23 Ekim 2014 Perşembe

ÇOK ÖNEMLİ BİR BİLGİ: "Bir demokraside, devlet başkanlığı sarayında oturmanın faturası"; CEMAL TUNÇDEMİR

CEMAL TUNÇDEMİR
Gerçek bir demokraside, 
"devlet başkanlığı sarayında" oturmanın faturası...
1981 yılında yemin ederek ABD Başkanlığına göreve başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar.
Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Baş kahyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır. Sadece yemekler de değil… 
Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir. 
Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını. 
Aslında, ABD kamuoyunun büyük çoğunluğu da pek bilmiyordu. 
ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi ve birinci Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary Clinton‘ın, bu yıl yayınlanan “Hard Choices” kitabının Haziran ayındaki tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’ söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı. 
Hillary Clinton, sekiz yıl kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nin Stanford Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı. Borç batağından, Bill Clinton’ın art arda yayınlanan kitaplarının, ücretli konuşmalarının gelirleriyle düzlüğe çıkacaklardı. Son borçlarını da 2004 yılında ödeyerek borçlarını temizleyeceklerdi.
Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500 bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş parasız ayrılacaktı? 
Nancy Reagan’ı çok şaşırtan sebepten dolayı…
ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki herşey maaşlarından kesilir. 
Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. 
Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da… 
Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.
Çünkü; 
ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya ‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘’1600 Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçe’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevirilmiş olsa da, aslında İngilizce’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz Ev‘dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… 
ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, haftasonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki dinlenme evinin haftasonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.
Gerald Ford’tan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8 yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır. İstedikleri yemekler pişirilir, malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder. Ve doğal olarak fiyatın yüksekliğine alışmaları zaman alır. 
Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir. Devlet konutu diye cüzi ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor. Hatırladığı en büyük tepki ise Jimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a ait. 
Memleketleri Atlanta’da yemeğin de malzemelerin de çok daha ucuz olduğunu söyleyip durmuş aylarca. Ama ‘first lady’nin şikayetleri, fiyatları aşağı çekmeye yetmemiş. George W. Bush’un eşi Laura Bush da, “Spoken from the Heart” adlı anı kitabında Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar pahalı olduğundan yakınıyor. Onu en çok zorlayan konulardan biri de, hergün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisinin ödemesi olmuş. Bayan Bush kitabında, faturanın aylık geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm msaraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor.  ‘’Faturada ağzımı açık bırakan kalemler de vardı’’ diye aktaran Bayan Bush şu örneği veriyor:
‘’Ülkenin First Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden tahsil ediliyordu.’’
ABD Başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir. Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar. Yani ayrıca bir serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda… Belki de bu yüzden Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.
Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir. ”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.Ve yine Beyaz Ev, kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur. Çünkü Amerikan tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 30 bindir.  Başkanın penceresinin bir kaç on metre uzağındaki bahçe demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.
Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir. Başkan Truman’a göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane‘den başka bir şey değildi. Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum balığı gibi hissettiğini anlatır. Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti. Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir. Bu gerçeği, bir hizmetçisi, Baba George Bush’un eşi Barbara Bush’a şöyle söyler bir gün:
‘’Buraya her dört yılda bir başkanlar gelir gider… Biz kalıcıyız’’.
*** Bu yazı www.amerikabulteni.com’da yayımlanmıştır.
http://m.t24.com.tr/yazarlar/cemal-tuncdemir/bir-demokraside-devlet-baskanligi-sarayinda-oturmanin-faturasi,10438

9 Ekim 2014 Perşembe

Prof. Dr. Ayşegül AKBAY YARPUZLU; SELF DETERMİNASYON; Sahnede: HDP, DBP ve DTK

SELF DETERMİNASYON;
Sahnede: HDP, DBP ve DTK

Okunmayan yazılarıma bir yenisini ekliyorum…
Self-Determinasyon kavramının neresinde Güney Doğu?
Self-Determinasyon kavramını iyi bilmesek de ve toplumun çoğu sınır bütünlüğü ve üniter devlete koşullanmış bir militer sistemin ürünü olsa da; bu kelimeyi çoğumuz ömrümüzde birkaç kez duymuşuzdur.
Kimilerine göre, Self-Determinasyon, Avrupa’lıların bizi bölmek için uydurdukları bir bölünme ara kavramı, topraklarımızı parçalamaya çalışan düşmanca bir plan.
Gerçekte, Self-Determinasyon; Uluslar arası Hukuk’ta tanımlanmış, yeni devlet kurma koşulunda, toprak iddiaları halinde egemen devletin ayrılma ve bağımsızlık arayışına yanıtı, bölge halkının kendisine sorması ve demokrasiye saygı gösterilmesi anlamına geliyor. Tartışmalı bir kavram olmasının sebebi, referandumdan ayrılma kararı çıkması halinde, Uluslar arası Hukuk'ta geçerliliği olan sınır bütünlüğü anlaşmaları doğrultusunda eski durumun korunması adına oyunbozanlığın hukuka dayandırılmasını talep edecek gurupların daima bir yerlerde mevcut kalması ve hatta kimi zaman bu sebeple savaşın ya da iç savaşın kışkırtılmaya devam edilmesi ve sürmesi.
Henüz Türkiye Cumhuriyeti’nin bir topyekün değişik Federalist Anayasa’yı baştan görüşmesi  ve hazırlığı topluma sunması gündemde bile değil. Avrupa’daki Federalist dönüşüme gelince, bizzat Avrupa siyasi entegrasyonunun ne pahasına olursa olsun bir acil anayasa referandumuyla hızlandırılması önermesi ile ortaya çıkan Spinelli yandaşlarının Avrupa toplumunda fazla desteği yok.Hatta malum Avrupa Parlamentosu'nu bile hiçe sayan nüfus, Avrupa Parlamentosu seçimlerine %50’nin altında katılım gösteriyor. Çoğunluk kendi dilinde, kendi mahallesindeki bakkalın önünde. Destekçiler arasındaki daha yaygın eğilimse, Monet’ci; yani öncelikle kurumsal dönüşüm diyor.
Kürtler genelde hiç şüphesiz bağımsızlık yanlısı, on yıllardır bunun için savaşıyorlar. Ancak, içlerindeki silahlı teröristler bir yana, demokrasi yanlısı olanlar, cinayet ve şiddete değil, demokrasi ile gelecek bir Self-Determinasyon hakkına belki de daha çok inanıyorlar.
Günümüzde, Türkiye'deki Kürt Guruplar da, siyasi ideolojilerdeki farklılıkları daha iyi yansıtabilmek ve bunu bir demokratik debuta dönüştürebilmek maksadıyla kendi aralarından yeni alternatifler çıkarmayı da başarabildiler ki; bunu son derece sevindirici buluyor ve destekliyorum. İşte artık sahnede HDP, DBP ve DTK da var. Şimdi bu partiler ve guruplar, Kürt Devleti ya da Büyük Kürdistan kurulacaksa bile nasıl bir yol haritasiyla bunun gerçekleşeceği konusunda kendi aralarında bir debut kuracaklar, yazarlar, çizerler, düşünürler, görsel kurgucular bu farklı yol haritalarını sunacaklar toplumun hür fikrine…Burada, şüphesiz askeri baskı ve koşullama altında, askeri refleks verecek olanlar ve düşünenle silahlı savaş suçlularını bir kefede tartmak isteyecek Türkler de hiç de az olmayacak. Hele de Osmanlıcı emeller ve İslam propagandisti bir Başbakan, teorik ve akademik mantıktan nasibini almamış bir Kılıçtaroğlu ve sevimli faşist Bahçeli’nin güttüğü bir mecliste, self-determinasyona dönük bir tartışmanın kavgasız dövüşsüz ve derin bir içerikle tartışılmasını beklemek hiç şüphesiz rüya görmekle eşdeğer.
Yine de şimdi; sahnedeki HDP, DBP ve DTK’ya düşen görev, sınırların dışındaki diğer devletlerin egemenliğinde yaşayan Kürtler bir yana bırakılırsa ki; bunların durumu da artık Kürt Konferanslarıyla bir zemine oturtulmaya çalışılıyor; bizzat Türkiye içindeki Kürtler için silahsız referander çözüm için Self-Determinasyon adına savunulacak girişimin, federasyon mu, özerklik mi yoksa doğrudan özgürlük mü olduğu konusunda yeniden bir nabız yoklaması ve kamuoyu anketleriyle durum değerlendirmesi olacağı kanaatindeyim. Türkiye’nin Kürt liderlerinin her birisi dikkat ediniz, gelecekte oluşacak dar bölge seçim sisteminde kendi başlarına ve bir siyasi çatıya sığınmadan seçilebileceklerini kanıtlamış, değerli fikir insanlarıdırlar da. Şimdi, düşünceyi tetikleme zamanıdır. Silahı bırakması gerekenlere bir kere daha duyurulur. Haydi tuşlara, kamera karşısına…
Kosova, Kıbrıs, Ukrayna, İrlanda, İspanya yine bize bakıyor!