ın tek söz sahibi olduğu “din” alanına sokuşturup,
Peygamberimizi şirk aracı yapanlara; Kur’an, pek çok ayetinde; “Kur’an’da
hiçbir eksik bırakmadığını, herşeyi ayrıntıları ile ve örneklerle açıkladığını” söylemektedir. Eğer bir kulun
aracı olması gerekseydi; Allah, Peygamberimizi ölümsüz yaratırdı -bu Allah’a göre çok kolay- ve bizler de gider sürekli ona danışırdık! Ya
da, “Peygamber hadisleri/sünneti” diye ikinci bir kitabımız olurdu. Allah
isteseydi, bu ikinci (“Peygamber
hadisleri/sünneti”)kitabını da, Kur’an
gibi yazılı kaynak olarak bıraktırmaz mıydı?!
Neden Allah, ortaya, Peygamberimizin 23 yıllık zorluklarla dolu hayat mücadelesinden
süzülüp, ilkelerle sabitleştirilmiş tek bir Kitap/KUR’AN bırakmış?! Yaklaşık
1500 yıldır tartışılan bu muhteşem Kitap / Kur’an’ın, orjinal metnine bir kelime dahi ilave
edemeyen -Allah tarafından bizzat korunmaktadır- ortak koşucu din tacirleri;
kaynağı belirsiz ve kontrolsüz bir alan olan Peygamber sünneti, Peygamber
hadisleri(?!) ile ilaveler yapmaya çalışmakta ve Kur’an’ın içeriğinden
habersizleri bu yolla şirke sürüklemektedirler. Halbûki, Peygamberimiz hayatı
boyunca sadece dinin tek sahibi olan Allah’a ve Allah’ın sözlerini kapsayan tek
kaynak Kur’an’a hizmet etti, şefaati sadece Allah’tan diledi. Eğer
Peygamberimizi örnek alacaksak; bizler de onun gibi sadece Allah’a ve Kur’an’a
hizmet etmeli ve şefaati de sadece Allah’tan dilemeliyiz.
Din; cami, namaz,
ezan, hac, kurban, oruç, başörtüsü değildir.
Ne
acı ki, günümüzde içleri boşaltılmış, şekilsel ibadetlerden ibaret
zannediliyor! Din özünde ahlaktır, ahlaklı, dürüst, iyi insan olmanın
yollarıdır. Kur’an bu ilkeleri vermektedir. Uygulama noktasında özgür
bırakarak, hep iyiye, güzele, doğruya, adalete çağırmaktadır.
Allah,
ilkelerini, öğütlerini, sınırlarını içeren Kitabı Kur’an’la bizi Kendisi
eğitmekte, bizlere öğretmenliği, sadece
Kendisi yapmaktadır ki, yaratılmış kulları –Peygamber adı bile olsa- asla araya
sokmayalım diye! Allah ile aramızda hiç kimse olmayacak! Sadece Allah, Kitabı
Kur’an ve biz! Yaratıcımız ile başbaşa
kalmanın yolu; Kur’an’ı kendimizin anlayarak okuması ve Allah’ın sözleri
üzerinde tefekkür etmesi, uzun uzun düşünerek Allah’ın söylemek istediklerini
anlamaya çalışması! Kendince kutsal
kabul ettiği kişilere tapan, onun kitaplarını, sözlerini, Kur’an’ın yerine ya
da yanına koyanlar; o taptıkları kişilerin kulu haline gelip, onlar ne
derlerse, sorgusuz, sualsiz isteklerini yapmakta yani kula kul olup, insan olma
özgürlüklerini, onurlarını kaybetmektedirler.
Peygamberimiz zamanında bedensel kölelik varmış, şimdi ise fikri
kölelikler yaşanmaktadır. “Kur’an’ı Arapça okuyacaksınız” ve “İslâm’ın 5 şartı
vardır, bunları uygulayın!” bunlar
sizlere yeter denilerek insanlar, Kur’an’ın içeriğinden, anlatmak
istediklerinden, rehberliğinden uzak tutulmuşlar, ve halen de uzak tutulmaktadırlar. Tanrı’nın
Kur’an’da bizzat Kendisinin yaptığı öğreticiliği, rehberliği ile özgür kalmak
varken; bu rehberliği kendilerinin
yaptığını iddia eden din sömürücülerini öğretici kabul edince tüm özgürlükler
kayboluyor.
Din
tüccarları bu alanı öylesine doldurmuşlar ki, kazançları kesileceği korkusuyla
hiç kimseye Kur’an’la tanışma, içeriğini öğrenme imkânı vermemektedirler.
Arapça anlamını bilmeden okutup, ‘sevap’ kazandıklarını söyleyerek aldatmaya
devam etmektedirler. Sömürünün en başında bulunan konu ise; İslâm’ın 5 şartından sayılan ve Kur’an’ın
önüne geçmiş olan namaz?! Günümüzde
uygulandığı haliyle namaz, Kur’an’ın ilkelerine hiç de uygun değildir. Yüce
Yaratıcı, namaz için Kur’an’da, bugün uygulandığı haliyle şekilsel şartlar ileri sürmemiştir. Kuralları Allah koyduğuna göre ve bu konuda,
Allah, Kitabı Kur’an’da bugün uygulandığı haliyle şekilsel şartlar ileri
sürmediğine göre, Peygamberimizin olduğu söylenen sünneti(?!) ile Kur’an’a
uymayan hükümler koymak; Allah’ın tek
hüküm koyma hakkını elinden almak olmaz mı? Üstelik, Kehf suresi, 26.ayette:
“Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmez!” sözü çok açık bilgi verirken! 5 vakit olması, her vakit içinde değişik
adlar altında ve sayıda rekatlara ayırmak, Arapça ne dediğini bilmeden,
anlamadan yatıp kalkmak, tespih çekme, namaz kılarken okunması mecbur tutulan
ayetler, ekleme dualar hiçbiri,
Kur’an’da; Allah’ın istediği
“dua” faaliyetlerinden değildir. Namazın tamamı Allah için kılınıyorsa, neden
sünnet, farz gibi değişik adlar altında bir sürü ayrıma tabi tutulmuş, kafa
karıştıran ve Kur’an’da hiç yer almayan bu uygulamaları kim, neden ortaya
koymuş?! Din de, kuralları Allah koyar. Koyduğu kurallar da Kitabı
Kur’an’dadır. Kur’an’da, namazın şekil şartları olarak öğretilenler yer
almadığına göre; Allah’ın koymadığı kuralları, yaratılmış kulların koyması
doğru mudur!? Bir imamın, bizim Yaratıcımızla en derin buluşma halimiz olan bu
dua faaliyetini komutlar eşliğinde yönetip yönlerdirmesi; ne
okuyacağımıza, ne zaman yatıp
kalkacağımıza karar vererek bizi yönetmesi ve tek tip robotlar gibi cemaatle
ibadet uygulaması Kur’an’da yer almamaktadır. Cemaat namazına dayanak
gösterilen Cuma suresi,9.ayette: Allah’ın Zikri’ne koşulması istenen Kur’an’dır
;
Vahyin
indiği, Peygamberimiz döneminde “Peygamberimizin aldığı Vahiyleri toplanan
kalabalığa anlatma, ezberletme uygulamasıdır .” Allah, Kitabı Kur’an’da,
kurallarını çok açık ve net koymuştur. Geleneksel bakış açısı ile Kur’an
çevirisi yapanların; “Namazı kılın, zekatı verin” diye Arapçadan Türkçeye
çevirdikleri ayetlerde; “Vahye bağlı kalın / Kur’an’ı anlayarak
okuyun ve ortak koşucu düşüncelerden Kur’an ilkeleri sayesinde arının!” anlamı Kur’an’ın ruhuna çok da uygun değil
midir? “Namaz, insanı kötülükten
alıkoyar” demek mi, yoksa “Kur’an’ı anlayarak okumak, insanı kötülükten
alıkoyar” demek ayetin anlamına daha uygun değil midir? Çünkü, Kur’an; insanı
insan yapacak tüm ahlaki ilkeleri vermekte ve insanı gerçekten kötülük
yapmaktan alıkoyacak uyarılar, öğütler içermektedir.
Namaza
çağrı olan ezan(?!) bile öylesine kutsallaştılmıştır ki, insanı çileden
çıkaracak bağırtılarla, kötü mikrofon sesleriyle ortalığı özellikle sabah
ezanlarında -hastaları, çocukları korkutmak, rahatsız etmek pahasına- ayağa
kaldıranlara karşı çıkmak, neredeyse “dinsizlik”le suçlanır hale getirilmiştir.
Sabah ezanı iyi okunması şartıyla muhteşem güzel duygular uyandırmasına rağmen
-bizler mutlu olacağız diye-; inanmayanlara, başka dinden olanlara bu zorlamayı
yapmak Allah’ın istediği ibadet anlayışı içinde yer alır mı? Ezana saygıyla başlayan, camiye, hocaya,
başörtüsüne, namaza vb. dinin sanki olmazsa olmazları olarak adlandırılanlara
saygıyla(?!) hapsedilen “din” ; ahlaki erdemlerden uzak, içi boşalmış/boşaltılmış kof uygulamalarla ahlâksız bir şekilde devam
etmektedir.
Camilere
devletten aktarılan paraların içinde, inanmayanlardan ve başka dinden
olanlardan, camiden hiç yararlanmayan insanlardan toplanan vergiler
vardır. Bu başkalarının hakkını gasbetmek değil midir? Neden camiye
gidenler, gittikleri caminin tüm finansmanını kendileri yapmıyorlar? Bu uygulama inandığını söyledikleri dinin
temellerinden olan “HAK” konusuna çok uygun değil midir? Cami yaptırmakla günahların affedileceği ve bu yolla Allah’ın cennette köşk vereceği
yalanı; “Din-iman-Kur’an-Allah” söylemi kullanılarak, cennet pazarlamaya kadar
varmıştır. Üstelik Peygamberimizin olduğu söylenen hadisi ile(?!)
Cennet-cehenneme kimin gideceğini sadece
Allah bildiğine ve kıyamet sonrası adalet terazilerinde yapılanlar tartıldıktan
sonra kararın ortaya çıkacağına göre; bu
günden cennete, bir cami yaptırmakla gitmek kolaylığı; tüm yaşamın zorluklarına
katlanmak, yaşamın bir imtihan alanı olduğu, zorlukların üstesinden gelmek için
çok mücadele etmek gerektiği gerçeği ile bağdaşır mı?
“Hacca
gidenin tüm günahlarının af edileceği?!” söylemi, hac ibadetinin de içeriğinin
nasıl boşaltıldığını gösteriyor.
Kur’an’da yer almayan bu yalan ifade, şeytan taşlama gibi Allah’ın istediklerinden çok uzak
uygulamalarla, haccın da ticari bir seyahat gibi değerlendirildiğinin,
pazarlandığının, acı göstergelerinden!
Haramlar yasaklar konusuna gelince;
Allah,
Kitabı Kur’an için “Bir öğütler Kitabı” olduğunu, tavsiye, öneri, uyarı içeren
ayetlerde de öğüt verdiğini söylerken, yasak, haram gibi sert kavramların
Kur’an’da ki Allah’ın öğütleri, sınırları, tavsiyeleri, önerileri için
kullanılması, tam bir özgürlükler Kitabı olan Kur’an’ın içeriğine uygun mudur?
Yeryüzünde yaşayan insanları, en başta
“inanıp-inanmama” konusunda özgür bırakan Yaratıcı, koyduğu ilkelere
uyulması konusunda onlara, yasak-haram(?!) gibi çok zorlayıcı kavramlarla
seslenir mi? “Ne kadar az teşekkür ediyorsunuz?” diye siteminde bile nezaketle
seslenen Yaratıcı, doğruya, gerçeğe, dürüstlüğe çağrılarında da aynı nezaketle,
aklımızı çalıştırmamızı, düşünüp
akletmemizi istemektedir. Kendisinin üzerinde bulunduğu doğruluk, dürüstlük,
hak, gerçek yolunda; “Gelin bu yolu beraber yürüyelim!” diyerek bizleri iyiye,
güzele, doğruya, hakka, gerçeğe, Kur’an ilkeleri aracılığıyla çağırmaktadır.
Çağrı bir tekliftir. Zorlama içermemektedir . Gönüllü, bilinçli bir tercihle
kabul edilmeyi beklemektedir. Emretmenin
kök anlamının, söylemek olduğu bir dil bilim çalışması sonucu ortaya konmuştur.
Yani Allah Kitabı Kur’an’da ilkelerini emretmiyor, tercih hakkı vererek bizlere
öğütlerini, tavsiyelerini, uyarılarını söylüyor.
Kur’an;
aynı zamanda bir eğitim Kitabıdır. Bizi hayata hazırlar, hayat hakkında
bilgilendirir, öğretir, rehberlik eder, zorluk ve sıkıntılara nasıl
dayanılabileceğinin ipuçlarını verir. Kur’an’da eğiten, öğreten Allah’tır. Yani
Yaratıcı Kaynağımızdır. Bize Kur’an aracılığı ile öğretmenlik yapar. Sevgisi,
şefkati ile sarıp sarmalar, ısıtır, kolaylık yollarını gösterir, dayanma gücü
verir. Ayrıca, sürekli okunan Kur’an,
zaman içinde subjektif Allah algısını objektif hale getirir.
“Din”
konusunda pek çok insan birşeyler anlatıyor, söylüyor, yazıyor. Kimin doğru
söylediğini bilmenin tek yolu da, Kur’an’ın içeriğini bilmektir. Eğer Kur’an’da
genel olarak ne anlatıldığını bilirsek, doğru-yalan söyleyenleri hemen
anlayabiliriz. “Din dogmadır, tartışılamaz” sözü bizlere dayatılmış çok yanlış
bir bilgidir. Tartışılamayan, “din” zannedilen, kutsallaştırılmış, kendi
sözlerini tartıştırmayanların sözleridir, bu sözlerden nemalananların, para
kazananların uydurduğu kalıp cümledir.
Sistemin
kurucusu Yüce Yaratıcı; sistemini, hak,
adalet, doğruluk ilkeleri üzerine kurmuş ve bu ilkelerini peygamberler
aracılığı ile insanlara, yaşamlarında rehberlik etsin diye iletmiş. Bu ilkeler
yerine, gönderilen peygamberleri kutsallaştıran, yani yaratılmış kulları
ilahlaştırarak; onlar üzerinden kendi sapkın düşüncelerini insanlara “din” diye
dayatan din tacirleri yüzünden bugün bu ilkelerden hiç söz edilmemektedir.
Yaratılmış kullara tapınma hali yani kula kulluk ile insan, gerçek “insan” olma
onurunu kaybetmektedir. Peygamberlerin ve kutsallaştırılmış kişilerin adı
kullanılarak; her birinin tepesinde bir insanın bulunduğu mezhepler / dinler
oluşturulmuş. Tepede Musa Peygamberin olduğu Yahudilik, İsa Peygamberin olduğu
Hıristiyanlık, Buda’nın olduğu Budizm, Muhammed Peygamberin olduğu Sünnilik,
Ali’nin olduğu Alevilik, daha sonra alt kollarda da, pek çok kişinin temsil
ettiği tarikat, cemaatler(Nurculuk, Fethullahcılık, Mevlevilik vb.). Mezhep ayrımını da kabul etmez KUR’AN. Kitap tek, Allah tek; bu kadar mezhep, tarikat,
cemaat vb. pek çok ayırım neden ?!
“Din”
; ülkemizde çoğu “aydın” geçinenler tarafından bir aşağı tabaka uğraşı gibi
değerlendirilmiş ve mümkün olduğunca uzak durulmuş. Arayış içinde olanların
doğru bilgi kaynaklarına ulaşması mümkün olmamış ve bu boşluğu din ticareti
yapanlar doldurmuş. Bu yüzden, “Din”i kendi saltanat, ticaret, sapkınlıklarına
malzeme yapanlar; bilgisiz halkı kandırarak, kendilerine kul ve hizmet eden
ordular haline getirmiş bulunuyor ve finansmanlarını da bu zavallılara
yaptırıyorlar. İşte bu noktada Tanrı’nın Kitabı Kur’an önem kazanıyor. Anlamı
bilerek okuduğunuzda görülecektir ki, Kur’an; kendi gibi yaratılmış kullara
asla -Allah adına, yerine- hizmet
edilmemesi gerektiğini, uyarılarıyla bu çok tehlikeli yola girilmemesi için
bunun tüm olası yollarını göstermektedir.
Müzik
eserleri, romanlar, senaryolar, şiir, resim gibi insana içinden seslenen, ilham
veren eserleri, “sanat” diye kabul edip; Vahyin de bu yolla Peygambere
gelmesine şaşıranlara ne demeli?!
Allah’ı
/ Yaratıcı kudreti devre dışı bırakıp, herşeyi kendilerine mâl eden, elde ettikleri
bilgileri kendilerinden zannedenler, büyüklük kuruntusu içine girip kibirle,
gururla vazgeçilmez olduklarını düşünebilirler. Alt yapısı bilgi ile donanmamış
kibirli insan, bir de çevresinin aşırı övgülerine muhatap kılınıyorsa, aşırı
derecede azıp zalimlik noktasına varabilir. Hiçbir şeyin kendisini
durduramayacağı, her türlü ayrıcalığın üstünde olduğu vehmine kapılanların,
tarihteki örnekleri ve sonları ürperti,
ibret vericidir. İnsanı, bilginin
kaynağını Yüce Yaratıcı’yı reddetmesinin azdırabileceği uyarısını da yapmıştır
Kur’an.
Kur’an;
Allah’a ortak / şirk koşmanın nasıl olabileceğinin her türlü yolunu, açık
olarak göstermekte ve uyarmaktadır. Kendilerini Allah yerine koyanlar, Arapça
okutma dayatma zulmü ile, insanların anladığı dilde Kur’an okumasını
engellemektedirler. Sebebi de Kur’an’dan, ortak / şirk koşma yollarını
öğrenirlerse, kendi ekmekleri kesilir korkusudur. Beslenebilmeleri için,
Allah’a ortak olmaya devam etmek zorundadırlar. Kur’an’ı anlayarak okuyanlar,
aracılardan kurtulur, Yaratıcısının Kitabı Kur’an sayesinde Yaratıcısı ile
başbaşa kalır, “din”ini Kitabı Kur’an’dan öğrenir, özgür kalır.
Kadının namusu, başörtüsü, ezan,
cami, namaz endeksli bir “din”
anlayışının, ahlaki ilkelerden, insani erdemlerden uzak yaşanması nasıl izah edilebilir bilinmez ama gerçek hiç
de böyle değil! Başörtüsü Kur’an’da yer almaz. Dil bilim açısından yapılan incelemelerde,
Nûr,31.ayette geçen ve gelenekselci, dincilerce “başörtüsü” diye kadınlara
zorla kabul ettirilen kelimenin gerçek anlamı “örtü” dür ve bu örtü ile Allah
tarafından, kadınların cinsel organı olan göğüslerinin örtülmesi tavsiye
edilmektedir. Örtü kelimesinin yanında baş kelimesinin de yer alması
gerekirken; gelenekselci-dinci tüm çeviriler; esas örtülmesi gerekenin kadının
göğüsleri olması gerektiğinin altını çizecekleri yerde, saçlarının bir telini
göstermeyecek şekilde kapatılmasını, sanki Allah’ın bir buyruğuymuş gibi
dayatmaktadırlar.
İlgili
ayette hiç saç tabiri geçmediği gibi, örtünün şekline, biçimine dair de bir
öneri yoktur. İlgili ayetin devamında da, cinsellikten anlamayan erkek
çocuklarından ve erkekliği giderilmişlerden bahsedildiğine göre; ayetin içeriği
de cinsellikle ilgilidir. Bu yüzden başlarını örtenler bunu, kendilerinin bir
tercihleri olduğunu, böyle inandıkları için örtündüklerini söyleyebilirler ama
başörtüsünün “Allah’ın bir emri “ olduğunu söylememelidirler.
Çünkü
böyle söylemeleri halinde; Allah’ın hüküm koymadığı bir alanda, kendi
hükümlerini, şekilselliği de ekleyerek, “Allah’ın hükmü” gibi söylemiş olurlar.
Bu durumda şu ayete muhatap olurlar: “Allah adına yalan söyleyenler en
zalimlerdir!” Ben böyle inanıyorum, o yüzden örtünüyorum denilebilir ama
Allah’ın emri denmemelidir! Üstelik ayette şekilsel “türban” gibi bir biçim,
“Saçının bir telini gösterirsen kırk yıl yanarsın” gibi korkutan, yakan bilgi
de yoktur. Zorlama, yalan yorumlarla kadının saçına takmış dinciler, bu başörtüsü
ile yetinmeyip, kadınları kara çarşaflara(İran örneği), burkalara sokmakta, bu
da yetmiyor ki sonunda eve kapatmaktadırlar(Afganistan örneği).
Bu
zulüm sadece yetişkin kadınların kapanması ile kalsa; yetmiyor, küçücük kız
çocuklarının da, neredeyse bebeklerin de kafalarını kapatmaya kadar
varmaktadır. Bu öylesine sapık bir zihniyettir ki, küçücük çocukların
saçlarından bile cinsel uyarı alabilecek
durumdadırlar. Erkek egemen, baskıcı
anlayış; kadınları kapatarak, kendi iradelerini devre dışı bırakabileceğini
zannederek, böylece sorumluluktan kaçmaktadırlar. Esas olan açık ya da çıplak
bir kadın karşısında cinselliği düşünmeden, ahlaki erdemlerle donanmış olarak
onu bir kadın olarak değil de bir insan olarak görebilmekte ve irade gücüne
sahip yani kendine hâkim olabilmekte. Gerçek insan olmaya yaraşır olan bu
davranıştır. Sorumluluğu, kapanmış ya da kapattıkları kadınlara yüklemekten
vazgeçmelidirler.
Allah;
saç, sakal, kıl, kılık, kıyafet gibi
şekilsel, toplumsal, örfi, geleneksel giysilerle, uygulamalarla ilgili değil,
insanın gerçek insan olabilmesiyle ilgili ilkeleri, öğüt olarak Kitabı
Kur’an’da bizlere sunmaktadır. Arap ülkelerinde geleneksel ve iklimsel olsa
gerek erkeklerinde başları örtülü! Ayrıca, saç telini göstermeyerek sevap
kazanmak ya da göstererek günaha girmek; sevap-günah kavramlarının içlerinin
nasıl boşaltıldığının göstergeleri.. Sevap;
başımızı kapatmakla kazanılması bu kadar kolay olsaydı! Nefsi doymayan,
istekleri sınırsız insanın, sevap kazanması
için çok emek vermesi gerekir. Canından, parasından, malından,
bilgisinden yani Allah’ın kendisine lütfettiği şeylerden, sadece Allah için
paylaşmak (kendisine çıkar sağlamak için değil); isteyerek, gönüllü paylaşmak,
özden gönüllü vermek gerektirir.
Esas
Yaratıcı Kaynağa minnetsizlik, vefa duygusu yokluğu, insanı mutsuz, umutsuz
yapar, boşluğa, kibre, gurura iter. Sevginin, şefkatin kaynağı olan Yaratıcı
Kudret / Allah, yarattığı kulları için her daim iyi, güzel ve doğru olanı
dilemektedir ama seçimler konusunda özgür bırakmaktadır. O’nunla birlikte
doğruluk yolunda yürümek, yaşam denilen bu hayat macerasını güzel sonlandırmak
ve boşuna yaşanmamış bir ömür geçirmek için en önemli ilkelerden biri de
paylaşmaktır. Size verilen herşeyin, ihtiyacınızdan fazla olanını, ihtiyaç sahipleri
ile paylaşmak. İsteyerek, gönüllü vermek; maldan, paradan, bilgiden, candan
vermek ama sadece esas kaynak olan Yaratıcı için vermek! Hiçbir karşılık
beklememek! Çok zorlar ama işte gerçek mutluluk budur der KUR’AN!!!
İslâm
dininin ana kaynağı Allah'ın son ilahi Kitabı Kur'an, anlatmak
istediklerinden çok uzaktadır. Anlaşılmayı, anlamı sorgulanarak okunmayı
beklemektedir.
Arapça okutulma dayatma zulmü, anlaşılıp, yaşama uygulanabilir olmasında en büyük engeldir. İçeriği bilinmediğinden, ya da yanlış bilindiğinden Arap örf ve âdetleri, Kur'an'ın önerdikleri gibi algılanmaktadır. Kıl, kılık, kıyafet değildir Kur'an'ın derdi! Taşa, toprağa, türbeye tapmak değildir “din”!
Arapça okutulma dayatma zulmü, anlaşılıp, yaşama uygulanabilir olmasında en büyük engeldir. İçeriği bilinmediğinden, ya da yanlış bilindiğinden Arap örf ve âdetleri, Kur'an'ın önerdikleri gibi algılanmaktadır. Kıl, kılık, kıyafet değildir Kur'an'ın derdi! Taşa, toprağa, türbeye tapmak değildir “din”!
"İnanma"
konusunun aslında en önemli noktası; Allah'ın, Peygamberine bile bu konuda
yetki vermediğidir. Allah'ın Kitabı Kur'an'ın, Bakara suresi, 256.ayeti
şöyle söyler: "Dinde baskı, zorlama yoktur. " Yunus
suresi,99.ayetinde ise, Peygamberimiz özelinde tüm
insanlara seslenir: "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi
ama hepsi toptan iman ederdi/inanırdı. Hal böyle iken, insanları inanmaya sen
mi zorlayacaksın?"
İnanıp,
inanmama; kişinin kendi tercihi, bireysel, özgür seçim alanıdır,
olmalıdır, olmak zorundadır. Bu iki Kur'an ayeti, Allah'ın
Kendisinin bile, iman/inanç konusunda yarattığı kullarını özgür
bıraktığının, zorlamadığının ve kişinin bireysel özgür seçimine bağlı bir alan
olarak kalması gerektiğinin ispatı değil mi?!
“Allah,
sizlerden hanginizin en güzel işler yapacağını açığa çıkarıp, yaptıklarınızın
karşılığını vermek için, hayatı ve ölümü yarattı. (Mülk,2)
Sadece
hiçbir ortağı olmayan Allah, gerçeğe ulaştırır. (Yunus,35)
Ve,
Allah, Kitabı Kur'an'ın, Nahl suresi,52.ayetinde şöyle söylüyor: "Din
sadece Allah'ındır. Allah'tan başkasına mı saygı göstereceksiniz?"
Allah, sözlerini içeren Kitabı
Kur’an’da; A’raf,3’de; Peygamberimize bile, “Kur’an ile öğüt ver!” demektedir.
Hiç kimse kendi anladıklarını, düşüncelerini dayatmamalı. Okuma bilen herkes,
özgür kalabilmek için, Yaratıcısının sözlerini Kitabı olan Kur’an’dan okuyarak
kendi anlamaya çalışmalıdır.