8 Temmuz 2014 Salı

TANIDIĞIM YÖNLERİYLE (Cumhurbaşkanı Adayı) PROF. DR. EKMELEDDİN İHSANOĞLU; Prof. Dr. Ferruh DİNÇER

TANIDIĞIM YÖNLERİYLE
PROF. DR. EKMELEDDİN İHSANOĞLU
Prof. Dr. Ferruh DİNÇER
Sekseninci yaşıma bir buçuk basamak kaldı. Cumhuriyet’in ilk 15 yılında doğup Atatürk ilke ve devrimlerinin aydınlığında büyümüş kuşaktanım.
Öğrendiğim, edindiğim “bilgiyi” sorgulayarak büyüdüğümden olsa gerek, meslek adamı kimliğimle hayata atılınca, ezberimi uygulamak yerine, bildiğimi irdelemeyi, bilmediğimi öğrenip öğretmeyi; tartışmayı, yanlışı düzeltmeyi, aklın yolunda doğruya ulaşıp üretmeyi ve paylaşımı öngören “bilimi-bilimselliği” seçtim.
Bilimin dolambaçlı ve uzun-ince yolunda 60 yıldan beri yürümeye çabalıyorum. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu da bu yolun başlarında tanıdım. Arkadaşlığımız, dostluğumuz bilimsel ortamda süregeldi. Böylesi daha yararlı oldu. Çünkü; bilim, allanıp-pullanmayı, aldatıp-aldatılmayı sevmez. Kişileri, olayları-olguları yalın halleriyle, oldukları gibi görüp gösterir.
Ekmeleddin Bey’i tanıdığım yıllarda Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Doktorasını yapıyordu. Ancak “bilim tarihi” alanına yakın ve yoğun bir ilgisi vardı. Benden de dünyada ve Türkiye’de mesleğimin tarihi konusunda bilgi ve dokümanlara ulaşabilmek amacıyla yardımlarımı istedi.
Giyim-kuşamı, konuşması ve ilgisindeki içtenliği beni derinden etkilemişti. Bu ilişkinin devamında Ekmeleddin Bey’in, Mehmet Âkif ve Nazım Hikmet gibi edebiyatçılarımızın eserlerinden Arapça’ya ilk çevirileri yapabilecek düzeyde edebî ve bilimsel Arapça’ya vakıf olduğunu öğrenecektim. Bu özelliği bir tarihçi özellikle de bilim tarihçisi için son derece önemliydi.
Sonraki yıllarda katıldığım ulusal ve uluslar arası bilimsel toplantılarda İngilizce’yi de anadili düzeyinde konuşup yazabileceğine şahit olmuştum.
Bilimde ve bilimsel düşüncede; ilgi, heyecan, istek, sabır ve sadakat, özveri, yansızlık, gerçekçilik, doğruluk, güven alçakgönüllülük ve değerbilirlik, paylaşımcılık, sorumluluk, içtenlik, sevecenlik ve saygı gibi başlıca insanî ve ahlakî değerler çok önemli kriterler olarak kabul edilir.
Bu değerler “bilimsel erk” ve “bilimsel bilgi”nin kalitatif düzeyini ortaya koyar.
Ben akademik yaşamım boyunca girdiğim doçentlik ve profesörlük jürilerinde adayı ve çalışmalarını değerlendirirken yukarıda değindiğim insanî ve ahlâkî değerleri göz önünde tuttum. Ekmeleddin Bey için yazılmış jüri raporlarını okumadım. Ancak; gerek bilimsel yayınlarında, gerekse bilimsel toplantılardaki sunum, yönetim ve tartışmalarında ve toplantıların sosyal etkinliklerinde sayılan değerleri sergilediğine tanık oldum. Bu özellikleriyle en genç asistanından, en kıdemli hocasına ve katılımcılara dek her kesimde hayranlık, saygınlık, sevgi ve takdir duyguları uyandırdığını gördüm, yaşadım.
Ünlü düşünürlere göre, “ahlâk” üzerine konuşmak, yani “söylemde ahlâklı” olmak (görünmek) kolaydır. Oysa ki ahlâkı uygulamak, başka bir deyimle “eylemde ahlâklı” olmak zordur ve şüphesiz ikincisi doğrudur.
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun her zaman zoru seçtiğini, yani “eylemde ahlâklı” olduğunu izledim.
Kendisiyle birlikte bulunduğum ortamlarda, okuyabildiğim yayınlarında, “İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA)nin Genel Direktörlüğü ile “İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ) - (Bugünkü adıyla: İslâm İşbirliği Teşkilâtı – İİT) Genel Sekreterliği görevlerindeki söylem ve yazılı beyanlarında;
·                    Bilime, bilimselliğe, bilimsel düşünceye,
·                    Akla, akılcılığa, çağdaşlığa ve modernizme,
·                    İnsan haklarına, eşitliğe, barışa,
·                    İnanç ve düşünce özgürlüğüne,
·                    Canlıların yaşam hakkına ve doğal çevrenin korunmasına v.b.konulara ilişkin olarak; inançları ve inanışları, gelenek ve görenekleri; kişi, kurum ve kuruluşları, ulusları, ülkeleri, devletleri; yerleşmiş ve kabul görmüş kavram, kanaat ve uygulamaları zedeleyen, inciten, küçümseyen, aşağılayan, dışlayan hiçbir olumsuzluğu(nu) saptayamadım.
Benzeri olarak;
·                    Türk, Türkiye, Türkçe, Türk Tarihi
·                    Devlet, Millet, Bayrak
·                    Atatürk, Cumhuriyet, Laiklik gibi ulusal hassasiyetlerimiz konularında da kamu vicdanını zedeleyen ya da bu realiteleri inkâr eden yorumlayacak bir sözcük veya ima da saptayamadım.
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, yaklaşık 35 yıldan beri ülkemiz gündeminden düşmeyen YÖK’ün bilim ve akıl dışı uygulamalarından zarar görmüşlerden yana tavır koymuş; bilimi, bilimsel düşünceyi, çağdaş üniversiteyi savunmuştur. Belki de bu nedenle “Türk-İslâm sentezcisi” ya da “milliyetçi-mukaddesatçı” gibi tanımlamalarla nitelendirilen düşünce sahiplerinin kollanıp-koltuklandırıldığı dönemlerde bir üniversiteye Rektör ya da YÖK’e üye olarak atanmamıştır. Oysa ki Profesör İhsanoğlu dünyada ve Türkiye’de yüksek öğretimin tarihini sistem ve uygulamaları ile en iyi bilen akademisyenlerden biridir.
Atatürk’ün isteği üzerine 1933’de gerçekleştirilen “Üniversite Reformu” çerçevesinde ülkemize davet edilen Alman bilim adamlarından biri de modern hukukun Türkiye’de uygulanmasına öncülük edenlerden Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirch’dir. Hukukçuluğu yanında, “Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişimi” adlı başyapıtın yazarıdır. Bu eser, konusunda, Türkiye’de ilk olma özelliği taşımaktadır; Ankara Üniversitesi yayınlarından olarak 1950 yılında bastırılmıştır (İkinci Baskı 1988). Benzer konudaki kitaplarda bu eser esas alınmış; 1950’den sonraki bilgiler derlenerek eklenmiştir.
Gerek Hirch’in eserinde, gerekse sonraki yayınlarda 1933 öncesine yani “Darülfünun”a ait çok yetersiz ve yanlı bilgilere yer verilmiştir.
Eğitim tarihimizle ilgili bu büyük boşluğu tam 60 yıl sonra, 2010 yılında Prof. Dr. E. İhsanoğlu doldurmuştur.
Profesör İhsanoğlu’nun iki ciltlik “Darülfünun-Osmanlı’da Kültürel Modernleşmenin Odağı” adlı 1126 sayfalık eseri bilim dünyasına ve kitapçıların raflarında okurun ilgi ve bilgisine sunulmuştur. Eserde, dünya üniversiteleri konusunda genel bilgi verildikten sonra, ilk elden kaynaklar, orijinal belgeleriyle görselleştirilerek eğitim tarihimize kazandırılmıştır.
Bu eser, bilimsel değeri yanında İhsanoğlu’nun bir özelliğini de gizlemektedir. Eser yayımlandığında, İhsanoğlu, önemli bir uluslar arası örgütün-İKÖ’nün başındadır ve kitabın yıllar süren hazırlık aşamasında da yönetim görevini başarıyla yürütmüştür. Bu durum İhsanoğlu’nun bilime ve ülkesine duyduğu hizmet heyecan ve aşkını çoğu genç araştırıcıdan, bürokrat ve teknokrattan ve de siyasetçiden önde ve üstte sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.
Atatürk’ün Cumhuriyet ile gerçekleştirdiği dil, tarih, kültür, san’at ve bilim alanındaki olağanüstü nitelikli reformları arasında “Bilim Tarihi” konusu da vardır.
Günümüzde 5TL’nin arkasında fotoğrafı bulunan Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı bilim tarihinde doktora yapmak üzere, Atatürk tarafından ABD’ye gönderilmiştir. “İslâm’da Gökbilimi” adlı teziyle dünyada ilk “bilim tarihi doktoru” unvanını almış; ülkemizde bilim tarihinin kurucusu ve öncüsü olmuştur.
Sayılı’nın İslam kültürü ve bilimi üzerine başlattığı araştırma ve yayınları günümüzde ulusal ve uluslar arası düzeyde kabul görerek sürdüren bilim insanlarından birisi de Prof. Dr. E. İhsanoğlu’dur. Çalışmaları, yayınları ve orijinal nitelikli katkıları nedeniyle dünyaca ünlü ve saygın bilim kuruluşları tarafından ödüllendirilmiştir.
Tam bu noktada bir olaya değinmek gerekir. Bilindiği gibi ülkemizde, hemen her alanda ve kesimde, önlenemez bir “kıskançlık hastalığı” vardır. Ne yazık ki üniversitelerimizde de “bilimsel kıskançlık” yaygındır. Bir adım öne çıkanın önü açılmaz, engellenir.
Prof. Dr. E. İhsanoğlu’nun başarıları önce kendi bilim yuvasında göze batmış; dünya bilim tarihinde yeri olan İstanbul Üniversitesi’nde “Bilim Tarihi Birimi”nin kapatılması söz konusu olmuştur. Bu olay yurt dışında nasıl yorumlandı derseniz, yanıtını Profesör İhsanoğlu’na verilen yeni bilim ödüllerinde bulursunuz!
Ekmeleddin İhsanoğlu bağlamında “İslâm Tarih, San’at ve Kültür Araştırma Merkezi -IRCICA” adlı kuruluşa değinmem gerek. Bu Merkez, “İslâm Konferansı Örgütü-İKÖ” tarafından kurulmuştur. Bilim tarihi dahil, İslâm kültürü ve toplumlarına ilişkin pek çok konuda araştırma ve yayın yapar, dokümantasyon ve enformasyon etkinlikleri planlar ve yürütür.
Bu Merkezin kuruluşunu, çalışma programını ve bütçesini hazırlayıp 1980 yılında İstanbul’da faaliyete geçmesini sağlayan Ekmeleddin İhsanoğlu’dur.
Merkezin kuruluşunun 10. Yılı Turgut Özal’ın, 15. Yılı Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in katılımları ile uluslar arası düzeyde kutlanmış ve İhsanoğlu’nun gayretleri, başarıları övgülerle dile getirilmiştir.
Merkezin en önemli bölümü kütüphanesidir; uzun soluklu bir emeğin ürünüdür. İslâm kültür ve bilimi konusunda değer biçilemez nitelikte bir hazinedir. Resmî açılışı 2009’da Başbakan Erdoğan tarafından yapılmıştır. Kanımca Ekmeleddin İhsanoğlu ve ekibinin insanlık yararına bıraktığı en değerli miras bu kütüphanedir.
Bilindiği gibi, Prof. Dr. İhsanoğlu “İslâm İşbirliği Teşkilatı- İİT” Genel Sekreterliğinden 2014 başında ayrılmıştır. Bu görevini sekiz yıla yakın sürdürmüştür.
Uluslar arası temsil sorumluluğuna ve yoğun programına karşın bilimsel toplantılarımıza katılmaya özen göstermesini, bilimsel ve insanî alçak gönüllülüğünün somut bir kanıtı olarak algıladığımı belirtmek isterim.
Bu toplantılarımızda İİT ile ilgili konuşmalarımız şüphesiz çok sınırlı kalmıştır. Ancak; okuyarak, inceleyerek ve konu uzmanlarından dinlediklerimi değerlendirerek birkaç noktaya değinebilme cesaretini gösterebilirim.
·                    İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ) 1969’da kurulmuş ve ilk kez 2005’te uygulanan “seçim” ile Genel Sekreterliğe Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu getirilmiştir. Bu seçimde A. Gül ve T. Erdoğan, hem şahsen hem de Cumhurbaşkanı ve Başbakan olarak Profesör İhsanoğlu’nun adaylığını onaylamış ve desteklemişlerdir (!)
Profesör İhsanoğlu 2009’da beş yıllık süre için ikinci kez Genel Sekreterlik Görevine getirilmiştir.
·                    Örgütün adı Haziran 2011’de amacına ve işlevine uygun olarak “İslâm İşbirliği Teşkilatı-İİT” olarak değiştirilmiştir. Bu değişikliğin ardında Profesör İhsanoğlu’nun bilimsel, tarihsel birikimi ve uluslar arası siyaset arenasındaki yıllarının kazanımı saklıdır.
·                    Örgütün 2005 yılında kabul edilen “10 Yıllık Eylem Planı” Profesör İhsanoğlu tarafından uygulamaya konulmuş ve başarıyla sürdürülmüştür.
·                    10 Yıllık Eylem Planı; İslâm dini ve değerlerinin doğru biçimde anlatılarak, İslâm’a karşı oluşturulan önyargıları giderme amacını taşımaktadır.
·                    Planda; dayanışma, hoşgörü, insan hakları, çatışmaların önlenmesi, barışın sağlanması, sosyal dayanışma, yoksullukla savaş gibi çarpıcı başlıklar dikkat çekicidir.
·                    Planda yer alan İslâm dünyasında “kadın eşitliği, eğitimi ve hakları” konusunda yapılacak eylem ve söylemler, konu uzmanları ve kuruluşları tarafından “reform” olarak nitelendirilmektedir.
Bu noktada 2005’den beri Planı söylem ve eylemleriyle uygulamaya çabalayan Profesör İhsanoğlu’nu İslâm’da reform yanlısı olarak görmeye çalışmak gerekmektedir.
Esasen kendisini; eşi, çocukları ve sosyal yaşamı ile tanıyanlar İslâm’da reform konusundaki düşüncelerini yaşam biçimiyle görünür kıldığını, somutlaştırdığını bilmektedirler.
İhsanoğlu, IRCICA ve İKÖ (İİT) üçlüsü (3-İ) ya da üçgeni konusunda oluşan kanaatimi, sınırlarımı ve amacımı zorlayarak yoruma açmak istiyorum.
·                    Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu olmasaydı bugünkü IRCICA’da olmazdı.
·                    IRCICA olmasaydı, T.C. Devleti’nin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ile birlikte İhsanoğlu’nun İKÖ Genel Sekreterliği’ne adaylığını öneremezlerdi ve destekleyemezlerdi.
·                    İhsanoğlu olmasaydı İİT boğazına kadar Ortadoğu bataklığına batmış olurdu.
Umarım 3-İ üzerine oluşan kanaatim bağnaz bir tarafgirliğin işareti değil de, insanî ve ahlâkî değerlerimin güdülediği “vicdanî-ahlâkî” bir yaklaşım olarak değerlendirilir.
Sonuç: Bu satırları aile, arkadaş, meslektaş ve bilim çevremdeki yakınlarımın sürekli isteklerini ve gönül beklentilerini dikkate alarak yazdım. İKÖ konusu dışındaki yazdıklarımı birebir yaşadım. Bu nedenle yazdıklarımın şahidiyim. Okuyanlardan dileğim, sizler de gizli değil, gerçek şahitlerin tanıklığına inanın.
·                    Önce bir empati yapın.
“Cumhurbaşkanlığı size önerilseydi!” Ne derdiniz? Hakkınızda neler yazılırdı? Neler hisseder, ne yapar, nasıl yanıtlardınız?
·                    Ya da “Tek seçici olsaydınız” kriterleriniz, ölçme-değerlendirme yönteminiz ve karar verme sürecinde etkisi altında kalabileceğiniz duygu, düşünce, değer ve eğilimleriniz ne-neler olurdu?
Öngörülerinizde; realizmi, idealizmi, romantizmi; aklı, gerçekçiliği, fırsatçılığı; insan ve insanlık bağlamında dilde-düşüncede-inançta özgürlüğü; doğruluk-adalet ve eşitliği adayların tümünde arar
Ve bir karşılaştırma yapar mıydınız?
Demokrasinin olmazsa olmazı seçmek ve seçilmek’tir. Hangisi daha zor? Seçilenin mi seçenin mi sorumluluğu daha ağır?
Ülkemi, insanımı, Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, laikliği, özgürlük ve bağımsızlığı, dilimi ve bayrağımı seviyorum demek yetiyor mu?
Ya “vatandaşlık görevi” !..
Bence işin en zoru, en anlamlısı, en kutsalı.
Vatandaşlık görevimin ilk adımını atmanın gönül dinginliğini yaşıyorum.
Prof. Dr. Ferruh DİNÇER

7 Temmuz 2014 Pazartesi

EMRE KONGAR ::: SORUN NE?.. ADAY KİM?...

SORUN NE?.. ADAY KİM?..
EMRE KONGAR 
Sorun ne, aday kim?
Sorun, partilerin oy artırması sorunu değildir...
Sorun, Atatürkçülerin, Alevilerin, solcuların, demokratların,
milliyetçilerin keskinlik yarışı değildir...
Sorun, kişisel ya da hizipçi egoların tatmini sorunu hiç değildir!
***
Sorun, tek adam diktatörlüğü tehdidiyle karşı karşıya olan
demokrasinin kurtarılması sorunudur...
Sorun, bütün farklılıkların birlikte var olabilmesi, yaşayabilmesi,
kendini ifade edebilmesi, siyasal ve ideolojik tartışmaların,
mücadelelerin, barış içinde yapılabilmesi sorunudur...
Sorun, zedelenen temel insan hak ve özgürlüklerinin yaşatılabilmesi sorunudur...
Sorun, yok edilen Hukuk Devleti’nin yeniden ihdası sorunudur...
Sorun, can ve mal güvenliğimizi sağlamakla görevli olan devletin
çökertilmesinin engellenmesi sorunudur...
Sorun, halkı birbirine düşman eden, kutuplaştırma, düşmanlaştırma,
nefret siyasetinin durdurulabilmesi sorunudur...
Sorun, yok edilmekte olan ifade ve medya özgürlüğüne sahip çıkılması
sorunudur...
Sorun, baskı altına alınan ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan
bilim ve sanatın kurtarılabilmesi sorunudur...
Sorun, adam kayırmanın, iktidar eliyle zengin edilmenin, rüşvetin,
yolsuzluğun önlenebilmesi sorunudur...
Özet olarak sorun, bir rejim, bir mal, can ve özgürlük
sorunudur...
Yoksa, hiçbir siyasal ve ideolojik tartışmanın anlamı ve olanağı kalmayacaktır!
***
Sorun, bir kutuplaştırma ve düşmanlaştırma stratejisi ile yaratılmıştır...
Toplumu daha da çok kutuplaştıracak, daha da çok düşmanlaştıracak
strateji ve taktiklerle çözülemez!
Sorunun çözümü ancak:
1) Demokrasiye, insan haklarına, Hukuk Devleti’ne ve onun temelinde
yatan laikliğe inanan...
2) Bunları, düşmanlaştırma ve kavgayla değil, uzlaşma ve barış
kültürüyle savunacak ve güçlendirecek...
Bir cumhurbaşkanı ile kolaylaşabilir.
***
CHP ve MHP’nin ortak adayı olarak ilan edilen Ekmeleddin
İhsanoğlu’nutanımayabilirsiniz...
Tanıyorsanız, beğenmeyebilirsiniz...
Ama İhsanoğlu, barış ve uzlaşma kültürüyle yoğrulmuş bir geçmişten, bu
geçmişe dayalı başarılı bir uluslararası politika kariyerinden
gelmektedir...
Demokratik rejimin yaşatılması, bütün yurttaşların can ve mal
güvenliklerinin, özgürlüklerinin korunması için gerekli olan temel
değerlere sahiptir...
Üstelik, partiler arasında sağlanan mutabakat ile seçilme şansı da vardır!
(REF: A_C_A_O GRUP // Emre KONGAR)