RAHİM (UTERUS) KISKANÇLIĞI IŞIĞINDA
VEDA VE VEFA
Hilmi Özden[1]
GİRİŞ
Nörofizyolojik olarak zihniyet dünyaları, cinsiyetler arası
bariz farklılıklar göstermektedir. Özellikle erkeklerde görülen saldırganlığın
mağduru kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Araştırmacılar erkeklik hormonunun ve
Y kromozomunun bu husustaki etkisinden bahsetmektedirler[2]. Bu erkeklerin kas gücü ve
zorbalığa yatkın olmaları ile de bağlantılıdır. Toplumlarda erillik ve dişillik
kalıp yargıları vardır. Araştırmalar
erkeklerin, liderlik, nesnellik, bağımsızlık gibi yeterlik ve araçsallıkla
ilgili özelliklerde kadınlardan daha ileride değerlendirildiklerini
göstermektedir. Kadınlar ise tersine; yumuşaklık, duygudaşlık (empati) cana
yakınlık, konuşkanlık gibi konularda daha üstün olarak
değerlendirilmektedirler. Kültürler arası çalışmalar, cinsiyet kalıp yargılarındaki
özün; birçok ülkede benzer olduğunu göstermektedir. Söz gelimi Nijerya'dan
İspanya'ya, Hindistan Japonya, Kanada, Brezilya’ya kadar her kıtadan seçilmiş
25 ülkenin üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada; cinsiyete
ilişkin toplumsal kalıp yargıları araştırılmıştır. Bütün ülkelerin
katılımcıları serüven düşkünlüğü, bağımsız, baskın ve güçlü olmayı erkeksi;
duygusallığı, kabullenici olmayı batıl inanç sahipliğini ise kadınsı olarak
nitelemişlerdir[3].
RAHİM KISKANÇLIĞI
Psikanalist
ekolün kurucusu Freud’un kişisel hayatından kaynaklanan ön yargıları ile
kadınlarda mevcut olduğunu iddia ettiği penis kıskançlığı kadın psikanalist
Karen Horney’in söylediği gibi esasında mevcut değildir. Tam tersine erkeklerde
uterus (rahim) kıskançlığı mevcuttur.
Erkek baskın toplumlarda (-ki dünyada bu büyük bir yekûn tutmaktadır-)
kadınlara karşı uygulanan şiddetin de temel yapılarından birini
oluşturmaktadır. Karen Horney (16 Eylül 1885 Hamburg, Almanya - 4 Aralık 1952,
New York, ABD), Almanya doğumlu Amerikalı psikanalisttir. Sigmund Freud’un bazı
görüşlerini kabul etmesine rağmen önemli konularda ondan ayrılmıştır.
Karen Horney insan davranışlarının çevresiyle olan ilişkiler içinde geliştiğini düşünmektedir. Sosyokültürel etkenlerin davranışların belirleyicileri içinde olduğunu vurgulamıştır. Freud ego kavramını çocukluk dönemi ile sınırlandırdığı halde Horney “ben”in sürekli gelişim içinde olduğunu savunmaktadır. Freud'un libido kuramını da eleştirmiş ve genelleme yapılamayacağını söylemektedir. Üstelik ona göre Oidipus Kompleksi (trajedisi)[1]
[1] Oidipus trajedisi: Sophokles’in anlatımı ile bir kâhinin bir
çocuğun babasını öldürüp annesi ile evleneceğini krala söylemesi üzerine yeni
doğan bebek güvenilir bir kişiye verilir. Bu kişi tarafından ismi Oidipus olan
bebek bir ağaca ayağından asılarak ölüme terk edilmiştir. Onu bir çoban bulur
ve kurtarır. Daha sonra bilmeden babasını öldürür ve annesi ile evlenir.
[1] Felsefe Lisans Mezunu
[2]Erich Fromm (1984). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenler I. Kitap, çev: Şükrü Alpagut, Payel
Yayınevi, İstanbul, s.296.
[3] Sezen Ünlü,
Çiğdem Kırel, Aysel Kayaoğlu (2011). Sosyal
Psikoloji, Anadolu Üniversitesi, AÖF, II. Cilt, Eskişehir, s.
135.
biyolojik kökenli değil ebeveynlerin yanlış tutumlarının
bir sonucu ortaya çıkmaktadır. Freud'un ölüm içgüdüsüne karşı da insanlar
yıkıcı olsa da bu eğilimler tedavi ile çözümlene bilmektedir demektedir. Ona
göre insan sorun çözme özelliğine sahiptir. Horney Çağımızın Tedirgin İnsanı isimli yapıtında “Freud'un birtakım
yanlış genelleştirmeler yapmakla kalmayıp insan tavırlarını ve davranışlarını
belirleyen gerçek itkileri de geniş ölçüde engellediğini vurgulamaktadır.
İnsanın sonsuz imkânlarına rağmen Freud kavramlarıyla çıkmaza saplanıldığını
ifade etmektedir”[1]. Horney’in korku ve anksiyete kavramlarına
getirdiği yaklaşımda psikanalist görüşte önemli bir yer tutmaktadır. Karen
Horney başlangıçta Freud düşüncesine karşı dikkatli yaklaşmıştır. Çünkü karşısında
bir psikanalist bilim aforoz kurumu bulunmaktadır.
Sigmund Freud’un yetmişinci doğum günü 5 Mayıs 1926 yılında
kutlanmaktadır. Akademik çevrelerde yaygın olduğu gibi, Freud’un sadık
arkadaşları ve öğrencilerinden bazıları önde gelen psikanalistlerinden onun
onuruna bir kitap olacak Festschrift (Anı Kitabı) için bölümler yazmaya davet
etmeye karar vermişlerdir. Karen Horney’de “Kadınlıktan Kaçış” “The Flight from
Womanhood” başlıklı bir makaleyle buna
katkıda bulunmuştur. Bir arkadaşına, onun pamuklu kumaşa sarılmış bir taş gibi
olduğunu söylemiş - sert, neredeyse bir silah, yine de yumuşak ve ince bir övgü
diliyle ve iltifatlarla ifade edilmiştir-. Karen Horney burada “Psikanaliz bir
erkek dehanın eseridir ve [Freud'un] fikirlerini geliştirenlerin neredeyse
tamamı erkektir” diye söze başlamaktadır. “Erkek psikolojisini daha kolay
geliştirmeleri ve kadınlardan çok erkeklerin gelişimini anlamaları doğru ve
makuldür[2].”Bir
kızınkiyle ilgili temel Freudyen kavramları tekrarladıktan sonra Horney,
“bilimin o kavramları sıklıkla bulduğunu” ileri sürer. Kadın psikolojisi
şimdiye kadar kadınların “büyüsü altında” inşa edilmiştir. Bir erkek bakış
açısı ve “zihinlerimizi bu eril düşünce tarzından kurtarmaya çalışırsak,
neredeyse kadın psikolojisinin tüm problemleri farklı bir görünüme
bürünmektedir.”[3] Kadın
bedeni, çocuk doğurma, annelik ve besleme kapasitesiyle, bir kadına “hiçbir
şekilde göz ardı edilemez fizyolojik üstünlük” sağlar ve aslında erkekler
genellikle “yoğun bir kıskançlık” gösterirler.
Karen Horney kadınlardaki kıskançlık belki de erkeklere verilen sosyal
ayrıcalıklara karşı bir erkek vücudunun parçalarını kıskandıklarından çok daha
fazladır. “Aslında bir kız doğumdan itibaren toplumsal ortamda aşağılanmaya
maruz kalmaktadırlar.[4]”
Böylece ilerleyen yıllarda da Karen Horney, Freud'un erkek psikolojisinin bir dalı olarak görünen kadın psikolojisi görüşüne çok farklı yaklaşmıştır. Freudcu bir dogmatik düşünce olan kız çocuklarında ki penis kıskançlığı ve psikanalitik teorideki erkek yanlılığının tezahürleri gibi kavramları açıkça reddetmiştir. Bunun yerine, kadın psikiyatrik rahatsızlıklarının çoğunun kaynağının, Freudyen teoriyi üreten erkek egemen kültürde bulunduğunu savunmuştur. Kadınların yaşamı yaratmada ve sürdürmede birincil rolü olan hamilelik, emzirme ve annelik konusundaki erkeklerin kıskançlığının, erkekleri diğer alanlarda üstünlüklerini talep etmeye yönlendirdiğini öne sürmüş ve rahim kıskançlığı
[1] Karen Horney (1980). Çağımızın Tedirgin İnsanı, Tur Yayınları, İstanbul, s. 35.
[2]
Susan Tyler Hitchcock (2005). Karen Horney Pioneer of Feminine Psychology
(Kadın Psikolojisinin Öncüsü: Karen Horney), Chelsea House Publishers, Heights Cross Communications, United States of America, s. 35., Karen Horney, “The Flight from Womanhood”, in
Feminine Psychology, p. 54.
[3] Susan Tyler Hitchcock, a. g. e., s.36.
[4] Susan Tyler Hitchcock, a. g. e., s.36.
kavramını psikanalist dünyada tanıtmıştır. 1932'de Horney,
Chicago'daki Psikanaliz Enstitüsü'nün müdür yardımcısı olmak için Amerika
Birleşik Devletleri'ne gitmiş 1934'te New York'a taşınmış ve özel
muayenehanesine geri dönerek ve New School for Social Research'te öğretmenlik
yapmıştır. Orada, Freud tarafından tanımlanan içgüdüsel veya biyolojik dürtülerden
ziyade çevresel ve sosyal koşulların, çoğu şeyi belirlediğini savunduğu The
Neurotic Personality of Our Time[1] (1937) ve
New Ways in Psikanalizde[2] (1939)
başlıca teorik çalışmalarını üretmiştir. Bireysel kişilik özelliklerinin
nevrozların ve kişilik bozukluklarının başlıca nedenleri olduğunu anlatmıştır.
Horney, özellikle Freud'un kültürel ve sosyal koşullarla daha yeterli bir
şekilde açıklanabileceğini düşündüğü libido, ölüm içgüdüsü ve Oidipus kompleksi
kavramlarına itiraz etmiştir. Daha sonraki nevroz gelişiminden sorumlu olan
birincil koşulun, çocuğun “potansiyel olarak düşmanca bir dünyada yalnız ve
çaresiz” hissettiği, bebeğin temel kaygı deneyimi olduğuna inanmıştır. Çocuğun
bu kaygıyla başa çıkmak için benimsediği çeşitli stratejiler, sonunda hem
nevroz hem de kişilik bozukluğuna neden olan kalıcı ve mantıksız duygulara
düştüğünü anlatmıştır. Horney'nin geniş klinik deneyimine dayanan fikirlerinin
çoğu, psikanalitik terapiye yeni bir yaklaşıma çevrilmiştir. Psikanalizin
hedefleri için gerçek yaşamla, günümüz sorunlarıyla başa çıkmanın, çocukluktaki
duygusal durumları ve fantezileri yeniden yapılandırmak kadar önemli olduğunu
düşünerek, hastaların mevcut kaygılarının özel nedenini belirlemelerine
yardımcı olmaya çalışmıştır. Birçok durumda, hastanın kendi kendine psikanaliz
yapmayı bile öğrenebileceğini öne sürmüştür. Sıkı Freudyen teoriye bağlı
kalmayı reddetmesi, Horney'nin 1941'de New York Psikanaliz Enstitüsü'nden
atılmasına neden oldu ve bu da Horney'i yeni bir grup, Psikanalizin İlerlemesi
Derneği ve ona bağlı eğitim merkezi olan Amerikan Psikanaliz Enstitüsü'nü
kurmakta özgür bırakmıştır. Horney, bu derneğin American Journal of
Psychoanalysis'i “Amerikan Psikanaliz
dergisini” çıkarmaya başlamış ve 1952'deki ölümüne kadar editörlüğünü
yapmıştır. Ayrıca yazmaya devam etmiş ve Our Inner Conflicts[3] (1945) ve
Neurosis and Human Growth[4]'ta
(1950) nevrozların kişilerarası
ilişkilerdeki rahatsızlıklardan kaynaklandığına dair görüşlerini açıklamıştır.
Öldüğü yıl (1952) New York'ta Karen Horney Vakfı kuruldu ve bu vakıf 1955'te
Karen Horney Kliniği'ni doğurmuştur. Horney'nin nevrozun nedenlerine ve
dinamiklerine ilişkin analizi ve Freud'un kişilik teorisini gözden geçirmesi
etkili olmaya devam etmiştir. Kadın psikoseksüel gelişimi hakkındaki
fikirlerine, konuyla ilgili ilk makalelerinin bir koleksiyonu olan Feminine
Psychology[5]'nin
1967'de yayınlanmasından sonra özellikle bu görüşe dikkat edilmiştir[6]. Kadın Psikolojisi kitabı ile Freud’un
cinsel kıskançlık düşüncelerine karşıt olarak tutarlı bir temellendirme yapan
Karen Horney’in uterus (rahim) kıskançlığı insanlığın üzerinde düşünmesi
gereken çok önemli bir kavramdır. Çünkü Türk irfanında kadının uterusu o
kadar kutsal kabul edilmiştir ki ona Allah’ın 99 isminden “Rahim” ismi layık görülmüştür. Aynı zamanda hemen hemen tüm dünya
dillerinde aynı derecede öneme sahip karşılıklar verilmiştir. Örneğin uterus Latince ilk anlamına gelir ve
Allah’ın “Evvel” isminin anlamını
vermektedir. Bu kadına verilen ayrıcalığın ve önemin ufak bir işaretidir. İnsanların embriyonik genital yapıların
yetişkinlerdeki karşılaştırılmasında erkeklerde kadındaki uterusun (rahmin)
karşılığı bulunmamaktadır. Her ne kadar erkeklerdeki bazı yapıların da
kadınlarda eşdeğeri bulunmasa da uterusun anatomik ve fonksiyonel zenginliğine
bunların hiç biri denk değildir.
VEDA ve VEFA
Bebek doğduğu andan itibaren uterusa (rahim) veda eder.
İster kız çocuğu isterse erkek çocuğu olsun hayatının ilk yıllarında rahmine
veda ettiği annesine vefa duyguları ile doludur. Yıllar ilerledikçe bu duygular
zayıflar özellikle bazı erkekler eşi olacak kadına vefa duymaz olmaktadır. İşte
bu yaradılışa aykırı kişilik parçalanmasıdır. Çünkü veda basit bir eylem
olmadığı gibi vefa da basit bir kavram değildir. İnsanlık cennete veda
ettiğinden beri vefayı aramakta veda ettiği yere özlem duymaktadır. Vefanın
olmadığı yerde aile, ağaç, kısaca hiçbir soysal müessese ve varlık
yeşermemektedir. Hz Muhammed(Selam olsun)
“Cennet anaların ayakları
altındadır” buyurmaktadır. Cennet, ağaç, vefa, yaradılış ve ilk var oluşun
simgesel dilini kapsamaktadır. Bu dilin okunması ve anlaşılması insanın
köklerine vefa duyması ile ilgilidir. Kökler meyveyi vermek için vardır. Meyve
köklere veda eder. Ama bu veda ediş yeni bir ağaç ve kökleri oluşturmaya engel
değildir. Dolayısıyla vedanın vefası vefanın vedası iç içe geçmiş durumdadır.
Hayatın döngüsünün tekâmülü bu iki kavram içerisinde hayat bulmaktadır.
Özellikle erkekler bu hakikati unutmuşlar kız çocuklarına ve kadına
bakışlarında yüz yıllarca veda-vefa bağlantısını ihmal etmişlerdir. Muazzez kitabımız Kur’an’ı Kerim’de Tekvîr suresi “8. 9.10. 11. 12. 13. 14.
Ayetlerde “Diri diri toprağa gömülen
kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda, Sahifeler (amel
defterleri) açıldığı zaman. Gökyüzü sıyrıldığında, Cehennem alevlendirildiği
zaman, Cennet yakınlaştırıldığı zaman, Her can, kendine ne hazırladığını
bilecektir” ilahî uyarılarına her insan kulak vermelidir. Türk gençleri hem
annelerine hem evdeşlerine hem de ayırım yapmadan tüm çocuklarına sahip
çıkmalıdır. Türk Milleti ve İnsanlık, kızı Hz. Fatıma’yı (selam olsun) görünce
ayağa kalkan Hz. Muhammed’in (O’na, Ashab-ı Güzün’e, Ehl-i Beytine selam olsun)
ahlakına yani evrensel ahlaka yeniden kavuşmalıdır. Bu ahlak insanlığı gölgesi altına alacak bir “Şecereyi Tayyibe (tertemiz ağaç)”
olacaktır. İyilikleri ve güzellikleri kendisinde cem etmiş bu ağaç köklerine
vefa ile yaklaşan suyu gövde üzerinden
veda eden meyvelerle âleme hediye edecektir. Bu meyveler tekrar vefa ile
insanlığı aydınlatacaktır. Ağaçların kökleri bir ormanda birbirine bağlı ve
susuz kalan ağaca su ulaştırdığı gibi insanlıkta bunu sosyal hayatına
uyarlamaktadır. Diğer canlılarla olduğu gibi ağaçla akrabalığımız bizim kadim
zamana hatta zaman öncesine kadar uzanmaktadır. Bu bize dünyayı bahşeden bir
yolculuğun hikâyesidir. Nuh Suresi 17. Ayette “Allah sizi bir bitki olarak yerden bitirdi” buyrulması bu
akrabalığın açık ifadesidir. Anne Rahminde bir ağaç gibi başlayan yolcukta
benzer bir serüvenin bugünkü hikâyesidir.
İnsan cennete, ağaca, rahime, anaya veda etmiştir. Bu
vedanın karşılığı her zaman vefa olması gerekirken başarıldığını söylemek
mümkün değildir. Çünkü insan özelde erkek biyolojik kimliğine takılıp
kalmaktadır. Bunun sonucu insanî kimliğini göz ardı etmekte ve biyolojik
canlıdan insanî var oluşa tekâmül edememektedir. Karen Horney’in rahim kıskançlığı ikileminden kurtulamayan erkek bunun
problemlerini cemiyete yansıtmakta kendisi vefasızlık yaparken vefayı sürekli
diğer insanlardan beklemektedir. İnsanlık var oluşa bakıp veda ettiği anne
rahmine duyacağı vefa toplumsal barışı da inşa edecektir. İnsan kadın-erkek
biyolojik ayrılığını insanî “Şecereyi Tayyibe (tertemiz ağaç)” ye
yükseltecektir. Bu ağaç insanın göğünden (arş-akıl-gönül) bütün azalarına
dallarıyla uzanan “Tuba Ağacı” misali nüfuz edecektir. Aksi halde tek yönlü bir
vefa beklentisi içinde olan ünlü Rus edebiyatçısı Puşkin’in düştüğü duruma
düşecektir. Puşkin Kur’an_kerim kültürüne de vakıf tanınmış bir Rus aydınıdır.
Fakat onun çıkmazı uterus kıskançlığının tarihsel bir örneği olmasıdır. Eşini
kıskandığı halde kendisi eşinin kıskanacağı her hareketi kendisine mubah
görmektedir. Bir gün eşine kur yapan Baron d’Anthes’i düollaya davet eder ve
ölümle(29 Ocak 1837) sonuçlanacak bir vefayı hazırlar. Puşkin’in hayatı ve
ölümünde; vefa ve vedanın bir birini tamamlayan değil tam tersine zıt
ilişkileri ortaya çıkmıştır. Hâlbuki veda ile vefa bir biri ile var oluş
anından beri insana emanet olarak verilmiştir. Kur’an Ahzab suresi 72. Ayette:
“Biz emaneti göklere, arza ve dağlara
teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o
çok zalim ve bilgisizdir”. Birçok emanetle birlikte vefa insanda
insanlığın inkişafı için verilmiştir. Bu
insanın biyolojik düşünceden, hümünal düşünceye
geçişini sağlayacak ve topraktan ruha yükselişi gerçekleşecektir. Fakat
bilgisizlik çerçevesinde nefsine ve başkasına zulüm, vefayı unuturmuş; insan
vedada kendisine teslim edilen manayı kaybetmiştir. İnsanın iniş serüveni veda
ile başlasa da çoğu kez vefa ile devam etmemiştir. İnsan için ahlak ve hakikat ilkelerinden en önemlisi veda ettiği aslına
vefa duyabilmesidir. Bunu idrak edip gerçekleştiremezse emanete vefa
göstermemiş olacaktır. Kutadgu Bilig’deki şu beyitler Türk irfanında vefanın
önemini vurgulamaktadır: “İnsanlığın
başı vefadır.” (KB.2040.b.) “Cefa edene karşı vefa göstermekte devam et; yiğit olan vefa gösterir; kötüler ise
cefa ederler.” (KB.3432.b.) “Yakınlık hakkı vefakârlıkla takdir edilirse, doğu
ile batı arasında hemen bir tepe aşılınca ulaşılacak kadar yakın bir mesafe
olur.” (KB.3706.b.) “Yalancı insanlar
vefasız olur; vefasız kimseler halkın hayrına uygun olmayan işler yaparlar.”
(KB.2039.b)” “Yalancı adamdan vefa bekleme; bu uzun yıllardan beri tecrübe
edilmiş bir sözdür.” (KB.2042.b).
Rahim
Kıskançlığından kurtulmuş erkeklerin veda ettikleri rahme (uterus) vefa
göstermeleri ile idrak düzeylerini yükseltmeleri halinde; insanlık hak ettiği
barış ve huzuru bulacaktır. Aksi halde veda/vefa arasında uyum değil kargaşa
devam edecek insanlığın akıl (gönül) çapı her geçen gün daralacaktır. Gönül
çapının genişlemesinde insanlığın deneyimleri ile birlikte aydınların toplumu
aydınlatmada evrensel ilkeleri önce kendilerinin yaşamasında önem vardır. Bu
ilkeleri kendi hayatlarında yeşertememiş onları toplumları besleyecek ağaçlar
haline getiremedikleri takdirde sözleri kuru yapraklar misali sonbahar vedasına
dönüşecektir. ilkbaharda meyvenin misali çiçeğe vedası olmak istiyorlarsa insan
doğasının hakikati ile buluşmaları ve bunu yaşamaları gerekmektedir. Yaşayan
yaşatabilir ve Hakkın veda-vefa emanetini taşır.
Kaynaklar:
- Erich Fromm (1984). İnsandaki
Yıkıcılığın Kökenler I. Kitap, çev: Şükrü Alpagut, Payel Yayınevi,
İstanbul.
-James
Lacy&Kendra Cherry, Contributions of
Karen Horney to Psychology “Karen
Horney'in Psikolojiye Katkıları” on March 28, 2020, https://www.britannica.com/topic/University-of-Gottingen,
- Karen
Horney (1980). Çağımızın Tedirgin İnsanı,
Tur Yayınları, İstanbul.
-Karen Horney (1986). Kadın
Psikolojisi, çev: Selçuk Budak, Payel Yayıncılık, Ankara.
-Sezen
Ünlü, Çiğdem Kırel, Aysel Kayaoğlu (2011). Sosyal
Psikoloji, Anadolu Üniversitesi, AÖF, II. Cilt, Eskişehir.
-Susan Tyler
Hitchcock (2005). Karen Horney Pioneer of Feminine Psychology(Kadın
Psikolojisinin Öncüsü: Karen Horney), Chelsea House Publishers, Heights Cross
Communications, United States of America.
Yusuf Has Hacip
(1974). Kutadgu Bilig (Çev : Reşit Rahmeti Arat), 2. Baskı, II. Cilt, Türk
Tarih Kurumu, Ankara.
[1] Karen Horney (2019). Çağımızın
Nevrotik Kişiliği, Çevirmen: Başak Kıcır, Sel Yayıncılık.
[2] Karen Horney(2017). Psikanalizde
Yeni Yollar, Türkçesi: Selçuk Budak, Totem Yayınları, İstanbul.
[3] Karen Horney(2017). İçsel
Çatışmalarımız, Türkçesi: Zeynep Koçak, Sel Yayınları, İstanbul.
[4] Karen Horney (1999). Nevrozlar
ve İnsan Gelişimi, Çeviren: Selçuk Budak,
Öteki Yayınları, Ankara.
[5] Karen Horney (1986). Kadın Psikolojisi, çev: Selçuk Budak, Payel Yayıncılık, Ankara.
[6] James Lacy&Kendra Cherry, Contributions
of Karen Horney to Psychology “Karen
Horney'in Psikolojiye Katkıları” on March 28, 2020, https://www.britannica.com/topic/University-of-Gottingen,