28 Nisan 2015 Salı

ERMENİ SÜRGÜNÜ ALMAN TAVSİYESİ Kerem Çalışkan (Prof. Dr. İlber Ortaylı ile röportaj)

ERMENİ SÜRGÜNÜ ALMAN TAVSİYESİ
Kerem Çalışkan (Prof. Dr. İlber Ortaylı ile röportaj)
Prof. Ortaylı Ermenilerden özür kampanyasına karşı çıkarak “özür devletten devlete olur” dedi. Ortaylı “Ermeni tehciri (sürgünü) olayını, Sarıkamış sonrası, cephe gerisini temizlemek için ALMAN GENELKURMAYI’NIN TAVSİYE ETTİĞİNİ” söyledi.
Tarihçi Prof. İlber Ortaylı, bir grup yazar ve akademisyenin Ermenilerden özür dileme girişimi konusunda “Böyle özür olmaz, özür devletten devlete olur” dedi. Halen müdürlük görevini sürdürdüğü Topkapı Müzesi’nde sorularımızı yanıtlayan Ortaylı, Ermeni sürgününü o sırada askeri gerekçelerle Alman Genelkurmayı’nın tavsiye ettiği görüşünü vurguladı. Ortaylı 35 yıldır bu konu gündemde olmasına rağmen, Türkiye’nin Ermenice bilen konusuna hâkim Ermeni uzmanı yetiştirmemesini de “ağır bir ihmal” olarak niteledi.   
Prof. Ortaylı bu konudaki sorularımızı şöyle yanıtladı:
-Sayın Ortaylı, bir grubun Ermenilerden özür girişimi hakkında ne diyorsunuz?
Ortaylı- Özür devletten devlete konuşulacak iştir. Bir takım adamların kendilerini milletin temsilcisi yerine koymaları geçerliliği olan bir işlem değildir. Ermeni devleti ile görüşülür bu işler. Diasporadaki bazı Ermenilerle, buradaki adamların yaptıkları işler kimseyi ilgilendirmiyor. Ermenistan var ortada,  bunu onunla konuşacaksın. Ermenistan’la temas olursa öyle başlar bu işler. Devletler tartışır böyle işleri. Ayağa düşecek konular değil bunlar. Ayağa düşerse ne olur? Hiçbir netice alınmadığı gibi, insanlar birbirine düşman olurlar. Kutuplaşma da artar.
-Peki bu özür işine girişenlerin amacı nedir sizce?
Ortaylı- Onların problemleri ayrı. O beni ilgilendirmiyor. ne istiyorlar bilmem. Onların hangi tutku ile hareket ettiğini bilemem. Ama işte kalkıp da TANER AKÇAM’IN KİTABI demesinler. Onu gerekçe göstermesinler. O kitabın BİLİMSEL BİR TARAFI YOK. O KİTAP SAMİMİ BİR KİTAP DA DEĞİL. Hiçbir şekilde güvenilemez. Tez mez diye de savunulamaz.
-Peki Ermeni tarihçilerle bu konuda bir temas oldu mu?
Ortaylı-Benim katıldığım herhangi bir şey olmadı. Ama bu konuda Ermenistan’la Türkiye’nin bilim çevrelerinin, establishment’in yani, Oturup karşılıklı konuşmaları, çalışmaları, tartışmaları lazım. Devamlı çalışmaları, görüşmeleri lazim.
Devlet var karşında. Yani böyle özürdü, genosiddi gibi şeylerle olmaz.
Bir takım adamların ortaya çıkması ile olmaz. Kim kimi tanıyor? Kim kimi temsil ediyor? Kimin adına konuşuyor? Amerika’daki kim yani? Orada 50 tane Ermeni kuruluşu var. Hangisi ne diyor?
-ERMENİ KONUSUNDA ‘GENOSİD’ TANIMI İÇİN NE DİYORSUNUZ?
Ortaylı- Genosid değil tabii. Genosid devamlılık isteyen bir süreç. Osmanlı’da böyle bir şey yok. Böyle bir kültür yok. Millet-i sadıka demiş Ermenilere. Yaşam biçimi iç içe.
Almanların yaptığı ile bu iş aynı mı. Bu ALMANLARIN KENDİLERİNİ TEMİZE ÇIKARMAK İÇİN YAPTIKLARI BİR ŞEY. Yani herkes böyle bir şey yapıyor. BİZDEN EVVEL TÜRKLER YAPMIŞTI, diyebilmek için çıkarılan bir şey. Yarın kalkacak, Amerikalılar yaptı diyecek, öbür gün kalkacak Ruslar yaptı Ukrayna’da diyecek. Bunu yayacak böyle. Bir sürü kitap çıkmaya başladı. Stalin’in Yahudi katliamı diye. Bir anlamda yaymak istiyorlar. ‘ENDÜSTRİ DEVLETİ İŞÇİ SINIFINI EZER’ gibi bir tez haline getirmek istiyorlar. Universal bir şey haline getirmek istiyorlar.
-ALMANLARIN ERMENİ TEHCİRİNDEKİ ROLÜ NE?
Ortaylı- Zaten o sırada (1. Dünya Savaşı sırasında) GENELKURMAY BAŞKANIMIZ ALMANDI. Bizim Genelkurmay Başkanımız. Bronsart Paşa (Bronsart von Schellendorf). Ama Alman Genelkurmayının adamı tabii. Onlarla yazışıyor. Onlardan emir ve telkin alıyor. Buraya da telkin ediyor. Ermeni tehciri konusu da onların telkin ve tavsiyesi. Ruslar ilerlerken Ermeniler cepheyi geriden vuruyor. Onların Ermenileri sürmekte gerekçesi cephe gerisini teminat altına almak.
-Bu konuda belge var mı?
Ortaylı- Almanların askeri arşivlerinde bu konu mutlaka vardır. Ama ben ulaşamadım. Bonn’daki araştırmalarım sırasında “Armenische Frage” (Ermeni sorunu) diye bir dosya vardı kayıtlarda.  Onu istedim. Gelmedi. ‘Yerinde değil’ dediler.
-Ermeni tehcirinin Sarıkamışla bağlantısı var mı?
Ortaylı-Sarıkamış’ta ordu yenildi. Orada birlikleri ricat ediyor. Ruslar ilerliyor. İlerledikçe arkada Ermeniler var. Onlar yardım ediyor Rusların ilerlemesine. Almanların tavsiyesi de cephe gerisinden Ermenileri temizlemek.
-Tehcire uğrayan Ermenilerin sayısı konusunda görüşünüz nedir?
Ortaylı-Rakamlarla ilgili bir çalışmam yok, olmadı. Ama 1.5 milyon olmadığı çok açık. Hiçbir istatistik  1.5 milyon Ermeni göstermiyor o tarihlerde. Böyle bir rakam yok.
-Siz bu konulari hiç Ermeni tarihçilerle konuştunuz mu?
-Hayır konuşmadım. Tabii Türkiye gerekeni yapmamış. 35 yıldır bu dava gündemde. Ermeni tetkikleri yok. Ermenice bilen akademisyen yetiştirmiyor.
Yani böyle 10,15, 20 tane Ermenice bilen Ermeni uzmanın olur. Ermeni tarihini, edebiyatını kültürünü araştırırlar, yazarlar. Bunların sözü ve tezi daha çok dinlenir.
Yoksa boş iştir böyle herkesin eline kalemi alıp yazması.
Tabii şu da açık ki, bu tezi candan savunan insanlar oluyor, bu işten para kazanmak isteyen insanlar oluyor. Bu da var. Onun için bunun uzmanının yetiştirilmesi lazım. Aldırış etmediler. Türkler için böyle uzman muzman çok önemli değil. Ne işe yaradığını anlamıyorlar. Yani bu işi çok savunan birinin makalesine bakıyorsun, III. Nikola diye başlıyor mesela. Anladın mı? Onun tezini dinlemez kimse. (Not: III. Nikola yok!)
Dil bilecek. İz bilecek. Ermeni kitlesine, kültürüne katkısı bulunacak. Öyledir bu iş yani. 35 yıldır yetiştirememişiz işte.
Yine doğru dürüst kitap Esat Bey’in kitabı (Esat Uras). Sonra Esat’tan falan arınarak Kamuran’ın kitabı (Gürün). Onu da basmıyorlar. Başka da doğru dürüst bir kitap yok.
-Ermeni konusunun arkasından tazminat ve toprak talebi de gelir mi?
Ortaylı- Gelir. Gün gelir tazminat da talep eder. Şimdi etmeyeceğim diyor. Sonra eder. Yani genosidi kabul ettirdikçe, onu da eder ilerde. Günün birinde yeri gelince!
-Bu Ermeni konusuna daha geniş tarihi açıdan bakınca nasıl görüyorsunuz?
Ortaylı- 19. yüzyılda milliyetçilik çıkıyor. Yunan ayaklanmasından sonra Ermeniler de istiyor. Öyle bir hayal onlara da geliyor. Ha hepsi istiyor mu? Hayır. Haşa. Ama o isteyen azınlık kuvvetleniyor, harekete geçiyor. Adam öldürüyor, etnik temizlik yapıyor. Berlin Kongresi’ne( 1878) heyet yolluyor. Islahat tedbirleri ile birlikte böyle kışkırtmalar, kavgalar başlıyor. Ermeniler o bölgede Kürtlere, Çerkeslere karşı da çeşitli hareketlere girişiyorlar.
Nihayet 1914 yılında İstanbul’da Yeniköy Anlaşması yapılıyor. Büyük devletlerle Osmanlı arasında. Ermeni ıslahatı için. Bir nevi muhtariyet demektir o. Doğudaki 6 vilayete mali, kültürel muhtariyet veriliyor. Ermenilerin ağırlıkta olduğu yerler. Vali de Norveçli olacak. Tarafsız olacak diye öyle isteniyor. Harp çıktı. Harp çıkmasa o sene gidiyordu bu iş.
Berlin Kongresi’nden beri (1878) Makedonya muhtariyeti ile Ermeni muhtariyeti sürekli gündemdeydi.
-Bir de Hamidiye alayları meselesi var
Ortaylı- Kürtler Ermeniler o bölgede birbirlerini kesiyorlar. Hamidiye alayları bir nevi meşruiyet. Kürtleri kontrol etmek için. Abdülhamit Ermenileri de kontrol ediyor. Kürtleri kontrol etmek için de böyle bir mekanizma çıkarıyor. Hamidiye alayları ile de katliam artmış değil. Ortalık düzene giriyor. Ortaya çıkan o yani. Emir dinleyen bir alay ortaya çıkıyor.  Yoksa başıboş tamamen. Kürtler bir yerde intikam alıyor. Orada başladı ya Ermenistan’da etnik temizlik Berlin Kongresi’nden sonra. Ermeni ayaklanmaları arttı. Kürtler Ermenilerin taleplerine muhatap oluyorlar o yıllarda. Tabii reaksiyonları da sert oluyor.
-Ermeni tehciri bu tabloda nereye oturuyor?
Ortaylı- Bu imparatorluk parçalanıyor. O parçalanmalar sırasında ayaklanmalar oluyor. Ayaklanmalara en başta tahammül ediliyor. Zaten o sırada çok dış kontrol altındasın. Ama harbe girdiğin zaman iş değişiyor. İşte orada Bronsart Paşa bile ‘Bunları sürün buradan’ diye tavsiyede bulunuyor. Genelkurmayı Almanların. Yoksa her cami çıkışı adam öldürüyor Ermeniler. Kavga çıkarıyorlar. Dolu Yıldız arşivleri. Yani adam ayaklanma ve iç harp halinde artık. Ermenistan istiyor.
Bu davaya inanmayan Ermeniyi de temizliyor kendisi. Bir de öyle bir şey de var. Dışardan gelen komitacı da çok. Hınçaklar, Taşnaklar. Basıyor, bomba atıyor. Ama harp çıkınca işler değişiyor. Ben sana gösteririm haline geliyor. Ermeni tehciri karşılıklı kanlı, hazin olaylarla dolu. Buna karşı Ermeni sürgünü sırasında komşusunu, Ermenileri çok koruyan da var. Saklayan var, koruyan var, evlenen var. Çok var böyle.
Bugün artık Ermenistan devleti var. Bu işler devletler arasında yürütülür, orada görüşülür
Aklı selimle görüşülür. (Prof. Dr. İlber ORTAYLI & Kerem ÇALIŞKAN, 23.12.2008)

16 Nisan 2015 Perşembe

TÜRKİYE NEDEN DENİZCİ DEVLET OLMAK ZORUNDA VE NASIL OLACAĞIZ? Dr. Nejat Tarakçı Deniz Tarihçisi ve Jeopolitikçi DENİZCİ DEVLETİN ANLAMI

TÜRKİYE NEDEN DENİZCİ DEVLET OLMAK ZORUNDA VE NASIL OLACAĞIZ?
Dr. Nejat Tarakçı
Deniz Tarihçisi ve Jeopolitikçi
DENİZCİ DEVLETİN ANLAMI
1. Altı yüz senelik Osmanlı Devleti ve doksan bir yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti neden denizci bir devlet olamamıştır? Dünyanın en güzel coğrafi deniz konumuna sahip bir ülkenin denizci bir devlet olamamasının, aslında yıllardır dillere pelesenk edilen bir tek cevabı vardır: Türk milletinin denizcilik geleneği ve kültüründen yoksun olmasıdır.
2. Denizcilik bilinci nasıl sağlanacaktır? Yine tek bir cevap var. Eğitim. Milletimiz denizcilik bilincine ancak eğitimle kavuşturulabilecektir.
3. Bu sonuca ne kadar zamanda ulaşılabilir? Kararlı ve sürekli bir stratejik planlamayla en az bir buçuk nesil sonra, yani 25-30 yıl sonra.
4. Peki bu uğraşa değer mi? Sorusu bile yanlış. Çünkü sadece ülkemizin geleceği değil, dünyamızın da geleceği, denizleri nasıl kullanacağımıza bağlıdır. Dünya var oldukça dünya ulaşımındaki deniz yolunun vazgeçilmezliği ve hayatiyeti de devam edecektir. Çünkü başka hiç bir alternatif taşıma vasıtası deniz yolu ile rekabet edecek durumda olamayacaktır. Deniz taşımacılığı ile 1 liraya taşınan bir mal, demiryoluyla 3,5 liraya, karayoluyla 7 liraya ve nihayet havayoluyla ancak 22 liraya taşınmaktadır. Dünya ticaretinin % 98’ i deniz yolu ile yapılmaktadır ve dünya deniz ticaret yollarının güvenliği 500 yıl öncesine göre çok daha önemli hale gelmiştir. Çünkü 250 yıl önce, ülkeler belirli bölgelerde birbirlerine muhtaç olmadan gruplar halinde yaşayabiliyorlardı. Bu gün böyle bir durum söz konusu değildir. Bu nedenle dünyanın kritik su geçitleri bugün daha önemli hale gelmiştir. Bu nedenle, Türk Boğazları, Hürmüz Boğazı, Süveyş, Cebelitarık, Panama Kanalları kapandığında dünyamız kaosa sürüklenecektir. Bundan daha da önemlisi insanlar gıda, su ve enerji olarak denizlere bağımlı olacaklardır. Çünkü küresel ekonomik sistemin iç içe geçmiş mekanizmaları bütün ülkeleri ekonomik bir prangayla birbirine kilitlemiştir. Sonuç olarak başta su olmak üzere, karalardaki kaynakların giderek tükenmesi ve kirlenerek kullanılmaz hale gelmesi insanoğlunun denizlere yönelmesini zorunlu kılmıştır. Bu yarışta deniz araştırmalarına önem veren ülkeler, yani denizci devletler, denizlerdeki kaynaklara daha çabuk ulaşacaklardır. Bu bağlamda henüz yeterince bilinmeyen ancak potansiyel olarak ümit vaat eden Karadeniz ve kutup bölgeleri gibi deniz alanları üzerindeki paylaşım mücadelesi de öne çıkacaktır. Bu alanların sahipleri ile yüksek teknolojiye sahip ülkeler ya zorunlu olarak anlaşacaklar veya çatışacaklardır. Böylece 500 yıl sonra, karasal sömürgecilikten denizsel sömürgecilik çağına geçilmiş olacaktır. Bu çağın galibi ve sömürenleri askeri bakımdan güçlü olanlar değil, bilim ve teknolojik açıdan güçlü olanlar olacaktır. Çünkü kaynaklar derindedir ve deniz ortamı bilim ve teknolojiye kayıtsız kalanlara hiç bir şey vermez. Yeni bin yılda ülkeler artık kara sınırlarına göre değil, kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (EEZ) sınırlarına göre komşu olacak, buna göre, birlik veya ittifak oluşturacaklardır. Türkiye açısından gelecekteki en temel deniz araştırmaları sorununun Kıbrıs ve civarındaki bölgelerde yaşanacağı beklenmelidir. Gelecek bin yılın yaşam alanı olacak denizlerin, başta gıda ve enerji olmak üzere her alanda uzun erimli ve yüksek seviyeli bir rekabet ve mücadeleye sahne olması kaçınılmazdır.
5. Denizci devlet olursak ne kazanacağız? Ekonomik açıdan sadece Yunanistan’a bakmak yeter. 300 milyar dolarlık dünya deniz taşımacılığı pastasının 60 milyarı (% 20) onun. Ulaştırmanın dışında yukarıda da bahsedildiği gibi, güvenlik, deniz dibi ve deniz içi kaynaklardan da istifade edebilmek gelecekte bir yaşam sorunu olacaktır ve tamamen Denizci Devlet olmaya bağlıdır. 
. Bunun kim yapacak? Devletin öncülüğünde konuyla ilgili herkes elini taşın altına sokacaktır.
7. Peki Cumhuriyet döneminde bu konu hiç ele alınmadı mı? Alındı. Atatürk 1937 yılında hükümet programını açıklarken, denizciliğe verdiği önemi çok net bir biçimde bu sözlerle belirtmiştir: Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Toprakların ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız..."
Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik, askeri (jeostratejik), coğrafi ve demografik koşullar,  onun denizci bir devlet olmasını gerektirmektedir. Bu durumda, devletten tabana bir akış izlenecektir. Devlet, demografik gücü denizciliğe yöneltmek için (eğitim gibi) gereken yasal ve idari düzenlemeler ile milli güç unsurlarını, denizcilik gücünün geliştirilmesi için yönlendirecektir.
B. DENİZCİ DEVLET OLMA HEDEFLERİMİZ NELER OLMALIDIR?
1937 Hükümet Programında yer alan ana hedef doğrultusunda Denizci Devlet olma yolundaki alt hedeflerimiz ise şöyle sıralanabilir:
Denizci devlet olmak, devletin milli hedefi olmalıdır,
Denizcilik vizyonu belirlenmeli ve ilan edilmelidir
Toplumda denizcilik bilinci oluşturulmalıdır,
Ulusal gereksinimleri karşılayacak ve dünya deniz ticaretinden yeterli payı alacak seviyede deniz ticaret filosuna sahip olunmalıdır,
Deniz dibi ve deniz içi kaynaklara ulaşacak teknolojiye sahip olunmalıdır.
Güçlü bir deniz kuvvetine sahip olunmalıdır.
C. DENİZCİLİK GELENEĞİ NEDİR?
Denizcilik bir gelenek işidir ve bu geleneğin kazanılması uzun yıllar gerektirir. Toprak fethederek bir imparatorluk haline gelen devletlerin çoğu, denizcilik ananeleri olmadığından denizci bir devlet olamamıştır. Bu, sahip olunan donanmanın gücünden farklı bir şeydir. Para karşılığında çok sayıda modern gemi alabilirsiniz. Ancak, kaliteli denizci personel ve denizcilik geleneğiniz yoksa bu güç hiç bir şey ifade etmez. Tarihin en canlı örnekleri, Fransa, İtalya, Osmanlı Devleti ve Almanya’dır. ABD bu özelliğine, kurumsallaşan ve deneyim kazanan deniz gücü sayesinde ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kavuşabilmiştir. Naziler bu ananeyi geliştirmek için savaş öncesi çok büyük gayret sarf etmişlerdir. Coğrafi konumun uygunluğu ve etrafı denizlerle çevrili Türkiye’nin böyle bir geleneğe sahip olamaması,  Osmanlı’dan bu yana uygulanan hatalı politikaların bir sonucudur. Türk tarihine ve Türk Denizciliğine bakıldığında genellikle ikinci eğilimin, yani devletin, deniz gücünü dış politika enstrümanı olarak kullandığını veya diğer bir deyişle savunma amaçları ile desteklediğini ve özellikle harp bahriyesine önem verdiğini görmekteyiz. Türkiye’nin eşsiz coğrafi konumunun bu kadar elverişli olmasına rağmen, denizcilik gücünün gelişememesinin temel nedeninin, yöneticilerin ve milletin karakterinden kaynaklandığı şüphesizdir. Bu açıdan bakıldığında ise, tarihten gelen alışkanlıklarla, halkın deniz ve denizcilikten yeteri kadar menfaat sağlamaya yönelmediği, devleti, bu potansiyelden faydalanma yönünde yeteri kadar zorlayamadığı, devletin de, deniz gücünü ekonomi aracı olarak görmemesi neticesinde Türkiye’nin Denizci Devlet sıfatını kazanamadığı anlaşılmaktadır.
D. DENİZCİ DEVLETLERDEN ÖRNEKLER
Macellan’lar, Kaptan Cook’lar, Scott’lar, Amundsen’ler yaptıkları ile dünya tarihinde yer alırken, aynı zamanda ülkelerinin de Denizci Devlet olmasına büyük katkıda bulunmuşlardır. Denizci Uluslar ( Maritime Nations) doğal bir sonuç olarak zengin bir kültür birikimi de yaratmışlardır. Bütün denizci ülkelerin yazılı eser, müzik, resim gibi temel sanatları denizden yansımış zenginliklerle doludur. Yazılı eserlerinde kütüphaneleri dolduran başlı başına bir Deniz Literatürü bütün göz alıcılığı ile yer almaktadır. Deniz, ulusça o insanların yaşamına da doğal olarak bütün unsurları ile girip yer etmiştir. Türkülerinde söylenmiş, davranışlarına, insan olarak karakterlerine yansımıştır. Örneğin Norveçli, İspanyol, İngiliz’in genlerinde, denizin varoluşu o insanların ruhsal ve fizik yapılarına yansıması doğal bir kalıtım olayıdır. O denizci ülkelerin insanları, denizle, gemilerle, rüzgârla, denizdeki canlılarla içli dışlı olmuş, böylece toplumlarında tümüyle deniz kaynaklı bir bilgi birikimi örf ve adetleri oluşmuştur. İşte Deniz Kültürü bunların hepsidir ve ancak uzun süreçlerde deniz denilen o gizemli, güzel ve zor ortamda bir şeyler yaratmakla oluşur.
Denizci devleti, denizcilik bilincine sahip millet yaratır. Sadece hükümetin konuyu ele alması ile denizci devlet olunamaz. Bu nedenle öncelikle yapılması gereken iş, millette bu bilincin oluşturulması, geliştirilmesi ve korunmasıdır. Denizci devlet olma hedefine ulaşılabilecek en kolay, ancak en uzun zaman gerektiren stratejik hedef, halkta denizcilik bilincinin oluşturulmasıdır. Kolay olmasının nedeni yatırımın çocuklara yapılmasıdır. Çocuklara yapılacak yatırımlar sayesinde bir kaç nesil sonrasında deniz ve denizciliğin önemini kavrayan demografik güce sahip olmak mümkün görülmektedir. ABD, İskandinav Ülkeleri, İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İngiltere, Hollanda gibi ülkelerde denizcilik bir yaşam tarzı, hayatlarının vazgeçilmez bir parçasıdır.
1. Yunanistan
Yunanistan, Rumların denizci bir halk olması sayesinde kurulmuştur. Deniz ticareti ile zenginleşen Rumlar, hem mücadeleye finansal destek sağladılar, hem de cepheye cephane ve silah taşıdılar. Bundan daha da önemlisi, deniz ticareti vasıtasıyla kurdukları iyi ilişkiler ile, başta Rusya ve İngiltere olmak üzere büyük devletlerin siyasi desteğini de kazandılar. Böylece denizci bir halk olan Rumlar, denizci devlet Yunanistan’ı kurdular. Yunanlılar, yılbaşında çam ağacı süslemek yerine, gemi maketi süslemektedir ve Yavuz'la yaşıt 95 yaşındaki Averof' adlı gemilerini restore edip sergilemektedirler. Dünyanın en büyük ağaç gemisi Mahmudiye Kalyonundan kalanlar İstanbul Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu tarihi gemiyi, maaş ödemekte zorluk çeken zamanın hükümeti memurlarına yakacak olarak dağıtmak üzere parçalatmıştı. Yavuz'un pervanelerinden sadece biri, hurdacılara satılmaktan kurtulabilmiştir. Biz ise benzeri yüzlerce yapılmış ikinci el Amerikan muhriplerinden Gayret'i İzmit'te kıçtankara yapabildik.
2. İngiltere
Almanların, 1940’da Dunkirk’te kuşattığı Fransız ve İngiliz Kuvvetleri, İngiltere halkı tarafından sağlanan ve bizzat kullanılan yatlar, balıkçı gemileri, ticaret gemileri ve gezi tekneleri ile kurtarılmıştır. Bu harekât kapsamında İngiltere’nin denizci halkı, 385 bin kişiyi bir haftada tahliye etmişlerdir. Bu durum, İngiliz halkının küçük yaşta, okullarda verilen eğitimle geliştirilen denizcilik bilincinin, denizci bir millet olarak hayat alanına yansıyan en güzel örneğini oluşturmaktadır.
Bugün Southampton’da rıhtıma bağlı duran 255 yaşında tümüyle ahşap bir gemi olan Amiral Nelson’un sancak gemisi, HMS Victory, Trafalgar Savaşı’ndaki haliyle muhafaza edilmekte ve İngilizler ona titizlikle bakmaktadır. Uzak Doğu seferlerinin vazgeçilmez gemisi Cutty Sark da Greenwich’de bir taş havuzda her gün binlerce deniz tutkununun görmeye geldiği 138 yaşında bir başka kültür mirasıdır. Bu gemiler artık İngiltere’nin değil, dünya denizciliğinin bir zenginliği olarak kabul edilmektedir.
Denizcilik işindeki gelişmeler kendiliğinden bazı kurumları da yaratmaktadır. Londra’da 1688 yılında Tower Street’de basit ve küçük bir kahvehane olarak gemi kaptanları, deniz ticareti ile ilgili brokerlar, acenteler gibi deniz ticaretinin çeşitli elemanlarının uğrak yeri olan Coffee House, üzerinde güneş batmayan İmparatorluğun dünya denizlerine gönderdiği her türlü gemi ve gemici için haber merkezi, iş merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. Aradan geçen 300 yıldan daha fazla bir süre sonrasında bugün bu Coffee House tüm dünyanın bildiği ünlü Lloyd Register haline dönüşmüştür. Lloyd Register, bir devlet kurumu olmadığı halde, denizlerin getirdiği başarı ve gelişmelerin biriktirdiği kültür birikimi ile bugünlere gelmiş uluslararası bir otoritedir.
1744’de yine Londra’da, Antwerp Towers isimli bir barda, elektriğin henüz olmadığı dönemde mum ışığında navlun sözleşmeleri yapılır, gemilerin sigorta işleri görüşülür ve anlaşmalara bağlanırdı. Bu küçük cafe bar, uzun yıllar boyunca uluslararası denizcilikte yaptığı işlerin hacim ve çeşitliliği sayesinde büyüyerek bugünkü Londra’da Dünya Gemi Kiralamaları Borsası yani, ünlü Baltic Exchange olmuştur
Londra, Greenwich’deki Deniz Müzesi’ni hakkıyla dolaşmak Dünya Denizcilik Tarihini okumak gibi bir şeydir. Tamamını gezmek günler almaktadır. Her bir müzenin dev kitaplıklarını, binlerce kitaptan oluşan deniz literatürü ve belgeler oluşturmaktadır. İskandinav ülkeleri, İtalya, Fransa gibi deniz ülkelerinin yanı sıra Kuzey Avrupa’daki küçük ülkeler de inanılmaz zenginlikte deniz müzeleri ile doludur
3. ABD
6 Eylül 1620 tarihinde “May Flower” isimli bir gemi ile, Protestan İngiltere’de ağır din baskısı gören Puritan’lardan oluşan kaptan, tayfa dahil 102 kişilik bir grup, 67 günlük bir yolculuktan sonra, yeni keşfedilmiş Amerika’da Cape Cod’a varırlar. Ağır kış şartlarından sonra bahar geldiğinde Plymouth Rock denilen yerdeki kulübelerde 45 kişi hayatta kalabilmiştir. O korkunç kışa dayanamayıp ölenlerden geride kalmış bu bir avuç Avrupalı bugünün Amerika Birleşik Devletleri’ni yaratmışlardır. O gün her 23 Kasım’da Şükran Günü olarak kutlanmaktadır. İlk yerleşim yeri bugün de aynen korunmaktadır. Bir replikası yapılmış olan ve taka tipi Türk teknelerinden biraz büyük “May Flower” da orada bağlıdır. Macera dolu denizcilik tarihinin anısı bugün de korunmaktadır.
Boston’da 1798’de yapılmış tümüyle ahşap olan USS Constitution gemisine girerken iskele tavasının üzerinde yer alan onur yazısı şu şekildedir: Amerikan Bahriyesinin halen faal durumdaki bir gemisine giriyorsunuz. Sadece büyük devletlerin kıyılarında değil, Hollanda, Belçika ve İskandinav ülkelerinin limanlarında da sakin köşelere çekilmiş, ulusal bir özenle muhafaza edilmiş birçok gemi halen koruma altındadır.
San Francisco şehir merkezinde, mendirek çevresinde kurulmuş olan National Maritime Historical Park’ta deniz müzesi, tarihi gemiler, gemilerde kullanılan objelerin sergilendiği açık alanlar ile satış mağazalarından meydana gelen bir site yer almaktadır. Buradaki Balclutha isimli yelkenli gemide, küçük yaştaki çocuklara güverte temizliği, yemek pişirme, palanga donanımları kullanarak yük kaldırma gibi faaliyetler icra ettirilmekte, filikalarla mendirek içinde kürek çektirilmekte ve benzer diğer denizcilik faaliyetleri yaptırılmaktadır. Tüm bu faaliyetler bir oyun düzeninde çocuklara verilerek onların denizle iç içe olmaları sağlanmakta, hafta sonu tatilleri için buraya getirilen çocuklar geceyi de bu gemi içinde uyku tulumları ile geçirmekte ve dönüşlerinde kendilerine sunulan denizcilikle ilgili anı objelerini almaktadırlar.
Başka bir örnek ise, yılın 365 günü açık olan Connecticut eyaletindeki Mystic Seaport’dur. Mystic Seaport, 19’uncu yüzyıla ait bir liman kasabasının, orijinaline uygun olarak yeniden inşa edilmiş halidir. 1937 yılında kurulan park 68 dönümlük geniş bir alana yayılmıştır.  Bu parkta halen günümüze kadar muhafaza edilmiş bir tersane, okul, kilise, banka, matbaa, tekne atölyeleri, marangozhane, yelken atölyesi, halat imalathanesi, gökevi, gemicilik malzemelerinin satıldığı dükkânlar, taverna, balık ağı ambarları bulunmaktadır. Kasaba görünümlü 41 adet binadan oluşan bir parkta değişik sergilerin düzenlendiği sekiz galeri bulunmaktadır. Rıhtımda ayrıca 1841 yapımı Charles W. Morgan yelkenli balina gemisi, 1882 yapımı Joseph Conrad yelkenli eğitim gemisi, 1908 yapımı kömürlü Sabino feribotu ve 1921 yapımı L. A. Dunton balıkçı teknesi ziyaretçiler tarafından gezilebilmektedir. Günümüzde de yüzer halde muhafaza edilen Captain Charles W. Morgan balina gemisinin ambarlarına inildiğinde yağ kaynatılan fırınların, tayfanın, kaptanların yaşam yerlerinin mükemmel korunduğu görülmektedir. Başlarında öğretmenleri ile gelen öğrenciler geminin hâlâ çelik gibi sert ağaçtan bordasına dokunmakta, güvertesinde gemici şarkıları söylemektedirler. Kasabada görevli personel de 19’uncu yüzyıl kıyafetleri ile dolaşmaktadır. Tesiste sene boyunca turlar, sergiler, seminerler, okul tatil programları, deniz bilimleri ile ilgili çalışmalar, yelken dersleri, gençler ve yetişkinler için yelkenli gemi ile seyir, gençlik kampları düzenlenmekte, gençler ve çocuklar için geceleme ve hafta sonu geçirme imkânları bulunmaktadır.
Denizciliği sevdirme faaliyetleri kapsamında ABD’de anıt ve müze haline dönüştürülmüş çok sayıda gemi bulunmaktadır.  Bu kapsamda, beş uçak gemisi, yedi muharebe gemisi, dokuz muhrip, 19 denizaltı, iki yelkenli gemi ve 18 adet çeşitli tiplerden oluşan askeri gemi vardır. Ayrıca, 100’e yakın asırlık sivil gemi de genelde o şehrin belediyeleri veya belirli dernekler tarafından işletilmekte, masrafları gezenlerden alınan giriş ücretleri ve bağışlarla karşılanmaktadır.
Orlando, San Diego gibi şehirlerde “Sea World” adı altında, denizle ilgili akla gelebilecek tüm canlıları doğal ortamlarına uygun olarak yapılmış suni havuz, göl ve akvaryumlarda izleme imkânı sunan tesisler bulunmaktadır. Buraya gelen ziyaretçiler gün boyunca;
* Katil balinalar, foklar, yunuslar ve denizaslanları tarafından yapılan gösterileri izlemekte, Penguen, müren balığı, pelikan, flamingo, köpekbalığı, baraküda gibi doğal ortamlarında kolaylıkla karşılaşamayacağı canlıları görebilmekte,
* Sürat motorları ve su kayağı ile yapılan akrobasi hareketlerini, su, müzik ve ışık birleşiminin yarattığı muhteşem gösterileri seyretmekte,
*Denizlerle ilgili temel bilgilerin, araştırmaların ve koruma çalışmalarının yer aldığı filmleri izleyerek denizcilik bilgilerini artırmaktadır.
* Özellikle ilköğretim çağındaki çocuklar ile gençler için özel programlar düzenlenmekte ve yılda yaklaşık 200 bin öğrenciye deniz yaşamı öğretilmektedir.
Sea World benzeri tesislerin sayıları, büyük yatırımlar gerektirmesi nedeniyle çok fazla değildir. Ancak, çeşitli balıklar ile diğer deniz canlılarının izlenebildiği yaklaşık 500 m3lük veya daha büyük akvaryumları ise hemen hemen her Avrupa şehrinde görmek mümkündür.
Hawai’de Maui Adası’nda sadece balina avcılığı ile ilgili bir açık hava müzesi vardır. Dünya tarihinin petrolsüz, motorsuz 200 yıllık bir periyoduna Balina Çağı ismini koyduran bir kültürün gururla gösterildiği bir yerdir. Hiç bilmeyen insanlar oradan ayrılırken birçok şey öğrenmiş olarak çıkmaktadır. New Bedford (Connecticut), Salem (Massachussets) ve Nantucket Deniz Müzeleri de öyledir.
Denize ve denizciliğe yönelik bir diğer güzel örnek de Amerikan Deniz Havacılık Müzesi’dir. Açık hava müzesi şeklinde düzenlenen bu geniş alanda Amerikan tarihini anlatan orijinal objeler ziyaretçilerin beğenisine sunulmaktadır. Ahşap güverteli ilk uçak gemilerinden USS CABOT’un güvertesinin orijinal şekli de ziyaretçiler tarafından dolaşılabilmektedir. Burada hemen herkes gönüllü rehberler aracılığı ile Amerikan tarihi, denizcilik ve deniz gücü ve deniz havacılık unsurları hakkında ayrıntılı bilgi alabilmektedir.
Katil balina (Orca) olarak bilinen canlıların Orlando Sea World’de günde iki veya üç seans gösterisi olmakta ve her şovu yaklaşık üçbin kişi izlemektedir. Katil balinaların eğiticileri ile birlikte yaptıkları gösterileri izleyen seyircilere, bu canlılara ve denize karşı merak ve sevgi duyguları aşılanmaktadır.
4. Hollanda
Türkiye’nin yaklaşık yirmide biri yüzölçümüne (41,160 km2) sahip, 16 milyon nüfuslu Hollanda’da 32 deniz müzesi bulunmaktadır. Rotterdam’daki Deniz Müzesinin çatı katında Profesör Plons isimli bir oyun parkı bulunmaktadır. Bu oyun parkı sadece çocukların suyla ilgili her şeyi eğlenerek öğrenmelerini sağlamak, denizi tanıtmak ve sevdirmek amacıyla yaklaşık 500 m2 lik bir açık alan ve 150 m2 lik bir kapalı alan üzerinde kurulmuştur. Parktaki istasyonlardan başka açık sahalarda iki metre yüksekliğindeki bir deniz feneri vb. görsel objeler de yer almaktadır. Açık havada yer alan bu istasyonlara ilave olarak bilgisayar destekli eğitim de verilmektedir. Dokunmatik monitörleri kullanarak sorular soran çocuklara denizle ilgili cevaplar verilmekte veya çocuklar merak ettikleri konularla ilgili detaylı bilgileri kolaylıkla öğrenebilmektedirler.
Hollanda’nın Sweningen limanında insanlar kışın hafta sonları dahi balığa çıkmak istediklerinden, 20-30 kişilik gruplara günü birlik turlar düzenlenmektedir.
E. DENİZCİLİK BİLİNCİ VE KÜLTÜRÜ İÇİN ÖNERİLER
Öncelikle, Denizcilik Bakanlığı ihdas edilmelidir. Böylece, denizle ilgili ticari, ekonomik, sportif her türlü profesyonel ve amatör faaliyetin koordinasyonu, süratle sağlanabilecek, projeler daha kolaylıkla uygulanabilecek ve denetlenebilecektir. ABD’nin denizcilik politikasının temelini oluşturan “denizi daima halkın düşünce alanında tutabilmek için zorunlu halk eğitimi” yaklaşımı, kurulması teklif edilen Denizcilik Bakanlığı’nın takip edeceği temel ilkeler arasında yer almalı ve bu konudaki eğitim her kademede devlet ve özel sektör işbirliğiyle verilecek şekilde gerekli politikalar izlenmelidir.
İkinci olarak, okul öncesi dönemdeki çocuklara oyun, oyuncak ve resimli kitaplar yoluyla deniz ve denizcilikle alakalı bilgiler, ilgi çekici, sevdirici temalar hazırlayarak gerek bu tür eğitim veren kurumlar yoluyla bu sevgi aşılanmalıdır.
İlköğretim müfredatına deniz, denizcilik ve deniz kültürü ile ilgili mecburi dersler konmalıdır. İlköğretim sürecinde okullarda sürdürülen eğitsel kol faaliyetlerinde denizcilik konusuna yer verilmelidir.
Denize kıyısı olmayan illerdeki okulların başarılı öğrencilerinin (özellikle denizi hiç görmemiş olanların), mükâfat olarak yaz tatillerinde büyük şehirlerde misafir edilmeleri ve denizciliğimizin tanıtılması, liman şehirlerimizin gezdirilmesi, buralarda gemileri ve denizcilik ile ilgili müzeleri ziyaret etmeleri sağlamalıdır.
Kıyısı olan belediyeler tarafından, nüfusu 100 bin için bir, 500 bin olanlar için, her 250 bin kişi için amatör su sporları kulübü açılması için yasa çıkarılmalıdır. Bu kulüplerdeki eğitimlerin parasız olması ve eğitmenlerin Milli Eğitim Bakanlığı kadrolarından temini sağlanmalıdır.
Türkiye’de her ile bir yüzme havuzu yaptırılması ve başta çocuklar olmak üzere o ildeki vatandaşların yüzme öğrenmeleri sağlanmalıdır.
İki senede bir tespit edilecek bir limanda, harp gemileri, yelkenli gemiler/tekneler ile her tipten sivil gemilerin katılacağı denizcilikle ilgili sergi, seminer/konferanslar düzenlenmelidir. Buna ilaveten, yelken, kürek, yüzme yarışları ve bot şovları içeren geniş kapsamlı Uluslararası Deniz Festivali düzenlenmelidir. Ayrıca, her yıl Deniz Turizmi Fuarı düzenlenmelidir.
Avrupa Birliğinde ilki 20 Mayıs 2008 tarihinde icra edilen AB Denizcilik Günü’ne uygun olarak,  Türkiye’de de her yıl 1 Temmuz gününün Denizcilik Günü olarak ilan edilmelidir. Böylece Kabotaj Bayramının kutlanma şeklinin daha aktif ve halka mal edilmiş hale getirilerek, denizciliğin tanıtım faaliyet ve şenliklerine dönüştürülmesi sağlanmalıdır.
27 Eylül Preveze Deniz Zaferi’nin yurt çapında fazla sayıda ve geniş kapsamlı etkinlikler ile kutlanması; aynı dönemde Denizcilik Haftası ihdas edilmesi ve ilköğretim okullarında hafta boyunca denizcilikle ilgili konuların işlenmesi sağlanmalıdır. 
Bugün unutulmuş olan, ancak, Kurtuluş Savaşı’nda çok büyük katkılar sağlamış olanlar başta olmak üzere Türk Denizcilik Tarihinde özel yerlere sahip gemilerin, anılarına saygı olarak onları gelecek kuşaklara aktarabilecek her şeyin özenle saklanacağı bir Deniz Ticaret Müzesi kurulmalıdır. Ayrıca, denizcilik tarihimizin tüm detaylarıyla anlatıldığı ve gösterildiği müzeler başta büyük sahil şehirlerimiz olmak üzere Türkiye genelinde yaygınlaştırmalıdır.
Sualtı dünyasının özellikle çocuklara tanıtılması ve sevdirilmesi maksadıyla büyük şehirlerimizde dev akvaryumlar kurularak halkın ziyaretine açılmalıdır.
Ülkenin sahil ve göl kesimlerinde, modern deniz canlıları parkları açılmalıdır. Hizmet dışına çıkmış harp gemilerinden istifade ile müzeler açılmalıdır.
Her yaştan insanın çok az masrafla yürütebileceği denize yönelik hobi alanları yaratılmalıdır. Bunlar kurutulmuş deniz kabukları ve diğer deniz ürünleri olabileceği gibi denizcilikte kullanıla objeler ya da süs balıkçılığı gibi hobiler olabilir.
Medyada deniz ve denizcilikle ilgili dergi yayınlaması teşvik edilmeli ve desteklenmelidir. Kamu ve özel kanallarda denizcilikle ilgili mecburi yayınların programlanması sağlanmalıdır.
Başta teknik ve sanat okulları olmak üzere gemi maketçiliği kursları açılmalıdır. Denizle ilgili resim, desen yarışmaları düzenlenmeli, film, dizi, belgesel ve klipler teşvik edilmelidir.
Denizden kültürel ve sanatsal anlamda da faydalanmak maksadıyla denizle ilgili sanatsal ve tarihi olayların canlandırılması planlanmalıdır. Örneğin; Osmanlı Donanmasının sefere çıkışı her yıl canlı bir görsel şölen ile kutlanmalıdır. Bu konuda gerekli senaryo hazırlanmış ve destek beklemektedir.
Moda ve tekstil sektörünün periyodik olarak denizcilik temasını işlemeleri teşvik edilmelidir.
Deniz kirliliğini önlemek amacıyla dernekler kurulmalı ve eğitim faaliyetleri yaygınlaştırılmalıdır.
Deniz turizmi (gezi ve dalış) ve yatçılık desteklenmelidir.
Almanya’nın denizcilik eğitiminde uyguladığı gibi; firmalar ve okullar arasında sağlanan düzenli işbirliği sayesinde, ulusal standartları korumayı ve denizcilik firmalarının taleplerini yerine getirerek eğitim yapmayı mümkün kılan, eğiten ve eğitilenlerin becerikli ve mesleki açıdan yeterli olmalarını sağlayan “denizcilik firmalarının kiralanarak kullanılması yönteminin Türk denizcilik eğitim sisteminde uygulanabilirliği araştırılmalıdır.
Buraya kadar sıralanan tüm tekliflerin kapsadığı konuları içeren, denizciliğin, tüm sektörleri ile bir bütün olarak ve tek başlık altında Hükümet Programları ile Beş Yıllık Kalkınma Planlarında yer alması Türkiye Cumhuriyet Hükümetleri tarafından sağlanmalıdır. Ayrıca, tüm siyasi partilerin, iktidara geldiklerinde Hükümet Programlarında denizciliğe yer vermeleri sağlanmalıdır.

15 Nisan 2015 Çarşamba

HEMEN TESLİM OLMAYIN!..‏ Aytekin ERTUĞRUL

HEMEN TESLİM OLMAYIN!..‏
Aytekin ERTUĞRUL
Anayasamız gayet açıktır. 
79. maddeyi yazıyorum.
Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.
(Değişik: 31.5.2007 - 5678/2 md.) Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.
Burada açıklanacak bir şey yok gerekli bölümü tekrar yazarsak: Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.
Bu maddeye göre seçimlerin dürüstlüğüne müdahale olduğu taktirde makam ve sıfat ayırımı olmaksızın  bütün yolsuzluklara müdahale etme ve gerekli işlemleri yapma görevi YSK kurulunundur. Yüksek seçim kurulunun verdiği cevabın anlamı ise Cumhurbaşkanının seçimlerin tarafsızlığına ve dürüstlüğüne karşı girişimleri olursa ben karışamam demektir ki işte Anayasaya aykırı olan da budur.
*
Cemil Can
Tarafsız Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan, Sakarya'daki toplu açılış töreninde konuştu. Yine başkanlık sistemini savundu. TÜSİAD'a verdi veriştirdi. İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal'a ağzına geleni söyledi. Ağrı'da PKK'nın askerlerimize saldırması haberini bile o verdi...
“Yeni Türkiye bizim kızıl elmamızdır(1) dedi..
Erdoğan, seçildiği günden beri yürütmenin başı gibi davranıyor.7 Haziran seçimleri için propaganda dönemini çoktan başlattı...
CHP ve MHP milletvekilleri Cumhurbaşkanının AKP'den yana olan konuşmalarının engellenmesi için Yüksek Seçim Kuruluna (YSK) başvurdular. YSK'nın “Cumhurbaşkanının faaliyetlerini denetleme görevi bize verilmiş değildir” (2) şeklindeki cevabı üzerine de havlu attılar...
Eşit koşullarda yürümeyeceği kesinleşen ve adil olmayacağı daha baştan belli olan bu seçimlere katılmak yenilgiyi peşinen kabul etmektir...
Anayasamızın 79. maddesinin 2 fıkrası, seçimlerin dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma yetkisini Yüksek Seçim Kurulu'na vermiştir. (3) Kurula “yapma” ve “yaptırma” fiilleri ile tanınmış olan yetkinin ne kadar geniş olduğu tartışmasızdır. YSK'nın “Cumhurbaşkanını denetleme yetkisi bize verilmiş değildir” şeklindeki yanıtı, kaçamaktır ve hukuk dışıdır.
Seçimin düzen içerisinde yönetilmesini engelleyen Cumhurbaşkanı da olsa YSK'nın alabileceği pek çok önlem vardır.
Meclisteki muhalefet partilerinin bu nokta üzerinde durması gerekir; Erdoğan'ın seçimlere şaibe düşürecek faaliyetlerinin televizyon, gazete ve diğer iletişim araçları ile halka duyurulması pekala engellenebilir. Örneğin; muhtarlarla sarayında yaptığı toplantının, Sakarya'da yaptığı toplu açılışın haberleştirilmesine yasak getirilebilir...
YSK'ya bu görev Anayasa ile verilmiş olup, “Cumhurbaşkanını denetleme” ile uzaktan yakından ilgili değildir! Bu yönde kararlar alınmasını hiç kimse, halkın haber alma özgürlüğünü engelleme veya sansür gibi değerlendiremez.
Böyle bir karardan sonra Cumhurbaşkanı dilediği kadar açılış yapabilir, dilediği yerde toplantılar tertip edebilir!?..
Meclisteki muhalefet partilerinin bu nokta üzerinde durması gerekirken, teslim bayrağını çekmeleri, iktidara talip olmadıklarını göstermektedir!..
Muhalefetin, seçimleri boykot da dahil, her türlü eylemi göze alarak, YSK'ya görevini yaptırması şarttır...
***
BİZİM ŞOFÖR KARŞI FİRMANIN ADAMI
Ermeni soykırımını savunan ve eşi Atatürk düşmanı olan Selina Özuzun Doğan'ın İstanbul 2. Bölgeden birinci sıra kontenjan adayı olarak gösterilmesi, Aydınlık yazarı Örsan K. Öymen'i de çileden çıkarttı.
Doğan, “Adaylığımın soykırımın 100. yılına denk gelmesi simgeseldir” demişti...
Her durumda Y-CHP'nin savunulacak bir yönünü ele alıp, iyimserliğini koruyan Öymen'in analizi, Türkiye gerçekleriyle bağlaşmıyor:“SeçimlerdeCHP'ye oy vererek AKP ile CHP arasındaki farkın kapanmasını sağlamak, seçimlerden sonra da, CHPyönetimini değiştirmek” fikri, Y-CHP'de yaşama şansı bulamaz...
Çünkü, 2010 yılında 80 il başkanının ortak önerisi ile genel başkanlığa getirilen Dersimli Kemal; ilk bulduğu fırsatta 70 il başkanını görevden aldı. Çok vefalıdır yani. Birlikte göreve başladığı 80 parti meclisi üyesinden60'ını ilk kurultayda listesine koymadı. İlçe kongrelerine müdahale ederek, genel başkanlığı için oy kullanan kurultay delegelerinin yüzde 80'inin aday gösterilmesini itiraz ederek engelledi. Genel başkanlığa geldikten sonraki ilk yerel seçimde; kendisini destekleyen belediye başkan ve belediye meclis üyelerinin yüzde 60'ını da aday göstermeyerek eledi. Son olarak 70'den fazla milletvekilini tasfiye etti... (4)
Dersimli, 4 yılda adım adım CHP örgütünü ele geçirdi!..
Büyük kurultay delegelerini de kendine benzeyenlerden seçtirdi...
Büyük kurultayda üç ayrı liste çıkartması, bu konulardada neler yapacağının göstergesidir...
Bu seçimlerde de başarısız olsa bile, onu delege hesabı ile düşürmek olanaksızdır...
Cumhurbaşkanlığı seçimlerindekiyenilgisinden sonra takındığı tutumu ise hiç akıldan çıkartmamak gerekir. Yumruğunu kürsüye vurup, “Dersimli Kemal'im ben. Yerel Yönetimler Özerklik Şartını mutlaka getireceğim”(5) şeklindeki sözlerinin kurultayın toplanma amacı ile ne ilgisi vardı?
Belli ki, Dersimli kendisini göreve getiren küresel güçlerin karşısında “yemin” tazeliyordu...
“Anadolu'nun Kemal”i, Cumhuriyet ilkelerine bağlılığından şüphe duyulmayan Alevileri de üç parçaya bölerek iyice zayıflattı. HDP'nin barajı aşmasından memnun oluruz şeklindeki tezleri ile şaşkına çevirdiği Avrupada'ki Alevi dernekleri ve Pir Sultan Abdal Derneği bölücü parti HDP'yi destekleme kararı aldı...
Alevilerin 6 Ok'a bağlı olan önemli bir kesimi ise Vatan Partisi saflarına katıldı. Parti binasında Aşure Günü'nü kutlamayı siyasi faaliyet sanan bir kısım yol düşkünleri ise, Y-CHP içerisindedir ve ne yapacağını bilmez haldeler...
Dersimli Kemal'in, Aleviliği siyaset malzemesi olarak kullanması, en çok dini siyasete alet eden Sünni mezhep sımsarlarının hoşuna gitmiştir. Artık onların da önünde hiçbir engel kalmamıştır...
Diledikleri kadar mezhepçilik yapabilecekler; azgın bir şekilde din ve dince kutsal sayılan değerleri sömüreceklerdir... Hepsinden önemlisi bugüne kadar yaptıklarının tümü meşru hale gelecektir...
Dersimli, “Bugün için Türkiye'de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz” (6), “Türbanı ve Kürt sorununu biz çözeriz” (7) diyerek, iktidarın kuyruğunda siyaset yapmayı marifet sanmıştı. Dolayısıyla ülkenin bu hale gelmesinden AKP iktidarları kadar sorumludur!..
Özetle söylemek gerekirse; bizim otobüsün şoförü karşı firmaya çalışıyor. Onların adamıdır. Ekibi de yabancıdır. Dolayısıyla bizi, gideceğimiz yere sağ salim götürebileceğinden hiçbir zaman emin olamayız!.. Nitekim, bizden gözüken kaptanımız, iktidar otobüsünün peşine takılmış “açılım” bilinmezine doğru hızla yol alıyor!..
İlk mola yerinde bu haini değiştirmek zorundaydık. Ama başaramadık!..
Direksiyon yine ondadır...
O halde, güvenilir başka firma ile yolumuza devam edeceğiz...
Cemil Can
e-kitap indirme bağlantısı
DİPNOTLAR:
(1) Kızıl Elma, Türk mitolojisinde Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşlerdir. Türk devletleri için bir hedefin ve amacın simgesidir.
(3) ANAYASA
E. Seçimlerin genel yönetim ve denetimi
MADDE 79- Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.
(Değişik: 21/10/2007-5678/2 md.) Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.
Yüksek Seçim Kurulunun ve diğer seçim kurullarının görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.
Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler, salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler.
Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştaydan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve Başkanvekili ad çekmeye girmezler.
(Değişik: 21/10/2007-5678/2 md.) Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulması, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi işlemlerinin genel yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur.

4 Nisan 2015 Cumartesi

İSRAİL’İN NÜKLEER SİLAHLARI NE OLACAK?, Dr. Nejat Tarakçı

 İSRAİL’İN NÜKLEER SİLAHLARI NE OLACAK?
Dr. Nejat Tarakçı
Jeopolitikçi ve Stratejist
ntarakci@gmail.com
Giriş
İran’ın 6 ülke ile yaptığı nükleer görüşmeler anlaşma ile sonuçlandı. İran tarafı her iki tarafında kazandığını (Win-Win) açıkladı. Ancak mutabakat sağlanan hususlara bakıldığında İran’ın daha fazla taviz verdiği söylenebilir. Bir başka bakış açısıyla İran’daki dinci yüksek otoritenin küresel finans kapital sistemin gücüne boyun eğdiği değerlendirmesi de yapılabilir. İran’ın bu kararında, yüksek eğitimli bir toplum yapısına sahip İran halkının yaptırımlar karşısında kısıtlanan yaşam standartlarının toplumsal yapıyı olumsuz yönde etkileyeceği endişesi etkin olmuşa benziyor. İran halkının sokaklarda anlaşmayı kutlaması, rejimin endişelerinin doğru olduğunu gösterdi. Anlaşma Uluslararası Atom (IAEA) Enerjisi Kurumunun vereceği ön rapor sonrasında 30 Haziran 2015’de yürürlüğe girecek.
İran’ın Tavizleri ve Kazanımları
Anlaşmanın ana konularına kısaca bir göz atalım; İran 15 yıl içinde 5 ton yerine en fazla 300 kg zenginleştirilmiş uranyum stoku yapabilecek. Bu durumda İran’ın nükleer silah yapabilme ara zamanı 10 yıl süre ile 2-3 aydan bir yıla çıkarılmış oldu. Fordo’da dağın içinde bulunan ve hava saldırılarına karşı korunmalı zenginleştirme ünitesinde 15 yıl süre ile zenginleştirme yapmayacak. Bu tesis nükleer fizik ve teknoloji araştırma merkezine dönüştürülecek. Fordo’daki bin adet zenginleştirme makinesi sadece tıbbi ve endüstriyel amaçlı izotoplar üretecek. IAEA eski ve yeni zenginleştirme sürecini yakın takibe alacak. İran ayrıca geçmişte şüpheli durumdaki tesislerini ve depolarını da denetime açacak. İran yeni inşa ettiği Arak nükleer reaktörünü de sadece enerji için plütonyum üretecek şekilde yeniden düzenleyecek. Ayrıca yakıt için stokladığı plütonyum ve diğer yan maddeleri de teslim edecek.  IAEA’nın raporundan sonra ABD ve AB’nin İran’a uyguladığı yaptırımlar askıya alınacak. Ancak herhangi bir aksine uygulama halinde yaptırımlar derhal devreye sokulacak. Geçmişte İran’a karşı nükleer çalışmalar ile ilgili alınmış BM Güvenlik Konseyi kararları kaldırılacak. [1]
Anlaşmaya Reaksiyonlar
Başkan Obama anlaşmanın başarılı olduğunu açıklarken, İsrail ve Cumhuriyetçiler anlaşmaya karşı çıkıyorlar. Cumhuriyetçilerin genel olarak Amerika’daki İsrail lobisinin etkisinde hareket ettiği dikkate alındığında buna karşı çıkmaları doğal olarak kabul edilebilir. İsrail’e gelince, İran’la doğal sınırı olmayan bu ülkenin hala neden İran’dan korktuğunu anlamak oldukça zor görünüyor. İran’da 1979’da rejimin oturması için yaratılan fanatik İsrail ve ABD karşıtlığından artık söz etmek mümkün değil. Bence İsrail’in ciddi anlamda korkması gereken esas husus Ortadoğu’nun ve sınır komşularında devam eden istikrarsızlıktır. 2016’da Doğu Akdeniz’deki doğal gazı dünya piyasalarına sunmayı planlayan İsrail bunu nasıl yapacaktır? İran’la ABD ve AB’nin yaptığı bu anlaşma aslında İsrail için bir fırsattır. Filistin meselesi de bu yumuşak yaklaşım içinde kolayca çözülebilir. Aksi takdirde İran da İsrail’in sahip olduğu ve uluslararası denetimden kaçırdığı nükleer silahları gündeme getirebilir. O zaman Ortadoğu’daki nükleer dengeye bir göz atalım
Ortadoğu’da Nükleer Denge
Dünya tarihinde atom bombası bir kere kullanılmıştır. Ancak bombanın fiziki ve insani tahribatının askeri ve politik alanda yarattığı sonuçlar dünya savaşını bitirmiştir. Özetle, yüksek teknoloji ürünü bir bomba, net bir siyasi sonucun alınmasını sağlamıştır. Atom bombasına sahip tek ve ilk Müslüman ülke ise Pakistan’dır. Sovyet yanlısı Hindistan’ı dengelemek maksadıyla, Soğuk Savaş döneminde Batı blokunda yer alan Pakistan’ın nükleer bombaya sahip olmasına göz yumulmuş ve hatta yardım edilmiştir. Şimdi ikinci bir Müslüman ülke nükleer güce sahip olmaya çalışmaktadır. Bu ülke İran’dır. İran’ın son 10 yıldan bu yana devam eden ciddi anlamdaki nükleer enerji çalışmaları başta ABD olmak üzere, NATO ve müzahir ülkeleri korkutmaktadır. Çünkü bu çalışmaların atom bombasına dönüşebileceği düşünülmektedir. Bu gerçek bir korku mudur, yoksa böyle bir algı mı yaratılmak istenilmektedir? Ancak aynı şekilde 1974’den bu yana nükleer silaha sahip olan ve Ortadoğu’da bu alanda tekel konumundaki İsrail’den ise bahsedilmemektedir.
İsrail’in Nükleer Programı
Ben Gurion 1952’de, yani bağımsızlığın kazanılmasından sadece dört yıl sonra, İsrail Atom Enerjisi Komisyonunu kurdu. Ve Fransa ile anlaşarak bir kaç yıl sonra gizlice Dimona nükleer reaktörünü inşa etti. Eski başbakanlardan Shimon Peres bu anlaşmanın mimarlarındandı. 1960’da kuruluşundan 12 yıl sonra ABD istihbaratı, nükleer silaha sahip olmasının İsrail’e açıkça daha büyük ölçüde güvenlik, kendine güven ve daha sağlam bir duruş sağlayacağını değerlendirdi. Buna rağmen John F. Kennedy, İsrail’i bomba yapmaktan vazgeçmesi için ikna etmeye çalıştı. Ancak başarılı olamadı. Bunun üzerine program hızlandırıldı. 1974’e gelindiğinde ABD istihbaratı, İsrail’in az sayıda nükleer silaha sahip olduğuna inanıyordu. 1986’da Dimona nükleer reaktöründe çalışan Mordechai Vanunu adlı bir işçi, Londra Sunday Times gazetesine Dimona’nın bir bomba fabrikası olduğunu söyledi. Akabinde Mossad tarafından kaçırıldı ve İsrail’de hapse atıldı. Vanunu’ya göre reaktörde 100-200 arasında bomba yapacak kadar plütonyum üretilmişti. Bugün İsrail’in 80-100
arasında nükleer bombaya sahip olduğu tahmin edilmektedir. Bunlar uçaklarla havadan veya Jericho adlı İsrail yapımı çok kademeli balistik füzelerle atılabilir.[2]
İran’ın Nükleer Programı
İran’ın nükleer programı, Soğuk Savaş döneminde Batı yanında yer alması nedeniyle 1950’lerde başlatıldı. Projenin adı Barış İçin Atom Programı idi. Programın başlangıcı 1953’te CIA destekli bir darbe ile demokratik olarak seçilmiş başbakan Muhammed Musaddak’ın görevden alınıp, iktidara Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin getirilmesinin hemen sonrasına rastlar. ABD, SSCB'ye karşı nükleer güç kuşağı kurmak istedi. Bu girişime İran, Türkiye ve Pakistan da ortak edilmek istendi. Bu çerçevede 1967’de İran Atom Enerjisi Kurumu (İAEK) tarafından yönetilen Tahran Nükleer Araştırma Merkezi (TNAM) kuruldu.
TNAM, ABD tarafından sağlanan, 5-megawatlık nükleer araştırma reaktörü ile çalışmalara başladı ve yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum yakıtı sağlandı.[3] İran 1968’te Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı (NPT) imzaladı ve 1970’te onayladı. Takiben İran Atom Ajansı kuruldu. Bu düzenlemelerden sonra, Şah, ABD’nin yardımıyla 2000 yılına kadar 23 nükleer güçle çalışan elektrik üretim merkezi yapılmasını öngören planları onayladı. Böylece, Avrupa ve Amerikan firmaları bu programa ortak olmak için birbirleriyle yarışmaya başladı. 1979’da İran’da Amerikan karşıtı ve İslam’ı şeriatı esas alan bir politik yapının işbaşına geçmesi, nükleer projeleri Batı açısından riskli bir konuma getirdi.
Nükleer Güç ve Bölgesel Savaş Olasılığı
İsrail hiç bir zaman nükleer silah devleti olduğunu açıkça bildirmedi. Aynı zamanda Nükleer Silahların Tedariki Antlaşmasını da (NPT) imzalamadı. Mısır’ın başını çektiği Arap ülkeleri zaman zaman İsrail’den Antlaşmayı imzalamasını talep ettiler. Ancak bir sonuç alamadılar. Çünkü ABD ve Batı bu konuda sessiz kalmayı tercih etti.  Arap ülkeleri 2009 yılında BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nda (UAEK) İsrail’in NPT anlaşmasını imzalayarak nükleer tesislerini uluslararası denetime açması için karar çıkartmışlardı. Ayrıca, Mayıs 2010’da yapılan NPT toplantısında ABD dâhil 189 ülkenin onayı ile Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmış bölge ilan edilmesi kararı kabul edilmiş ve 2012’de İsrail’in NPT’yi imzalayıp denetime açması istenmişti.[4] 2012 de geçeli 3 yıl oldu. İsrail hala UAEK ile işbirliğine yanaşmamaktadır.  İsrail’in atom bombalarına gelince; Batı ülkeleri sessiz kalmaya devam ederken, en etkili karşı çıkış Türkiye’den gelmiştir. Başbakan Erdoğan; Ben şu an İsrail’i bölgesi, çevresi için tehdit olarak görüyorum. Çünkü atom bombası var dedi. BM’nin bugüne kadar İsrail’e yönelik aldığı 89 yaptırım kararı bulunduğunu hatırlatan Erdoğan: Peki bununla ilgili İsrail’e yaptırım veya baskı uygulaması yapılmış mıdır? Hayır, yapılmamıştır. Bu konuda bir çaba var mı? Yok, ama İran’la, Sudan’la ilgili var, diğer bazı ülkelerle ilgili var, orada var orada yok İşte size ikicilik yaklaşımla dünya barışına hizmet edemezsiniz ve BM üzerine düşen görevi yerine getirmemiş olur. Uluslararası toplum, İsrail’e sen hukukun üzerinde değilsin demelidir.[5]
Sonuç
Nükleer anlaşma en azından 15 yıl süre İran’ı İsrail ve bölge için nükleer bir tehdit olmaktan çıkarmıştır. Şimdi mücadele konvansiyonel silahlarla devam edecektir. Suriye ve Irak’taki İŞİD’den sonra, Yemen’de açılan yeni cephede El Kaide ve Husiler var. Batı’nın Askeri Endüstriyel Sistemi ile Finans Kapital Sistem el ele vererek Arapları birbirleri ile savaştırmaktadır. Böylece bir yandan yeni silah pazarı yaratılırken, savaş sonrası alt yapının onarılması ve inşa edilmesi için de devrede olacaklardır. Arap Monarşilerinin artık halkları ve İran’la barışmalarının zamanı gelmiştir. (Nisan 2015)


[1] George Jahn, A Glance at Commitments Under Preliminary Iran Nuke Deal, AP.  http://abcnews.go.com/Politics/wireStory/glance-commitments-preliminary-iran-nuke-deal-
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0srail'in_n%C3%BCkleer_silahlar%C4%B1
[3] http://www.nnsa.doe.gov/na-20/frrsnf.shtml
[4] Ceyda Karan, Radikal Gazetesi 20 Eylül 2010
[5] Cumhuriyet Gazetesi 6 Ekim 2011 s. 12