29 Kasım 2016 Salı

GERÇEKLER VE (YAŞANAN OLAYLARA) TARAF OLMAK, Nurullah AYDIN

GERÇEKLER VE TARAF OLMAK
 Nurullah AYDIN
28 Kasım 2016-ANKARA
Yalancılar talancılar insanların kafalarını karıştırmaya devam ediyorlar. Hergün sırıtarak pişkinlikle yalan söylüyorlar. Yandaş medya dışında haber edinmeyen, düşünmeyen zihinleri körelmiş sürüleşen insanlar ise inanıyor.
Türk Milleti acı gerçeklerle yüz yüzedir. Kabul edilse de edilmese de bir gerçek ortaya çıkmıştır. Türkiye artık tam birpsikolojik örtülü savaş ortamına girmiştir. Herkes tarafını açıkça belli etmelidir.
Mevcut siyasi partiler; Türkiye'nin temel sorunlarına dünya gerçekleri ışığında bakamamakta çözüm ortaya koyamamaktadır.
Kimisi Din'i, kimisi etnik kimliği, kimisi mezhepçiliği, kimisi de çağdaşlığı istismar ediyor.
Irki, dini, etnik, mezhep aidiyeti öne çıkartılarak, Türk Milleti'nin ortak dokusu parçalanmaya başlamıştır.
Avrupalıların silahla bir türlü ele geçiremedikleri Anadolu toprakları, silahsız işgalle ele geçirilmiş bulunuyor. Yer altı ve yerüstü kaynakları, yabancılarca ele geçirilmiştir.
Aydınlar, akademisyenler, gazeteciler; yabancı ülkelerin sözcülüğüne soyunmuşlar, zihin kirliliğinde araç haline gelmiştir. Beyinler işgal edilerek Türkiye'de egemenlik kurulmuştur.
Ne yazık ki saf ve temiz inançlı Türklerin oyu ile iktidara gelen etnik kimliklerini İslam kimliği altında gizleyenler eliyle bu gizli ve sinsi ihanet yapılanması başarılmıştır.
Osmanlının son döneminde olduğu gibi devşirme sistemi devam ediyor. Demokrasi oyunuyla devşirmeler, yığınları din adına, demokrasi adına, özgürlükler adına iktidarın her alanını ele geçirmiştir.
Kafa karıştırıcı zehirli düşünceler, fikirler; gazete manşetlerinde, köşe yazılarında, Tv'lerin ekranlarında akıtılmaya başlandı, devam ediyor.
Bu nedenle; anlatılmayan, eksik ya da yanlış anlatılan geçmiş tarihimize ve yakın tarihimize dair olan bitenleri hatırlamak, hatırlatmak şimdi olan bitenleri doğru anlamak ve geleceğe yönelik niyetleri netleştirmek gerekir...
Olanlar ve olacak olanlar, tüm bilinenleri ile anlatılmalıdır. Bu anlatımlar; milleti bilinçlendirmenin yanında, birlik ve beraberliğini de güçlendirecektir. Var olan bir bilgi, halka en doğru şekli ile anlatılmazsa, halkın bu alandaki boşlukları ve arayışları yanlış ve çoğu zaman da tehlikeli bilgiler ile doldurulacaktır.
Toplumlar için en tehlikeli anlayış, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların görüşleridir.
Bir milleti tek bir hedef doğrultusunda toplamak, vatan birliği ve gelişimi için çalıştırmasını sağlamak ancak ve ancak, vatan için mücadele vermiş kişi ve kuruluşlarla ilgili gerçekçi bilgileri ve vatan için verilen mücadeleleri en doğru şekilde anlatmaktan geçer.
Bu gün; ülkemizin ve milletimizin varlığı için nöbet tutan, güvende yaşamamız için görev başında olan, milleti tek bir hedef ve moral gayede tutmaya çalışan, tarihi şan ve şeref dolu Türk Milleti'nin omurgası olan güvenlik güçlerine yönelik yürütülen acımasız karalamaları milletçe dikkatle takip etmekte; gelişmeleri büyük bir kaygı ile izlemekteyiz.
Devletin ve milletin varlığına ve bekasına yönelik yapılan bu büyük ve çirkin karalamalar karşısında Türk Milleti'nin kalbi ve beyni olan unsurların her an göreve hazır bir şekilde beklediğini, bir gün bu karalamaları yapanlara karşılık vermek için sahneye çıkabileceği unutulmamalıdır.
Gerçekler; Bizans medyasınca, küresel gizli güçlerin medyasınca dile getirilmiyor.
Türk Milleti olan bitenleri öğrenmeye çalışıyor.
Bastırılmış gizli veya açık örgütler, yeniden hortlatılmıştır.
Vatan satılırken ve değerler altüst edilirken tepki göstermemek de, vatana ve millete ihanetin bir türüdür! Bir çok iyi niyetli kimse bile ihanet içinde olduğunu farkında değildir.
Varolan savaşların teknik sahaları da geliştirilerek psikolojik yönden yıpratma veya bıktırılma yöntemi uygulanmaktadır.
Sloganlar, kavramlar dönemi yerine harekat zamanı gelmiştir. Bizler değişen ve gelişen düşünceye sahibiz. Dogmaların Türk'ün düşüncesinde yeri yoktur.
Türk Devleti henüz çözülmemiştir, dimdik ayaktadır, ayakta kalmaya devam edecektir.
Demokrasi içinde, hukuk devleti kurallarına göre hareket edilmelidir.
Unutulmasın ki; Türk'üz, andımız, milletin bekası ve vatan bütünlüğünün korunmasıdır. Türk'ün yeniden küresel güç olması idealine sahibiz.
Tarihleri biz yazdık, her yerde var olduk, var olacağız.
Günün Sözü: Türk, Okumalı, öğrenmeli, bilmeli ve yapılması gerekene odaklanmalıdır.

28 Kasım 2016 Pazartesi

TURCOMONEY.COM; Mihenk Taşı-ALİ COŞKUN (58 ve 59. Hükümette Sanayi ve Ticaret Bakanı, İş Dünyası Vakfı Başkanı, Sunuş: Y. Müh., Erdoğan TOZOĞLU

Merhaba,
"Toplum milli ve manevi değerlerden uzaklaştıkça, adalet, ahlak kavramları zayıfladıkça yapılan iş ne olursa olsun her türlü yolsuzluğun kapısı açılıyor ve hızla yayılıyor."
Değerli dostlar,
TURCOMONEY dergisi  Kasım 2016 sayısında önemli bir makale yayınladı..
58. ve 59. hükümetler Sanayi ve Ticaret Bakanı ve İş Dünyası Vakfı Başkanı
Sayın Ali COŞKUN  derginin 76. ve 77. sayfalarında MİHENK TAŞI adlı köşesinde "" Sorunlar ve hicret"" başlıklı makalesinde biran önce tedavi edilmesi gereken toplumsal hastalığın teşhisini  çarpıcı biçimde ortaya koymuş..
Elbette her zaman olduğu gibi tedavi yollarını da göstermiş.. 
Dergiyi bulamayanlar için ekte incelemelerinize sunuyorum.
Saygılarımla,
Y.Müh. Erdoğan TOZOĞLU

24 Kasım 2016 Perşembe

KIBRIS, KIBRIS, KIBRIS - Ahmet Kılıçaslan Aytar

KIBRIS, KIBRIS, KIBRIS
Ahmet Kılıçaslan Aytar
ABD Başkanı B.Obama, geçen hafta Atina'dan Trump'ın seçilmesine büyük ölçüde tepki gösteren Avrupalı temsilcilere seslendi.
Sovyet sonrası dönemde ABD'nin küresel hegemonyası ve AB ittifakı eliyle sağlanmış siyasi yapının süreceğinin güvencesini verdi.
Yunanistan Başbakanı A.Çipras, Başkan Obama'ya Kıbrıs meselesinin çözümünün Avrupa ve bölge için özel bir anlam içerdiğini,
Kıbrıs müzakerelerinde bir dönüm noktasında bulunduklarını, adil bir sonuca ulaşmak için kararlılık ve cesur adımlar gerektiğini söyledi.
Obama, "Kıbrıs'ta ABD'nin yardımı,Yunanistan ve Türkiye'nin ortak çabasıyla çözüm bulunacaktır"  dedi... 
*
Bu sırada, KKTC Başbakanı H.Özgürgün, Güney Kıbrıs'ta Kıbrıslı Türklerle eşit bir ortaklık temelinde antlaşma niyetinin bulunup bulunmadığı konusunda şüpheleri bulunduğunu,
Demokrat Parti Genel Başkanı S.Denktaş ise çözüme yönelik Güney Kıbrıs'taki samimiyetsizliğin, iyi niyet yoksunluğunun devam ettiğini, Kıbrıs Türk halkının uluslararası kamuoyu tarafından Rum tarafının insafına terk edilmiş bir halk olduğunu açıklamaktaydılar ki; 
*
BM gözetiminde İsviçre'nin Mont Pelerin kasabasında Kıbrıs Özel Temsilcisi E.B. Eide ile KKTC lideri M. Akıncı ve Güney Kıbrıs lideri N.Anastasiadis'in katıldığı müzakerelerde,
Somut bir adım atılamadığı ve sürecin tıkanma noktasına geldiği bildirildi...
Üstelik Güney Kıbrıs ve Yunanistan tarafı müzakerelerde son aşamaya geçilmesi için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan garantör ülkelerin de katılacağı 5'li konferansa ilişkin net bir tavır da koymadı.
Bunun en önemli nedeni Kıbrıs Rum Kesimi'nden daha çok Yunanistan'ın "Garantiler ve Güvenceler" konusunun tamamen ortadan kalkması konusundaki ısrarıydı...
*
Türkiye "Garantiler ve Güvenceler " konusunda Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan'ın;
Türk dış politikasında "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesini,
"Lozan tartışılmaz bir metin değildir, kutsal bir metin asla değildir. Elbette daha iyisine ulaşmanın çabası içerisinde olacağız "pragmatizmiyle değiştirdiği ve ilkeleri asla kabul edilemez bir "Al-Ver" konusu haline getirdiği, 
KKTC Cumhurbaşkanı M.Akıncı'da bu noktadan hareketle,
"Kimse 1960'daki şartların aynen geçerli olduğunu söylemiyor. Eskiden noktası virgülü değişmez deniyordu, bu çağda bunu diyemezsiniz.
Haklarınızı gözetip endişelerinizi giderecek yeni formüller, yeni düşünceler üretmelisiniz.
Garantiler ve Güvenceler konusunda aylardır konuştuğumuz ve TC yetkililerinin ağzında şekillenen, onların da öngördüğü bir iki husus var" dediği noktada bulunuluyor.
*
Nitekim M.Akıncı, garantörlük sistemi yerine garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planını teklif etmiştir.
N.Anastasiadis ise Ada'da konuşlanacak askerlerin Türkiye veya Yunanistan'dan değil üçüncü ülkelerden olmasını öneriyor...
*
1960 Ankara Anlaşması'yla Türkiye, Kıbrıs, İngiltere ve Yunanistan garantör sıfatı taşıyor...
Garanti Anlaşması'nda 1.madde; "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder.
Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ilan eder" biçimindedir.
Buna rağmen Rum Temsilciler Meclisi'nin, Şubat 2010'da  tüm dünyada tanınmayı sağlamaya yönelik aldığı,"Avrupa Birliği'ne üye bir devlet olan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'nde garantiler ve garantörler düşünülemez" kararı;
Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB ve BM üyesi bir ülke olmasına yol açmıştır...
Doğrusu, Rumlar geçmişte bunun gibi bir çok konuda  Garanti Anlaşması'nı delmekte deneyimli ve mahirdir...
*
Bu noktadan hareketle süren müzakerelerde taraflar arasındaki sorun;1960 Ankara Anlaşmasına rağmen 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarından doğmaktadır.
Ankara Anlaşması Kıbrıs'ta " Türklerin" siyasi eşitliğini: İdareye etkin katılımını: Aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri: Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini: Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini  garantiliyor.
1963 Akritas Planı ise "Kıbrıs Halkı" anlayışına dayanıyor ve Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a birleştirilmesinin yolunu açıyor...
*
Bu yüzden 1968'den beri süren müzakerelerde ortak devlet, toprak, mülkiyet hakları ve askeri düzenlemelerle ilgili uzlaşmalar sağlanamıyor.
Rumlar, BM ve AB'de Kıbrıs'ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirirken;
Türkler azınlık konumuna itilmiş, üstelik 2004' te Kıbrıs adına Kıbrıs Rum Yönetimi AB'ye katılmıştır.
O nedenle, Rum Yönetimi Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır...
Yunanistan Başbakanı A.Çipras' da Kıbrıs sorununda çözümün herkesin kendisini güvende hissedeceği bir formülde olmasını gerektiğinden yanadır.
"Kıbrıs'ta garantilere ve garantörlere gerek yok, bunlar artık çağdışıdır " tavrını sürdürüyor...
İngiltere de Kıbrıs'ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklamıştır...
*
Türkiye'nin Kıbrıs üzerine tarihsel hakları bir yana,
Bugün Kıbrıs, NATO'nun geleceğini belirleyen Stratejik Konsept Belgesinde önemli bir stratejik merkezdir.
Doğu Akdeniz doğalgaz rezervlerinin Avrupa'ya transferinde merkez rolü oynuyor.
*
Bu çerçevede Cumhurbaşkanı M. Akıncı'nın teklif ettiği;
"Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planı";
1-Ankara Anlaşmasıyla kazanılan  Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliğinden idareye etkin katılımından ve aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerinden feragat etmesi,
2- Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesinin bozulması,
3- Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletinin garantilenmesi:Mülkiyet: Toprak gibi konularda zarara uğranması,
4- Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB'ye "Kıbrıs Adası " olarak girmesi hâlâ tartışmalı bir konu iken,Türkiye'nin "Kıbrıs'ın karasularındaki ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarından" vazgeçmesi anlamına geliyor.
*
Bu nedenle iki ülke bölgesel gerçeklik ve konjönktür çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü yolunda,
Mayıs 2015'te yeniden başlayan toplumlararası müzakerelerde,
Gelinen noktada mültecilerin mülkiyet haklarını oluşturan mallarının iadesi: Verilecek başka bir konuta taşınmak: Tazminat konularında ciddi ayrılıklar bulunuyor.
Kıbrıs'ta ne Rum, ne de Türk tarafı finansal bakımdan tazminatların altından kalkamayacağı için gözler ABD ve AB gibi dış aktörlere çevrilidir.
*
Rumlar siyasi mülkiyet konusunu ise "Türkiye'nin Kıbrıs'ta İşgalci" olduğu noktasına taşımıştır.
Türkiye'nin Ada'daki 40 bin askerini geri çekmesi:Türkiye'den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi ve Toprak değişikliklerinin yapılabilmesinde,
Türkiye'ye daha fazla baskı yapılması için de garantörlük konusunu uluslararası alanda askıya aldırma çabasındadır.
*
Bu bağlamda müzakerelerin tıkanmasında  "toprak değişiklikleri-harita" konusu bir diğer sorundur. 
Türk tarafı "Omorfo'yu yani Güzelyurt'u";
Federal bir yapıyla yönetilen Belçika'da başkent Brüksel'in statüsünün benzerinin Güzelyurt'a verilmesi ve her iki halkın da böylelikle kendi kentlerinde yaşayabilecekleri noktasında tamamen müzakere dışında tutuyor. 
Rum tarafı ise "Güzelyurt Rum idaresine verilmeden Kıbrıs sorununun çözülemeyeceği" görüşüyle, KKTC devletinin bölgeyi "Türkleştirmeye çalışamayacağını" savunuyor.
Kıbrıs Rum tarafı en az 100 bin Kıbrıslı Rumun Kıbrıs Rum idaresi altında geri dönmesinde ısrar ediyor ve "bunda uzlaşılmazsa, çözüm söz konusu olmaz" noktasında bulunuyor...
*
Toprak-Harita konusunda şu ana kadar yapılan görüşmelerde,
M.Akıncı, iki oluşturucu eyaletin sınırlarının düz olmasından yanadır.
Karpaz'da Federal Hükümet idaresi altında kanton oluşturulması ihtimaliyle ilgili Rum önerisini reddetmiyor ama daha sonra incelensin diyor...
Anastaiadis'in bu öneriye yanıtı,"Annan planının Güzelyurt açısından tahrif edilmemesi ve aynı zamanda sadece boş tarlaların değil meskun bölgelerin de Kıbrıs Rum idaresi altına verilmesi"dir. 
*
Bu noktada KKTC'den, "Müzakerelerin zeminini AB ilke ve değerleri belirlemelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti AB'ye bütün olarak katıldı, müktesebatın Kuzey kesimde uygulaması ertelendi. 
10. protokole göre, Anayasa tasfiye edilerek değil ama değiştirilerek, işgal altındaki bölgelerin Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesine entegrasyonu söz konusu olmalıdır" ilkesine riayet etmesi,
KKTC'nin bu çerçevede"Kıbrıs Cumhuriyeti'ne entegrasyonunun hukuki ve siyasi yönlerini, dönüşümü, devamı ve müteakip devletler sorununu açıkça ortaya koyması gerektiği" beklentisi ileri sürülüyor...
 *
"Entegrasyon ifadesi"yle AB tarafından kabul edilen " Moldova emsaline" işaret ediliyor.
Moldova, 17 Eylül 2006'da Rusya'ya bağlanmak için referandum yapan ancak katılımı gerçekleştirmeyen ayrılıkçı Transdinyester için Entegrasyon Bakanlığı kurmuştu.
AB'de üyesi olmadığı için Transdinyester ile arasında ticari alış veriş yapılmasına izin vermeyen Moldova'nın bu bakanlığı ile görüşmeyi kabul etmişti...
Yani KKTC'den Türkiye'yi bypass etmesi,
Ya da Türkiye'nin  Kıbrıs Cumhuriyeti'nin dönüşümü ve devamının garantisi için KKTC'yi tanıması isteniyor.
*
Şimdi Yunanistan Başbakanı A.Çipras'ın "Kıbrıs müzakerelerinde Türk tarafının büyük önem verdiği 5'li konferans tarihinin kesinleşmemesi durumunda adada varılan ve BM tarafından liderlere yazılı olarak iletilen mutabakat bozulacak ve süreç ilerleyemeyecek"dediği,
Ama gayri resmi söylemlere göre 4 Aralık'ta Yunanistan Başbakanı A.Çipras'ın Ankara'ya gelmesi ve Erdoğan'la gündemi " Kıbrıs'ta Al-Ver" olan bir görüşme yapması bekleniyor...
25.11.2016

4 Kasım 2016 Cuma

TRUVA ATI BAHÇELİ.. Zahide UÇAR

TRUVA ATI BAHÇELİ..
Zahide UÇAR
Bahçeli’nin tutumuna hala şaşıranlara çok şaşırıyorum. Nedenlerine gelince;
Kendisini “Arka Bahçeli” olarak tanımladığım bu şahsın karnesine bir bakalım:
1. Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan Gül’ü aday yapmayacak, o günün koşullarında daha kabul edilebilir bir aday gösterecekti. Bahçeli sahneye çıktı. Erdoğan’ı Gül’ü aday yapmaya mecbur bıraktı. Partilileri de; “-Gül seçilirse, Erdoğan-Gül çatışması çıkar. Parti bölünür. O nedenle Gül’ün adaylığını destekliyoruz” diye kandırdı.
2. F-CİA kumpaslarını meşrulaştırarak, Ergenekon-Balyoz- Casusluk ve türevi kumpasları;
“Yargıya saygılıyız” korosuna katılarak destekledi. Partililerin kumpasla esir alınanlara destek vermesini engelledi. AKP bile kumpası itiraf etti. Bahçeli utanmadan; “darbeciler temizlensin” demeye devam etti. Kendi partisinin vekili olan Engin Alan ve ailesi bu ihanete isyan etti.
3. Erdoğan hastalandı. Bahçeli geçmiş olsun demenin çok ötesinde; “Erdoğan’a bir şey olursa ülkede kaos çıkar” dedi. Biz bir muhalefet liderinin, iktidar partisi liderine bir şey olursa bu ülkeyi yönetemeyiz açıklamasını Cumhuriyet tarihinde ilk defa duyduk. O açıklama aslında Bahçeli’nin siyaseten görevli olduğunun açık itirafıydı.
4. Bahçeli Cumhuriyet düşmanı, İngiliz istihbaratı okulundan mezun olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanlığına aday gösterdi.
5. Bahçeli, seçimlerin sonucu alınır alınmaz; “yeniden seçim” diyerek AKP’ye yol gösterdi. AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağladı.
6. Meclis başkanlığı seçiminde, bir Cumhuriyet düşmanının meclis başkanı olmasını sağladı. CHP’nin tekliflerine kapıyı kapadı. MHP’nin adayını destekleyelim teklifini bile reddetti. AKP’nin elini rahatlattı.
7. AKP’ye karda zincir, yağmurda şemsiye, fırtınada paravan oldu. İktidara talip olmayarak muhafazakar seçmeni çaresiz bıraktı. Daha doğrusu, seçmeni AKP’nin kucağına iteledi.
Oysa AKP’nin tek alternatifi MHP idi. Muhafazakar seçmen CHP’ye oy vermez. Bu bilinen bir durumdur. AKP siyasetinden bıkan seçmenin tek gideceği adres MHP’dir. MHP gerçek bir muhalefet olsaydı birinci parti olma şansı bile vardı. Bahçeli MHP’yi bitirme görevini almış olmalı ki, kimsenin yapamayacağı bir yöntemle, MHP’yi bitiriyor.
Yeni misyonu da AKP ile birlik olup, adı kalan Türkiye Cumhuriyeti Devletini, “İmam darbesiyle” Ortadoğu karanlığına gömmektir.
Soğuk savaş döneminde Amerikan milliyetçiliği desteklendi. MHP Türkçülükten Türk İslam sentezine evrildi. Türklük bir ırk bilincidir. Din ise sadece bir millete ait olmayıp, evrensel niteliği olan bir inanç sistemidir. İkisini bir araya getirmek Türk milletine yapılan büyük bir Amerikan oyunudur. İnanan insanların din üzerinden tuzağa düşürülmesidir. Dinin karşısına veya yanına başka simgeleri koyarsanız, o simgenin silinmesi kaçınılmazdır. O nedenle de din ile Türklük aynı torbaya atılarak, Türklük şuurunun eritilmesi hedeflenmiştir. Eritemediklerini eritme görevini de ARKA Bahçeli üstlenmiştir. Türk İslam sentezi ,“ılımlı İslam’ın” bir başka versiyonudur. Bütün Türklerin ortak simgesi olan bozkurt yerini üç hilal aldı. “Tanrı dağı kadar Türk” sözünün yerini; Hizbullah, El Kaide, Milli Görüşçüler ve şimdilerde İŞİD terör örgütünün bile kullandığı bir slogan aldı. Neydi o slogan?
“Kanım aksa da zafer İslam’ın”… 
Yalnız her üretimin defolu ürünleri de vardır. MHP ABD milliyetçiliğine, ılımlı İslam’a evrilirken, milli refleksleri yüksek olan, Türklük şuuruna sahip bir kesimin doğmasına da engel olamadı. Bu kesim Türk Devletleri ile ilişkiye geçiyor, ekonomik, kültürel alanda bir birlikteliği savunuyordu.
Küreselleşme Baronları, ulusalcılık ve milliyetçiliği hedef alırken, mikro milliyetçiliği kaşıyarak, ulus devletleri hedef alıyordu. Türkiye’de Türk Milliyetçiliği ve ulusalcılığın hedef alınmasının nedeni, devleti din ve mikro milliyetçilik üzerinden parçalarken, direniş merkezlerini de yok etmektir. Bahçeli küresel çetenin hedefi olan Türk milliyetçiliğini tasfiye etmekle görevli bir Truva atıdır.
Gerçek milliyetçiler, Türklük şuuruna sahip olanlar, bu alçak oyunu bozmakla yükümlüdür.
Sizlere 21.09.2006 yılında yazdığım bir yazıyı sunuyorum. Bahçeli daha o günlerde parti simgelerini AKP’ye teslim etmişti. İşte o yazım:
Örs ve Çekiç Nasıl Ağlar? 21.09.2006
Sevgili okurlar, ben gene Ankara dışındayım. Basından biraz uzak kaldım. Bunun güzel tarafı, okur tarafında olup onlarla hasbihal etmek. Basından takip ettiğim kadarı ile, Sayın Başvekil Türk Kurultayında açılış yapıp çek-iç-i , ör-se vurmuş. En azından ben öyle anladım(!) Türk Kurultayında ‘’çekici örse ‘’ vuracak hali yok ya...Yoksa Türkiyeli başvekilin Türk kurultayında çekici örse vurması komik olurdu. Zaten o zaman örs de, çekiç de ağlardı. Bunca yıl sonra başıma vuracak, bula bula Türkiyeli ve başka alt kimlikli birini mi buldunuz diye.!? Oysa Sayın Türkiyeli Başvekil çek-iç’ini diyerek içlenmiş. Bu arada da gönlü ör-se’lenmiş.. Öyle ya.. Seçimler geliyor.. Oy lazım.. Ayrıca bu Türk Kurultayını da özünden uzaklaştırmak lazım.
Türk Kurultayı’nda Türkiyeli bir Başvekil… 
Türkiyeli Başvekil Kıbrıs Türklerinden vazgeçti. Kerkük ve Musul Peşmergeye hibe edildi. Telafer’de zaten insani yardıma ihtiyaç falan yoktu(!) Onlara su bile ulaştıramadık. Ama ABD ordusuna yardım için TIR şoförlerini feda ettik. Gümrüğümüz de pkk ve Barzani-Talabani’ye insani(!) yardım yapmaya devam etti.. Ama biz burnumuzun dibinde ki Telafer cinayetlerini seyrettik. Kimyasal silahlar kullanıldı. Aç kaldılar, susuz kaldılar.. Ne ekmeğimiz ulaştı, ne suyumuz. Ama onlar Türk idi(!).. Yani İnsan hakları yoktu.. Tıpkı Türkistan’dakiler gibi.. Hocalı’da, Karabağ’da diri diri yakılanların insan haklarının olmadığı gibi.. Bu soykırımlar dillendirilmezken, Orhan Pamuk’a sahip çıkmak gibi önemli(?) bir görev üstlendi Türkiyeli Başvekilimiz.
Türk Milleti asker bir millettir. Tarihi boyunca askeri de, sivili de asker gibi yaşadı. Zaten başka şansı da yoktu. Varlığını ancak bu şekilde devam ettirebiliyordu. Fakat Kerkük, Telafer yerine Lübnan’a koşan Türkiyeli Başvekil, bunu hiç anlayamadı.. Her gün şehit cenazeleri geliyordu. Ama O; ‘’askerlik yan gelip yatma yeri değildir’’ dedi. Çünkü kendisi kantin subayı olarak ‘’yan gelip yatarak’’ askerliğini bitirmişti.. Dizi dizi gelen tabutların hiçbirisi, yan gelip yatarken, mayınları yastıklarının altında bulmadılar. Ama, Türkiyeli Başvekilin askerle ilgili bir problemi var.. Tıpkı, Şemdinli ve Danıştay cinayetinde askerleri adres gösterdikleri gibi.. Yani, kendi ‘’Türk Askeri’’ yerine, pkk’lı bir kitapçıya inanmayı tercih ettikleri gibi.. O Türk askeri Irak sınırında pkk kamplarını seyrediyor. Tek bir kurşun atamıyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü suçlu duruma düşüyor. Pkk ateş açarsa ancak cevap verebiliyor.. Ama AKP ‘nin kutsalı olan ABD ve İsrail, “ülkeme tehdit var” deyip ülke işgal ediyor.. Irak sınırında, Mehmetçik, kurşunu-füzeyi-mayını başına-ayağına yiyince, sadece karşılık verebiliyor. Yani ölmeden ve yaralanmadan karşılık veremiyor. Ayrıca şehit sayısı basından saklanıyor. ‘’Asıl sayı yazılandan fazladır’’. Türkiyeli Başvekil Lübnan söz konusu olunca birden ‘’Büyük Devlet’’ olduğumuzu hatırlıyor.
Ayrıca hükümet edenlerin akıl hocaları, yani bir Kazak’ın dediği gibi ‘’Büyük Hoca(!)’nın Türk(!) okulları sayesinde Türk Devletleri ‘’eğitiliyor’’(!) Türkiye tanıtımı yapıldığı söylenen bu okullarda, nasıl Türk sevgisi(?) aşılandığını bir Kazak’ın ağzından aktarayım:
’’-Ben Büyük Hoca’nın’’ okulunda okudum. Orada bize Türklerin kaba, görgüsüz ve cahil olduğu anlatıldı. Benim babam Kazakistan’ın ileri gelenlerinden biri. Ben de buna katılıyorum. Büyük Hoca dinler diyaloğu ile dünya barışını sağlayabilecek tek insan..’’ diyor.
Evet Sayın Arınç; hani o Büyük Hoca’ya methiyeler yazmıştınız ya?. Türk okullarının reklamını yapıp bunu da devlete yüklemiştiniz ya.. İşte o Türk okullarınız, güle güle hayrını görün.. Türkleri bile ayrıştırıyor. Kaldı ki Kazakistan o pembe devrimlere inatla direnen bir ülkedir. Belki de ABD’nin bu okulları niye desteklediğinin cevabı bu satır aralarındadır. Daha 1960 yıllarında ABD raporlarında ne mevcut idi? Türkiye’nin Türk Cumhuriyet’leri ile birleşmesinin önü kesilmelidir. Peki, nasıl kesiliyor? Bölünmüş Türkiye haritalarının amacı işte budur.. Ermenistan ve pkk’da bu işin askeri açıdan maşasıdır. Kültürel ve eğitim maşalarının kim olduğunun cevabı da ‘’Büyük Hoca’nın(!) ‘’ okulunda okuyan Kazak gencin sözlerinde gizlidir.
İşte bu nedenle Türkiyeli Başvekil örse çekiç vuramaz. Vurmuşsa o örs de, çekiç de ağlamıştır.. Tıpkı Mehmetçik’in analarının, eşlerinin, sevgililerinin, çocuklarının ağladığı gibi.. Bizim yüreklerimizde ki sızı gibi sızlamıştır. Gazilerimize 236 YTL maaş verirken, pkk/Kongra Gel’in başındaki Zübeyir Aydar’a milletvekili maaşı ödeyenlerin, bırakın Türk Kurultayını, Türk Milleti ile bir alakası olamaz.
Bırakın Sayın Başvekil, bizim kurultaylarımızı bize bırakın.. Siz hangi alt kimliğe sahip iseniz o kimliğin kültürel miraslarını öğreniniz.
Bugüne notum: Bahçeli Erdoğan’a örse çekiç vurdurduğu gün aslında mesajı da vermişti. Unutmayın, şeytan ayrıntıda gizlidir.
Bahçeli Türklüğü mollaya satmıştır. Hepsi budur.