PROF. DR. EKMELEDDİN
İHSANOĞLU
Prof. Dr. Ferruh DİNÇER
Sekseninci yaşıma bir
buçuk basamak kaldı. Cumhuriyet’in ilk 15 yılında doğup Atatürk ilke ve
devrimlerinin aydınlığında büyümüş kuşaktanım.
Öğrendiğim, edindiğim “bilgiyi” sorgulayarak büyüdüğümden olsa
gerek, meslek adamı kimliğimle hayata atılınca, ezberimi uygulamak yerine,
bildiğimi irdelemeyi, bilmediğimi öğrenip öğretmeyi; tartışmayı, yanlışı
düzeltmeyi, aklın yolunda doğruya ulaşıp üretmeyi ve paylaşımı öngören “bilimi-bilimselliği” seçtim.
Bilimin dolambaçlı ve
uzun-ince yolunda 60 yıldan beri yürümeye çabalıyorum. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu da bu yolun başlarında tanıdım.
Arkadaşlığımız, dostluğumuz bilimsel ortamda süregeldi. Böylesi daha yararlı
oldu. Çünkü; bilim, allanıp-pullanmayı, aldatıp-aldatılmayı sevmez. Kişileri,
olayları-olguları yalın halleriyle, oldukları gibi görüp gösterir.
Ekmeleddin Bey’i
tanıdığım yıllarda Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Doktorasını yapıyordu.
Ancak “bilim tarihi” alanına yakın ve
yoğun bir ilgisi vardı. Benden de dünyada ve Türkiye’de mesleğimin tarihi
konusunda bilgi ve dokümanlara ulaşabilmek amacıyla yardımlarımı istedi.
Giyim-kuşamı,
konuşması ve ilgisindeki içtenliği beni derinden etkilemişti. Bu ilişkinin
devamında Ekmeleddin Bey’in, Mehmet Âkif ve Nazım Hikmet gibi
edebiyatçılarımızın eserlerinden Arapça’ya ilk çevirileri yapabilecek düzeyde
edebî ve bilimsel Arapça’ya vakıf
olduğunu öğrenecektim. Bu özelliği bir tarihçi
özellikle de bilim tarihçisi için son derece önemliydi.
Sonraki yıllarda
katıldığım ulusal ve uluslar arası bilimsel toplantılarda İngilizce’yi de anadili düzeyinde konuşup yazabileceğine şahit
olmuştum.
Bilimde ve bilimsel
düşüncede; ilgi, heyecan, istek, sabır ve sadakat, özveri, yansızlık,
gerçekçilik, doğruluk, güven alçakgönüllülük ve değerbilirlik, paylaşımcılık,
sorumluluk, içtenlik, sevecenlik ve saygı gibi başlıca insanî ve ahlakî değerler
çok önemli kriterler olarak kabul edilir.
Bu değerler “bilimsel erk” ve “bilimsel bilgi”nin kalitatif düzeyini ortaya koyar.
Ben akademik yaşamım
boyunca girdiğim doçentlik ve profesörlük jürilerinde adayı ve çalışmalarını
değerlendirirken yukarıda değindiğim insanî ve ahlâkî değerleri göz önünde
tuttum. Ekmeleddin Bey için yazılmış jüri raporlarını okumadım. Ancak; gerek
bilimsel yayınlarında, gerekse bilimsel toplantılardaki sunum, yönetim ve
tartışmalarında ve toplantıların sosyal etkinliklerinde sayılan değerleri
sergilediğine tanık oldum. Bu özellikleriyle en genç asistanından, en kıdemli
hocasına ve katılımcılara dek her kesimde hayranlık, saygınlık, sevgi ve takdir
duyguları uyandırdığını gördüm, yaşadım.
Ünlü düşünürlere göre,
“ahlâk” üzerine konuşmak, yani “söylemde ahlâklı” olmak (görünmek) kolaydır. Oysa ki ahlâkı uygulamak,
başka bir deyimle “eylemde ahlâklı”
olmak zordur ve şüphesiz ikincisi doğrudur.
Prof. Dr. Ekmeleddin
İhsanoğlu’nun her zaman zoru seçtiğini, yani “eylemde ahlâklı” olduğunu izledim.
Kendisiyle birlikte
bulunduğum ortamlarda, okuyabildiğim yayınlarında, “İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA)”nin Genel Direktörlüğü ile “İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ) -
(Bugünkü adıyla: İslâm İşbirliği
Teşkilâtı – İİT)” Genel Sekreterliği görevlerindeki söylem ve yazılı
beyanlarında;
·
Bilime,
bilimselliğe, bilimsel düşünceye,
·
Akla,
akılcılığa, çağdaşlığa ve modernizme,
·
İnsan
haklarına, eşitliğe, barışa,
·
İnanç
ve düşünce özgürlüğüne,
·
Canlıların
yaşam hakkına ve doğal çevrenin korunmasına v.b.konulara ilişkin olarak;
inançları ve inanışları, gelenek ve görenekleri; kişi, kurum ve kuruluşları,
ulusları, ülkeleri, devletleri; yerleşmiş ve kabul görmüş kavram, kanaat ve
uygulamaları zedeleyen, inciten, küçümseyen, aşağılayan, dışlayan hiçbir
olumsuzluğu(nu) saptayamadım.
Benzeri olarak;
·
Türk,
Türkiye, Türkçe, Türk Tarihi
·
Devlet,
Millet, Bayrak
·
Atatürk,
Cumhuriyet, Laiklik gibi ulusal hassasiyetlerimiz konularında da kamu vicdanını
zedeleyen ya da bu realiteleri inkâr eden yorumlayacak bir sözcük veya ima da
saptayamadım.
Prof. Dr. Ekmeleddin
İhsanoğlu, yaklaşık 35 yıldan beri ülkemiz gündeminden düşmeyen YÖK’ün bilim ve
akıl dışı uygulamalarından zarar görmüşlerden yana tavır koymuş; bilimi,
bilimsel düşünceyi, çağdaş üniversiteyi savunmuştur. Belki de bu nedenle “Türk-İslâm sentezcisi” ya da “milliyetçi-mukaddesatçı” gibi
tanımlamalarla nitelendirilen düşünce sahiplerinin kollanıp-koltuklandırıldığı
dönemlerde bir üniversiteye Rektör ya da YÖK’e üye olarak atanmamıştır. Oysa ki
Profesör İhsanoğlu dünyada ve Türkiye’de yüksek öğretimin tarihini sistem ve
uygulamaları ile en iyi bilen akademisyenlerden biridir.
Atatürk’ün isteği
üzerine 1933’de gerçekleştirilen “Üniversite
Reformu” çerçevesinde ülkemize davet edilen Alman bilim adamlarından biri
de modern hukukun Türkiye’de uygulanmasına öncülük edenlerden Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirch’dir.
Hukukçuluğu yanında, “Dünya
Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişimi” adlı başyapıtın
yazarıdır. Bu eser, konusunda, Türkiye’de ilk olma özelliği taşımaktadır;
Ankara Üniversitesi yayınlarından olarak 1950 yılında bastırılmıştır (İkinci
Baskı 1988). Benzer konudaki kitaplarda bu eser esas alınmış; 1950’den sonraki
bilgiler derlenerek eklenmiştir.
Gerek Hirch’in
eserinde, gerekse sonraki yayınlarda 1933 öncesine yani “Darülfünun”a ait çok yetersiz ve yanlı bilgilere yer verilmiştir.
Eğitim tarihimizle
ilgili bu büyük boşluğu tam 60 yıl
sonra, 2010 yılında Prof. Dr. E. İhsanoğlu doldurmuştur.
Profesör İhsanoğlu’nun
iki ciltlik “Darülfünun-Osmanlı’da
Kültürel Modernleşmenin Odağı” adlı 1126 sayfalık eseri bilim dünyasına ve
kitapçıların raflarında okurun ilgi ve bilgisine sunulmuştur. Eserde, dünya
üniversiteleri konusunda genel bilgi verildikten sonra, ilk elden kaynaklar,
orijinal belgeleriyle görselleştirilerek eğitim tarihimize kazandırılmıştır.
Bu eser, bilimsel
değeri yanında İhsanoğlu’nun bir özelliğini de gizlemektedir. Eser
yayımlandığında, İhsanoğlu, önemli bir uluslar arası örgütün-İKÖ’nün başındadır
ve kitabın yıllar süren hazırlık aşamasında da yönetim görevini başarıyla
yürütmüştür. Bu durum İhsanoğlu’nun bilime ve ülkesine duyduğu hizmet heyecan
ve aşkını çoğu genç araştırıcıdan, bürokrat ve teknokrattan ve de siyasetçiden
önde ve üstte sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.
Atatürk’ün Cumhuriyet
ile gerçekleştirdiği dil, tarih, kültür, san’at ve bilim alanındaki olağanüstü
nitelikli reformları arasında “Bilim
Tarihi” konusu da vardır.
Günümüzde 5TL’nin
arkasında fotoğrafı bulunan Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı bilim tarihinde doktora
yapmak üzere, Atatürk tarafından ABD’ye gönderilmiştir. “İslâm’da Gökbilimi” adlı teziyle dünyada ilk “bilim tarihi
doktoru” unvanını almış; ülkemizde bilim tarihinin kurucusu ve öncüsü olmuştur.
Sayılı’nın İslam
kültürü ve bilimi üzerine başlattığı araştırma ve yayınları günümüzde ulusal ve
uluslar arası düzeyde kabul görerek sürdüren bilim insanlarından birisi de
Prof. Dr. E. İhsanoğlu’dur. Çalışmaları, yayınları ve orijinal nitelikli
katkıları nedeniyle dünyaca ünlü ve saygın bilim kuruluşları tarafından ödüllendirilmiştir.
Tam bu noktada bir
olaya değinmek gerekir. Bilindiği gibi ülkemizde, hemen her alanda ve kesimde,
önlenemez bir “kıskançlık hastalığı”
vardır. Ne yazık ki üniversitelerimizde de “bilimsel
kıskançlık” yaygındır. Bir adım öne çıkanın önü açılmaz, engellenir.
Prof. Dr. E.
İhsanoğlu’nun başarıları önce kendi bilim yuvasında göze batmış; dünya bilim
tarihinde yeri olan İstanbul Üniversitesi’nde “Bilim Tarihi Birimi”nin kapatılması söz konusu olmuştur. Bu olay
yurt dışında nasıl yorumlandı derseniz, yanıtını Profesör İhsanoğlu’na verilen
yeni bilim ödüllerinde bulursunuz!
Ekmeleddin İhsanoğlu
bağlamında “İslâm Tarih, San’at ve Kültür
Araştırma Merkezi -IRCICA” adlı kuruluşa değinmem gerek. Bu Merkez, “İslâm Konferansı Örgütü-İKÖ” tarafından
kurulmuştur. Bilim tarihi dahil, İslâm kültürü ve toplumlarına ilişkin pek çok
konuda araştırma ve yayın yapar, dokümantasyon ve enformasyon etkinlikleri
planlar ve yürütür.
Bu Merkezin kuruluşunu,
çalışma programını ve bütçesini hazırlayıp 1980 yılında İstanbul’da faaliyete
geçmesini sağlayan Ekmeleddin İhsanoğlu’dur.
Merkezin kuruluşunun
10. Yılı Turgut Özal’ın, 15. Yılı Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in katılımları
ile uluslar arası düzeyde kutlanmış ve İhsanoğlu’nun gayretleri, başarıları
övgülerle dile getirilmiştir.
Merkezin en önemli
bölümü kütüphanesidir; uzun soluklu bir emeğin ürünüdür. İslâm kültür ve bilimi
konusunda değer biçilemez nitelikte bir hazinedir. Resmî açılışı 2009’da
Başbakan Erdoğan tarafından yapılmıştır. Kanımca Ekmeleddin İhsanoğlu ve
ekibinin insanlık yararına bıraktığı en değerli miras bu kütüphanedir.
Bilindiği gibi, Prof.
Dr. İhsanoğlu “İslâm İşbirliği Teşkilatı-
İİT” Genel Sekreterliğinden 2014 başında ayrılmıştır. Bu görevini sekiz
yıla yakın sürdürmüştür.
Uluslar arası temsil
sorumluluğuna ve yoğun programına karşın bilimsel toplantılarımıza katılmaya
özen göstermesini, bilimsel ve insanî alçak gönüllülüğünün somut bir kanıtı
olarak algıladığımı belirtmek isterim.
Bu toplantılarımızda
İİT ile ilgili konuşmalarımız şüphesiz çok sınırlı kalmıştır. Ancak; okuyarak,
inceleyerek ve konu uzmanlarından dinlediklerimi değerlendirerek birkaç noktaya
değinebilme cesaretini gösterebilirim.
·
İslâm
Konferansı Örgütü (İKÖ) 1969’da kurulmuş
ve ilk kez 2005’te uygulanan “seçim”
ile Genel Sekreterliğe Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu getirilmiştir. Bu seçimde
A. Gül ve T. Erdoğan, hem şahsen hem de Cumhurbaşkanı ve Başbakan olarak
Profesör İhsanoğlu’nun adaylığını onaylamış ve desteklemişlerdir (!)
Profesör İhsanoğlu
2009’da beş yıllık süre için ikinci kez Genel Sekreterlik Görevine
getirilmiştir.
·
Örgütün
adı Haziran 2011’de amacına ve işlevine uygun olarak “İslâm İşbirliği Teşkilatı-İİT” olarak
değiştirilmiştir. Bu değişikliğin ardında Profesör İhsanoğlu’nun bilimsel,
tarihsel birikimi ve uluslar arası siyaset arenasındaki yıllarının kazanımı
saklıdır.
·
Örgütün
2005 yılında kabul edilen “10 Yıllık
Eylem Planı” Profesör İhsanoğlu tarafından uygulamaya konulmuş ve başarıyla
sürdürülmüştür.
·
10
Yıllık Eylem Planı; İslâm dini ve değerlerinin doğru biçimde anlatılarak,
İslâm’a karşı oluşturulan önyargıları giderme amacını taşımaktadır.
·
Planda;
dayanışma, hoşgörü, insan hakları, çatışmaların önlenmesi, barışın sağlanması,
sosyal dayanışma, yoksullukla savaş gibi çarpıcı başlıklar dikkat çekicidir.
·
Planda
yer alan İslâm dünyasında “kadın
eşitliği, eğitimi ve hakları” konusunda yapılacak eylem ve söylemler, konu
uzmanları ve kuruluşları tarafından “reform”
olarak nitelendirilmektedir.
Bu noktada 2005’den
beri Planı söylem ve eylemleriyle uygulamaya çabalayan Profesör İhsanoğlu’nu
İslâm’da reform yanlısı olarak görmeye çalışmak gerekmektedir.
Esasen kendisini; eşi,
çocukları ve sosyal yaşamı ile tanıyanlar İslâm’da reform konusundaki düşüncelerini
yaşam biçimiyle görünür kıldığını, somutlaştırdığını bilmektedirler.
İhsanoğlu, IRCICA ve İKÖ (İİT)
üçlüsü (3-İ) ya da üçgeni konusunda
oluşan kanaatimi, sınırlarımı ve amacımı zorlayarak yoruma açmak istiyorum.
·
Prof.
Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu olmasaydı bugünkü IRCICA’da olmazdı.
·
IRCICA
olmasaydı, T.C. Devleti’nin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ile birlikte İhsanoğlu’nun
İKÖ Genel Sekreterliği’ne adaylığını öneremezlerdi ve destekleyemezlerdi.
·
İhsanoğlu
olmasaydı İİT boğazına kadar Ortadoğu bataklığına batmış olurdu.
Umarım 3-İ üzerine oluşan kanaatim bağnaz bir
tarafgirliğin işareti değil de, insanî ve ahlâkî değerlerimin güdülediği “vicdanî-ahlâkî” bir yaklaşım olarak
değerlendirilir.
Sonuç: Bu satırları aile, arkadaş, meslektaş ve bilim çevremdeki yakınlarımın
sürekli isteklerini ve gönül beklentilerini dikkate alarak yazdım. İKÖ konusu
dışındaki yazdıklarımı birebir yaşadım. Bu nedenle yazdıklarımın şahidiyim.
Okuyanlardan dileğim, sizler de gizli değil, gerçek şahitlerin tanıklığına
inanın.
·
Önce
bir empati yapın.
“Cumhurbaşkanlığı size önerilseydi!” Ne derdiniz? Hakkınızda neler
yazılırdı? Neler hisseder, ne yapar, nasıl yanıtlardınız?
·
Ya
da “Tek seçici olsaydınız”
kriterleriniz, ölçme-değerlendirme yönteminiz ve karar verme sürecinde etkisi
altında kalabileceğiniz duygu, düşünce, değer ve eğilimleriniz ne-neler olurdu?
Öngörülerinizde;
realizmi, idealizmi, romantizmi; aklı, gerçekçiliği, fırsatçılığı; insan ve
insanlık bağlamında dilde-düşüncede-inançta özgürlüğü; doğruluk-adalet ve
eşitliği adayların tümünde arar
Ve bir karşılaştırma
yapar mıydınız?
Demokrasinin olmazsa
olmazı seçmek ve seçilmek’tir. Hangisi daha zor?
Seçilenin mi seçenin mi sorumluluğu
daha ağır?
Ülkemi, insanımı, Atatürk’ü,
Cumhuriyet’i, laikliği, özgürlük ve bağımsızlığı, dilimi ve bayrağımı seviyorum
demek yetiyor mu?
Ya “vatandaşlık görevi” !..
Bence işin en zoru, en
anlamlısı, en kutsalı.
Vatandaşlık görevimin
ilk adımını atmanın gönül dinginliğini yaşıyorum.
Prof. Dr. Ferruh DİNÇER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder