30 Mayıs 2017 Salı

BAĞIMSIZ CUMHURİYET PARTİSİ GENEL BAŞKANI HAKKI KARĞIN “AKP OLAĞAN ÜSTÜ BÜYÜK KONGRESİ HAKKINDA” BİR ELEŞTİRİ YAYINLADI

AKP, OLAĞAN ÜSTÜ PARTİ KONGRESİNE ELEŞTİRİ
HAKKI KARĞIN
BAĞIMSIZ CUMHURİYET PARTİSİ 
(BCP) GENEL BAŞKANI
(67 Yıllık "KARŞI DEVRİM"
Sürecinde Ülkenin Geldiği Nokta)
AKP, Kendiliğinden ortaya çıkmış bir parti değil, ülkede söz sahibi olan diğer partiler gibi CIA tarafından organize edilmiş bir sürecin ürünüdür.
1945-1950 yıllarında Kemalist Halk İktidarını ele geçiren karşı devrimin görevi, Türkiye Cumhuriyeti Kemalist sistemi dağıtmak, Liberal (emperyal) sisteme geçmek idi.Ülkede bu amaçla örgütlenen emperyalizm ve İşbirlikçiler,1946 seçimlerinde,Halk Meclisi (TBMM) ni kenara iterek,Atatürk CHP parti programını yırtıp atarak, Parlamenter sisteme geçiş yalanları ile farklı iki partiymiş gibi karşımıza çıkartıldılar.Biri Liberal Sistemi doğrudan savunan DP,
2. ise Atatürk CHP'sinden arındırılmış Kemalist devrimleri inkâr eden sol düşünce ve Sosyal Demokrat gibi beylik laflar ile sulandırılmış özünde Liberal ''Yeni İnönü CHP'' sidir. Partiler bir yanda görücüye çıkarken diğer yandan da devrimci bir karakter taşıyan Türk Milliyetçiliğini; Türk Irkçılığına dönüştürmek için Türkeş'i yetiştiriyorlardı (Politikada Irkçılık İlk Olarak Batı da ortaya çıkmıştır)
İktidar Güçtür,iktidarı belirleyen güç ise ülkede,üretim araçları  ,insanı üstünde yaşadığı toprak ve insan ile ürün döngüsünü sağlayan Kapital (para)dır .İşte Kavga tam da bu nokta da dır.Kemalist sistem de araç gereçler para halka,liberal sistem de ise şahıslara aittir.
1950 seçimlerinde Ümmetçi toplum dayatması ile halkın karşısına çıkan DP halktan kabul görmeyip yıpranınca, CIA devreye girdi.İnönü-Türkeş ittifakı ile Dp'ye karşı 1960 darbesini yaptı. Ümmetçi yapılanmayı ileride tekrar kullanmak için geri çekti.''Özgürlük demokrasi adına Sol, Sosyal Demokrasi ve Türk Irkçılığını sahneye sürdü. Öte yandan da CIA/FETO,
ile Ümmetçi toplumu yeniden yaratmak için illegal örgütlenmeleri başlattı.
1960 darbesi mükemmel bir organize ile halka yutturularak, Anayasa ve Mahkemelerin değişmesi ile Kemalizme 1945 den sonra 2.darbeyi vurdu.
Sahneye çıkan Sol-Sağ 1970-80 yılları arasında ülkeyi kaostan kaosa sürüklerken,CIA,Bir yandan teorisyenlerinden Kemal Derviş'e 24 ocak kararlarını yazdırıyor(1976),diğer yandan bu kararları hayata geçirecek Ümmetçi yapılanmayı FETO ile hızlandırmaya başlıyordu.
1978-80 sol,sağ kavgalarını çok korkunç göstermek için CIA eylemlere başladı.Solcu gençlerin toparlandığı yerleri bombalayan CIA ,eylemleri, sağ görüşlü gençlere yıkıyor ya da tersi sağ gençliği katlediyor, sol örgütler üstüne yıkıyor,Camileri,otobüsleri bombalıyor ülkede kaosu derinleştirerek 1980 hazırlıkları yapıyordu.
70’li yıllarda Fethullah Gülen’in okullarına akıtılan paralar BOP’un altyapıları ve 1976­ 1981 yıllarının hazırlık aşamaları idi. O yıllarda ülkemizde yaşanan kaos tesadüfi değil, görünmeyen hükümet CIA'nın işi idi. 12 Eylül darbesi yapıldığında, bundan daha Türkiye basını bile habersizken, ABD basını darbeyi sabah saat 05’te manşetten ''Bizim çocuklar bu işi başardı'' diye veriyordu (http://www.milliyet.com.tr/.…/dunyadetay/04.06.2011/1398393/...). '12 Eylül, ulusal solcu ve ulusal sağcıları işkence tezgвhlarında, İsa'nın öcünü alırcasına  çarmıhlara gererken, ümmetçi toplumu yaratacak olan Özal, ABD’de kampa alınmış ve Kemalizm'in tasfiyesi için 1976’da Kemal Derviş tarafından yazılan ‘24 Ocak Kararları”nın hayata geçirilmesi için eğitiliyordu (24 Ocak Kararları Kemalizm'in tasfiye kararlarıdır.).
Irak ile sınırımızda tampon bölge açılarak çekiç gücü yerleştirilecek, ‘Güneydoğu sorunu’ adı altında APO görevlendirilecek ve PKK güçlendirilecekti. Onların çocukları başarılı oldu, silahlarımız yenilendi, yeni açılan üslerimiz Ortadoğu’ya yönlendirildi ve böylece bir taşla iki kuş vuruldu. SSCB’nin yıkılması için kutsal cephe ile ittifak yapan radikal İslam, ikiz kulelerin havaya uçurulması ile yerini ılımlı İslama bıraktı. Nehri geçerken at değiştirmeye kalkışan Batı emperyalizmi, Bin Ladin'i Afganistan'da karşısına aldı. Bin Ladin şöyle diyordu; “Bizim gerçek düşmanımız SSCB değil, ABD imiş”. Bir yandan Bin Ladin ile savaşan ABD, öte yandan sünnilerin önderliğinde “Ilımlı İslam” adı altında ruhani lider Fethullah Gülen'i Ortadoğu'nun halifesi gibi tanıtmaya başladı. Bill Clinton, İstanbul Çırağan Sarayı’nda şöyle demişti; ‘’Yahudilerin Haham’ı, Hristiyanların Papa’sı var ama Müslümanların bir ruhani lideri yoktur.’’. Özal’ın zamansız ölümü sonrası iktidara gelen Ecevit -­ Devlet Bahçeli hükümeti BOP’u suya düşürecekti. Özal hükümetinin devamı gerekiyordu. Görünmeyen hükümet devreye girdi, dönemin İstanbul Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ı hazırlamaya başladı. Arkasından ’24 Ocak Kararları’nın sahibi olan Kemal Derviş’i göndererek Ecevit hükümetini devirdiler. AKP ile eş başkan Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşıdılar ve suyu yoluna koyan görünmeyen hükümet 2003’de BOP girişimini başlattı. ‘’Yeni dünya düzenini ben kuracağım, benim ile gelen payını alır’’ sloganı ile ortaya çıktı. Ardından ‘’Saddam kimyasal silah ile dünyayı tehdit ediyor’’ gerekçesi ile 10 Mart 2003’de Saddam’ı vuracağını açıkladı. Böyle bir müdahaleyi ancak BM yapabilirdi. Çünkü dünyanın düzenini sağlayan karakol BM’dir. Dünyayı böyle bir tehlikeye atan ülkenin sorununu, silahlı kanadı olan NATO gücünü göndererek çözer. 20 Mart 2003’e kadar ABD’ye ‘bekle, ben sorunu çözerim’ derken, ABD bu kararı tanımadı ve aynı tarihte Irak’ı işgal etti. Bu tarih yeni dünya düzeninin başlangıcı olacaktı. Bu işgal AB’yi ve BM’yi parçalarken, dünyada da yeni müttefikleri oluşturdu;
a) ABD ve İngiltere’nin başını çektiği, Irak işgaline katılan grup
b) Almanya ve Fransa’nın başını çektiği, Irak işgaline katılmayan grup
c) ŞİÖ (Şangay İşbirliği örgütü)
Fas, Tunus, Cezayir ve Libya’dan sonra Irak işgali ile ‘Arap Baharı’ adım adım ilerlerken, diğer yandan Batıda Kuran'lar yakılıyor, Hz. Muhammed’in karikatürleri yapılarak alay ediliyor ve ‘’Büyük Asya Projesi’’nin patronları, arka arkaya şu açıklamaları yapıyordu.
‘’Tek Dünya düzeni ister istemez kurulacaktır, tek sorun bu sonuca güzellikle mi, yoksa zorla mı ulaşılacağıdır’’ –James Paul Werburg­ (bkz.http://www.millicozum.com/mc/kasim­2004/deccalin-sovalyeleri).
‘’Tek bir dünya devleti oluşturduğumuzda modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakkı, artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan elit otoritesi altına girecektir.’’ –David Rockofeller­‘’(bkz. http://blog.milliyet.com.tr/gizli­orgutlerin-ortak­hede.…/…/... ).
“ABD’nin misyonu ulus devletleri gömmek, halklarını daha küçük birimlere bölerek yaşatmaktır. Gelecek Amerika’nın mıdır? Yeni dünya düzeni Amerika İmparatorluğu ve tüm insanların rakip olmadığı evrensel düzenin adıdır.’’ –R. Strausz Hupe­(bkz.http://huseyinguzel.blogcu.com/emperyalizmin­amaci…/13788667).
Batı bu gelişmeleri yaşarken Tayyip, ‘’bu bir medeniyetler buluşması, ben Ortadoğu’nun eş başkanıyım’’ diyerek, yüz yıllık dostlukları bir kenara itip, Suriye işgali için efendilerinin talimatını yerine getiriyordu. Fakat Suriye işgali başlamak üzere iken kurbağa gözünü açtı.
Putin; ‘’bu bir haçlı seferidir, biz Çin’i yanlış tanımışız’’ diyerek Karadeniz’de Çin, Kazakistan ve Rusya’dan oluşan üçlü tatbikatı başlattı. Bu tatbikat, üç guruba bölünmüş dünyaya, ayrı ayrı mesajlar veriyordu (http://www.tarafsizhaber.com/.…/dr­mehmet­hakan­saglam­batil...).
Bu, birinci gruba bir gövde gösterisi, ikinci gruba uyarı, grupların dışında kalan ve stratejik önem taşıyan ülkelere de ‘’gözünüzü açın’’ mesajı idi. Söz konusu tatbikat ile Suriye işgalinin yolunu kapayan ŞİÖ, bedelini Rusya üzerinden Ukrayna ve Kırım ayaklanmaları ile ödüyordu. Bu saldırıları da ŞİÖ nezdinde bertaraf eden Putin, Batı emperyalizmini bunalımdan bunalıma sürüklemeye başladı. Bunalıma düşen emperyalizm, çareyi iç ayaklanma ve Sünni radikal İslam örgütlerini, Alevi Esad’ın üzerine kışkırtmakta buldu. İç ayaklanmanın temsilcisi olarak seçilen SUK ‘'Suriye Ulusal Koalisyon’’, eş başkan Tayyip tarafından İstanbul Maltepe’de, ÖSO ise Antakya’da kuruldu. Destekçileri; PYD, El­Nusra ve el altından PKK İdi. Esad’a karşı bunlar yetersiz kalınca, 1500’e yakın radikal örgütleri Suriye üzerine göndermek için Ortadoğu’da toparladılar. Toparlanan ruh hastalarının finansmanlarını Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve BAE üstlenirken, silahlarını da İsrail ve ABD tedarik ediyordu. Tarihte benzerine rastlanmayan iğrenç saldırılara rağmen Esad devrilmedi.
Dünyada yapılan 3.Devrimi (elektronik) de kaçıran Batı emperyalizmi, pazarı Çin’e kaptırınca bölgesel kontrolü elinden kaçırmaya başladı. Boşluktan yararlanan PKK güç kazanmaya, 1500’e yakın ruh hastaları kontrolden çıkmaya başlarken, Esad direndikçe Tayyip kuduruyor, güvendiği efendilerinin elinden bir şey gelmeyeceğini ve piyon olarak kullanıldığını anlayınca, bölgedeki ruh hastası örgütlerden bir kısmını yanına alarak bir kısmına da el altından yardım ederek, ‘’RABİA’’ işaretini yapıyordu. Bu şu anlama geliyordu; ‘Gülen ile birlik olarak beni kullandınız, ya ben ya Gülen’ kozunu masaya sürerek, Süleyman Şah rolüne soyunmak... Yıllar önce planlanan ve bunun için Gülen okullarına ve Zaman Gazetesi’ne para akıtılarak ‘ılımlı islam’ yatırımı yapan ABD, Tayyip’in blöfü ile bunları çöpe atamazdı. Bu nedenle 17 – 25 Aralık operasyonu düzenlendi ve ABD Gülen’i tercih etti. 10 yıllık ortaklık bir günde yok oldu. Efendiler ve işbirlikçiler birbirine düştü.
Sonuç;
Doğu-Orta Doğu ve Afrika da yaşanan günümüz savaşları toprak
savaşları değil,sistem savaşlarıdır.Yazımızın 1. ve 2.bölümünde anlattığımız gibi,Tek Dünya din İmparatorluğu kurmak için yola çıkan Batı emperyalizmi ve bölge işbirlikçileri Orta Doğu da çakılıp kaldı.Geri dönme ve uzlaşma şansı olmayan emperyalizm yenilginin getirdiği sonuçlar itibarı ile büyük bir sarsıntı ve dağılma sürecindedirler.
Büyük bir dağılmayı önlemek için devreye giren Papa,önce AB ülkelerini toparlayarak çatlak sesleri susturdu.
.http://www.sozcu.com.tr/…/ab-liderleri-roma-anlasmasinin-6…/
Arkasından Trump,Suudi Arabistan'a gönderilerek;İngiliz ve İsrail tarafından denetim altıda tutulan ''Arap Nato''sunu denetleyerek yeni süreç için her türlü garantinin verileceğini iletti.http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39973092
Suudi Arabistan dan İsrail'e geçen Trump,Papa-Haham ittifakının geçerli olduğunu,Suriye üzerinden gelecek her türlü saldırının güvenliğini alacaklarını iletti.http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39997996
İsrail'den Vatikan'a geçerek Papa'ya rapor verdi. http://www.sozcu.com.tr/…/trump-ile-papa-vatikanda-bir-ara…/
Yeni talimat ile Nato'yu toparladı.
http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40042111
Yukarıda ki gezintiye; PYD,stratejik ortağımızdır diyerek ağır silahlar ile donatacağını ekleyerek.Ve Lübnan Vekili VALİD SAHRYA'nın ''Orta Doğu Modern harita ile son günlerini yaşıyor'' TRUMP ''Ona (Şi Ciping) güveniyorum. O iyi bir insan Kuzey Kore sorununu çözün,O çözmezse biz çözeriz''
Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki;Batı emperyalizmi ve bölgesel işbirlikçileri 2.Sykes-Picot saldırısı için yeni strateji hazırlıklarını tamamlamak Üzere Haçlı Ordularını toparlamıştır.(Kurtuluş savaşında bizi arkadan vuran kimdi,Suudi Arabistan,Ürdün)
Bölgeden Rusya' yı söküp atmak için Alevi-Sunni çatışmasının kapısını aralayan ABD,Kürt kartı,Feto. ile Türkiye'nin safını belirlemesi gerektiğini AKP hükümetine dayatırken (Son nokta ABD'de nasıl kondu ? ) ÇiN'e de bu kavga senin kavgan değil diyerek SIO birliğini parçalamak istiyor.
Bu stratejileri, yapacağı şeyleri de gizlemeden bağıra bağıra söylüyor.
'‘Bize karşı çıkan devletleri komşuları ile birbirine düşürecek durumda olmalıyız. Ancak, eğer karşı çıkan devlet ve komşuları birlik olarak bize karşı çıkarlarsa, o zaman dünya savaşı çıkaracak güçte olmalıyız.''
Siyonist Protokol/7­(http://www.google.com.tr/url...)
Sürecin Türkiye'ye dayattığı “Benim partim, benim derneğim” demek değildir.Hayat ve devrim “Tam Bağımsız Türkiye” diyen her siyasi yapıyı birleştirecek Kemalist Birleşik Cephe' yi önümüze koymuştur.
Mustafa Kemal; ‘'Bu Türkiye’ nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir’ diyerek kurduğu Türkiye Cumhuriyeti' ni gençliğe emanet ederken şunları söylüyordu:
'‘Bu sistemi koruyamazsanız, yüz kat daha güçlenerek gelecek ve elinizden alınacaktır’'
İşte gün o gündür. Ordularımız dağıtılmış, kalelerimiz cebir ve hile ile ele geçirilmiş, iktidara sahip olanlar gaflet, delalet ve ihanet içindedirler.
Saflar NET !.
Ya İHANET Ya da CUMHURİYET !.
BAĞIMSIZ CUMHURİYET PARTİSİ

13 Mayıs 2017 Cumartesi

GAZİ MECLİS VE ATATÜRK “Ve emruhum şûrâ beynehum”... (..İşleri de aralarında şûra iledir;..)

“VE EMRUHUM ŞÛRÂ BEYNEHUM”... 
Atatürk ün soyağacı
Tuncay DEĞİŞ 
(tuncay degis <tdegis69@yahoo.com>)
Atatürk kimin çocuğu?
“Lütfen sonuna kadar okuyun...”
Vasilis Dimitriadis, 1955-1984 yılları arasında Selanik’te bulunan Makedonya Devlet Arşivi’nin müdürlüğünü yapmış, Girit Üniversitesi’nden emekli olmuş 86 yaşında bir tarih profesörü.
2010 yılında 80 yaşındayken Yunanistan’daki arşivleri didik didik tarayarak yazdığı “Bir Evin Hikâyesi; Selanik’teki Mustafa Kemal Atatürk’ün Evi ve Ailesi Hakkında Türkçe ve Yunanca Belgeler” adlı çalışması Türk Tarih Kurumu tarafından altı yıl sonra basıldı. Aslında 6 yıllık bir gecikmeyle basıldı demek daha doğru.
Çünkü, Dimitriadis 2010 yılında kitabını yazdıktan sonra Selanik’teki Türkiye Konsolosluğu’na teslim etmiş, konsolosluk kitabı ve belgelerin yer aldığı cd’leri Dışişleri Bakanlığı’na, onlar da Türk Tarih Kurumu’na göndermiş. Kitap tarih kurumunun bilirkişileri, çevirmenler, sebebi belirsiz düzeltme talepleri ile altı yıl bekledikten sonra nihayet geçen yıl yayınlanabildi.
Gecikmenin sebebi meçhul. Ama üzerine az şey yazılmış bu kitap sayesinde ilk defa Atatürk hakkında “1881 yılında Selanik’te doğmuştur. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi’den” daha fazla şey biliyoruz artık.
Profesör Dimitriadis, Selanik Ahmed Subaşı Mahallesi Numan Paşa Sokak No: 6’daki meşhur Pembe Ev’in arşivlerde izini sürerken sadece evle ilgili değil, Atatürk ve ailesi hakkında da ilk defa ortaya çıkan ve bugüne kadarki pek çok şehir efsanesini bitirecek belgelere ulaşmış.
Öncelikle bugün Selanik’te hâlâ Atatürk’ün doğduğu ev olarak ziyaret edilen ama bazı yerlerde “aslında o Atatürk’ün evi değil, sonradan ona yakıştırılmış” denen ev gerçekten Mustafa Kemal’in doğduğu ev.
Evin bulunduğu semt Selanik’te Türklerin yaşadığı Bayır adı verilen bölge. Semtin adı Rumeli Beylerbeyi Koca Rasim Paşa’nın yaptırdığı camiden geliyor. Evin bulunduğu bölgede oturan erkekler genelde kereste işiyle meşguldüler.
Bu erkeklerden birinin adını iyi biliyoruz; Ali Rıza Efendi. Çocukluğumuzda okul köşelerindeki tek kare resmi dışında ilk defa bu kitapla Ali Rıza Efendi’yi biraz daha yakından tanımış oluyoruz. Kitaptaki emlak kayıtlarına göre onun da mesleği “Keresteci”. Ama daha ilginci kayıtlarda ilk kez Ali Rıza Efendi’nin 18. yüzyıla kadar uzanan şeceresi yer almakta. Şecereye göre Ali Rıza Efendi’nin babasının, yani Mustafa Kemal’in büyükbabasının adı Ahmed. Ali Rıza Efendi’nin büyük babasının adı ise Mustafa. Yani Mustafa Kemal’e dedesinin adı verilmiş.
Kayıtlarda Zübeyde Hanım’ı da daha yakından tanımamızı sağlayan bilgiler var.
Zübeyde Hanım’ın ailesi o çağa göre nadir olan kadınların iyi eğitim aldıkları bir aile. Babasının adı Ömer, eşinin adı Halil olan büyükannesi Emine, “Molla” sıfatıyla kayıtlarda yer alıyor. Bu dinî eğitim almış kadınlara verilen bir sıfat. Teyzesi Fatma da “Molla” olarak geçiyor. Zübeyde Hanım’ın annesinin yani Mustafa Kemal’in anneannesinin adı Ayşe, babasının yani Mustafa Kemal’in büyükbabasının adı ise Feyzullah (Onun babasının adı da İbrahim)
Zübeyde Hanım’ın meşhur kargaların kovalandığı çiftlik hikâyesinde geçen kardeşi, yani Mustafa Kemal’in dayısının adı ise Hüseyin Ağa. 1899’dan önce öldüğü dışında hakkında fazla bilgi yok…
Farsça “kasımpatı” anlamına gelen çok sık kullanılmayan bir isme sahip olan Zübeyde Hanım’ın belgelerde şahsi mührü de var. Mühürde “cüllat-i güldar-i Zübeyde” yazılı. Yani “İçinde kasımpatı çiçekleri olan palmiye yapraklarından yapılmış sepet.”
Kitaptaki belgelere göre 1875 yılından önce yapıldığı tespit edilen Pembe Ev’in ilk sahibi Ferhad oğlu İskender’dir. Evin üç el değiştirdikten sonra 1877 yılının Aralık ayında Hatice Zarife tarafından 52/72’lik hissesi Keresteci Ahmed oğlu Ali Rıza’ya satılır. Geri kalan hisseleri ise Mart 1878’de Feyzullah kızı Zübeyde alır. Kayıtlarda Zübeyde Hanım’ın eşinin adıyla değil de babasının adıyla geçmesinin sebebi evi satın aldıklarında belki evlenmemiş, belki nişanlı olmaları ya da kayıtlarla ilgili bir sorun olabilir. Ama 1878’de ev toplamda 13.500 kuruşa Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım çiftinin olmuş. Belediyeden bir mimarın gelip ölçülerini aldığını yine kitaptaki emlak kayıtlarından öğrendiğimiz ev, dokuz oda bir mutfaktan oluşan büyük bir konak ve 341 m2’lik bir arsa üzerine kurulu. Üç yıl sonra 1881’de bu evde Mustafa dünyaya gelecek ve sekiz yıl bu evde yaşayacaktır.
Yine kayıtlardan Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım’ın evlerinin hemen yanında beş odalı başka bir ev daha inşa ettirdiklerini de öğreniyoruz. Hatta bu mülkleri daha sonra aralarında paylaştırmışlar ama paylarını ortak kullanmaya devam etmişler. Ta ki 1887’ye kadar...
1887 yılında yani Mustafa Kemal 6 yaşındayken Ali Rıza Efendi hayatını kaybeder. Tam ölüm tarihi ve ölüm nedeni kayıtlarda mevcut değil ama mirasının “şeri mahkeme” tarafından tasdik edildiği 13 Nisan 1877’den önce vefat ettiği kesin. Keresteci Ali Rıza Efendi’nin mirası eşi, oğlu Mustafa ve kızları Makbule ile Naciye arasında bölüştürülmüş. Atatürk’ün az bilinen kız kardeşi Naciye’nin adı ise en son Ocak/Şubat 1888’de emlak kayıtlarında geçmiş. Kitaba göre muhtemelen bundan kısa bir süre sonra hayatını kaybetmiş.
Ali Rıza Bey’den kalan miras ailenin o günlerde maddi olarak zor günler geçirdiğini gösteriyor. Defni için 500 kuruş harcanan Ali Rıza Efendi’den Zübeyde Hanım’a 751 kuruş, oğlu Mustafa’ya mirasın yüzde 44’ü olan 1.929 kuruş ve iki kızına da 964’er kuruş kalmış. Tabii bir de ederi 35.010 kuruş olan bir ev. Ama kayıtlarda Ali Rıza Efendi’nin Selanik’teki “Stambul Çarşısı” esnaflarından Nuri Efendi’ye 28.800 kuruş borcu olduğu görülmekteydi. Nuri Efendi mahkemeye başvurarak Ali Rıza Efendi’nin, borca karşılık evini rehin olarak verdiğini iddia eder ve Pembe Köşk’ü ister. Mahkemede Zübeyde Hanım bu borcu inkâr eder. Mahkeme kayıtlarındaki belgede Nuri Efendi’nin bariz şekilde sarhoş olduğu ve mahkemeye sunduğu belgenin bağlayıcı olmadığı yazmaktadır. Sonunda mahkeme evin Zübeyde Hanım’da kalmasına karar verir. Ama Zübeyde Hanım eşinin vefatından kısa bir süre sonra küçük evi satar, büyük evi de rehin vererek Mustafa ve Makbule’yi yanına alıp Selanik yakınlarındaki Langaza’daki ağabeyi Hüseyin Ağa’nın yanına taşınır. Ama Mustafa’nın iyi bir eğitim sürmesini isteyen Zübeyde Hanım, onu yine Selanik’teki evlerine yakın teyzesi Fatma Molla’nın yanına gönderir. 1899’da annesi vefat eden Zübeyde Hanım’a teyzesinin oturduğu bu ev miras kalır. Ardından daha küçük bir eve geçerler, 1906’da aile tekrar Pembe Köşk’e döner. Bu arada 1908’de artık bir subay olan Mustafa Kemal’in de aynı mahalleden iki ev aldığını öğreniyoruz. İlginç detaylardan biri de Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Abbas. Günün sonunda Selanik kaybedilince Zübeyde Hanım, üç evini bırakarak İstanbul’a gidiyor. Ama ikinci eşi Ragıp Abbas Selanik’te kalıyor. Evlerin mülkiyeti için dava açıyor ama kaybediyor. Evler önce terk edilmiş mallar olarak tescilleniyor, sonra başkalarına satılıyor. 1933 yılında Selanik Belediye Meclisi Pembe Evi satın alarak Atatürk’e hediye ediyor. Aslında satın aldıkları evin Zübeyde Hanım’ın mülkü olduğunu bilmeden... Kitap bir polisiye gibi bu evlerin izini sürüyor. Ama bence en dikkat çekici yeri Ali Rıza Efendi’nin mirasında bir miktar parası ve ev dışında sıralanan kalemler:
45 kuruş değerinde 6 sof ceket ve bir yelek
20 kuruş değerinde 1 köhne pantol
40 kuruş değerinde 1 palto
20 kuruş değerinde 1 sandık
5 kuruş değerinde Lügat-i Osmani
10 kuruş değerinde Miftah’ul Kulub
Mirastaki son maddede duralım. Miftah’ul Kulub yani “Kalplerin Anahtarı”, Abdülkadir Geylani’nin 15. göbekten torunu Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi’nin (1801-1863) yazdığı hâlâ daha basılan ehl-i tariklerin en çok rağbet ettiği, tarikat yoluna girenlere okutulan popüler kitaplardan biri.
Şöyle başlıyor:
“Bu eserin derlenip yazılmasına kalkmaya ve başlamaya sebep olan durum şudur: Hicrî 1259 (M. 1843) yılı rebiülâhir ayında, kendi hücremizde teveccüh halindeydik. Bu hâlde bulunduğumuz sırada; Enbiyanın Sultanı Evliyanın Asfiyanın Müttakilerin Baş Tacı Efendimiz Hazretleri zuhur etti. Allah, ona. salât ve selâm eylesin.
Bu hiçbir şey hükmünde olan kula; ihsan, mürüvvet, lütuf ile şöyle buyurdu:
-Nuri, evlâdım, vakitler bir başka oldu. Âşık, sadık, mana yüzünü görmeyi isteyen ümmetlerim; esenlikle yollarını bulup hoşnutluk yoluna bel bağlayarak vuslat sırrına nail olsunlar.
Sofilerden bazısı da; arada vasıta olmadan takvası üzere giderek, yollarını düzeltmek için özlerine bir kabiliyet gelsin. Zira, bir alay kimseler vardır ki; ehlullah kisvesini giymiş, kemer bağlamış, başına taç giymiş, şeriatıma da itibar etmemiş durumdadır. Geçen hâlinden ve tecellisinden söz ederek; ehlullahın yazdıkları risalelerden ve şiirlerden ezberleyip meclis meclis gezip o hâllerden dem vururlar...”
Mirasında çocuklarına bir Osmanlıca sözlükle birlikte bu kitabı bırakan keresteci Ali Rıza Efendi’nin de ehl-i tarik olduğunu (Kadiri ya da Nakşi) tahmin edebiliriz. Mustafa Kemal ise 1925 yılında bu kitabı okuyanların tekke ve zaviyelerini kapatmıştı. Muhtemelen bu kitap da uzun yıllar yasaklı kitaplar listesinde yer aldı. Bu başlangıcı yüzünden çokça eleştirilen kitabın ancak 1976 yılında Latin harfleriyle basılması bunu gösteriyor. Yine de emin değiliz.
Babasından miras kalan kitap hâlâ kütüphanesinde mi diye merak edip Anıtkabir sitesindeki Atatürk’ün kitapları bölümüne bakarsanız, benim gibi bulamayabilirsiniz. Belki de depodadır.
Ama Vasilis Dimitriadis’in “Bir Evin Hikâyesi” muhakkak kitaplığınızda olmalı. Kitabı okurken, borç içindeki keresteci babasından az bir parayla birlikte bir tasavvuf kitabı miras kalmış, dedesi Mustafa’nın adını taşıyan, iyi bir dinî eğitim almış güçlü bir annenin himayesinde yetişmiş Mustafa Kemal’in şahsında bütün bir 200 yıllık sorunlar, travmalar gözlerinizin önünden geçiyor. Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de Meclis’i açarken arkasındaki levhada Şûrâ suresinin 38. âyeti asılıydı:
“Ve emruhum şûrâ beynehum”...  
(..İşleri de aralarında şûra iledir;..)
Orada emredildiği gibi işlerimizi hâlâ istişare ile yürütmeye, daha çok konuşmaya, birbirimizi anlamaya ihtiyaç var. Çünkü ortak bir hikâyenin çocuklarıyız...

4 Mayıs 2017 Perşembe

KIRIM’IN DOMATES KADAR ÖNEMİ YOK MU? & TURKISH-FORUM (Kırım Tatar halkının lideri, Ukrayna milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu)

KIRIM’IN DOMATES KADAR ÖNEMİ YOK MU?
TURKISH-FORUM
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin görüşmesinden sonra yapılan basın toplantısında öne çıkan başlıklardan biri  “domates” olmuştur.  Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki olimpiyat kenti Soçi’de Putin ile görüşmesinin ardından basın toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Domates dışında her konuda mutabık kalındı” derken,  Putin şu açıklamayı yapmıştır: “Domates dışında kısıtlamaların kaldırılması için anlaştık. Kendi pazarımızı Türk domatesine sonsuza kadar kapatmayacağız. Fakat bahsettiğim yatırım sonuçlanınca bu konu da liberalleşecek.”Domates dışında her konuda mutabık kalındığını Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan da onaylamıştır: “Şu anda bir geçiş süreci var. Bu arada ara formüller bulmak suretiyle süreci belirli bir zemine oturtacağız. Domates konusundaki soru işaretleri konusunda mutabık kalındı.”
Daha önce Kalkınma Bakanı olan Cevdet Yılmaz (DPT’deki son Avrupa Birliği Genel Müdürüdür. Kurucu Genel Müdür, o dönemdeki ismiyle AET Daire Başkanlığını kuran  bu satırların yazarıdır), Rusya’nın, Türkiye’nin  önemli  bir ticari  ortağı ve önemli bir komşusu olduğunu belirterek  şunları söylemişti: “…Ukrayna’da yaşayan bütün etnik grupların, bütün değişik kesimlerin de memnun olacağı bir çerçevede bu sorunların aşılmasını arzu ediyoruz. Orada Kırım Türkleri de yaşıyor biliyorsunuz. Özellikle, Kırım Türklerinin koşulları tabi bizi çok yakından da ilgilendiriyor.”
Soçi’deki görüşmede Kırım’da yaşayan soydaşlarımızın günlük hayatlarını ve eğitimlerini etkileyen sorunların gündeme gelip gelmediğini bilemiyoruz. Bununla beraber bir gerçeği hatırlamakta yarar vardır:  Günümüzde başta Eskişehir olmak üzere Kırımdaki Tatar nüfusundan daha çok Kırım Türkü Anadolu’da yaşıyorsa, bunun sebebi Kırım Hanlığının Rus nüfuzuna geçmesidir.
Kırım’dan Türkiye’ye kitle göçleri, 1783’de Kırım Hanlığının ortadan kaldırılarak Rusya İmparatorluğu’nun Kırım’ı ilhak etmesinden sonra gerçekleşmiştir. İki yüzyıldan fazla bir süredir Anadolu’ya yönelik göçün sebebi, Kırım Türklerine yönelik baskıdır. 18 Mayıs 1944 de Stalin tarafından vatanlarından sürülen ve yarısı yollarda katledilen Kırım Türklerini unutmayalım.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel Mayıs 1998’de Kırım’ı ziyaretinde şunları söylemiştir: “Tarihin karanlık bir döneminde zorla, yaşadıkları topraklardan koparılmış olan Kırım Tatarlarının yeniden anayurtlarına dönmeleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün küresel bir mutabakata dönüştüğü zamanımızın ruhuna uygun bir tarihi gelişmedir.”
Torun tarafından Tatar olduğunu açıklayan eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun“Ukrayna’nın bütününün, Kırım da dahil olmak üzere istikrara kavuşması en büyük temennimizdir” demeci önemlidir. Fakat, Kırım’ın  referandum sonucunda Rusya’ya bağlanması,  Suriye ve Irak’taki son gelişmeler  göz önüne alındığında, bazı kesimlere örnek olabilir. Soçi’de Cumhurbaşkanı  Erdoğan  YPG ile Rus askerlerinin fotoğraflarını Putin’e gösterdiğini söyleyerek,  “Fotoğrafları ilettik. Tarihleri yerleri ile verdik. Konuyu anlattık. İnceleyeceğini söyledi. Bundan sonraki süreç Putin’e kaldı” demiştir ama ben Putin’in bilgisi dışında bu askerlerin  orada bulunduğuna inanmak istemiyorum. Eğer inanırsam, kendimi çok saf bir Kırımlı olarak değerlendiririm.
Eski Başkanı olduğum Kırım Türkleri Derneği’nin 11-12 Ekim 2014 tarihleri arasında Eskişehir’de düzenlediği Çalıştay’ın sonuç bildirisinde, “Türkiye ve Rusya arasında bu yıl sonunda yapılacak olan Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nde ve Türkiye ile Rusya arasında yapılacak olan tüm toplantılarda Kırım Tatarlarının yaşadığı sorunlar gündeme getirilmelidir” tespiti yapılmıştır. Ortak Akıl Çalıştayı Sonuç Bildirisi’nde belirlenen ilkeleri Türkiye-Rusya Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nde Türkiye’nin muhataplarına iletmesi, Türkiye’de yaşayan  Kırım Türklerinin arzusudur. Alınan kararlar günümüzde de geçerlidir:
Kırım’ın 2014 Şubat ayında Rusya tarafından işgali uluslararası hukuka aykırıdır. Rusya 1994 yılında Budapeşte Mutabakatı ile kabul ettiği Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü Kırım’ı işgal ederek ortadan kaldırmıştır.
Kırım Tatarlarının Milli Lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Refat Çubarov ve aktivistleri Kırım’dan uzak tutacak tüm kısıtlama, karar ve uygulamalara son verilmelidir.
Kırım’da insan hakları ve uluslararası hukuka aykırı uygulamalar ile basın, yayın ve haberleşme hürriyetinin önündeki engellemeler kaldırılmalıdır.
Rus işgali ile birlikte Kırım Tatarlarının vatan Kırım’da yaşama, ibadet ve eğitim hürriyetlerini kısıtlayan tehdit, darp, insan kaçırma ve cinayetlere son verilmelidir.
Türkiye ve Rusya arasında bu yıl sonunda yapılacak olan Üst Düzey İşbirliği
Konseyi’nde ve Türkiye ile Rusya arasında yapılacak olan tüm toplantılarda Kırım Tatarlarının yaşadığı sorunlar gündeme getirilmelidir.
Her yıl yapılan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde tüm dünyada Kırım’da
insan hakları ihlal edilen Kırım Tatarlarının korunması için KTMM’nin Karar alması beklenmektedir.
Kırım’daki Kırım Tatar varlığı her zamankinden daha ciddi tehdit altındadır. Türkiye ve Türkiye dışındaki Kırım Tatarlarının işbirliğini geliştirici somut çalışmaları başlatmaları gereklidir.
Kırım’da vatanlarından diktatör Stalin tarafından sürgün edilmiş Kırım Türklerinin bir daha bu sürgünü yaşamamaları için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda Putin nezdinde ağırlığını hissettirmesi, Türkiye’de yaşayan Kırım Türkleri için çok önemlidir.
Türkiye ve Rusya arasındaki krizin olumsuz etkileri giderilmeye çalışılırken Kırım Tatar Milli Meclisi üyesi Gayana Yüksel; Rusya’ya Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı’nın ara kararını yerine getirme,  Rusya tarafından işgal edilen Kırım’da Kırım Tatarlarına karşı  uygulamaları  durdurma ve  Kırım Tatarlarının temsil organı Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyet yasağını kaldırma çağrısı yapmıştır.
BM Yerli Meseleleri Daimi Forumu’nun 16’ncı  toplantısının ikinci haftasında,  hakları için mücadelelerinde yerli halklara yardımcı olanlara destek hususunda özel raportör ile diyalog kurulması konulu toplantıda konuşan  Yüksel, “Özel Raportör’ün dikkatini, Rusya’yı köklü halk Kırım Tatarlarına karşı baskıları, takibat ve ırk ayrımcılığını durdurmaya ve halkın temsil organı Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyetlerini yenilemeye mecbur tutan Lahey’deki BM Uluslararası Adalet Divanı’nın ara kararına çekiyoruz” demiştir.
Kırım’ın işgal altında bulunduğu 3 yıl boyunca Rusya’nın Kırım Tatarlarını korkutmaya ve bölmeye, yarımadada meydana gelen olaylar hakkında gerçeklerin sesini susturmaya çalışarak Kırım Tatarlarına karşı baskı uyguladığını vurgulayan Yüksel, günümüzde 23 Kırım Tatarının düzmece suçlamalarla cezaevinde tutulduğunu  açıklamıştır.
Rus baskısının örneği olarak Kırım Tatar Milli Meclisi Başkan Yardımcısı Ahtem Çiygöz’e karşı başlatılan davayı gündeme getiren  Yüksel, Çiygöz’ün, 26 Şubat 2014 tarihinde Kırım’ın işgaline karşı düzenlenen barışçıl mitinge katıldığı için  iki yıldan fazla tutuklu bulunduğunu ve toplu kargaşa organize etmekle suçlandığını söylemiştir. Yüksel ayrıca,  toplantı katılımcıların dikkatini, işgal edilen Kırım’da Kırım Tatarlarının avukatları Emil Kurbedinov ve Edem Semedlayev ile baskılara uğrayanlara hukuki yardım sağlayan diğer avukatlara çekerek şunları söylemiştir:
“Kırım, korku yarımadası olmasının yanı sıra Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Hakları Bildirisi’nin maddelerinin ihlal edildiği bir yer oldu, çünkü zorunlu izolasyon şartlarında yaşamaya devam ediyoruz. Kırım’da köklü halk Kırım Tatarlarının susması, onların 16 Mart 2014 tarihinde yapılan sözde referandumun sonuçlarını kabul ettiği anlamına gelmiyor. Düzenlenmesi sırasında askeri unsurların baskısı ve demokratik sürecin olmaması dikkate alınarak Venedik Komisyonu tarafından yasallığı kabul edilmeyen sözde referandumun sonuçlarını da kabul etmiyoruz.”
Kırım Haber Ajansı’na (QHA) göre Birleşmiş Milletler  Uluslararası Adalet Divanı, 19 Nisan’da Ukrayna’nın Rusya Federasyonu’na karşı açtığı dava kapsamında ilk kararını açıklamıştır. Divan, Rusya tarafından işgal edilen Kırım’da ulusal azınlıkları koruma amaçlı Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme‘yi ihlal ettiği için Rusya’ya karşı sınırlayıcı tedbir uygulanmasını onaylamıştır.
Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı’nın kararını açıklayan hakim Ronny AbrahamRusya’yı, Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyetlerinin yasaklanması dahil Kırım Tatarlarına karşı sınırlamalardan kaçınmaya mecbur tutmuştur: “Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyetlerinin yenilenmesi dahil olmak üzere Kırım Tatarlarına yönelik çıkarların temsil edilmesine ilişkin sınırlamalardan kaçınılsın. Ukraince eğitim verilmesi sağlansın.”
Mahkeme,  Uluslararası Adalet Divanı’na Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmeyi ihlal ettiği için bu ülkeye karşı geçici tedbir uygulanmasını kabul etmemiştir. Mahkeme, Ukrayna’nın, uygulanacak geçici tedbirlerin ülkeye verilen zararı durduracak olmasını kanıtlayamadığını açıklamıştır.
Rusya, Adalet Divanı’nın kararını kendine göre yorumlamış ve  kararda Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyet yasağının kaldırılması talebinin olmadığını öne sürmüştür. Fakat, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyesi 45 ülke Rusya’dan, BM Uluslararası Adalet Divanı’nın kararını yerine getirmesini istemiştir.
Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı, Ukrayna milletvekili Refat Çubarov, Birleşmiş Milletler  Uluslararası Adalet Divanı’nın Ukrayna’nın Rusya’ya karşı açtığı dava  kapsamında  verdiği ara karar ile ilgili olarak Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasını QHA’na şöyle  yorumlamıştır: “Bu tür açıklamalar, saldırgan ülkenin tipik, yüzyıllardır değişmeyen alışılageldik davranışlarıdır. İngilizce olarak net bir şekilde açıklanan ve onlarca önde gelen politikacı tarafından yorumlanan, uzmanlar tarafından Ukraince ve Rusça’ya tercüme edilen, net ve açık şekilde ‘Rusya Kırım Tatar Milli Meclisi yasağını iptal etmeli’ diyen karar, Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın tepkisine neden oluyor! Dün (2 Mayıs) Rusya Dışişleri Bakanlığı, kararda böyle bir talebin olmadığını, Ukrayna’nın her şeyi yanlış anladığını iddia etti… Moskova, yüzyıllar boyunca tarihin izahı dahil olmak üzere tüm alanlarda bu şekilde davranmıştır.”
Çubarov,  Rusya Federasyonu’nun  hiçbir girişiminin,  Ukrayna’nın Kırım’ın işgaline son vermekle ilgili siyasi tavrını değiştirmeyeceğini, ancak işgal edilen yarımada için ve Kırım Tatarlarının vatanlarında yaşama hakkı için mücadelesini daha da güçlendireceğini belirtmiştir:“Biz kendi işimizi yapmalıyız. Sergiler düzenlemeliyiz, tarihimizi öğrenmeliyiz, halkımızın çıkarlarına uygun olan şeyleri yapmalıyız, uluslararası arenada kendimizi savunmalıyız, Uluslararası Adalet Divanı’nın benzer kararlar vermesi için çalışmalıyız ve Rusya’yı köşeye sıkıştırmaya devam etmeliyiz. İstedikleri açıklamalarda bulunsunlar, çünkü söyledikleri her şey yalandır.”
Şubat 2017’de yapılan Kırım Tatar Platformu toplantısında  Kırım Tatar halkının lideri, Ukrayna milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun   değerlendirmeleri de  önemlidir: “Biz Kırım’ı silah zoruyla değil, diplomasi ve yaptırımların baskısıyla kurtarmayı istiyoruz. İşgalden sonra Ukrayna ve dünyada Kırım Tatarlarına bakış bambaşka oldu. Tatarların itibarı çok yükseldi. Zira başka unsurlar da işgale karşı çıksa da, topyekün işgale bir millet olarak direnen tek topluluk Kırım Tatarları olarak öne çıktı. Bu fırsattan faydalanıp halkımız ve Ukrayna için uygun ve faydalı olacak kararların alınmasını sağlayacağız.”
Kırımoğlu, Türkiye’nin son zamanlardaki tutumuna da değinerek şunları söylemiştir:“Türkiye dünyadaki birçok ülkenin uyguladığı yaptırımlara katılmadı. Tersine, şimdi Türkiye-Rusya arasında ‘işbirliği’ ve ‘dostluk’ kelimeleri kullanılıyor. Ambargoya katılmayı bırakın, son zamanlarda iki ülke arasında ticaret hacmi artıyor. Şimdi dünyada bize soruyorlar, Türkiye size bu kadar yakın, en kalabalık diasporanız da orada, Türkiye niye böyle davranıyor diye. Biz elimizden geldiğince Türkiye’yi savunuyoruz. Ama bunlar çok tesirli, çok inandırıcı olmuyor. Diyorlar ki, akrabalık böyle olmaz.”
Kırım, Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya arasında bir barış ve huzur köprüsü olmalı, şövenist yaklaşımlara ortam hazırlayan bir alan asla olmamalıdır.