30 Eylül 2014 Salı

PROF. DR. TÜLAY ÖZÜERMAN "CHP'DEKİ PARTİ DİSİPLİNİ ANLAYIŞI VE KURULUŞ İLKELERİNDEN OLAN BÜYÜK SAPMA"YI DEĞERLENDİRDİ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için "Artık hiç kimse 'Gandhi' demiyor" ifadesini kullanan Prof. Dr. Tülay Özüerman, partide yaşanan gelişmelere tepki gösterdi.
Kurultay sonrası tartışmaların bitmediği Cumhuriyet Halk Partisi'nde yaşananları ve beklentileri Prof. Dr. Tülay Özüerman akademisyen gözüyle Ben TV'ye değerlendirdi. İzmir'de Prof. Dr. Kayhan Kantarlı'nın ihraç edilmesiyle doruk noktasına ulaşan disiplin tartışmalarından, Mehmet Bekaroğlu'nun partiye etkisine kadar bir çok konuyu bu röportajda bulacaksınız. 
(http://www.kanalben.com/haber/163029/chp-kan-kaybediyor.html
Başta İzmir olmak üzere parti içinde Prof. Dr. Kayhan Kantarlı ismi üzerinden başlayan disiplin tartışmaları bireysel midir, yoksa bir fikre, bir düşünce bütünlüğüne karşı topyekûn bir tahammülsüzlük mü söz konusu?
CHP’de bir süredir dile getirilen disiplin tehditlerinin ciddi olduğunun kamuoyuna duyurulması için Kayhan Hoca’nın etkili bir isim olduğunu düşünüyorum. Kayhan Hoca; Kılıçtaroğlu rüzgarı ile demokratik bir yönetim düşleyerek arkadaşları ile birlikte CHP üyesi olduğunu her fırsatta dile getiriyor.  Gerçekten de medya desteği ile böyle bir hava yaratıldı. Ülkeyi saran karanlıktan çıkmak için CHP’de kadro değişiminin umut olacağı algısı yaratıldı. Oysa önemli olan kadroların yenilenmesi değil, tam da bu süreçte partinin temel felsefesini, kuruluş ilkelerini sürdürme ısrarlılığını göstermekti. Oysa ilkelerde ısrarlı olanların tepkilerinin artması üzerine ülkedeki  korku, baskı, telkin, tehdit atmosferini dağıtması gereken parti, aynı yöntemleri “disiplin” adı altında uygulamaya başladı.
CHP içinde bir eleştiri mekanizması hep vardı, tahammül de vardı. Ben Deniz Baykal’a gerçekten çok haksızlık edildi diye düşünüyorum bu manzaraya bakınca. Çünkü parti içi demokrasi isteyip, Baykal gitsin diyenler bu süreçte ses çıkarmaz oldular. Oysa o dönemi yaşamış birisi olarak, bugünkü ortamın giderek bizi CHP içinde de tek seçiciliğe sürüklediğini görebiliyorum. Tahammülsüzlük iki yönlü; CHP’nin ilkelerini özümsemiş olanlar “yeni” denilerek giderek bir tutam AKP, bir tutam HDP benzeri biçim almaya başlamasına tahammülsüz; parti yöneticileri de bu yapılanmaya tahammülsüzlüğe tahammülsüz… Siz süreçle ilgili toplumun algısını sorunuzda çok güzel özetlemişsiniz…
Partide özellikle yer yer sizin, sayın Kantarlı’nın ve Sayın Oktay Gökdemir’in isimlerinin disiplin ile anılması yönetimin akademik camiaya karşı bir hareketi olarak görülebilir mi? 
Önce bir yanlış anlaşılmayı düzeltmeliyim. Benim adım disiplin soruşturması ile anılmadı. Ben disipline verilen arkadaşlarımıza sahip çıkmam nedeniyle bana da bir soruşturma açılırsa, bunu muhatap almayacağımı söyledim.  Kayhan Hoca için hakaret etti deniliyor. Üslup farklılığını hakaret olarak görmek istemişler... “Üsluplar kişileri bağlar”, diyerek geçilmeliydi. Akademik camiayı hedef aldılar diyemem. İzmir’de Atatürkçü olarak bilinen ve tepki veren  isimler üzerinde dikkat yoğunlaşması var diyebilirim... Partinin temel felsefesinden kayanlar değil, temel felsefede ısrarcı olanlar hedefte… Kayhan Hoca’nın feryatları da bu doğrultuda olduğu için kendisini haklı buluyorum. Üslubunu sertleştirmesini de, kendisi gibi düşündüğü halde  giderek suskunlaşanlara bir tepki olarak okuyorum. Partiden atılmasını da çok manidar buluyorum, sonuçta O, partinin temel ilkelerinden sapmaya tepki koydu, etrafında sırtını sıvazlayanlardan ses çıkmadı. CHP yönetimi, resmen “Ben CHP’li değilim” diyen vekil ile ilgili bir süreç başlatmadı. Atatürk’e karşı söylemleri olan vekillerle ilgili disiplin soruşturması yok. Neymiş, Kayhan Hoca Parti Genel Başkanını eleştirmiş… Tezatı görebiliyorsak nedenleri de daha iyi kavrarız… Ayrıca, etrafımızda CHP’li olup her yerde Kayhan Hoca’dan daha ağır dille konuşanlar var. Hepsini mi atacaklar?!...   
İl Başkanı Sayın Ali Engin’in AK Parti İl Başkanı Bülent Delican ile son günlerde oldukça samimi duruşunun partiye etkisi nasıl olur?
AKP’nin telkin ederek, talep ettiği  gibi yeni bir muhalefet oluşuyor. Yeni anayasa yapacak bir meclis seçtirilecek Türkiye’ye. İdeolojide ayrışık gibi görünen ama içine aldıkları isimlerle birbirine yakınlaşan bir görüntü var artık. Şunu demek istiyorum. Muhalefetin ideolojisi, konjonktürün dayattıklarına uygun davranan  kişilerin sayısı arttıkça törpüleniyor; böylece temel ideolojiyi sahiplenenler bir şekilde etkisizleştirilmiş ve/veya bertaraf edilmiş oluyorlar.  Bir süre sonra sanki hepimiz aynı görüşte toplanmışız havası yaratılarak fiilen içinde olduğumuz başkancı sistemi resmileştirecek anayasa yapılacak. Öteden beri arzulanan “Küçük Amerika” ideali yaşama geçiriliyor. Türkiye’nin idari yapısı değiştirilmekte. Bu yeni yapıda yer alma, pay alma mücadelesinin -iktidar ya da muhalefet ayrımı gözetmeksizin- başladığını görmeliyiz.   Karşı aktörlerin yeni rolleri sahneye konuluyor; karşıtlıklar törpüleniyor gibi olumlu düşünebilirsiniz, ya da karşı olanlar teslim olup, Cumhuriyet giderek sahipsizleşiyor ve her geçen gün kendi içinden biraz daha kemiriliyor da diyebilirsiniz.
Cumhuriyet biçim, kabuk değiştiriyor. AKP’nin öteden beri stratejisi, karşı olduğu düşüncenin kendisini görünür kıldığı her alana sızmak, her simgeyi sahiplenmek, sahiplendikçe içlerini  boşaltmak…  Muhalefete görünür alan, değer, kişi ve simge bırakmamak… Buna karşı mücadele etmesi gerekenler el ele veriyorsa, demokrasi için endişelenmek gerek. Muhalefetin olmadığı yerde demokrasi yoktur. Demokratik Cumhuriyetten İslam Cumhuriyeti’ne doğru hızlı bir kayma var. Bunu anlatması gerekenler sürecin telkinlerine uygun davranıyorsa daha fazla endişelenmemiz gerek. 
30 Mart’ta CHP’nin Türkiye toplamında aldığı oyun 8’de 1’ini veren İzmir’in PM’deki üye sayısının 3’e inmesini ve MYK’daki temsilinin ise sona ermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
CHP İzmir’e dair genel bir değerlendirme yaptığınızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?
İzmir’de parti içinde ekipleşme ve bunun mücadelesinin yansıması olarak görüyorum MYK’daki boşluğu. Büyükşehir Başkanı ve arkadaşlarının bazı isimleri İzmir karşı çıktığı halde zorla partiye transfer etmekteki inatları yerel seçimlerde oyları eritti. Bunları herkes biliyor ve konuşuyor, parti üst katmanları da nihayet bunu gördü ve bu ekipten birisine yer vermesinin rahatsızlık yaratacağını düşünerek boş bırakmayı tercih etti diye düşünüyorum. Ekipleşmeye karşı olanları güçlendirebilir miydi? Bunun yeni tartışmalara yol açabileceğini hesaplamış olabilirler. Ekipleşme kırıldı mı? Çok zor. Etkin yerlere yerleşmiş durumdalar. İzmir’in sahibi gibi davranıyorlar. Aynı isimler hala parti içinde diğerlerine öteki gibi davranmayı sürdürüyor. PM Üyesi iken bana yapılanları yaşayanların çoğaldığını görüyorum. Çok yadırgamıştım başlangıçta.  Sonra siyasetin bazılarının mesleği olduğunu ve kendilerinden kaynaklı özellikleri olmayanların birilerini yanlarında topladıkça güçlenebildiklerini, kendisini tek başına güçlü, yeterli bulan kişilerin bu kesimce dışlandığını gözlemledim.
Kendi ayağı üzerinde duranı değil, kendilerine bağımlı olanı tercih eden zayıflar koalisyonu daha etkin oluyor. Çünkü kendisi olmakta ısrar eden, kimseyi karşısında gibi görmediği için onlara karşı mücadele etmeyi düşünmüyor. Parti için doğru olanı yapmayı önceliyor. Partiyi ülkenin geleceği olarak görüyor, en azından ben siyaseti bu şekilde yaptım. Ekiplerin etkisi, bu tür düşünce çoğaldıkça kırılır. Ekipleşme İzmir’e zarar verdi ve vermeye devam ediyor. Aynı ekip seçiciliğe kalkışır ve buna izin verilirse, CHP,  İzmir’de genel seçimlerde de kan kaybedecektir.  İzmir’in hassasiyetlerine uygun olmayan isimlerle İzmir’de seçim kazanılamaz. 
Parti içinde yaşanan hareketliliğin 2015 seçimine olumlu ya da olumsuz bir yansıması olacak mıdır?
Önce şuna işaret edelim ki, Kayhan Hoca üzerinden okursak, “disiplin” dedikleri, partinin temel ilke ve prensiplerine sahip çıkan kişilerin partinin eksenini kaydıran kişi ve söylemlere karşı çıkmaları…  Bu paradoksun giderilmesi gerekiyor. Ben parti yöneticisi olsam, disiplini bu çerçevede çalıştırmam. Tam tersine, parti içinde partinin temel ilkeleri ve kurucusuna yönelik sözleri olanlara karşı işletilmesi gereken bir mekanizmadan olarak görüyorum disiplini… CHP kan kaybediyor. Bu yolla büyüyemez. Taban yoksa parti yok. Yeni taban oluştururuz, yeni kişilerle gelirler nasılsa diye düşünülüyorsa, büyük yanılgı. Bekaroğlu geldi diye kaç kişi oy verir? Oysa Bekaroğlu’nun gelişine tepkili olanlar çok fazla.
Siyaset ülke genelinde toplumu, tabanı, bireyi yok sayan biçimde yapılırken, buna dur demesi gereken kurumun da tavandan yönetilmesi ve tabanı tasfiyeye girişmesi Türkiye için biçilen yeni yapılanma senaryolarına uygun. Toplumun endişeleri de bu noktada toplanıyor. Tabanı tasfiyeye yönelik bir operasyona gidilmemesi gerektiğini, senaryoların parçası olmak yerine bu senaryoları bozacak çalışma gruplarının oluşturulmasını, partinin temel  felsefesine, kuruluş ilkelerine ters düşen kişileri önceleyip, sahip çıkanları dışlamaması gerektiğini görebiliyorum. Partide de görenlerin, gösterenlerin ve bunu yüksek sesle dile getirenlerin artması durumunda zaten disiplin mekanizması da işlevsiz kalacaktır. Böyle mi olacak? Gidişe bakılırsa hayır!... Herkes yerini koruma telaşında… 
Cumhuriyet Halk Partisi’nde yeni disiplin operasyonları bekliyor musunuz? 
İzmir için dile getirdiğim endişelerimi ülke geneli için de düşünebilirsiniz. Parti kendi kimliğine dönse ve bu eksende siyaset yapsa yetecek. Cumhuriyetin başkalaşmasının kolaylaştırıcısı imajı yerine, Cumhuriyeti sahiplenen kurucu unsur olarak mücadele verecek isimler olmazsa, toplum tepkisini sandıkta verecektir. Ancak ülkede siyaset sandık hesabına göre değil, iktidar ya da muhalefet fark etmiyor, açılım politikaları doğrultusunda yürütülüyor ve toplum bu yöne sevk edilerek yönlendiriliyor. Siyaset yer bulma, yerini korumaya indirgendi. Temel sorunu buradan okumak gerekiyor. Neden Kayhan Hoca’ya parti içinde etkin konumda kimse yüksek sesle sahip çıkmadı sorusunun yanıtı da burada.
Davutoğlu iktidarındaki bir Türkiye’de yeni yönetimiyle nasıl bir muhalif CHP bekliyorsunuz?
Davutoğlu pek fena çıkışıyor Kılıçtaroğlu’na. Hepimiz görüyoruz, ağır eleştirilerde bulunuyor. Kayhan hoca için hakaret etti deniliyor ama en ağırları şu süreçte iktidar kanadından geliyor. Davutoğlu, kendisinden öncekinin söyleminden daha sert bir söylemle, daha otoriter, öncekinin yarım bıraktığı “türban” gibi konularda daha tavizsiz bir yol izleyeceği mesajını, sesini alabildiğince yükselterek yüklendiği muhalefet üzerinden veriyor. Muhalefete ya beni  her konuda desteklersin, ya da ben seni yok hükmünde sayarım mesajı tek bir başlıkta değil, çeşitli konularda veriliyor. Buna muhalefete ayar vermek de diyebilirsiniz. Bunu yandaş medya her gün her saat yapıyor. Sorunuzun en kestirme yanıtı ülkede giderek boşluğu hissedilen muhalefetin içinin doldurulduğu bir CHP istiyorum. AKP’nin otoriter uygulamalarının izdüşümü bir parti olmak ve parti içinde de korkuyu var etmek yerine, Kılıçtaroğlu’nun önceki söyleminde olduğu gibi “korku imparatorluğunu yıkan” bir parti olmalı diyorum. Dikkat edin artık hiç kimse “Gandhi” demiyor. Nasıl gelmişti, nasıl bir söylemin içine itildi.          
 Pek çok yurttaş gibi ülkemiz için kaygılıyım. Çekildiğimiz bataklıktan çıkmanın girmekten daha zor olacağının da farkındayım. Ülkemiz hiçbir dönemde olmadığı kadar savaşa yakınken, içeride olup bitenler bizi oyalamaktan öte işlev görmüyor. Ağaçlara bakarken ormanı göremez oluyoruz. Yine Atatürk için ne büyük insandı diyeceğim. “Yurtta sulh, cihanda sulh” demişti. Barışın ve barış için bizim bölgedeki önemimizin altını çizmiş; hem bizler, hem bölgemiz, hem de dünya için izlenecek  akılcı politikanın özetini çıkarmıştı. CHP, eleştirenleri partiden çıkarmakla uğraşmamalı. Kendisine, ülkeye, bölgeye yönelik psikolojik harekata  ve olası savaşa karşı politikalarla uğraşmalı. Partinin eski/yeni kadrolarını küstürerek değil, herkesi kucaklayarak yapabilir bunu. Ülkenin sürüklenişini durduracak bir güce her zamankinden çok gereksinim varken, CHP enerjisini içeride harcamamalı. Büyük işler var yapılacak. Eleştirenler de bunları anlatmaya çalışıyor. Üsluplara takılmadan söylenenlere kulak verilmeli. 
(Burak Cilasun / Ben TV)
Kayhan KANTARLI
e-mail: kayhankantarli@gmail.com // Tel: (0532)-6301473

19 Eylül 2014 Cuma

BM'nin Kıbrıs Görüşü Değişiyor mu?, Prof. Dr. Ata ATUN ve Oraj POYRAZ'ın yorumu...

BM'nin Kıbrıs Görüşü Değişiyor mu?..  
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, 16 Kasım Salı günü, bizim içinde yer aldığımız saat dilimine göre gece vakitlerinde, New York'a göre de öğleden sonra yaptığı basın toplantısında, Kıbrıs konusunu iyi bilen acar bir gazetecinin sorusu ile Kıbrıs müzakerelerini yeni bir mecraya soktu.
Ban Ki Moon, dünyanın çeşitli yörelerinde çıkan savaşlar, terör saldırıları, barış girişimleri ve benzeri olaylar karşısında neler yapılacağı konusunda karar alabilen devletler üstü bir kurumun Genel Sekreteri ve çok deneyimli bir politikacı. Ağzından çıkanı kulakları kesinlikle duyar ve neyi ne zaman söylemesi gerektiğini de çok iyi bilir.
Salı günü yaptığı basın toplantısında Kıbrıs’la ilgili bir soru üzerine  "Bazı Al-Ver"lerin başlaması gerektiğinden bahsetmesi, BM'nin Kıbrıs konusunu artık sonlandırmak istediğinin ve bu yönde beklentilerinin olduğunun bir ip ucu.
Genel Sekreter Ban Ki Moon, bu düşüncesini dile getirdikten sonra Rum yönetiminin itirazı ve tepkisi ile karşılaşacağından bence emindi.
Nitekim açıklamanın üzerinden daha bir saat bile geçmeden, Rum yönetimi hemen tepki gösterdi ve  bir açıklama istedi. Arkasından da Rum lider Anastasiadis, Genel Sekretere açıkça saldırdı ve söylediği sözlerle ilgili olarak aydınlatıcı bir açıklamanın yapılmaması durumunda KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile ertesi gün yapacağı, gecikmiş ve ertelenmiş görüşmeye gitmeyeceğini belirterek politik bir tehditte bulundu.
Genel Sekreter ve her biri kendi ülkelerinin dış işleri bakanlıklarından gelmiş olan veya da bu konuda iyi bir eğitim almış olan deneyimli ekibinin, Rumların ve Yunanlıların bu açıklamaya ve talebe itiraz edeceklerini çok biliyordu. Belli ki içerilerde, daha evvelden çalışmalar yapılmış ve bir şeyler pişirilmiş. Zamanı geldiğinde de Genel Sekreter tarafından masaya kondu.  
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon'un basın toplantısında Kıbrıs'ta müzakereleri sürdüren taraflara müzakere sürecinin bir sonraki aşamasına geçmeleri yönünde çağrı yaptı. Bu çok önemli bir çağrı aslında ve içeriğinde önemli mesajlar var. "Bu iş çok uzadı. Dünya üzerinde uğraşmamız gereken başka konular var. Bitirin artık"a kadar uzanıyor gerçekte.

Devamla, Genel Sekter, "iki liderin fikirlerinin masada bulunan anahtar-konuların çoğunda örtüştüğünü" ve artık son aşamaya geçilerek "nihai çözümde anlaşabilmek için bazı al-verlerin olması gerekir" demesi, her ne kadar Anastasiades'in düşünceleri ve tavırları ile uyuşmuyorsa da "bunun bir tercih meselesi" olduğuna işaretle, Anastasiades'a gerçekte bir yol gösterdi.     
Anastasiadis kendini dünyanın en güçlü devletinin başı zannediyor, Rumların DNA'larında var olan megalomani duygusundan dolayı. Kendi ne isterse onun yapılması gerektiği düşüncesine saplanmış kalmış.
Prof. Dr. Ata ATUN
BM'nin ve AB'nin "Kıbrıs konusu"ndan bıktıkları bir gerçek ve ilgili diplomatlar bunu artık saklamıyorlar bile. Her ikisi de kurtulmak istiyor politik bir yüke dönüşmüş olan bu 51 yıllık sorundan. Rumlar ise adayı hızla kalıcı bir bölünmeye doğru götürüyorlar, bilinçli olarak veya da farkında olmadan...
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com  veya  ata@kk.tc
http://www.twitter.com/ataatun
http://www.ataatun.org 
Facebook: Ata Atun
19 Eylül 2014
*
YORUM; ELEŞTİRİ VE KATKI:
[Attachment(s) from T.C. Oraj POYRAZ included below]
Ver kurtulculuk her taraftan ülkeyi kuşattı.
Kürtler istiyor verelim.
Rumlar istiyor verelim.
Ermeniler istiyor verelim.
Hiç direnmeyelim verelim.
Özür dileyelim.
Başımız hiç yerden kalkmasın.
Utancımızdan gizlenelim, kimliğimizi kimseler bilmesin.
Biz Türk(!)üz, aman ha duyan olmasın.
Süryanilerden, Ezidilerden.
Hatta Araplar, Arnavutlar, Boşnaklar, Çerkezlerden bile özür dileyelim.
Zulm ettik, kahrettik, yıktık, yaktık, tecavüz ettik.
Atalarımız yaptı, biz de olsak yapardık.
Yakın ve uzak tarihte etrafımızda kim varsa ondan özür dileyelim.
Herkesin zararlarını tazmin edelim.
Çünkü biz suçluyuz, günahkarız.
Fıtratımız böyle.
Atalarımızdan bize geliyor.
Ceddimiz suçlu, biz de öyle.
Katliamcıyız, soykırımcıyız, vandalız, barbarız, zorbayız, vahşiyiz,.
En önemlisi laftan anlamıyoruz.
En başta hiç olmamalıydık.
Olduk bari sonradan, yok olmalıydık, kafamıza çaka çaka bunu söylediler.
Anlamadık, utanmadan direndik.
Daha elim ve vahim olmak üzere bir de başarıya ulaştık.
O utanmaz, rezil başarıya hizmet edenler.
Halkı devletsiz bırakmamışlar.
Ne kadar hakaret etsek, ne desek az.
Demiyoruz o yüzden.
Artık zamanı geldi.
Daha ötesi yok.
Mogolistan steplerine ziktirolup gitmenin zamanı geldi.
Elbette onlar kabul ederse.
Gidecek yer yoksa ne yapalım?
Yok olalım, direnmeyelim.
Tıpkı mezbahadaki koyunlar gibi,
Kasabın masatını yalayalım.
Kuzu kuzu boynumuzu uzatalım.
Yok olalım... .
Tarih sahnesinden silinip gidelim.
İster güzellikle, ister zorla.
Siz bileceksiniz artık.
Oraj POYRAZ
[L2fSIJNoA0xfSNxA]-19.09.2014

8 Eylül 2014 Pazartesi

Batı Medyasının Yeni Manipülasyonu; Prof. Dr. Ata ATUN

Batı Medyasının Yeni Manipülasyonu 
Prof. Dr. Ata ATUN
Batı Medyasının Yeni Manipülasyonu 
Prof. Dr. Ata ATUN
Yirminci yüzyılın son çeyreğine değin "Medya"yı en iyi kullanan kişi bence Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'di. Sonrasında bayrağı batı basını devraldı ve halen daha sıkı sıkıya elinde tutuyor.
Batı basını bütün dünyayı elinde fırıldak gibi oynatıyor, istediği mesajı da istediği şekilde verip olayları kendi çıkarları doğrultusunda manipüle ediyor. Kolayca haksız olanı haklı, hakkı yeneni de haksız, daha beteri canavar gibi dünyaya takdim edebiliyor.
Basının bu gücünü fark ettiğimde daha 10'lu yaşların ilk çeyreğindeydim. Kıbrıs'ta Rumlar hem biz Kıbrıslı Türkleri acımasızca öldürüyor, hem köylerimizi, evlerimizi yakıp yıkıyor, taşınır-taşınmaz mallarımıza, hayvanlarımıza, zahiremize el koyuyordu. Ben o dönem basında, özellikle de Avrupa basınında, sadece, dükkânlarda İngilizlerin evlerinden sarma kağıdı niyeti ile toplanarak bir kenara yığılmış veya yolda belde yerlere atılmış günü geçmiş İngilizce gazeteleri okuyabiliyordum, Türklerin Kıbrıs'ta isyan ettiği ve Makarios güçlerinin silahlı müdahalede bulunmak zorunda kaldığı haberleri çıkıyordu gazetelerde.
Çok şaşırıyordum, bu doğru olmayan, tek bir merkezden çıkmış, gerçeklerin ters yüz edilip  saptırıldığı, Rumların çıkarları doğrultusunda olayların değiştirilerek, dünyaya Reuters, BBC, Ajans Press gibi ünlü haber merkezleri tarafından bilinçli olarak yayılan taraflı haberleri okuduğumda.
Mutlu Barış Harekâtından sonra ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devletinin Kurucu Meclisinin hazırladığı ve halkımız tarafından oylanan ilk anayasasından sonra gerçekleştirilen Milletvekili seçimlerinde Mağusa bölgesinden UBP milletvekili seçilerek Meclise girdikten sonra Hanya'yı Konya'yı çok daha iyi anladım.
Basının ve medyanın gücü ne demekmiş, halk üzerindeki etkisi ne kadarmış, olaylar nasıl manipüle edilirmiş, basında tekel ne demekmiş ve neye yararmış, gerçekten çok iyi gözlemledim ve çok iyi anladım.
Adına "Barış Gazeteciliği" denilen eğitimlere katıldıktan sonra artık bende, amiyane tabirle "Jeton düştü."  İlk yaptığım iş dünyanın başına bela olarak tanıtılan ve terörist devlet olarak ilan edilen "Kuzey Kore" hakkında basında okuduklarımı, özellikle de batı basınında okuduklarımı bir kenara itip, "Kuzey Kore"yi hakkındaki gerçek ve manipüle edilmemiş bilgileri bulmak ve okumak oldu. Tahmin ettiğim gibi de karşımda farklı bir tablo ve bu tablonun içinde de farklı bir resim gördüm. Söylenenler ve yazılanlarla ilgisi olmayan doğrulara ulaştım.
Şimdi de hedefimde Ukrayna var
Ukrayna'da yaşananlarla ilgili olarak sadece tek taraflı yayın yaptığını düşündüğüm Batı basının yazdıklarını okumuyorum, ilaveten Rus basınını da okuyorum, Ukrayna basınını da... Çin'in Ukrayna konusunda ne dediğini ve Çin basınında Ukrayna ile ilgili olarak nelerin yer aldığını da araştırıyorum.
Ukrayna 2010 yılında Rusya ile yaptığı Kharkiv Anlaşmaları ile Rus doğalgazına karşılık toprakları içinde  Rus deniz üssü kurulmasını kabul ederken, AB'ye ve NATO’ya üyelik için başvurmayacağını kabul etmişti. Bu anlaşmaya göre Ukrayna AB ile üyelik dışında her türlü işbirliğine açık olacak, NATO ve AB ile “yapıcı işbirliği” izleyebilecek, fakat üyelik çabalarına girişmeyecekti.
Şimdi de batı basını ağız birliği etmişçesine, ülkenin doğusunun ve güneyinin Rusya tarafından işgal edildiğini yazmakta ama bu insanlarının ana dillerinin Rusça ve kültürlerinin, tarihlerinin, edebiyatlarının, geleneklerinin ve dini inançlarının Ruslarla tamamen aynı olduğundan hiç bahsetmemekte... Dolayısıyla Batı basınında çıkan haberleri okuyanlar sanki de Rusya'nın bölgeye çok uzaklardan geldiği izlenimine kapılıyorlar.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com  veya  ata@kk.tc
http://www.twitter.com/ataatun
http://www.ataatun.org 
Facebook: Ata Atun
8 Eylül 2014

3 Eylül 2014 Çarşamba

CHP KONGRESİ; "HANCI TAVUKLARI!.." Av. Cemil Can

HANCI TAVUKLARI!..
Av. Cemil Can
Kılıçdaroğlu'nun “2015 seçimlerinde anlamlı bir oy kaybı olması halinde bırakırım” şeklindeki sözleri, üzerindeki korkunç baskının acıklı bir itirafıdır!.. Kemal Bey, ancak CHP'nin alacağı oyların birkaç puan düşmesi halinde istifa edebileceğini söylemektedir. Demek ki, görevleri arasında en az bir dönem daha AKP'yi iktidarda tutmak da vardır!..
Açık söylüyorum: PKK ile pazarlık sürecini, “barış” adı altında halka yutturmaya çalışan bildiriye destek veren CHP milletvekilleri:Alaattin Yüksel, Aykan Erdemir, Ayşe Danışoğlu, Binnaz Toprak, Erdoğan Toprak, Hülya Güven, Hüseyin Aygün, İlhan Cihaner, Kadir Gökmen Öğüt, Melda Onur, Mustafa Moroğlu, Nurettin Demir, Rıza Türmen, Sena Kaleli, Sezgin Tanrıkulu, Veli Ağbaba ve bunların benzerleri 2015 genel seçimlerinde aday gösterilirlerse, Y-CHP'ye kesinlikle oy vermeyeceğim...Kurultay öncesinde bu açıklamayı ulusal bir görev kabul ediyorum!..
Emperyalist “küresel güçlerin”, Y-CHP'den beklediği görev: AKP'yi iktidarda tutmak için muhalif olanları oyalayarakdizginlemek olduğu açık seçik ortaya çıkmıştır... Türkiye'deki karşıdevrimin başarıya ulaşması, ancak bu şekilde mümkün olabilirdi. Küresel güçlerin Ortadoğu'daki rejimleri yıkma ve laik Cumhuriyet rejimini tasfiye etmekle görevlendirdiği iki “başarılı” önemli aktör terfi almıştır. Ellerinde oyuncağa dönen Türk halkını kolaylıkla yönlendirerek, Erdoğan'ı Cumhurbaşkanlığına, Davutoğlu'nu da Başbakanlığa çıkartmayı “başarmışlardır”... Emperyalistler, TSK'nın etkisizleştirilmesi ve CHP'nin ele geçirilmesinden sonra, adım adım hedeflerine yaklaşmaktadır. “Gezi Direnişi” gibi, toplumsal muhalefeti arkasındansürükleyecek bir ayaklanma olmadıkça, emperyalizmin önünde ciddi bir engel kalmamıştır...
CHP'nin başından Kılıçdaroğlu ayrılınca, AKP'nin bir dönem daha iktidar olma olanağını yitireceği ve buna bağlı olarak karşıdevrimintehlikeye gireceği gün gibi ortadadır. Satılacakların neredeyse tükenme noktasına gelmesi, yıllar içerisinde ekonomik varlıkların talanı, yaklaşan ekonomik krizin nasıl atlatılacağı konusunu gündemin birinci sırasına taşımıştır. Bu durumu en iyi bilen kişi olarak Recep Tayyip Erdoğan'ın icranın başından ayrılıp, Cumhurbaşkanlığını tercih etmesini, yaklaşan fırtınadan kaçış olarak değerlendirmek hiç de yanlış değildir... Bu ateş çemberi içerisinde en önemli görev, doğal olarak halkı yatıştırmak veuyutmakla görevli muhalefete düşmektedir... Aksi halde, küresel güçlerin Ortadoğu'da kazandığı bütün mevzileri tehlikeye düşebilir!.. Olup biteni ve yakında olacakları bu fotoğraf içerisinde değerlendirmek gerekir...
Böyle aciz bir duruma düşülmesine emperyalistler asla izin veremezler!.. Zaten (B) ve (C) planları da bu nedenle vardır!..
Haziran 2011 seçimlerinden önce “Artışı sağlayamazsam bırakırım” diyen Kılıçdaroğlu, 2015 milletvekili seçimlerinde, oy oranını bir kaç puan artırabilse, yerinde kalıp görevine devam edecek. Acaba neden? Sıkı sıkıya koltuğa yapışması; onursuz bir adam veya koltuk heveslisi olmasından değil, “görev” bilincinden kaynaklanmaktadır!.. Bu gerçeği artık görmemiz gerekir... Laik, demokratik Cumhuriyet tasfiye edildikten sonra, Kılıçdaroğlu'nun oy oranını artırması ne işe yarar? Oy oranını azaltırsa, bu defa koltuğunu Sezgin Tanrıkulu veya Rıza Türmen gibi PKK'nın onay verdiği bir isime teslim edebilir!.. Acı ama gerçektir: PKK lideri Abdullah Öcalan'ın “Kemal'e selam söyleyin” cümlesi, Kılıçların efendisinin görevini ve hiyerarşideki yerini ayan beyan göstermektedir!..
“6 okun yorumu çağdaş ve evrensel anlayışa göre yeniden yapılacak” sözlerini söyleyen Kılıçların efendisi, 6 oku hiçbir zamananlamadığını veya içine sindiremediğini göstermiştir. Her iki halde de durum kötüdür. Gerçek kişiliğini ve kimliğini gizleyerek Atatürk'ün koltuğunu kalkan olarak kullanan Kılıçdaroğlu, CHP tabanını aldatarak, küresel güçlerin verdiği görevi yapmayı kabul etmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri ile bire bir örtüşen “6 ok”un “çağdaş” anlayışa göre yorumunu yapmaya kalkışmak, CHP Programı'nın da iskeletini oluşturan bu ilkeleri çağdışı bulmaktan başka bir anlama gelmez!.. Büyük olasılıkla programa aykırı eylem ve söylemlerinin kaynağını da bu anlayış oluşturmaktadır. “6 ok”u çağdışı gören anlayışın, vakit geçirilmeksizin -hem de tekme, tokat- kapı dışarı edilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir!..
Fazilet Partisi Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun:” CHP'ye gelme konusunda bende sıkıntı oluşturabilecek CHP'nin geçmişine ilişkin bagajları olduğunu ilettim. Hatta ben demokrasi ve özgürlüklere ilişkin savunduğum tüm görüşleri savunup bu konudaki düşüncelerimi iletince, onu benden daha radikal gördüm” şeklindeki sözleri ise acı ve düşündürücüdür. Yukarıdaki tespitlerimizi doğrulayan bu açıklamadan anlaşılmaktadır ki, Abdullah Öcalan'ın Kemal'i, Bekaroğlu'ndan daha iyi Fazilet Partilidir... O zaman neden başka bir partide değil de Atatürk'ün partisi CHP'nin başında oturur?!..
Cumhuriyetçilerin elinde siyasi bir parti olmadan, ne karşıdevrimi tersine çevirmeleri ne de iktidara gelmeleri olanaklıdır. Ne yazık ki, Alevi kesimin içerisinden seçilen işbirlikçi Kemal, karşıdevrimin gerçekleşmesi için iktidarın yolundaki tüm taşları temizlemiştir. Rejim süratle “Suni İslam Devleti”ne doğru yol almaktadır. Kamuoyunda 4+4+4 yasası olarak bilinen ve eğitim-öğretim birliğini bozan yasaya, “elbette çocuklar dinini öğrenecek” diyerek muhalefet etmeyen Kılıçdaroğlu, şimdi çocukları zorla imam-hatipli yapılan Alevi ailelere nasıl hesap verecek, çok merak ediyorum!..
Özetliyorum: 4,5 yıllık Kılıçdaroğlu yönetimi ile geldiğimiz nokta; “devrimcilik” ilkesini karakteristik temel özelliği kabul eden Atatürk'ün partisi CHP, karşı devrimcilerin eline geçmiştir!.. Bu el değiştirme ile birlikte; Cemaatçiler, Kürtçüler, Liberaller ve 2. Cumhuriyetçiler parti yönetimine taşınmış, gerçek CHP'liler ise sokağa atılmıştır. Bu süre içerisinde yapılan il ve ilçe kongrelerine genel merkez ağırlığını koymuş, kurultay delegelerini önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu arada CHP'nin Program'ı da edepsizce çiğnenmiştir. Bütün bunların adına “yenileşme” ve “çok çalışma” denmiştir!.. Yerel ve genel seçimlerde dinci ve gericiler öne çıkartılmış, çoğu aday gösterilerek ödüllendirilmiştir. Bununla birlikte, cumhuriyet karşıtlığı, “düşünce özgürlüğü” adı altında utanmadan savunulmuştur...
CHP'liler, “6 ok”u benimsemeyen, başka bir ifade ile Atatürkçülüğü ve Cumhuriyetin niteliklerini özümsemeyen, cumhuriyet karşıtlarına oy vermeye mecbur bırakılmışlardır... Sağ görüşlüler CHP'ye yerleştirildikten sonra, aday gösterilmişler ve bu kişilere “tıpış tıpış” oy vermemiz istenmiştir... Bu gidişle bizden sağ görüşü benimsememiz de istenirse, şaşırmamak gerekir. Çünkü gidişat o yöndedir!..
Ülkeyi yönetmek için halka sağ görüşlü olmak dayatılıyorsa, bu konuda zaten yeterince deneyimli sağ partiler var!.. Sonradan dönmelere kim, neden itibar etsin!..
Kaldı ki, “Yeni” CHP'nin “görev”i vardı, bu yüzden dişe dokunur bir programı bile olmadı... İktidar partisinin iç çelişkileri nedeniyle parçalanacağı düşünü kurmak ve bu düş üzerine ulufe dağıtmaya kalkışmak; katır pisliğinden beslenen hancı tavuğunun yaşam biçimini benimsemekle eş anlamlıdır!..
Yani içerisinde bulunduğumuz ahval ve şerait bu kadar vahimdir. O bakımdan tek kurtuluş yolumuz kaldı. O da CHP'yi işgalden kurtarıp, yeniden halkın partisi haline getirmektir... Bu mümkün olmazsa, yeni parti kurarak yola devam etmek kaçınılmazdır!..
18. Olağanüstü Kurultay'ın önemi de bu noktadadır!..
[From: Cemil Can [mailto:av.cemilcan@gmail.com] Sent: 03 September 2014 07:13 // To: undisclosed-recipients:]
***
BİR YORUM; ELEŞTİRİ VE KATKI:
Kimden: Sefer Tan   Tarih: 3 Eylül 2014 13:44  Konu: RE: HANCI TAVUKLARI!..
Kime: Cemil Can <av.cemilcan@gmail.com>
Sayın Cemil Can,
‘Bloğunuzda’ bir yazım hatası var sanıyorum; “Geri Direnişi” aşağıdaki yazınızda olduğu gibi, “Gezi Direnişi” olarak düzeltilmelidir, kanımca.
“Emperyalistler, TSK‘nın etkisizleştirilmesi ve CHP’nin ele geçirilmesinden sonra, adım adım hedeflerine yaklaşmaktadır. “Geri Direnişi” gibi, toplumsal muhalefeti arkasından sürükleyecek bir ayaklanma olmadıkça, emperyalizmin önünde ciddi bir engel kalmamıştır…”
Ayrıca;
“Sağ görüşlüler CHP’ye yerleştirildikten sonra, aday gösterilmişler ve bu kişilere “tıpış tıpış” oy vermemiz istenmiştir… Bu gidişle bizden sağ görüşü benimsememiz de istenirse, şaşırmamak gerekir. Çünkü gidişat o yöndedir!..”
“…bu kişilere “tıpış tıpış” oy vermemiz istenmiştir…” Sadece istenmekle kalmamış, bu anti-demokratik dayatma ‘emir büyük yerden’ zihniyetiyle ne yazıktır ki, yerine de getirilmiştir! Dün yapılan yanlışlar, yarın da yapılabileceklerin garantisi ve göstergesi olmasın….
“Yani içerisinde bulunduğumuz ahval ve şerait bu kadar vahimdir. O bakımdan tek kurtuluş yolumuz kaldı. O da CHP’yi işgalden kurtarıp, yeniden halkın partisi haline getirmektir… Bu mümkün olmazsa, yeni parti kurarak yola devam etmek kaçınılmazdır!.. 18. Olağanüstü Kurultay’ın önemi de bu noktadadır!..”
... Milleti hala kendi kafalarının keyfine göre idare etmeye kalkışan kuvvetler artık birer beladır. Bela çekmeye de bu milletin artık tahammülü kalmamıştır! – Mustafa Kemal Atatürk, Saygıyla,
Sefer Tan