29 Haziran 2017 Perşembe

"RUMLARIN İZOLASYON BASKISINA TIK YOK!", "RUMLARIN GENETİK ARAŞTIRMA TEZGÂHI", "Rumlar asker sayısını arttırıyor", Prof. Dr. ATA ATUN

RUMLARIN GENETİK ARAŞTIRMA TEZGÂHI
Prof. Dr. ATA ATUN
22 Haziran günü Politis gazetesinde çıkan bir yazıya aramızdaki nesebi belli olmayan bir grup balıklama atladı ve akla zarar her tür iddiayı da ortaya koydu. Bence bu kesim kısa yoldan Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu Türk soyundan gelme ama “bizler Türk değiliz” deselerdi daha mertçe olurdu.
Bu mantıksız ve adanın tarihi geçmişine aykırı habere göre “Kıbrıs Nöroloji ve Genetik Enstitüsü” bünyesinde gerçekleştirilen ve geçen haftalarda “PlosOne” isimli Bilim Dergisi’nde yayımlanan bir araştırmada, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların aynı “genetik havuzdan” geldikleri ve Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin, Lübnan ve İtalya’nın Calabria bölgesi halkıyla çok yakın bir genetik ilişkiye sahip oldukları tespit edilmiş(miş).
Özellikle, yapılan araştırmanın bir bölümü alınarak ve kimsenin İngilizce bilmediği farzedilerek yayınlanan haber, gerçeklerden ve bilimsellikten fersah fersah uzak olduğu gibi, araştırmanın içindeki esas detaylar haberleştirilmemiş nedense!
Gelelim araştırmaya; Kıbrıslı Rum olan 344 Kıbrıslı Rum erkek ile Kıbrıslı Türk olan 380 Kıbrıslı Türk erkeğine yapılan DNA testlerinin toplam maliyeti tanesi €260’dan €188,240 ediyor. Bu parayı da dolaylı bir şekilde Kıbrıs’taki “The Cyprus Institute of Neurology & Genetics” adlı bir kuruluş vermiş araştırmacılara. Aslında bu haber tamamen Kıbrıs Rum kaynaklı ve Araştırmayı yapan 6 araştırmacının 3’ü Rum/Yunan soyadı taşıyor. Bu araştırma projesini de “Cyprus National Bioethics Committee” adlı Rumlara ait resmi bir kuruluş onaylamış. Tezgah belli ve güzel, aynı zamanda da dahiyane.
Araştırmada denek Rumların hangi bölgelerden kaçar tane oldukları belirtilmiş (Nicosia (central) n = 78; Limassol (South) n = 75; Famagusta (East) n = 42; Larnaca (South East) n = 42; Paphos (South West) n = 27; Kyrenia (North) n = 42; and Morfou (North West) n = 38). Herhalde bunların hepsi asgari 45 yaş ve üzeriydi ki, Mağusa, Girne ve Güzelyurt bölgelerini temsil etmişler. Denek Kıbrıslı Türklerin sayısı verilmiş ama nereden ve hangi şehirlerden oldukları belirtilmemiş. Benim tanıdıklarımın arasında böyle bir test için örnek vermiş olan yok.
Araştırmanın “Giriş” bölümünün 3. paragrafında şu ifadeler yer alıyor;
“…. Tarihsel geçmişe rağmen her iki toplumun genetik ataları sistematik bir şekilde karşılaştırılmış değildir. Genel olarak iki farklı fakat karşılıklı münhasır bir senaryo düşünülebilir. Senaryo 1: Kıbrıslı Türkler ve Rumlar aynı babaya ait gen havuzundan gelme ve Osmanlı dönemindeki İslamlaştırmadan dolayı da aşamalı bir şekilde Kıbrıs Türk toplumu oluşmuştur. Senaryo 2: Kıbrıslı Türkler, Osmanlı döneminde Anavatan’dan Kıbrıs’a göç eden Türk baba genetik havuzundan türemişlerdir.”
1’inci senaryo doğru ise Rumların, Türkler daha önceleri adada yoktu ve adaya 1570 yılında geldi iddialarını çürütmekte ve aynı zamanda da Padişahın 1572 tarihli fermanı ile adaya Konya, Karaman bölgesinden gönderdiği Oğuz boylarının gelişini ve varlığını yalanlamakta.
2’inci senaryo doğru ise atalarımızın Türk oldukları ortaya çıkmakta…. 
Hiçbir bilimsel gerçeği olmayan bu araştırma hikayesine, Türlüklerinden imtina edenler inanabilir ancak bu konuda bilimsel çalışmalar yapmış bir babanın oğlu olarak benim inanmam mümkün değil. Babam, tam da bu konuda 1961 yılında akademik araştırma yapmış ve yayınlamıştı.
Kıbrıs’ta 1961 yılında Lefkoşa Genel Hastanesi Kan Bankası müdiresi Melihat Hacıburgul ile birlikte -ilk kez- Kıbrıs’taki Rumların ve Türklerin kan dağılımı araştırmasını yapan babam, Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğunun kan grubunun Yunanistan’da yaşayan Helenlerin kan grubu ile değil, Anadolu’da yaşayan Türklerin kan grubu ile uyuştuğunu ortaya koymuştu. Örnekler de kan bankasının kendi içindeki laboratuvarda analiz edilmişti.
Bu akademik tıbbi araştırma yayınladığı vakit çok dikkat çekmiş ve Rumlar tarafından örtbas edilmeye çalışılmıştı. Belli ki bu araştırmayı ortaya koymamız ve bununla ilgili bir köşe yazısı yazmamız gerekecek…
RUMLARIN İZOLASYON BASKISINA TIK YOK!
PROF. DR. ATA ATUN
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgi Raporunun taslağı içinde yer alan “Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması” tavsiyesi, Avrupa parlamentosundaki Rum Milletvekilleri ve AKEL de dahil olmak üzere bütün Rum siyasilerin ve bürokratların müştereken gösterdikleri yoğun çaba ve girişimler sonucunda bu hafta başında rapordan çıkarıldı.
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın seçildikten sonra canla başla sürdürdüğü ve ne pahasına olursa olsun, -halen daha sürüncemede olan ve de hiçbir yaptırım ve icra yetkisi olmayan- “Dönüşümlü Başkanlık” uğruna vermediği tavizin kalmadığı “Ortak Devlet Kurmak” görüşmelerindeki müstakbel ortağımız Kıbrıslı Rumlar, işte böyle birileri. Onlara göre Kıbrıslı Türklere hiçbir yaşam hakkı verilmemeli. Boğazları öyle bir sıkılmalı ki, kurtuluş çaresini Rumların tüm isteklerini kabul etmekte ve Rumların kölesi veya da bir başka tanımla tebaası olmakta bulmalılar. Sadece oy verebilen kullar olsunlar, başka bir yetkileri de olmasın Kıbrıslı Türklerin.
Cumhurbaşkanı Akıncı’nın çanak tuttuğu, Rumların istedikleri ve akıllarındaki “Ortak Devlet” kavramına göre;
Görüşmelerde her şey Rumların istedikleri gibi gitmeli.  Görüşmeler sonrasında hayata geçirilecek yeni ortak devlet, mevcut Kıbrıs Cumhuriyetini ortadan kaldırmayan mevcutun yeni bir versiyonu olmalı. Bu yeni devletin anayasasında, Makarios’un 1964 yılında Temsilciler Meclisinde sadece Rum Milletvekillerinin oyları ile kabul ettirdiği uyduruk “Gereklilik Yasası” içeriğince tek taraflı ve Anayasaya aykırı olarak iptal ettiği Türklere ortaklık hakkı veren 13 madde asla yer almamalı. Yeni devlet Rum çoğunluğun mutlak idaresi altında olmalı. Türkler sadece vatandaşlık haklarına, yani sadece oy verme haklarına sahip olan köleler olmalı. Türkiye’nin garantörlüğü ile adaya askeri müdahale hakkı tartışılmayacak şekilde ortadan kaldırılmalı ve Türk askeri bir daha gelmemek üzere adadan gitmeli. 
Bu nedenle de Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgi Raporunun taslağı içinde yer alan “Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması” tavsiyesinin Rumlar tarafından iptal edilmesi halen daha KKTC gündemine gelmedi nedense. Dolayısıyla bırakın protesto için yollara dökülmeyi kınanmadı bile.
Aramızda Rumlara ayılıp bayılanlardan, uğurlarına her tür dini ve ulusal değerlerimizi çiğnemekten çekinmeyenlerden, Paskalya’da pilavuna ve paskalya çöreği yiyen ama Ramazanda oruç tutmayan ve  tutanlara da düşman gözüyle bakanlardan, camiye gidip ibadetlerini yapanlara yobaz yaftasını takanlardan, liselerimizden daha zengin bir müfredata sahip olan İlahiyat kolejlerinin kapatılması için canla başla çalışanlardan, anavatan Türkiye’ye laf etmeyi marifet sayanlardan, her fırsatta anavatandan gelerek adamızı kendilerine vatan yapan kardeşlerimizi kötülemekten çekinmeyenlerden ve de Rumları bir kurtarıcı gibi gören bu kesimden hiçbir “protesto” veya da kınama duymadım. AP’nin Türkiye Raporu taslağından bizlere uygulanan acımasız ve insanlık dışı izolasyonların kaldırılması tavsiyesinin çıkarılmasını eleştiren hiçbir karşı eylem görmedim. Türkiye’yi ve adamıza gelip yerleşenleri acımasızca eleştiren medya silahşörlerinden de tık bile çıkmadı. İşte Rum hayranı olmak ve kendi ırkını, milletini inkar etmek böyle bir şey.
Uğruna toprak tavizi verilmesi tarafımızca önerilen, mevcuttan daha da küçültülmüş bir KKTC haritası sunulan, Kıbrıslı Türklerin varoluş garantisi olan “Garantiler ve Güvenlik” konularını tartışmaya açmak ,Türk Ordusunun tamamen çekilmesini gündeme almak gibi tavizlerin verildiği, içi tamamen boş, yaptırım gücü olmayan, icra yetkisi bulunmayan, bir kukladan öteye hiçbir değeri bulunmayan “Dönüşümlü Başkanlık” uğruna böylesi tavizlerin verilmesini Kıbrıs Türk halkının büyük bir çoğunluğu elbet onaylamayacaktır, hele de müstakbel ortağımız Rumlar bizi her konuda boğmak için elinden gelenleri yaparken. 
Rumlar (Grekler) asker sayısını arttırıyor!..
Prof. Dr. ATA ATUN 
Bir taraftan görüşmeler devam ederken, Rumlar diğer taraftan Milli Muhafız Ordusunun sayısını arttırmak için paralı asker kiralamayı sürdürüyor.
Rum Savunma Nakanı Fotiou, bu yıl içinde 4 bin aparalı asker daha alınacağını açıkladı geçen gün. Yeni alınacak 4 bin paralı askerler ile Rum Milli Muhafız Ordusu (Ethniki Fruro) içindeki paralı asker sayısı 27 bine çıkacak. Bu bilgileri toplamak için de son 6 yılın Rumca gazetelerini okumak yeterli, başka bir araştırma gerekmez.
Paralı askerlerin tümü Yunanistan’dan geliyor. Ekonomik iflas nedeni ile işsiz olan Yunanlı gençler, kendi ülkelerinde zorunlu askerlik görevlerini yaptıktan sonra doğru Güney Kıbrıs’a gelip paralı asker oluyorlar. Hem paralı askerlikten iyi maaş alıyorlar, hem de Kıbrıs (Rum) vatandaşı oluyorlar.
Yunanistan’da Kıbrıs (Rum) vatandaşı olmanın büyük ayrıcalıkları var. İş kurmak, gayrı menkul almak, devlete vergi ödemek ve benzeri konularda Kıbrıs (Rum) vatandaşlarına ayrıcalık uygulanıyor. Daha az vergi, sıfır emlak vergisi, sıfır tapu harcı ve benzerleri gibi.
Makarios hükümeti, 21 Aralık 1963 sabahı adada mutlak Rum hakimiyetini kurmak için Akritas Planı gereğince Kıbrıslı Türklere karşı silahlı saldırı başlatmıştı. Dönemin Akritas Planı dâhileri Policarpos Yorgadjis ve Tassos Papadopulos’un yaptığı stratejik hesaplara göre de 45 dakika içinde tüm Kıbrıslı Türkleri esir alınacaktı. Ama Kıbrıslı Türklerden hiç beklemedikleri ve hesaplayamadıkları bir direnişle karşılaşınca Akritas Planını “uygulanamaz” kararı ile rafa kaldırdılar ve başka bir strateji belirlediler.
Bu yeni stratejiye göre sadece Kıbrıslı Rumlardan oluşacak düzenli bir ordu kurulacak ve Makarios’un da başkanlığının söz konusu olduğu “Bağlantısızlar Grubu” üyesi devletlerden de yasal yollardan bu ordu için silah ve askeri araç temin edilerek Kıbrıslı Türklere karşı daha bilinçli ve profesyonelce saldırılar yapılacaktı. Rum Temsilciler Meclisi Nisan 1964 tarihinde yaptığı toplantıda kabul ettiği “Milli Muhafız Ordusu Kuruluş yasası” ile bu karar hayata geçirildi ve (Rum) Milli Muhafız (Ethniki Fruro, National Guards) resmen kuruldu. Arkasından da resmi yollardan Mısır’dan, Arjantin’den ve Çekoslovakya’dan silahlar ile zırhlı araçlar alınarak Türklere karşı kullanıldı. (Bu silah ve araçlar, Girne, Yavuz Çıkarma Plajı bitişiğindeki Karaoğlanoğlu Şehitliği Açık Hava Müzesi’nde görüp incelenebilir. Gerçekte günümüzde Rumların borusunu çalan, Rum tarafını öven, Kıbrıslılığı yaymaya çalışan, Anavatan Türkiye ile Türkiye’den gelen kardeşlerimize karşı nefret duyguları besleyen ve bu duygularını yaymaya çalışan “nesepleri karışık” kişilerin gidip görmeleri gerekir bu “Açık Hava Müzesi”ni. Hayranı oldukları Rumların ne için ve hangi maksat için bu silah ve askeri araçları aldıklarını belki biraz olsun anlarlar.)
Rum Temsilciler Meclisinde kabul edilen “Milli Muhafız Ordusu Kuruluş Yasası” içinde, Yunanistan’dan gelip (Rum) Milli Muhafız Ordusunda görev yapan Yunanistan vatandaşlarının otomatikman Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşlığını kazanacaklarına dair bir de madde yer almaktadır.
Bu ülkeye gelip yerleşen, iş kuran, evlenen, çoluk çocuğa karışan kardeşlerimize vatandaşlık verilmesine şiddetle karşı çıkan bu “nesebi karışık”dan herhangi birinden ben daha bugüne değin, Rum tarafında askerlik yaptı diye vatandaşlık verilen Yunanlılara karşı ağzını açıp tek bir eleştiri yapanını veya da protesto edenini de görmedim ve duymadım.
Özetleyecek olursak; Rum tarafında yayınlanan gazeteler, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin resmi nüfusunun 850 bin olduğunu, bunların 550 bininin Kıbrıslı Rum, geri kalanın da sonradan vatandaş yapılan Rum olmayan kişilerden oluştuğunu yazmakta. Bu 300 bin sonradan yapılma vatandaşların sayısı, bu yıl alınmış ve alınacak paralı askerlerle birlikte 357 bin olacak. Bir taraftan Anastasiadis “Sıfır Güvenlik, sıfır garanti, sıfır asker” derken diğer taraftan da “paralı asker” alıyor. Herhalde bu talepleri asırlardır olduğu gibi Avrupa sayesinde gerçekleşirse, ilk fırsatta Kıbrıslı Türkleri adadan temizlemek düşüncesinde….      
Rumların bu pis oyunlarına kanacak yok artık Anastasiadis, boşuna çabalıyorsun…

22 Haziran 2017 Perşembe

KATAR KRİZİ (Başta Katar olmak üzere Körfez Ülkeleri, güvenlik satın almak zorundalar.) - ÖMER ÖZKAYA

KATAR KRİZİ (VE KÖRFEZ ÜLKELERİNİN GÜVENLİK SORUNU)
ÖMER ÖZKAYA
Gazeteci, Araştırmacı - Yazar
Başta Katar olmak üzere Körfez Ülkeleri, güvenlik satın almak zorundalar. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye’nin bu bölgede yaptığı güvenlik hamleleri önemli. Burada temel soru şu: Suudi Arabistan, Katar ve diğer Körfez Ülkeleri, Türkiye’den aldıkları güvenliği yeterli görürler mi? Bu üzerinde durulması gereken önemli bir durum. İkinci temel soru ise şu: Biz, onların güvenlik ihtiyaçlarına cevap verebilecek düzeyde olabilir miyiz? 
ABD ve diğer önde gelen devletler, Katar’ı hedef aldıysa, bölgede işimiz zor olabilir. Direnilebilir, Katar’la birlikte bir cephe de kurulabilir ama neticede Katar-Türkiye arasında lojistik bir bağlantı kurulması noktasında ciddi problemler çıkabilir. Çünkü başka ülkelerin hava sahalarını ve başka ülkelerin topraklarını geçmek zorundayız. Bunun gibi birçok coğrafi ve lojistik engelden dolayı katkımız sınırlı kalabilir. 
Katar’ın hedef haline getirilmesi önemli. Batılılar, bir taşla 20, 30 kuş vurma stratejisini gayet iyi uyguluyorlar. Körfez Ülkeleri’nin kendi hallerine bırakılmaması, birçok devlet için önemli bir strateji. Körfez’de, petrol, doğalgaz ve para var. Mücadelenin görünür yüzünde, bölgedeki enerjinin dünya pazarlarına güvenli bir şekilde arzı ve elde edilen büyük paraların denetim dışına kaymaması çabası var. Ancak bölgenin bir de coğrafi özellikleri ve Kadim Bilgi boyutu var, bundan zaten bahsedilemez. 
Hâkim olmadığınız bir coğrafya üzerinde dilediğiniz gibi tasarrufta bulunamazsınız! 
Asimetrik savaş hali içinde kimse düşmanını hafife almıyor, herkesin, her devletin kontrol edilmesi fikri giderek ağırlık kazanıyor. Katar’ın kendi haline bırakılmaması stratejisi, önemli ölçüde gelecekteki asimetrik gelişmeleri önlemek için. Küçük yapılar, küçücük paralarla büyük zararlar verebilir. Bu konsept çerçevesinde Katar’ı zorluyorlar, diğer Körfez Devletleri’ni de zorlayacaklar ve bu, bir süre daha devam edecek. 
Katar’ın elinde çok büyük paralar var, dünyadaki görünür yatırımlarının da 500 milyar dolar civarında olduğu söyleniyor. Bu oldukça büyük bir rakam. Bu yatırımlar denetlenmek, oluşan kaymak birileri tarafından toplanmak isteniyor. Bizim kültürümüzde bu yaklaşım yadırganmakta, ancak Batı penceresinden bakılınca burada yadırganacak bir şey yok. Kimse, “her devlet kendi doğal haliyle gelişsin, biz buna müsaade edelim ya da müdahale etmeyelim” demiyor. 
Denetime itiraz eden, kontrole itiraz eden devletler var. Bunlardan biri de Katar. Bir grup devlet ve gün yüzüne çıkmak istemeyen bazı güç odakları, “ayrı bir cephe oluşturabilir miyiz” diye soruyorlar ve bunu gerçekleştirme arayışındalar. 
Küresel asimetrik ekonomik durum oluşturulmuş durumda. Önümüzde Yahudi Sermayesi örneği var. Nüfus çok az, ama tüm dünyaya hakim olmuş bir sermaye grubu, dünyayı istediği gibi yönlendirebiliyor. “Yahudi Sermayesi” gibi başka yeni bir yapının ortaya çıkması istenmiyor. 
Katar Krizi (2) 
Uluslararası bazı kurum ve kuruluşların misyonunu yitirmesi ve bunlara yeni bir misyon tanımı yapılamaması, devletler arasında ayrışmaya sebep oldu. Bu ayrışma giderek derinleşiyor, birileri de bu ayrışmayı durdurma peşinde. Büyük para merkezlerinin kontrolüyle, ayrışma ve yeni bir küresel yapının ortaya çıkması durdurulmak isteniyor. Katar üzerinden büyük para sahiplerine, “Paralarınıza çok da güvenmeyin, en mümkün olmayan isnatlarla sizi suçlar ve ablukaya dahi alırız” deniyor. 
Gelişmeler, asimetrik savaşın cephesinin genişleyeceğini, birçok asimetrik savaş silahının ortaya çıkacağını gösteriyor. Şuan “klasik” olan silahlar kullanılıyor. 
Siber saldırılar, süper güçleri bir anda kilitleyebiliyor. Bunu da kullananlar yine süper güçler. Afrika çöllerinden, Sudan’dan ya da Afganistan’dan birilerinin büyük güçlere siber saldırı gerçekleştirmesi mümkün değildir. Büyük güçleri kilitleyebilecek bir siber saldırıyı, ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinin gerçekleştirebileceğine inanmak, saflık olur. 
Büyük güçler arasındaki ayrışma giderek derinleşince bunu durdurma yolunda adımlar atılmaya başlandı. Devletler liginin üzerinde bir yapı, bu ayrışmayı durdurmaya çalışıyor.  Peki neden? Ayrışma olunca rekabet başlar. Rekabeti yönetmek her zaman kolay değildir. Bir unsur kontrolden çıkınca, onu başka unsurlar da izleyecektir. Bir nevi domino etkisi yaratır ve zincirleme reaksiyona sebep olur. Bu, gücün ve küresel denetimin yitimi demektir ve yeniden tesisi imkânsız hale gelebilir. Ama hemen hemen tüm güçlerin doğasında bu vardır, eninde sonunda bir ayrışma kaçınılmazdır. İnsanın ve yapıların zaafları vardır. Kıskançlık, haset gibi insani birçok faktör devreye girer ve birçok yapı, ilerleyen süreçte zayıflar. Bugün de olan, bundan farklı bir şey değil. Bu beklenen bir şeydi, burada yapılamayan şu: 
Teknolojik gelişmelere rağmen dünyada hemen hemen her alanda bir düzey düşüşü var. Ahlak ve karakterde bir düşüş var. Bu düşüş beraberinde, sosyal ve etik çözülmeyi getiriyor. Etik ve sosyal çözülme fazlalaştıkça, hırsların, ahlaksızlığın tavan yaptığı bir durumda artık aileleri, şirketleri, devletleri bir arada tutamazsınız.Gidişat küresel bir savaşla, küresel bir tsunamiyle sonuçlanabilir. Katar üzerinden yapılmaya çalışılanın, bütün bunları ötelemeye yönelik olduğu iddia ediliyor. 
Peki neden Katar? Büyük bir kütleyi, yine büyük bir kütleyle hareket ettiremezsiniz. Katar, bir manivela olarak değerlendiriliyor, tüm İslam dünyasını ve müştemilatını ayağa kaldırmaya yetti. Ya Türkiye olacaktı, ya da Katar! Katar’ı seçtiler. Katar’dan sonra hedef Türkiye olabilir. 
Katar, bir misyon yüklendi ve birçok riski de aldı. Misyon yüklenmek, risk yüklenmektir. Tıpkı öğrenilen bazı bilgilerin çok tehlikeli olması ve sonun ölümle bitmesi gibi… Yaptırılan işlerin sonunda öğrendiğiniz bilgiler, yaşamanıza engel olabilir, feda edilebilirsiniz. 
Katar, sosis imalatındaki süreçleri görmüş oldu, yani “sosisin nasıl imal edildiğini görseniz, yemezsiniz” denir ya… Katar bazı süreçlere şahit oldu, bu bir bilgi aktarımıdır, karşı taraf bu bilginin kullanılmasına ve başkaları tarafından bir takım kazanımlara dönüştürülmesine göz yummaz, yummuyor. 
Fatih’in bir fedaisinin olmasında sorun yok ama Fatih, fedaisi Kara Murat’tan duyulan korkunun kendisini geçmesini kabullenemez. Kara Murat’tan değil, Fatih’ten korkmak esastır her zaman!

12 Haziran 2017 Pazartesi

ANKARA KALESİ "KATAR TÜRKİYE’YE NE KATAR?" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

ANKARA KALESİ
KATAR TÜRKİYE’YE NE KATAR?
Prof. Dr. ANIL  ÇEÇEN
S-1- Katar  nasıl  bir ülkedir ?
C-1- Katar  Orta Doğu’nun tam ortasında ,ayrıca  Basra Körfezi’nin de  tam merkezinde yer alan bir   yarımada ülkesidir . Körfezin güney kıyısında  Arabistan sınırından İran’a doğru uzanan bir jeopolitik konuma sahiptir . 22.000  kilometre kare yüzölçümüne sahip bulunan bu Arap ülkesinde  dünyanın çeşitli ülkelerinden çalışmak için gelen büyük işçi  topluluklarıyla birlikte beş milyona yakın insan yaşamaktadır . Doğal yapısı itibarıyla bir taş çölü yüzeyine sahip bulunan Katar ülkesi ,ikinci dünya savaşı sonrasında petrol şirketlerinin bu bölgeye gelmesiyle birlikte  çöl ülkesinden petrol ülkesine doğru bir değişim geçirmiştir . Katar’ın petrol ile başlayan macerası daha sonraki aşamada doğal gaz rezervleri ile birlikte devam ederken , dünyanın  en küçük ülkelerinden birisi olan Katar , yirmi birinci yüzyıla girerken aynı zamanda yer kürenin en zengin ülkelerinden birisi konumuna gelmiştir . Batılı petrol şirketleriyle birlikte doğal gaz tekelleri de Katar’ın bu zenginliklerinden yararlanabilmek üzere bu ülkeye gelmişler  ve Katar’ı dünyanın en zengin ülkelerinden birisi haline getirmişlerdir .  İran ve Pakistan’dan gelen binlerce işçi petrol ve doğal gaz şirketlerinin kampuslarında çalışarak  enerji üretimi yapmışlar ve bu sürecin sonunda bugünkü Katar  devleti meydana çıkmıştır . Dünyanın en küçük devletlerinden birisi olan Katar’ın , gene dünyanın en zengin ülkelerinden birisi konumuna gelmesiyle birlikte  ortaya bir çok sorun çıkmış ve bu yarım adanın başı dertten bugüne kadar  kurtulamamıştır . Bugün zenginler Katar’ kıskanmakta ve önünü kesmeye çalışmaktadır . 
S-2- Katar’ın nasıl bir tarihi  vardır  ?
C-2- Katar eski bir Osmanlı ülkesi olmasına rağmen, merkezi coğrafyanın tarih öncesi dönemlerden gelen bölgesel tarihi içinde yer alan bir geçmişe sahip bulunmaktadır . Merkezi coğrafyada meydana gelen siyasal gelişmeler bütün bölge ülkeleriyle birlikte Katar’ı da  yakından etkilemiştir . Özellikle Arap yarımadası üzerinden meydana gelen yeni siyasal yapılanmalar bu yarımadanın bir parçası konumunda olan Katar’ı da doğrudan etkilemiştir . Katar bir küçük coğrafya olarak hiçbir zaman  ayrı devlet olma şansına sahip olamamıştır . Merkezi alanı kontrol altına alan bütün büyük güçler ya da emperyal  devletler bölgenin diğer yerleri ile birlikte Katar’ı da bu coğrafyanın bir parçası olarak ele geçirmişlerdir . Asya ve Avrupa kökenli emperyal saldırılar bölge ile birlikte Katar’ı da içine almıştır . Orta Doğu’da  Osmanlı öncesinde kurulan   Roma,Bizans, Emevi, Abbasi,Selçuklu gibi  devletlerin sınırları içinde  yer alan Katar’a zaman zaman çeşitli topluluklar gelerek yerleşmiştir . Özellikle  İslamiyet’in ortaya çıktığı  sekizinci yüzyılda  Hazar İmparatorluğundan  gelen göçlerin bazı uzantıları Katar yarımadasında yerleşmişlerdir . Bu nedenle , Katar isminin Hazar kavramından ileri geldiği öne sürülmüştür . Hazar-Tatar-Macar ve Katar  sözcükleri arasında  tarihsel bir süreç bağlantısı olduğu , Hazar’dan yapılan göçler arasında  bu yarımadaya gelen Hazar boyunun bu ülkeye Katar adını verdiği bazı  kaynaklarda öne sürülmüştür . Orta Doğu’nun  Arap dünyasında Filistinliler gibi Hindistan kökenli bir halk topluluğu nasıl  bugünlerde  de yaşıyorsa  ,Hazar kökenli Katar’lıların da bu çizgide bölgede var oldukları öne sürülmüştür . Hatta daha da ileri gidilerek Batı dünyasının  Hazar lobileri tarafından  yönetilen büyük şirketlerinin gene  merkezi coğrafyaya gelirken Katar’ı  üs olarak seçtikleri de dile getirilmektedir . Bir anlamda tarihten gelen bir Hazar-Katar çizgisi günümüze uzanmaktadır . Katar’ın  bölgedeki devletlerden ayrılan yanı  emperyal  güçler tarafından bölge devletlerine karşı kullanılmıştır . İngiliz icadı olan Vahhabillik Osmanlı devletine karşı harekete geçerken  Katar’ı merkez olarak seçmiştir.Osmanlılar I913 yılında Katar üzerindeki haklarından vazgeçmiş  ve bu ülke 1916 yılında İngiltere’ye doğrudan bağlanmıştır . İngiltere bölgenin haritasını çizerken , 7 kız kardeş adı verilen 7 büyük petrol şirketine Basra körfezinde  ayrı ayrı şeyhlikler ve krallıklar üzerinden  alanlar tahsis ederken , Katar’da  diğer körfez ülkeleriyle birlikte  bağımsız devlet konumuna gelmiştir . 1970 yılının Mayıs ayında Katar diğer Birleşmiş Milletler üyesi devletler gibi bağımsızlığını kazanmıştır ama  eski İngiliz sömürgeleri gibi  “COMMON WEALTH “ ülkesi konumunu da  muhafaza etmiştir .
S-3-  Katar 20 .yüzyılda ne gibi gelişmeler ile karşı karşıya kaldı ?
C-3-Katar devleti 1971 yılından sonra bağımsız emirlik olarak  çalışmalarını sürdürdü ama  Körfez de kurulan  Birleşik Arap Emirlikleri federasyonunda yer almayarak  Arap Birliği ve Birleşmiş Milletlere doğrudan üye olarak daha sağlam bir devlet statüsünü kazanmıştır . Katar Emiri ülkesini güçlendirirken , başbakanın kendisine karşı darbesi ile karşılaşmış batılı emperyalistlerin  desteğini alan  Katar başbakanı Emir’i tahttan indirerek, yerine geçerek ülkeyi modernleştirme doğrultusunda önemli adımlar atmıştır . Yeni Katar şeyhi kendisini aynı zamanda Halife ilan ederek  krallık ile birlikte bir din devleti yapılanmasını da  aynı zamanda  tamamlamaya çalışmıştır . Petrol şirketleri bu küçük ülkenin iç işlerine karışırken  önce başbakan darbesini şeyhe karşı desteklemişler,  daha sonra da yeni şeyhin oğlunu babasına karşı kışkırtarak ikinci bir darbenin gerçekleşmesini de sağlamışlardır . Bu gibi dış müdahalelerden kurtulmak isteyen Katar, hem Körfez işbirliği paktına hem de Arap Birliğine üye olarak kendisini güvence altına almaya çalışmıştır . Katar  daha sonraki aşamada Suudi Arabistan devleti ile de bir güvenlik antlaşması imzalayarak  sınır komşusu ile çatışmaları önlemeye çaba göstermiştir . Ne varki , bu küçük ülke topraklarından çıkartılan petrol ve doğal gaz miktarı kısa zamanda fazlasıyla artınca ortaya çıkan güvenlik sorunlarını Katar devleti  Amerika Birleşik Devletleri ile bir güvenlik antlaşması imzalamakta görmüş ve ABD’ye  ülke içinde büyük bir askeri üs kurma hakkı tanınarak güvenlik açığı kapatılmaya çalışılmıştır . Bahreyn ve diğer Arap  şeyhlikleri ile  sınır anlaşmazlıkları bulunan Katar’ın  sürekli olarak güvenlik problemi olduğu için ,bu küçük ülke kendi güvenliği için  bir çok ülke ile  işbirliği antlaşmaları imzalamıştır . Bu çizgide ,en son olarak Türkiye ile de bir güvenlik antlaşması imzalanarak, ABD’ye olduğu gibi Türkiye’ye de bu yarım ada üzerinde bir askeri üs bulundurma hakkı tanınmıştır .
S-4-Bu kadar fazla güvenliğe önem veren Katar , neden günümüzde büyük bir  güvenlik sorunu ile karşılaşmıştır ?
C-4-Soğuk savaş döneminde İngiltere ve Fransa ikilisinin çizmiş olduğu sınırlar içerisinde Orta Doğu devletleri  belirli bir durgunluk dönemi içinde idi .Bölge devletleri  batılı petrol şirketlerinin baskıları altında yollarına devam etmeye çalışırken  Arap ve İslam Birliği örgütlerinin çatısı altında birbirleriyle iyi geçinmeye çalışıyorlardı . Ne var ki , küreselleşme dönemi ile birlikte var olan devletlerin parçalanmaları olgusu gündeme gelince , sırasıyla Irak,Libya ve Suriye  gibi orta boy merkezi devletler daha küçük devletçikler oluşturularak  parçalanmaya çalışılmıştır . Bir yandan etnik ve mezhepsel çatışmalar körüklenerek toplumlar ve devletlerin parçalanması için uğraşılırken  diğer yandan  da  şirketler aracılığı ile devletlerin ve ulusların ekonomik kaynaklarına el konulmaya devam edilmiştir . Bu gün Katar var olan devlet yapısının çok fazla ilerisinde bir ekonomik güce ulaşmış ve bu doğrultuda eline geçen  parayı  ülke dışında etkin bir biçimde kullanmıştır . Afrika’nın ortasındaki büyük ülke olan Kongo’da Katar bugünkü ülkesinin üç misli toprak alarak bir anlamda yeni bir Afrika ülkesi olmuştur . Ayrıca gelecekte gıda sorunu ile karşılaşmamak için , Sudan ve Somali gibi Afrika ülkelerinde de tarım arazileri  satın almıştır .Uluslararası alanda on trilyon doların üzerindeki bir ekonomik gücü  çeşitli yatırımlar ile  siyasal güce dönüştürmüştür . Bankacılık sistemlerinde  Katar  büyük ülkelerin fonlarından  daha büyük bir yapılanmayı Asya,Avrupa,Afrika ve Latin  Amerika kıtalarında gerçekleştirdiği için  batılı emperyal güçlerin ciddi bir rakibi olarak hedef haline gelmiştir . Batı sistemi petrol için verdiği paraları bu ülkelere silah satarak geri aldığından dolayı ekonomik alanda büyüyen İran,Libya,Kuveyt gibi Müslüman ülkelerin önü kesilmiştir .Şimdi sıranın Katar’a geldiği görülmektedir . Petrol ve Doğal gaz zengini Katar’a bu zenginlik bırakılmak istenmemekte  ,kapitalist sistemin çıkmazlarının aşılmasında  petro-dolarlara el konularak  eski dengeler korunmak istenmektedir . Suudi Arabistan’ın ABD bankalarında bulunan iki yüz milyar dolarlık hesaplarına el konulduğu gibi , Katar’ın bankacılık sistemi içindeki fonlarına el konularak bu ülkenin daha fazla  batı karşıtı çizgide dış yatırımları yönelmesinin önü kesilmeye çalışılmaktadır . Ayrıca , Arap dünyasına  batı tipi demokratik rejimleri  getirmek isteyen  İngiltere destekli Müslüman kardeşler örgütüne  Katar’ın ekonomik yardımlarda bulunması , bölgedeki İsrail ve ABD planlarını bozduğu için  bu ülke bugün hiç hak etmediği biçimde teröristlik ile suçlanmaktadır . Orta Doğu bölgesinde savaşı yaygınlaştırmak için silah  dağıtan ve satan ABD-İsrail ikilisi  açıktan terör örgütlerine destek olurken , Müslüman kardeşler gibi demokrasiyi savunan bir örgütü  terör örgütü gibi göstererek , bu örgüt üzerinden Katar’ı  terör suçlusu ilan etmeleri  tamamen gerçeklere ters düşen bir durumdur . Bölge devletlerine savaş açanların bu çelişkisine bütün dünya  bugün  karşı çıkmak durumundadır .
S-5-  Katar ve Türkiye ilişkileri ne düzeyde sürdürülmektedir ?
C-5-Türkiye Cumhuriyeti bir Orta Doğu devleti olarak  , bölgedeki bütün devletler ile ilişkilerini en üst düzeyde geliştirmeye çalışmıştır . Osmanlı  döneminden kalma ortaklıklar  güncellenerek bölgesel bir dayanışma ortamı yaratılmaya çalışılmış ama  İsrail ve ABD ikilisinin bölgeye egemen olma çabaları  yüzünden ilişkiler bir türlü geliştirilememiştir . Türkiye bölgede İran,Irak,Suriye ve Mısır gibi büyük devletler ile yakınlıklar oluşturmaya öncelik vermiş ve bu yüzden   Körfezin küçük devletleri ile ilişkiler fazla geliştirilememiştir . Son dönemde Irak,Suriye ve Libya gibi bölge devletlerinin parçalanması ile  petrol ve doğal gaz trafiği önem kazanınca , Türkiye körfez ülkelerine daha yakın durmaya çalışmıştır . Körfezin küçük devletlerinin hemen hepsi ile ekonomik ilişkiler geliştirilirken , Sünni ya da Şii kimlikli siyasetten uzak durmaya çalışan  Katar, laik Türkiye cumhuriyetine    diğerlerinden daha yakın gelmiştir . Katar kendi nüfusu içinde  Sünni çoğunluğun yanı sıra   toplumun dörtte biri oranında  Şii nüfusa da sahip olduğu için olabildiğince Şii-Sünni çekişmelerinden uzak durmaya çaba göstermiştir .ABD-İsrail ikilisinin Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri etnik ve mezhepsel çatışmalar çıkarmaya dayandığı için , Katar sahip olduğu nüfus yapısını dikkate alarak  Sünni ve Şii kamplaşmalarına karşı mesafeli durarak  siyasal ve ekonomik yapısını  korumaya çalışmıştır . ABD başkanı ise bölgeye gelerek Şii İran’a karşı Sünni Arabistan’a  yüz milyarlarca dolarlık silah satarak  bölgede İsrail’in istediği   mezhep savaşının kışkırtıcılığını yapmıştır . Türkiye bir bölge ülkesi olarak bu gibi tehditlerle karşı karşıya kalınca ,kendisini de kurtarmak üzere  bölge devletleri ile yakınlaşmaya başlamıştır . ABD-İsrail  ve İngiltere üçlüsü Türkiye’yi  komşusu olan bölge devletleri ile  savaştırmaya çalışırken , Türkiye Katar gibi ülkelerin güvenilir desteği ile bu gibi emperyal oyunları bozmaya çalışmıştır . Türkiye’de işbaşında  uzun süre kalan ılımlı İslamcı kadro  Arap ve İslam dünyası ile ters düşünce,  Katar’a daha yakın durmuş ve batılı emperyalistlerin hazırladığı ekonomik tuzakları aşarken , Katar’ın maddi desteklerinden yararlanmıştır .Katar son yıllarda Türkiye’ye büyük yatırımlar yaparak  bankalar,şirketler ve topraklar alarak Türkiye ekonomisinin içine girmiştir .Katar Türkiye’ye ekonomik yatırımların ve yardımlarını artırırken , Türkiye’de büyük bir devlet olarak Katar’da  kurduğu askeri üs ile Katar’ın güvenliğinin sağlanmasında önde gelen bir rol üstlenmeye çaba göstermiştir . İki ülke arasında ticaret artarken geleceğe dönük bir biçimde sağlam  ilişki düzeni kurulmuştur .
S-6- Katar ile ilgili olarak son  kriz olayı nasıl gelişti ?
C-6-Katar’ın son yıllarda artan zenginliği ve uluslararası alanda yaptığı büyük yatırımlar hem batılı devletleri hem de Suudi Arabistan gibi bölge devletlerini rahatsız ediyordu . Bölgede mezhep savaşı çıkartmak isteyen  ABD-İsrail ikilisi  Suudi Arabistan’a çok miktarda silah satarak bu büyük ülkeyi bir Sünni kamplaşmasının öncüsü yapmağa çalışmıştır .  Silahları alan ve ABD desteğini yanına çeken Suudiler de  İran’a yönelik bir savaş hazırlığı içine girdikleri aşamada, İran ile Arabistan arasında yer alan Katar devletine  yönelik bir komplo içine girmişlerdir . Arabistan Katar ile ilişkilerini keserek  diplomatlarını geri çekmesiyle birlikte bölgedeki 8 Müslüman devlet  de ,  Suudiler ile birlikte hareket ederek Katar ile ilişkilerini kestiklerini  ileri sürmüşlerdir . ABD ve İsrail ikilisi yıkmak istedikleri devleti önce teröristlikle suçlayarak harekete geçtiği için,  benzeri strateji  Irak,Suriye ve Libya sonrasında  Katar için de gündeme getirilmiştir . Arabistan İran’a karşı bir mezhep savaşı doğrultusunda  provoke edilirken  ,öncelik  İran ile arasında yer alan Katar’a verilerek savaşa giden yolda bu ülke hedef alınarak kışkırtılmıştır .ABD terör örgütlerine dağıttığı silahların parasını Suudiler’den almış ve  böylece bölgede savaşın tırmanmasının önünü açmaya çalışmıştır . Arabistan diğer İslam ülkelerini Sünni dayanışması doğrultusunda  yanına çekerek , Şiiliğin merkezi görünümündeki  İran’a  ABD ve İsrail desteği ile meydan okumuştur .ABD başkanı Arabistan’ı ziyaret ederken , Mısır devlet başkanı da oraya gelerek üç devletin başkanı  dünyayı yansıtan bir küreyi birlikte avuçlayarak  ortaklıklarını tüm kamuoyuna göstermeye çalışmışlardır . Daha önceleri de İsrail’li diplomat ile  Arabistan’lı bir komutan  ABD başkentinde ortaklıklarını İran ve Türkiye’ye karşı açıklarken  ,Müslüman kardeşlere karşı Mısır’da darbe yapan bugünkü başkan Sisi’yi birlikte desteklediklerini  ilan ediyorlardı .
Çin’in öncülüğünü yaptığı  yeni İpek Yolu projesinin , dünyanın ortasında yer alan  bölgeden geçmesi , ABD ve İsrail’in  merkezi alanı ele geçirme projelerini tehdit ettiği için  merkezi  alanda  batılı ülkeler acilen savaş çıkartarak yeni ipek yolunun önünü kesmeye yönelmektedirler . Tam bu aşamada  Amerika ve İngiltere gibi iki büyük  Atlantik gücünün bir çok alanda karşı karşıya gelmesi de  Orta Doğu’daki gelişmeleri fazlasıyla etkilemiştir . İngiltere önceden kurmuş olduğu düzeni savunurken  bir Sünni-Şii savaşına karşı çıkmaktadır çünkü hem İran’ın hem Arabistan’ın hem de Katar’ın  devlet olmasını sağlayan İngiltere’dir . Şimdi Büyük İsrail’in  orta dünyada kurulabilmesi için İran ve Arabistan arasında mezhep çatışmaları üzerinden bir büyük savaş çıkartılmaya çalışılmakta ve bu doğrultuda da ilk raund arada kalan ülke olarak Katar üzerinden oynanmaya çalışılmaktadır . Petrol ve gaz kaynaklarının en çok bulunduğu Basra  Körfezi  bölgesinde  mezhepler üzerinden bir dünya savaşı çıkartmak ABD ve İsrail planlarına uygundur  ama bu duruma  Çin,Rusya,İngiltere  , Fransa,Almanya  ve Hindistan  gibi büyük  devletler  açıkça  karşı çıkmaktadırlar .Kurban olarak seçilen Katar’a, savaş istemeyen ve dünya barışından yana bütün devletler destek olmaktadır .
Türkiye ,bu aşamada  ilk günden itibaren Katar’ın yanında olmuş ve bu ülkenin güvenliği için yardımcı olmaya çalışmıştır . Ne var ki , Katar olayının ana amacının bir İran-Arabistan savaşı ya da bir mezhepler çatışması çıkartmak olduğu artık açıkça kesinleşmiştir . Türkiye doğu komşusu  İran’a yönelik bir mezhep savaşına girmemek durumundadır . Katar son yıllarda Türk ekonomisine önemli miktarda para aktararak ve yardım yaparak  Türk devletinin yanında olmuştur ama bu durum Katar üzerinden bir mezhep savaşına Türkiye’nin sürüklenmesini gerektirmez . Katar Türkiye’ye  bir çok maddi desteklerle  katkılar sağlamıştır ama Türkiye’de bunun karşılığında Katar’a her türlü yardımı yapmaya çalışmıştır . Bundan sonrası  bütün dünyayı tehdit eden ve kıyamet senaryosuna dönüşebilecek bir Orta Doğu savaşı senaryosu olduğuna göre ,Türkiye böyle bir oyuna alet olmamalıdır . Katar  sorunu Türkiye’yi  büyük komşusu İran ile savaşa sürüklememelidir .
(14.6.2017-ANAYURT  GAZETESİ)

9 Haziran 2017 Cuma

"HELYUM BOMBASI", Rifat SERDAROGLU

HELYUM BOMBASI
Rifat SERDAROGLU
Hidrojen Bombası veya füzyon bombası kontrolsüz termonükleer enerji sağlayabilen yıkıcı nükleer bir silahtır. Hidrojen bombasının yüksek boyutlardaki patlama gücü, hidrojen atomlarının birleşerek HELYUM atom yapısına dönüştüğü termonükleer tepkimeden doğar.
Hidrojen bombası, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından 1000 misli daha güçlüdür.
AKP Genel Başkanı Bağımsız ve Tarafsız Cumhurbaşkanı Erdoğan, Özel Harekât Başkanlığındaki iftarda Emniyet ve Jandarma mensupları ile bir araya geldi. Asker ve polislerin silahlarının önceden toplatıldığı iftar yemeğinde Erdoğan şunları söyledi;
"Burası gazi bir mekandır. 
15 Temmuz’da burası FETÖ ihanet çetesinin ruhunu
1 dolara şeytana satmış mensupları tarafından bombalandı. FETÖ hainlerinin buraya attıkları 650 kiloluk HELYUM bombası, PKK operasyonlarında dahi kullanılmayan tahrip gücü o derece yüksek bir bomba!"
Erdoğan "Başörtülü bacımı, belden üstü çıplak 50 adam dövdüler, yerlerde sürüdüler sonra da üzerine işediler. Görüntüleri elimizde, cuma günü yayınlayacağız" olayında olduğu gibi yine doğru ile yanlışı karıştırdı!
Ya da oruç başına vurdu, ne söylediğini bilmiyor!
Eğer Gölbaşı Özel Harekât binasına Hidrojen Bombası atılsa idi değil Gölbaşı, Ankara tümden yok olurdu! Ayrıca TSK envanterinde Helyum Bombası yok.
Zaten Helyum Bombası diye bir bomba yok! AKP Genel Başkanını bomba ile Ramazan topunu karıştıran bir Başdanışman aldattı galiba!
TOBB Başkanı şimdilik yerli araba yapmaya çalışıyor, daha oralara gelmedik!
Napalm bombası dese bir derece ama o da atılmadı ki…
Erdoğan şunları da söyledi;
- "Mahkemeleri takip ediyorum. Başdanışmanlarımın yarısı Ankara’daki, yarısı İstanbul’daki davaları izleyip rapor ediyorlar. Bu eli kanlı katillerin hiçbiri de kendilerini bekleyen acı akıbetten kurtulamayacaklardır. Mahkemelerde yapılan ahlaksızlıkların, cezaevinde açık net söylüyorum, çürürken onlara hiçbir faydası olmayacaktır!"
- "Şayet cezalarını tamamlayıp dışarı çıkanlar olursa, zaten milletimiz sokakta her gördüğünde onlara gereken cezayı verecektir. Onların yüzlerine tükürecekler ve milletin tükürüklerinde boğulacaklardır."
Değerli Okurlar;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çadır devleti değil de bir HUKUK DEVLETİ ise yönetme sorumluluğunu üstlenmiş hiç kimse böyle konuşamaz.
Erdoğan’ın söylediklerinin tamamı suçtur! Anayasanın 138. Maddesini ihlal etmiştir. Ayrıca, herkesin adil yargılanma ve kendisini savunma hakkı vardır, engellenemez.
Kişi suçlu ise cezasını mahkemeler verir. Başka hiçbir makam ceza veremez.
Kişinin yüzüne tükürmek, onu milletin tükürüğünde boğmak, linç kültürüne sahip ilkel kafaların ürünüdür. Bu davranışın insanları taşlayarak öldürme yani recm denen olaydan ne farkı var?
Sayın Erdoğan;
Siz ŞAH değilsiniz, PADİŞAH değilsiniz, SULTAN değilsiniz, HALİFE hiç değilsiniz.
Siz de bizler gibi sorumluluk yüklenmiş bir fanisiniz. Her istediğinizi yapamazsınız, her düşündüğünüzü söyleyemezsiniz. Kendinizi anayasanın ve yasaların üzerinde göremezsiniz.
Bugün için bunları bizden başka kimse, size söyleyemez ama inanın ki sizin
için de en güvenilir rejim demokrasi ve hukuk devletidir.
Dikta rejimlerinde neler olduğu tarih sayfalarında duruyor. Başdanışmanlarınızı mahkemelere göndereceğinize, biraz tarih okuyup size özet çıkarmalarını emredin.
FETÖ, TBMM’ye saldırarak onun saygınlığına zarar verdi!
Fakat, korumalarınızın uzun namlulu ağır silahlarla AKP Grup toplantı salonuna girmeleri, milletvekillerini itip kakmaları da en az yukarıdaki olay kadar TBMM’nin saygınlığına zarar vermiştir. Böyle bir görüntü ne Esad’ın ne Saddam’ın çakma meclislerinde bile yaşanmamıştır.
Bu yazı için de mutlaka sizin Savcılarınız tarafından soruşturma başlatılacaktır!
Olsun biz antidemokratik her yönetime karşı direnmesini de kendimizi hakkıyla savunmasını da iyi biliriz. Bu günler de geçer!
Yalnız size şu teminatı verebilirim ki, eğer yaşarsam ben, ömrüm yetmezse çocuklarım sizin ilerde yargılanmanız esnasında bir aşiret kafası ile değil, hukuk devleti ilkeleri altında yargılanmanız için de mücadele veririz…
Sağlık ve başarılar dilerim. 09 Haziran 2017
Rifat Serdaroğlu