31 Mart 2014 Pazartesi

28 Mart 1991 Yılında ALTUNKÖPR Türklerine karşı Uygulanan Soykırım, Yazan: Av. Sadun KÖPRÜLÜ

28 Mart 1991 Yılında ALTUNKÖPRÜ Türklerine karşı Uygulanan Soykırım
Yazan: Sadun KÖPRÜLÜ
Irak Türklerinin tanınan Türk toprak, yerlerinden, adıyla, büyük tarihiyle, Yiğitliğiyle, şanlar yazan Kerkük’e bağlı Türk bölgesi Altunköprü, 28 Mart 1991 tarihinde kıyıcı Saddam dikta rejimi tarafından, soykırım,
Büyük Katliama uğramıştı.
İster Araplar ister öteki düşmanlar, acımazlık, hainlik zalimcesine bu, temiz
Töreli onurlu, tarihi yüce Türkmen milletimize karşı, türlü planlar çizerek, milletimizi
Yok, etmeye çalışmışlardır.
Altunköprü Türklerine mazlum baba, anne, kız, çocuk, oğullarımıza
Tarihe yazılarak, hiç unutulmayan Baasçıların çirkin cinayeti işlemiştir.
Irak Türk milleti yeryüzünde, efendi, töreli, onurlu, bilinçli, özgürlük yanlısı olarak
Barışsever, haysiyetli, insanlık severlikle tanınarak, hoşgörüyle görünerek, düşmanlar tarafından her türlü baskı,
Ve zulüm içinde sürgün edilerek, 
uzaklaşmaya mecbur bırakılmışlardır.
Altunköprü Kerkük, Erbil şehrinin ortasına düşen bir Türk ilçesi olarak, zengin gelenek, görenek folkloruyla, Türklüğüyle bellidir.
Altunköprü katliamı 28 Mart 1991 yılında her bir yerden, gelen top sesleri duyulmakla
Mermilerde Türkmen yerleşim yerlerine düşmekle, toplar mermiler verimli toprağı
Nimetlerle tüm halklı besleyerek, bereketli ellerini uzatarak, yardıma koşan Altunköprü
Ne yazık ki her zaman Türklere kin düşmanlık gösteren, öteki milletler kurşununu
Milletimize yağmur gibi yağdırmaktaydı, gençlerimizi, erlerimizi,  kadın, yaşlılarımızı, çocuklarımızı şehit etmişlerdir.
Bağdat’tan gelen tanklarında hareket sesleri, evleri okulları daireleri sarsmakta, çocuk,
Kadınları ürkütmekle, ortalığı korkunç sarmakla her yerde barut ağı şehir mazot kokusu
Vardı.
Bu güzel şirin gül yasemin çiçek kokulu bahar ayında, milletimizin mutluluk
Sevinçli günlerine matem, yas gözyaşı dökme ağlama gülümsemeyle karışmitır.
Esirgemeden Türkmen milleti yurt, toprak uğrunda, canını veren ve her şeylerinden
Varlıklarından daha da fazla sevdikleri Kerkük, Musul, Erbil, Altunköprü, Tuzhurmatu
Telafer ve tüm Türkmen toplumuna vatanlarına karşı kanlarını adayarak, Ulu Tanrıya, ilkelerine
İnanarak, kendilerini adamışlar, adamaktadırlar.
Tüm insanları seven, yardım eli uzatan, sunan milletimiz hiçbir zaman kimseye kötülük
Yapmadı, Silahı kalem diye savaşı barış oldu, ümit diledi sevgi istedi, birlik, beraberlik başkalarına elini hayırla uzatarak yardım göstermiştir.
Türkmen şehir, bölge,  ilçe, kasaba, köylerine giren gaddar kıyıcı Saddam uşakları
Altunköprü’ye girerek, evlere saldırarak, ne oldukları belli olmayan diktatör
Saddam kuvvetleri ile 9- 14–71- 80 yaşlarında çocuk yaşlıları kadınları yüzlerce
Yiğit, kahraman Altunköprü Türkmenlerini ellerinden, gözlerinden bağlayarak,
Çocuk, kız kadınların yüksek bağırma, çığlık sesleri, ağlayışları ve gözyaşları ile
Yalvarış, yakarışlarına zalimler kötü onursuz düşmanlar yaşlılarına çocukluklarına
Aldırmadan, acımadan zorla döve, döve, vura, vura önlerine alıp götürmüşlerdir.
Her nasılsa bu gözyaşılar mazlum, kimsesiz, yalnız Altunköprü’lüleri kesin zalim Saddamcı Baasçilerin ellerinden ölüm cezasından kurtarmaktan kana bulanmışlardır.
Taş yürekli, düşman hiç zamirleri, bilinçleri uyanmadı bu zavallı insanları kurşuna
Dizdikten sonra gömmeden, onları etlerini kemiklerini av köpeklerine bırakarak,
Allah’tan korkmadan beyler yalnız gaddar Saddam’ın, düşmanların rızası için,
Taştan olan yürekleri yumuşamadan, çocukları annelerinin sıcak
Kucaklarından, babaları çocuklarından ayırarak, alarak, onları öksüz koyarak, yeni gelinleri ak Yerine siyaha bürümüşlerdir.
Zavallı insanların ellerinden, gözlerinden bağladıktan sonra, dört yanlarını kurşun
Yağmuruna tutunarak kanlar içine sonradan bir çukura gömmüşlerdir.
Temiz canları kargalara, yaban canavarlara yem olarak bırakılmıştır.
Bu zulümlü çirkin eylem katliamı işleyenlerinin, tarihinde bir silinmez siyah
Nokta utanmayan alçaklık, lekesi, nişanı diye silinmeyerek, kalacaktır.
Altun köprü şehitleri uğrunda, milli mücadelemiz canlarımızla, kanlarımızla
Sürdürmekle, yollarımızı bırakmış oldukları izlerle, aydınlatarak göğsümüzde, güneş
Gibi doğarak, parlak meşale ışık olarak yanacaktır.
Mert şehitlerimizin şan dolu insanlık dersleri yolumuzu aydınlatacaktır. 
Demokrasi Türklük yolunda şehit olana dek milli davamızla yürümeye devam
Edeceğiz.
***
ALTUNKÖPRÜ İÇİN COŞKULU, DUYGULU, ŞİİRLERİM
Şiirler: Sadun KÖPRÜLÜ

1-Dörtlükler

1-Yağmur durmaz yağırdı
Yükler dağdan ağırdı
Köprü derdin dağ bildi
Dile geldi bağırdı
Türkmen bu kara günde
Öz kardeşin çağırdı
Köprü halın gören yok
Kulaklarda sağırdı

2- Mezarda taşım ağlar
Gözümde yaşım ağlar
Men öldüm Köprü için
Türkmen kardeşim ağlar
Kimse hiç yananım yok
Eşim yoldaşım ağlar
Yüreğim dert coşuru
Canda ateşim ağlar

3-Üzüm toprağım ağlar
Dalım yaprağım ağlar
Bülbülüm ötmez oldu
Bağım çardağım ağlar
Köprüde şehitlere
Elde bayrağım ağlar
Yavruma hasret kalan
Koçak dayağım ağlar
Bir yana döne bilmem
Solumla, saüım ağlar

4-Bahçede mevi yansın
Odu alevi yansın
Düşsün kara günlere
Saddam’ın evi yansın

5-Kerkük’üm Türk davası
Ana yurttan havası
Köprüye kıyanların
Dağılaydı yuvası

6-Uyut sen sesten meni
Çıkart kafesten meni
Çok Türkmen şehit verdin
Gel kurtar yastan meni

7-Gönlü dert dolan menem
Yanan yıkılan menem
Geceler Köprü diye
Çağıran nenem, nenem

8-Sensiz nece kalan men
Yıkılıpte yanan men
Köprüde Türkmen için
Şehit olam inan men

9-Mezarda can koymuşum
Gözlerde kan koymuşum
Altunköprü uğrunda
Türkmen kurban koymuşum

10- Mezarda daş koymuşam
Canda ateş koymuşam
Milli Türklük yolunda
Köprüde baş koymuşam

11-Vatan sancağım ağlar
Dalım yaprağım ağlar
Bülbülüm ötmez oldu
Bağım çardağım ağlar
Köprüde şehitlere
Elde bayrağım ağlar
Şehitlerin kanıyla
Kutsal toprağım ağlar

12-Gönlümde çok elem var
Dertler yazan kalem var
Köprüde şehit olan
Şirin, nazik balam var

13- Ölmemişem kalan men
Türkmen hakkın alan men
Yüzlerce şehit veren
Düşünen men, dalan men
Millet için her zaman
Canım verip ölen men

14-Altun köprü
Tuz, Erbil, Altunköprü
Kerkük düşman, elinde
Toprak, Altun, köpürü

15-Altunköprü
Telafer  Altun, köpürü
28 Mart günü
Kan verdi Altunköprü

16-Bahçede Gülü yansın
Gülü Bülbülü yansın
Düşsün acı günlere
Düşmanın dili yansın
Hayatta hır görmesin
Tutuğu dalı yansın

17-Ağaçta Dalı yansı
Arının balı yansın
Türk’e kurşun sıkanın
Yüreği, eli yansı

18-Bahçede Gülüm kaldı
Ötmez Bülbülüm kaldı
 İçimi alev aldı
Çok yaman Halım kaldı

18-Dostlara Selam kaldı
Dert coşan kelam kaldı
Köprüde gözyaşıyla
Bitmeyen âlem kaldı
Anneler şehit düştü
Beşikte Balam kaldı
20-Gözümde yaşım coştu
Canda Ateşim coştu
Dayandığım bu dertler
Gönlümü aştı coştu
Köprüde şehit kanı
Türk diye hoştu coştu

2-ALTUNKÖPRÜ
Türkmen’in baş tacısın, göz bebek Altunköprü
Gönülden selam sana, kahraman yiğit Atan
Yansın ışığın gökte, pek melek Altunköprü
Türklüğe uzun yıllar, bu yolda canlar atan

Çok utkular kazandık, her alanda bilindik
Türkmen uğruna bizler, canlar kurban edindik
Milletçin şehit verip, kurşun ile yârindik
Tarihlere sığan sen, mertlikle Altunköprü

Altunköprü olmasan, bizde dünyada yoktuk
Kim bilir yaşamadan, şimdide biz ölmüştük
Bir Ordu olup Türk’le, yurt uğrunda koşmuştuk
Turan’a canlar kurban, sen söyle Altunköprü

Mavi bayrağım gökte, dalgalan rüzgârlarla
Görün yağma yağmurla, beyaz dolu karlarla
Yeniden yaşarsın  ilk, güzel son baharlarla
Yaşarız tek Türklükle, sevgi tarih imanla
Göklerde tek yükselen, Al bayrak Altunköprü

3-ALTUNKÖPRÜ SEVGİSİ
Akar pınar çeşmesi, dalga, dalga durulur
Hasret dolan gönlümü, onsuz düşer yürünür
Tüm Türkmen’i karşılar, cana basar sarılır
Kerkük’e sevgi bağlar, ili Altun köprünün

Kumral saçlı kızları, suya gittikçe süzer
Çam orman kelam olur,  gönül derdini yazar
Bahar yeli eserde, rengi karışır tozar
Günde bin koku verir, gülü Altun köprünün

Çalışkanlar ocağı, yiğit mertlerin yurdu
Toprak Türkmen yolunda, savaştı karşı durdu
Ata, baba emrinde, dönme geri buyurdu
Zafer sınırı açtı, yolu Altun köprünün

Son bahar meltem eser, güzel bostan, bağları
Türkmen aşkıyla büyür,  kadın, er çocukları
   Okşar doğru aşkını, tarla, yayla, dağları
Değişmez bir renk kalır, alı Altun köprünün

Anne kokusundan Mertlik, şehit kanı alınır
Telleri dile gelir, saz ozanla çalınır
Halı gibi her yanı, dağ tepesi salınır
İpek pamuk örülmüş, şalı Altun köprünün

Baldan tatlıdır suyu, bir tas alsan içilmez
Milleti çok çalışkan, yerin koyup göçmek
Ölüm ayrılık olsa, bırakılıp geçilmez
Temiz, bulanık akmaz, seli Altun köprünün

Yağar yağmuru dolu, sevgi taşar selimiz
Bütün dünya Türküne,  kanla bağlı gönlümüz
Kerkük, Erbil’e, bağlı, birlik yolu yolumuz
Bütün Türkmen’le birdir,  eli Altun köprünün
4-ALTUN KÖPRÜ CANIM
Altunköprü sensiz,
başka aşk yaşamadım
Senle koçaklaşmaya,
Yıllardı olaşamadım
Güzel günler peşinde,
Koşutumda ulaşamadım
Ey Altunköprü benim,
Bir tek varlığım canım

Bilsem bir gün seni,
Candan seveceğimi
Hiç kimseni tutamam,
Bilsem öleceğimi
Sana bir tek sevgimi,
Gönlümden sunacağım
İçimden Türklük aşkın,
tek adak vereceğim
Ey Altunköprü benim,
Bir tek varlığım canım 

25 Mart 2014 Salı

HÜCRE 37- Ya da Hüzünlü bir aşk hikâyesi; Ertuğrul MAT

HÜCRE 37- 
Ya da Hüzünlü bir aşk hikâyesi
Ertuğrul MAT
Menderes ve arkadaşlarının idamından sonra bir kere daha ağlamıştık. Genç kadın, elindeki yüzüğü gösterip gözyaşları içinde, “Hayır hayır… Müebbede
de mahkûm olsa, onu bekleyeceğim” diyordu.
Nişanlısı Yassıada’da idama mahkûm edildikten sonra cezası müebbede tahvil edilmiş bu genç kadının hüzün dolu hikâyesini Hürriyet gazetesi birinci sayfadan vermişti. Birisi, Kurtuluş Lisesi’nin gencecik öğretmeni,  diğeri Meclis’in Demokrat Partili Antalya Milletvekili Sadık Erdem’i.
27 Mayıs 1960 darbesinden kısa bir zaman önce nişanlanmışlar, evlilik planları yapıyorlardı.
Yakın bir gelecekte, sarsıcı, onur kırıcı acılı günlerin aşklarını ölümle imtihan edeceğini bilmiyorlardı…
Öğrendiler… Hem de “…tarifsiz kederler içinde”.
Sadık Bey’in yakalanması, Yassıada’ya gönderilmesi… Anayasa’yı ihlalle suçlanması… Önce idama, sonra da bu cezanın müebbede çevrilmesi, bu aşkın üstüne kederler yağdırmış, genç kızın yüzüne hüzün doldurmuştu.
Hapisteki adam, acılara meydan okumasını bilenlerdendi… O katlanabilir; hapishanede bile yurduna faydalı olabilirdi… Hep güzel şeyler düşünür, güzel konuşur, güzel şiir okurdu.
Hakkında verilen kararın Milli Birlik Komitesi tarafından tasdikini müteakip, nişanlısına, “Biz mahpus damını ebedi mesken tuttuk, kusura bakma” diye nişan yüzüğünü iade etmişti…
O, sevdiği kadının hayat ve gönül çizgisinde şekillenip belirdiği gibi, oradan silinip gitmesinin de gerektiğini biliyordu
Bu mahkûmiyetten sonra, sevdiği kadının hayatından çıkmalıydı…
Yüzük bunun için hüzünlü kadının elindeydi…  
Yüzüğü gönderdikten sonra, o çok yakından tanıdığım 37 numaralı hücredeki adamın, yüzündeki acı tebessümle ve dilinden hiç düşürmediği bir mısrayla
“Sözü vermekte bir beis yok; bu bir âdettir güzelim…” diyerek kadere sitem ettiğinden adım gibi emindim.
Doğru karar verdiğine, kendisine yakışanı yaptığına inanarak, kalemi eline aldı ve demokrasi kavgasına devam edeceğini dostlarına yazdı.
O dostların başında da ben vardım.
2. 12. 1961-Kayseri
Sevgili Kardeşim Ertuğrul,
Yassıada mahkemesi hakkımda (Yüksek Adalet Divanı demeye dilim varmıyor) TCK 146/1 ile verdiği idamı, TCK 59 madde tatbiki ile müebbede tahvil etti. Demek ki kaderde yaşamak varmış. Bir yandan böylesine ağır bir cezaya mahkûm kılınırken, diğer yandan çok namüsait şartlar içinde yapılan hesap vermede, hayatımın her safhasında en ufak bir suiistimalim ve gayr-ı meşru bir iktisabım bulunmadığını da kabul etmek ve b u yönde karar vermek 
mecburiyetinde kaldılar. Benim için bu ikincisi mühimdir. Zira siyasi mahkûmiyet ne şahsi şerefimize, ne de bizi sevenlerin hakkımızdaki itimadına nakise getirmez.
İnsanlar şeref için yaşarlar ve ölürler. Ömrün uzunluğu ve kısalığı mühim değildir. Yüksek Adalet Divanı denilen öylesine bir mahkemenin önünde ve darağacına varan yolun üstünde başımı hiçe sayarak pervasızca yaptığım müdafaa bu inancın neticesi idi. Bir suretini ilk fırsatta sana göndermeye çalışacağım.
Ben siyasi hayata hissi olarak girmedim. Onun şartlarını iyi bilen ve rizikosunu berveçhi peşin kabul etmiş insanım. Kadere inandığım için hadisatı olduğu gibi kabul etmekteyim. Pişmanlık ve nedamet duyacak kadar manen zayıf değilim. Yıldırım yüksek tepelere düşer, ondan korkanın orada işi ne? Ben milleti çok genç yaşta temsil ettim. Elbet ki, davranışlarıma bu temsil vasfına layık vakar ve haysiyet hâkim olacak ve hayat-ı tamamımda harim-i namusun tek taşı bile düşmeyecektir. Onun içindir ki, Kayseri Bölge Ceza evinin içine konulduğum 37 numaralı hücresi de, ümit ve heyecanımı sarsabilmiş değildir. Ne beşerin kahrından pervam ne de lütfuna ihtiyacım var. Tevekkül ve itimadım sadece Allah’adır.
Sadık Erdem
Nişanlısına yüzüğünü iade eden adamın karakterine, davasına, ahlakına bağlılığına; eski Diyanet İşleri Başkanlarından Hasan Hüsnü Erdem’den, yani babasından aldığı feyzin getirdiği tevekkülün gücüne bakın… Sanmayın ki, medrese kültürü almıştı… Saatlerce sosyal siyaset konuşur, divan edebiyatından binlerce mısra okuyabilir, o yıllarda bile Nâzım’dan bahsedebilirdi.
İdama mahkûm olmasını, ömrünü hapishanede tamamlayacak olmasını değil de kendisine “hırsız” denilememesini önemsiyordu.
Sadece o mu? Hayır, elbette ki hayır.
İmza: Sadık Erdem-Adres Hücre 37
Salim Başol’un ifadesi ile Yassıada’ya tıkılanların hepsi aynıydı.
Başol, Tevfik İleri’ye “…her kuruşun hesabını vereceksiniz…” dediği zaman, “Bana hayatımın en güzel müjdesini verdiniz. Benim ve arkadaşlarımın namusunu siz bile tescil etmek mecburiyetinde kalacaksınız…” dememiş miydi?
Onlar bilirler ve derlerdi ki:
“Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
Müşkil budur ki, ölmeden evvel ölür kişi.”
Onları hasta hasta asabilirlerdi, ama onları namuslarını lekeleyerek ölmeden evvel öldüremezlerdi.
Size bu mektubu yazan ve “Ne beşerin kahrından pervam ne de lütfuna ihtiyacım var” diyen adama ne yazabilirdiniz?
Nasıl teselli eder, nasıl ümit verebilirdiniz?
“Tarih sizin namusunuzu, vatana hizmetiniz tescil etti. Ya dışardakilerin ıstırabını, aczden doğan utançlarını kim tespit edecek? Biliniz ki dışardakilerin ıstırabı, sizinkinden fazladır…” diye yazdığımı hatırlıyorum.
Şimdi, onun aşağıdaki cevabi mektubunu okuyunca, “O mektubumda belki daha da güzel şeyler yazmışımdır” diye düşünüyorum.
12. 5. 1962-Kayseri
Sevgili Kardeşim Ertuğrul,
Gönderdiğin mektubunu aldım. Bunları zevk ve iftiharla gerek kendim ve gerekse arkadaşlara okudum. Seni hücredeki arkadaşların çoğu gıyaben tanımakta ve sevmektedir. Cevapta gecikiyorsam bana kırılma ve beni hoş gör. Bu gecikmeyi ihmal olarak değil; fakat hücre psikolojisinin tabii bir neticesi olarak mütalaa etmek gerek ve unutmamak icap eder ki, hapishanedeki insanı n tek tesellisi dostlarından gelen mektuplardır. Buradaki monoton hayatımızı renklendiren bunlar. Senden ricam benden cevap beklemeden, gecikmem halinde bana kırılmadan mektup yazmandır.
Bazı genç arkadaşlarım buraya kadar ziyaretime geldiler. Geçen gün Yavuz Esmersoy da gelmiş, fakat ve maalesef ziyaret günü olmadığı için görüşemedik. Bu ay sonu hücre müddeti dolmuş oluyor. Diğer umumi koğuşlara geçeceğiz. Erol’dan senin verdiğin malumat dışında hiç haber almadım. Mektuplaşıyorsan veya görürsen gözlerinden öptüğümü duyurursun.
Bu vesile ile bayramını da kutlar sağlık ve muvaffakiyetini diler, hasretle gözlerinden öperim benim aziz kardeşim.
Hücre 37-Sadık Erdem
Sadık Erdem’in hücre cezası bitti. Koğuşa geçti. Yassıada’da ve Kayseri Bölge Cezaevi’nin 37 numaralı hücresinde çektikleri, çektirenlere yetmemiş, müebbede tahvil edilmiş idam cezası muhbir ve müfterileri tatmin etmemiş, onu mahkemeden mahkemeye sürüklemeye devam etmişlerdi.
Saklayabildiğim son mektubunda bu yeni davalarından bahsediyordu:
1.9. 1962-Cezaevi-Ankara
Sevgili Kardeşim Ertuğrul,
Sana Kayseri’den ayrılırken bir mektup atmıştım ve Ankara’dan da yazacağımı söylemiştim. Ama bugüne kadar yazamadım.
Davanın duruşmasına girdim. Sorgum yapıldı. 11. 10. 1962 tarihine talik edildi. Bu arada burada kalacağım…
Asabi bakımdan bazı aksamalarımın tedavisi imkânını arıyorum. Bilhassa fikri çalışma yaparken başım şiddetle ağrıyor. Bir çare bulabilecek miyiz, bilmiyorum.
Yavuz Esmersoy ziyaretime gelmiş, kulaklarını çınlattık. Benim buraya geleceğimi senin mektubundan öğrenmiş.
Eski dostların havasını iyi buldum… Kaybettiklerimizin yanında muhafaza ettiklerimiz de pek çok.
Mektubunu beklerim. Hasretle gözlerinden öperim.
Sadık Erdem.
Afla tahliye olan Sadık Erdem, parmağındaki yüzüğü çıkarmayan nişanlısına koşmuş, sevgilisi hüzünlü kadına kavuşmuş, evlenip çocukları olmuştu. Yusuf gibi zindanlara sığmamış, Ferhat gibi dağları delmişti… Aşkın ölümle imtihanı, aşkın zaferiyle bitmişti.
Antalyalılar bu has evlatlarını unutmadılar, otuz sene sonra onu 1977’li yılların sonlarında tekrar parlamentoya gönderdiler. Gelin görün ki, 1957’de dört seneliğine seçildiği görevini 27 Mayıs 1960 müdahalesi yüzünden tamamlayamayan Sadık Erdem,12 Eylül 1980 darbesiyle yine seçildiği dönemi tamamlayamadı.Bu, kısa bir zaman önce kaybettiğimiz bir demokrasi kahramanının gerçek hikâyesidir. Nur içinde yatsın.”

19 Mart 2014 Çarşamba

ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ-18 MART 1915, Ayten DİRİER

ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ-18 MART 1915
Ayten DİRİER
İtilâf Devletleri gururla girdikleri Çanakkale Boğazını geçemediler...
*SAVAŞIN NEDENLERİ
    Deniz ve Karada cereyan eden Çanakkale Savaşları yalnız Türk Tarihinin değil Yakın Dünya tarihinin de en önemli olaylarından biridir. Avrupa Devletlerinin ekonomik, siyasal nedenlerle Üçlü İtilâf(İngiltere-Fransa-Rusya) ve Üçlü İttifak(Almanya-Avusturya Macaristan İmp-İtalya) adıyla kamplaşması kaçınılmaz olarak 1914’teI.Dünya Savaşına yol açtı.
    Çanakkale saldırısı; Üçlü İtilâf lideri İngiltere’nin Bahriye Bakanı  W.Churchill  ile Harbiye Bakanı Lord Kitchener’in; Üçlü İttifak üyesi Avusturya  karşısında  geçici başarı   gösteren yandaşı Rusya’nın, Üçlü İttifak lideri Almanya ile anlaşıp,  İstanbul ve Boğazları ele geçirerek savaştan çekilme tehlikesi karşısında,  hazırladıkları çok yönlü bir plândı.
    Görünürdeki nedeni;   Rusya’ya  yardımda bulunmak,   silah ve cephane sağlamak,   onlardan  da    g ı d a    maddesi  almaktı.   
    Asıl  nedenler  ise; Boğazlar  ve  İstanbul’u ele geçirerek  Osmanlı  İmp’luğunu savaş  içinde çökertmek,  böylece  Süveyş ve Hindistan Yolu  üzerindeki Türk baskısını kaldırarak,  Balkan  Devletlerini de İtilâf Devletleri saflarına çekmekti.
    Durumu sezen Ruslar, İngiltere ve Fransa’ya birer nota vererek, Boğazlar’ın  kendilerine  ait  olduğunu  12 Mart  ve  10 Nisan  1915   anlaşmalarıyla onaylattılar.
    İngiliz kurmayları, Balkan mağlubu Türk askerlerinin, İtilaf Donanmasının görkemi karşısında kaçacağını düşünerek, harekâtı  kısa  sürede, başarıyla tamamlayacaklarını tasarlamışlardı.  Oysa  bu  tasarıyı  bozacak  iki  etken göz önünde tutulmamıştı:
-Balkan  yenilgisinin  utancını silmek isteyen  Türk  askerinin  can  siperane savaşması   ve   Balkan  Savaşı’nda   Çanakkale   Boğazını   koruma   görevi sırasındabölgenin topoğrafik haritasını çıkartan Mustafa Kemal  gibi  bir dehanın başında bulunması.
-Cephe Komutanı  Liman  Von  Sanders’in   s i n s i   plânı;  İtilaf Devletleri’nin büyük  bir  kuvvetini  Çanakkale’de  uzun  süre  oyalayarak, Almanya’nın  yükünü azaltmaya  çalışması. M.Kemal’in  bütün girişimlerine karşın,  İtilaf  Kuvvetleriyle  saldırı anında değil, karaya  çıktıktan  sonra  savaşa girişildi. Böylece Türk askeri yaklaşık 10 ay Almanya  için  savaştırıldı.

*SAVAŞ  ÖNCESİ
    Çanakkale Boğazı savunması, girişten itibaren “Dış-Orta-İç Tabyalar” olmak üzere üç savunma grubu halinde düzenlenmişti. Boğaz kıyıları boyunca 20 tabyada, çoğunluğu kısa menzilli ve eski model, 170 adet top konuşlanmıştı. Üçlü İtilâf koalisyonunun savaş gemilerinde çoğunluğu büyük çaplı uzun menzilli 247 adet en modern toplar bulunmaktaydı. 

    İtilâf Donanmasının Akdeniz Başkomutanı Amiral Carden, Kara ordusuna gerek duymadan Boğazı geçerek İstanbul'a girmek için hazırladığı üç aşamalı saldırı plânıyla, hedefine bir ay içinde ulaşacağını hesaplamıştı.
    İlk olarak, 3 Kasım 1914 günü 7 zırhlı ile Bozcaada'dan Boğaz'ın ağzına doğru birkeşif taarruzu yaptı. İngilizler Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarını, Fransızlar da Anadolu yakasında Kumkale ve Orhaniye tabyalarını havan topu ile dövdüler. Cephaneliğimize isabet eden top mermisiyle on bir ton barut havaya uçtu, subay ve erlerimiz şehit düştü, İngiliz Donanma Komutanı Amiral Carden Çanakkale önlerinde gösteriler yaptı, düşman denizaltıları boğazı geçmeye kalktılar.
    İkinci saldırı,  24 Kasım 1914 günü bir Fransız denizaltısı Boğaz sularında görüldü. Denizaltıyı gören topçularımız düşman üstüne ateş yağdırmaya başladı. 2 Aralık günü İngiliz denizaltısı da bir deneme yaptı. Derinden engelleri aşarak Boğaz'a girdi. Yediyüzelli metre ilerde bulunan Mesudiye zırhlısına torpil atarak bu gemimizi batırdı. Zırhlımızda bulunan subaylardan on'u ve erlerimizden yirmi dördü şehit düştü.
    Üçüncü saldırı, Limni adasının Mondros Limanında toplanan İtilâf Donanmasının  19 Şubat 1915 tarihinde başlayıp, 7 gün sürdü. Türk topçusunun atış menzili dışından yapılan bombardımanlar etkili oldu. 19 top ve Boğaz girişindeki tabyalar kullanılamaz hale geldi. Öğleye kadar uzun menzilli bir bombardımana girişen İtilaf Donanması Boğaz'a iyice sokuldu. Tabyalarımız akşama doğru düşman savaş gemilerine karşılık verdi. Ertuğrul ve Orhaniye tabyalarından atılan ateş karşısında düşman donanması oldukça bocalasa da, 26 Şubat günü boğaza girdi. Orta bölümdeki Türk tabyaları 8 saat süreyle kesintisiz bombardımana tabi tutulup sarsıldı.
    Bu başarılar üzerine Amiral Carden, Londra'ya çektiği bir telgrafta, 14 gün içerisinde İstanbul'a ulaşabileceğini müjdeliyordu. Yaptığı hazırlıklara göre son darbe 18 Mart’ta indirilerek, İstanbul yolu açılacaktı.

*18 MART 1915 DENİZ ZAFERİ
    İtilâf Devletleri Donanması, Lodos fırtınası nedeniyle plânladıkları gibi ilerleyemiyor, nihai amaca ulaşamıyordu. Havalar düzelince yeni saldırılar düzenlendi. Yine başarılı sonuç alınamayınca İtilâf Donanmasına komuta eden Amiral Carden görevden alındı. 17 Mart 1915 günü yerine Amiral de Robeck atandı. Yeni komutan 18 Mart 1915 günü donan­mayla Boğaz'a saldıracağını, yakında İstanbul'da olacağını Londra'ya bildirdi.
    17/18 Mart gecesi Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat Çobanlı boğaz'a mayın hattı döşenmesi emrini verdi. Aldığı emir gereği Dnz.Binbaşı Nazmi Bey ile  Dz.Yzb. Hakkı Bey’in Nusret mayın gemisi ile o gece yirmi altı mayın, Boğaz'a on birinci hat olarak döşendi. Boğaz'daki mayın sayısı on bir hat olarak 400'ü aşmıştı.
    18 Mart 1915 günü, İtilâf Donanması dönemin en ünlü 18 savaş gemisiyle saat10.00'da boğazı yarıp geçmek üzere iki hat halinde girmeye başladı.
 I.Hat                         II.Hat
Quen Elizabth         Suffren
Agamemnon            Bouvet
Lord Nelson            Charlemagne
Inflexible                 Gaulois
Triumph                  Cornwallis
Prince George         Canopus
                                 Vengeance
                                 Irresistible
                                 Albion
                                 Ocean
                                 Swiftsure
                                 Majestic

    İlk atışı Triumph zırhlısı, Çanakkale'ye 12 Km. mesafedeyken saat 11.15'te yaptı. Türk savunma plânına göre, gemiler topçularımızın ateş menziline girinceye kadar beklenip, baskın tarzında ateş açılacaktı.
    Rumeli Mecidiyesi ile merkez bataryaları şiddetli bir ateşe tutuldu. Boğazdaki düşman gemileri Hamidiye istihkamlarına yüklendi. Düşmanın yaklaştığını görenDardanos bataryaları ateşi üzerlerine çekmeye çalıştı. Az sonra, tüm gemiler, Dardanos'a saldırdı. Dardanos tabyamız saldırılara şiddetle karşı koydu. Bu aradaMesudiye tabyası da ateşe başlamıştı. Mesudiye üzerine ateş açılınca Hamidiye onun yardımına koştu. Bu arada kıyı bataryalarımız düşman üstüne ateş yağdırmaya başladılar. Bunalan düşman kaçmak isterken topçu atışlarıyla karşılaşıyordu. Düşman gemilerine göz açtırılmıyordu.
    Saat 12.00'ye geldiğinde orta kesimdeki 3 tabya ağır hasar almış, ama ayakta kalan diğer topçuların hedefini şaşmayan atışları Agamemnon zırhlısının çelik yeleğini parçalamış, İnflexible zırhlısının komuta köprüsünü uçurmuştu.
     Türk topçusunun direnişine rağmen, İtilâf Donanması Çanakkale'ye 7 km. kadar sokulmayı başarmıştı. Savaşın en şiddetli anlarının yaşandığı öğle vaktinde Türk topçuları Boğazı cehenneme çevirirken, İtilâf zırhlıları da kıyı şeridindeki mevzileri darmadağın ediyordu.
     Amiral De Robeck Fransız gemilerini geri çekerek İngiliz savaş gemilerini ileri sürdüğü sırada müthiş patlamalar oldu. Türk ateşinden Fransız Gaulois zırhlısı aldığı ağır yaralarla saf dışı kalırken, Bouvet zırhlısı yırtılan çelik gömleğini yenilemek üzere geriye kaçtı. Nusret mayın gemisinin bir gece önce boğaza döşediği mayınlara çarparak 639 personeli ile birlikte limanın sularına gömülerek kaybolan Bouvet’in  imdadına koşan Suffren ve Gaulois zırhlıları da aynı akıbete uğradılar. Bunlara Hamidiye bataryamızın keskin nişancıları ateş açmıştı.
    Bu arada düşman Boğazdaki mayınları temizlemek için mayın tarayıcılarını boğaza soktu. Tabyalarımız mayın tarayıcılarına ateş açtılar. Açılan ateş yağmur gibi yağmaya başlayınca düşmanlar panik içinde kaçtılar.
    Saat 15.00'te İrresistible, 16.00'da  İnflexible, 10 dakika sonra Ocean zırhlıları, tam ileri atılacaklarken onların da ayakları Nusretin tuzağına takılarak battı. Inflexiblegüçlükle kurtularak römorkör yedeğinde İmroz'a götürüldü.
    Böylece 6 saatte 3 büyük zırhlısını kaybeden, bir bu kadarı da ağır hasara uğrayan gemilerini acıyla seyreden İngilizlerin ünlü Amirali De Robeck, saat 17.30'da kalanları kurtarabilme telaşıyla geri çekilme emrini verdi.

*SONUÇ
    İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı'nın savaş gemileri ile aşamayınca bu kez çıkarma yapmayı planladılar. Artık Çanakkale Kara Savaşları başlı­yordu. 25 Nisan 1915’te başlayan saldırıya karşı Türk ordusu, Kumkale, Beşike, Bolayır, Seddülbahir, Arıbrnu, Kabatepe, Conkbayırı ve Anafartalar'da destanlar yaratarak; Dünya Harp Tarihine geçen Kanije ve Plevne Savunma Savaşlarına Çanakkale’yi de ekledi. (Kara Savaşları başka bir yazıda işlenecek.)  
    İtilâf Kuvvetleri gururla girdikleri Çanakkale’nin geçilemeyeceğini anladıklarında iş işten geçmiş, siyasî gelecekleri ağır bir yara almıştı. Bu nedenle I.Dünya Savaşı sonunda İttifak Devletleri üyeleri arasında en ağır ateşkes ve barış antlaşmasını Osmanlı Devleti ile imzalayıp parçaladılar. Donanmadaki bir zırhlıya adını verdikleri Agamemnon’un Truva’daki yenilgisinden daha ağırına uğrayınca, Truva atından farksız hilelerle Arapları kandırıp. Osmanlı Devleti’ni güneyinde çökerttiler. Osmanlılar Truvalı Hektor’un intikamını alırken, kendi sonlarını da hazırlamışlardı.
    Çanakkale Savaşı’ndan üç yıl sonra İtilâf Devletleri harekâtı başlattıkları Limniadasının Mondros Limanında 30 Ekim 1918’de imzalanan ateşkeste tüm kinlerini kusarak kendi şartlarını dikte ettirdiler. Donanmaları 13 Kasımda İstanbul’a demir attığında, üç yıl önceki utancın yerini gurur aldı. O gün “Geldikleri gibi giderler!”diyen Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, onları ve kuklalarını dört yıl sonra Anadolu’dan sürerek, ebedi Türk yurdu olduğunu bir daha kanıtladılar…
   Çanakkale Deniz ve Kara Savaşları’nda destanlar yaratan atalarımızın ruhları şad olsun…
***
                          BATI'NIN ÇANAKKALE HAYALLERİ
      
           Kartpostalın arka fonunda ağzında zeytin dalı tutan beyaz barış güvercini,beyazlar içerisinde bir Meryem Ana portresi ve kucağında fes ve haçlı Osmanlı çocuğu, önde de Batılı güçler. Bu propaganda çizim kartından amaç, Çanakkale Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılması ve yeni doğacak olan devletin nasıl olması gerektiği konusunda Avrupa'nın hayal gücünü yansıtmaktadır. 
Çanakkale Savaşı sırasında bütün bu umutlar bir bir körfezin karanlık sularına gömülmüştü. Çanakkale'de büyük özveri ile vatanlarını savunurken ölen isimsiz binlerce şehidi rahmetle anıyoruz.
 *Kartpostalı Arşivinden gönderen Araştırmacı Yazar Doğan Bekin'e teşekkürler...
  

Ekleyen: MEHMET SAGLAM19 Mart 2014 Çarşamba &10:52
Ne kadar da apaçık ve yalın ifadelerle anlatılmış çocuklara ve gençlere zor gelen bu Çanakkale öğretisi. Emeğinize, bilincinize sağlık Ayten Hanım. Yeğenlerle ve dostlarla hemen paylaşıyorum. Derin saygımla... MS 
* 
Teşekkür ederim Mehmet Bey. Esenlik dolu, başarılı çalışmalar dileğimle...

Ekleyen: hüseyin durmuş19 Mart 2014 Çarşamba &09:31
Tarihi bir tarihçi ve usta yazardan dinlemek insana ayrı bir zevk veriyor. 
O günlerin kıymetinin anlaşılması dileğiyle. Tebrikler emeğinize, yüreğinize, çok sağolun. 
* 
Teşekkür ederim Hüseyin Bey... 18 Mart'ı mısralarda canlandıran kaleminiz daim olsun. Esenlikler dilerim.

Ekleyen: Aylin Kantarcı18 Mart 2014 Salı &21:14
Yıllar önce bize Çanakkale Savaşı'nı anlatırken bu savaşta eğitimli gençlerimizin çoğunu kaybettiğimizi, Cumhuriyetimiz'in bu nedenle ilk yıllarında çok zorluk çektiğini anlatmıştınız. Ben de çok büyük üzüntü duymuştum. Eğer bugün olmasaydı, Cumhuriyetimiz de olmayacaktı. Bugünümüzü Atatürk ve onun Mehmetçiklerine borçluyuz. Eminim bugün Atatürk ve Mehmetçikleri oralarda dolaşıyordur. + 
* 
Cevher beyinli kızım Bilgisayar alanında kariyer yapsan da, o günleri hatırlamana şaşmadım... Zekâ parıltısı yansıtan gözlerin, diğer arkadaşların gibi hep bendeydi... Çanakkale Zaferi, Balkan Savaşı'nın rövanşı, Kurtuluş'un müjdecisi oldu. Onları andıkça ruhları şad oluyor... Görevimiz de bu... Başarılı çalışmalar diler, sevgilerimi iletirim.

Ekleyen: Abdülkadir Güler18 Mart 2014 Salı &20:28
Çanakkale başlı başına büyük bir destandır. Bu güzel memleketi canlarıyla bizlere armağan eden tüm Çanakkale Şehitlerimizi saygıyla ve rahmetle anıyorum. Sizler de teşekkürlerimi sunuyorum. Emeğinize sağlık diyorum. Selam ve iyi dileklerimle... 
* 
Teşekkür ederim Abdülkadir Bey. Değerli kaleminizin bizim için çok önemli 18 Mart'ı işleyeceğinden eminim. Esenlik dolu selamlar, saygılar...

Ekleyen: lutfiye- paris20 Mart 2013 Çarşamba &21:30
ablacigim ellerine saglik cok guzel yazmissin pazar gunu Paris sercelleste yani calistigimiz eğitim merkezinde de Çanakkale programi vardı.Turkiyeden Ömer Dongeloglu gelmisti, ilahi gurubu hocamiz da Çanakkaleyi anlatti ve dolu dolu gecti. Allah orda butun yatanlara rahmet eylesin insallah, seninde eline yuregine saglik canim optum. 
* 
Neredesiniz ya? Beni çağırsaydınız günlerce Çanakkale'yi anlatırdım... Sevgiyle öperim... 

Ekleyen: Nadir Nabi Keskinbora20 Mart 2013 Çarşamba &15:14
Bu muhteşem zafer ile ilgili bilgilerimizi tazelediğiniz çok teşekkürler. Ayrıca Allah'ın lütfü olarak Türklere nasip olan Atatürk'ü ve yaptıklarını küçümsemeye yeltenen cahillere de verdiğiniz ders niteliğindeki bilgiler için teşekkürler. Hep var olun. 
* 
Teşekkür ederim Nadir kardeş... Gerçekleri söylemek, vicdan sahibi her insanın görevi... Başarılar...