6 Mart 2017 Pazartesi

"TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ", Yazan: Ömer ÖZKAYA

TÜRK-RUS İLİŞKİSİ
Ömer ÖZKAYA
1917 Devrimi ile Çarlık Rusyası’ndan krallık, İngiltere’den de küresel liderlik gitti. Çar’ı tahtta tutamayan İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı bölgelerini işgal etmek mecburiyetinde kaldı. Osmanlı’yı Almanya’ya kaptıran, Çarlık Rusyası’nı kaybeden İngiltere, ABD’nin küresel oyunun liderliğine soyunması ile yeni bir tabloyla İngiltere’nin baskın olmadığı bir dünya ile karşılaştı.  
Komünist Rusya ile Yeni Türkiye Cumhuriyeti arasında var olma ittifakı kurulurken, Almanya 1. Dünya Savaşı’nın kayıplarını telafi etmek için etno-ideolojik bir kulvara doğru kayma yolunda ilerliyor, İngiltere, Fransa, Almanya birbirini kolluyor, SSCB genişleme stratejisini oluşturma incelemeleri yapıyordu. İngilizlerin büyük yatırımlar yaptığı Kafkaslar ve Ortadoğu’da SSCB ve ABD’nin gölgesi giderek koyulaşıyordu.  
Almanya, Fransa, İngiltere, SSCB, ABD ve Küresel Network, Türkiye’ye odaklanmış, Türkiye’nin siyasal, kültürel, ekonomik, dinsel, tarihsel koordinatlarını yeniden belirleyişinin olası sonuçlarını öngörmeye çabalıyorlardı. 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın müttefiki, 2. Dünya Savaşı’nda kendisinin (İngiltere’nin) müttefiki olan Türkiye’nin tutumu, planlanan dünya sistemlerinin kuruluşuna daima engel oluyordu. 
Türkiye’nin İstiklal Savaşı’na, SSCB’deki soydaş ve dindaşlarının desteklerine engel olmayarak ve organize ederek cumhuriyete destek veren SSCB ve başka hiçbir devletin müttefiki olmayan Türkiye Cumhuriyeti, duruşu ile tüm egemenlerin şimşeklerini üzerine çekerken bölgesindeki diğer milletler için de tehlikeli bir örnek olmak gibi bir vasıf kazanmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni koordinatları, Orta Doğu ve Afrika’daki ülkelerin de bağımsız olabilecekleri fikrini mayalıyordu ve bu hali ile de tehlike teşkil ediyordu. 
2. Dünya Savaşı ve sonrası Türkiye Cumhuriyeti’ni tarafına çekmek isteyen ülkeler arası mücadeleyi tüm renkleri ile o dönemin Türk medyasından izlemek ve günümüzde yeniden okumak, küresel ve bölgesel bekâmız açısından bir zarurettir. 
Avrupa’nın Osmanlı’ya hâkim olma çabaları 1699’dan sonraki Türk tarihinin en önemli safhasını oluşturmaktadır. Doğunun Hasta Adamı, Avrupa’nın tüm ülkeleri ile tehlikeli tahteravalli oynuyor, hem Avrupa’ya esir olan hem de Avrupa’yı esir alan ülke gibi karmaşık bir jeopolitik tablo oluşturarak beka kanallarını inşa etmek istiyordu. 
Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu’da SSCB (Rusya) kadar istihbarat sahibi olan bir diğer devlet İngiltere’dir. Rusya etnik ve kültürel mühendislik, İngiltere dinsel ve ekonomik mühendislik ile Orta Doğu’da tüm rakiplerinden ilerideydiler. Oysa Almanya, Fransa, ABD ve Küresel Sistem de Orta Doğu, Orta Asya ve tabii ki Türkiye’de  jeo-stratejik ve jeo-istihbâri bir etki alanı oluşturup Rusya ve İngiltere’yi dengelemek istiyordu.  
TÜRK-RUS İLİŞKİSİ (2) 
Ömer ÖZKAYA
2. Dünya Savaşı sonrası ABD, tam küresel bir güç olma vasfı kazanmadan hemen önce İngiltere, Almanya ve Rusya’ya, ayrıca kaybettiği Türkiye’ye yönelik yeni bir hâkimiyet atağı başlattı. Londra’nın talebi üzerine, ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, ABD Dışişleri Bakanlığı Yakındoğu Şubesi Direktörü Loy Henderson, İngiltere’nin ABD Büyükelçisi Lord Inverchapel ve İngiliz Büyükelçiliği Birinci Kâtibi Herbert M. Sichel, 1947 yılının 24 Şubat günü Washington’da bir araya geldi. İngiliz büyükelçisi, Marshall’a, “Hükümetimin talimatları üzerine, biri Yunanistan diğeri Türkiye’ye ilişkin, iki memorandumu size elden teslim etmek üzere geldim” dedi. 
Ekonomik ve mali açıdan zor durumda olan İngiliz Hükümeti, Yunanistan ve Türkiye’ye yaptıkları ekonomik ve askeri desteğin yükünü taşımaya devam edemeyeceklerini bildiriyordu. Tahminlere göre 1947 yılının geri kalanı için Yunanistan ve Türkiye’nin her birine yıllık yaklaşık 250 milyon dolar lazımdı. Bu yardım olmadan Yunanistan ve Türkiye, Batı’nın kontrolünde olamaz, bu ülkeler ve Orta Doğu’nun geri kalanı, Rusya’nın kontrolüne girebilirdi. 
Büyükelçi, ne Türk ne de Yunan hükümetinin, artık bu iki ülkeye Büyük Britanya’nın mali destek sağlayamayacağına dair kararından henüz haberdar olmadığını vurguladı. Ayrıca, ABD hükümetinin onlara yardım etmeye dair net planlarından henüz haberdar olmadan kendilerine böyle bir bilginin ulaştırılmaması gerektiğini, yoksa bunun felaket sonuçlar doğurabileceğini de sözlerine ekledi. 
İngiltere’nin bu teklifini ABD şöyle analiz etti: 
1- Yunanistan ve Türkiye, ABD veya Büyük Britanya'dan mali ve askeri yardım alamazlarsa yakın gelecekte Sovyet kuklası haline gelebilir. Onların Batı dünyası tarafından kaybedilmesi, Avrupa'da, Yakın Asya ve Orta Doğu'da Sovyet ilerlemesiyle sonuçlanabilir. Ortaya çıkan kaos, özellikle İngiltere'nin ve tüm Batı dünyasının stratejik ve ekonomik konumunu hızla zayıflatacak ve Birleşik Devletler’in güvenliğini tehdit edecektir. 
2-İngiliz Hükümeti, Sovyetlerin Yunanistan'ı işgal etmesini önlemek için askeri bir ittifak ve etki alanlarının belirlenmesi dahil olmak üzere Sovyetler Birliği ile bir anlaşmaya varması gerektiğine karar verebilir. Böyle bir düzenleme Sovyetler Birliği'ni güçlendirecek, Britanya'yı zayıflatacak ve ABD'yi tecrit edecektir. Etki alanlarının restorasyonu Birleşmiş Milletler’in temellerini zayıflatacaktır. Bu iki şıktan herhangi biri, ABD’yi, şu anda bulunduğundan daha dezavantajlı bir konumda bulacağı üçüncü bir dünya savaşına daha yakın hale getirecektir. İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında yukarıda sözü edilen karakterde bir düzenleme yapılması durumunda ABD, muhtemelen Büyük Britanya'nın etkili askeri desteği olmaksızın bir dünya çatışmasına karışabilir. Dolayısıyla, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda, bu hükümet, Yunanistan ve Türkiye adına yükümlü olduğu mali yükün büyük bir kısmını İngiliz Hükümeti’nden alacaktır.” 
İngiliz büyükelçisinin getirdiği mesaj, dünyanın büyük bölümünü uzun zamandır baskısı altında tutan ve nizam veren İngiliz egemenliğinin sona erdiğinin resmi dille bir ifadesiydi.  
Bir süre sonra Türkiye’nin bilmediği çok partili sisteme geçişi ve Demokrat Parti iktidarıyla İngiltere’nin elindeki Türkiye kartları bir anda olağanüstü stratejik değer kazandı. İngiltere, Türkiye’yi yeniden kendi iktidar alanında tutmak için ordu içindeki ekalliyet (azınlık) unsurlarına el attı. Dinsel ve ekonomik mühendislikteki üstün istihbari nitelikleri ile Türkiye’de laik-dindar gerilimine ekonomik içerik de katarak derinleştirmek için tüm imkânlarını kullandı. Buna bazı Avrupa devletleri 6-7 Eylül olayları ile karşılık verdi. Güçlü devletlerin hâkimiyet mücadelesi verdiği bir ülkeye dönüşen Türkiye bir yandan da tırmandırılan Rusya-Komünizm /NATO rekabetinde taraf olmak zorunda bırakıldı. 
Hemen herkes, Türkiye’nin dünya politikasındaki yerini, kendince “olması gereken yer”e getirmenin peşindeydi. Menderes, Atatürk’ün kaderini paylaşmaya doğru itiliyor, ordu içindeki ekalliyet (azınlık) unsurlarının rekabeti, 27 Mayıs Darbesi’nin gelmekte olduğunu haber veriyordu.  
TÜRK-RUS İLİŞKİSİ (3)   
Ömer ÖZKAYA
Ellerinde geleceğe ilişkin ciddi hedefler, projeler, bilimsel-teknolojik icatlar bulunan Almanlar ve arka plandaki müttefikleri, 2. Dünya Savaşı’nda cephe değiştirip yenildi. Yani yeni bir strateji izlemeye başladılar. Almanları yenen güçlerden biri olan enternasyonal Sosyalist SSCB, Kapitalizm (Batı) karşıtı Sosyalist-Komünist bloğu oluşturdu. ABD ve SSCB birlikte yeni bir oyun kurdu, eski büyük güçler İngiltere ve Fransa bu oyunun NATO kapsamında figüran oyuncusu rolüyle yetinmek zorunda bırakıldı. Yalta Konferansı ile dünya, NATO ve Varşova Paktı arasında zaten bölüşülmüştü. İngiltere’nin buna cevabı, üçüncü yol olarak Bağlantısızlar Hareketi’ni oluşturmak oldu. Ancak bu girişim zayıf kaldı. İngiltere, dünyanın; ideolojik bağlamda bir rekabete girmesi ve ikili bir yapının (Kapitalist-Komünist) oluşmasıyla küresel planda birçok üstünlüğünü kaybetti.  
İngiltere’nin, Soğuk Savaş yıllarında
ABD’nin karşısında SSCB’nin bulunduğu yerde olmak istediği zaman zaman gündeme gelmektedir. Ancak burada reel siyasete aykırı bir durum söz konusudur. İki kapitalist ülke (ABD ve İngiltere) nasıl zıt kutup oluşturacaklardı ki? İngiltere, SSCB’nin oynadığı fonksiyonu icra edebilir miydi? Zor, çünkü birden çok amaca hizmet edecek ideolojik arka plan SSCB’de vardı. Dolayısıyla İngiltere, ABD’nin cüssesinin gölgesinde kalmaya mecbur oldu. 
Elindeki küresel bilgi birikimi, ideolojik bir rekabete uyarlanamayınca, sömürge ülkeleri ağı, İngiltere’yi Bağlantısızlar Hareketi’ni organize etmeye sevketti. İşte 1960’da Türkiye’de gerçekleştirilen 27 Mayıs Darbesi, bürokrasi ve orduda yerleşik İngilizsever kripto Hıristiyan unsurlar vasıtasıyla Türkiye’yi NATO’dan koparıp Bağlantısızlar Hareketi’ne bağlama operasyonuydu. 
27 Mayıs’tan sonra İngiltere’ye güven sıfıra indi, Washington, Londra’ya itimat etmenin zararını ikinci kez kaldıramayacağını bariz bir şekilde anladı. İngiltere, ABD’nin; ABD’ye rağmen yapacaklarının farkına varamayacağını zannetmişti ama suçüstü yakalandı. Londra’nın sinsi olduğu biliniyor ama bu kadarı beklenmiyordu. 27 Mayıs Darbesi’yle Türkiye’nin yönetiminde bulunan Sabetay Türkler tasfiye edilmek istenmişti, fakat mücadele NATO tarafından kazanıldı, İngiltere istediği sonucu alamadı. 
Atatürk, Menderes, Demirel, Özal ve bugün Erdoğan, aynı zincirin halkaları olarak Batı’nın hışmına, İngilizlerin öfkesine maruz kaldılar. Fakat bu liderler aynı zamanda Türkiye’nin, Batı’nın tüm ülkeleriyle denk güçte olduğunun bilincinde olarak müzakereler yaptılar. Bu, Sosyalist Enternasyonal SSCB için de ciddi bir avantaj oldu. Bölgenin çok denklemli dengesini Türkiye kurdukça hedef oldu. Bu dengenin kurulmasında SSCB hep etkili oldu, Rusya bugün de etkili olmaya devam ediyor. 
Türkiye; bölgenin ve dünyanın çok denklemli, çok bilinmeyenli koordinatlarında özellikle İngiliz’leri rahatsız eden, bazen de memnun eden, ama önemli oranda kendi rotasını belirleyen ve bunu takip eden bir politika geliştirme yolunda hep başarılı oldu. Türkiye’nin Almanya, Fransa, İngiltere, ABD ve Rusya ile Katolik nikâhı kıyamayacağı tarihi bir gerçeklik olarak artık kabul edilmelidir. 
Bu durumda Türkiye’nin bölgesel, küresel stratejilerinin bu devletlerin stratejileri ile yer yer örtüşüyor olması bir takım paktlar kurulduğu anlamına gelmemelidir. Tarihten de anlaşılacağı gibi “Dünyanın sigortası Türkiye, kendi özgün duruşunu koruduğu sürece dünyanın da dengesi korunur ve küresel barış devam eder” demek abartılı bir hüküm değildir. (Pazar günü devam edelim)
TÜRK-RUS İLİŞKİSİ (4) 
Ömer ÖZKAYA
Bugün İngiltere AB’den kopunca, Bağlantısızlar Hareketini, Commonwealth ülkelerini ve Türkiye gibi bölgesel güçleri yeni bir pakt içinde değerlendirme arayışındadır. Bu tüm dünyanın dengesini bozacak bir girişim olarak nitelendirilecek, girişim sahipleri ve buna eğilimi olan ülkeler, diğer devletlerin hedefi olabilecektir. Nitekim bu yönde uyarılar özellikle AB merkezli olarak tüm taraflara yapılmaktadır. 
 İngiltere şimdi Kapitalist-Liberalist dünyada bir pakt kurmak girişiminde ve arayışında olarak etiketleniyorsa, bu, yakın tarihin yeniden farklı içerikle tekrarı anlamını taşıyacaktır. 
İşte bu noktada dünün Sosyalist Enternasyonal (Varşova Paktı/SSCB) ve Kapitalist Enternasyonal  (NATO/ABD) paktları gücünde İngiltere liderliğinde yeni bir güç ortaya çıkabilecek mi? Bu sorunun cevabı, NATO’nun, Batı ittifakının ve ABD liderliğinin dağılmasını içerecek yelpazede olacaktır. Ve yine Rusya’nın ve Türkiye’nin duruşu burada projelerin kaderini belirleyici nitelikte olacaktır. 
İngiltere’nin böyle bir pakt inşası girişimi, Batı ve Avrupa tanımlarını da değiştirecek bir potansiyel taşıması sebebiyle kabul edilir bulunamayabilir. Bu girişim Nasyonal Sosyalistler’in girişimi gibi algılanırsa sonuçlar radikal olacaktır. 
İngiltere’nin hâkimiyet alanında olduğunu düşündüğü ülkelerle bir birliktelik projesi varsa ve bunu inşa etmeye düşünüyorsa, 1930‘lar dünyasının tablosuna bir daha bakmalıyız. 
Bunun için “Nasyonal Sosyalistler’in, Enternasyonal Sosyalistler’in, Kapitalist Enternasyonal’in ve Küresel Elitler’in elindeki derinlikli projeler demetine ve hedefine İngiltere de sahip mi, İngiltere  böyle bir misyonu alacak güçte mi?” soruları sorulacak ve cevap aranırken de öncelikle Rusya ve Türkiye’nin stratejilerini bilmek çok kıymetli olacaktır. 
Dolayısıyla 1950-1960 arası dünya bilgisi Türkiye için vazgeçilmez önemde olacaktır. Tabii ki “1950-1960 arasında Türkiye’de kim kimdir?” sorusunun cevabı çok daha hayatidir. SSCB, Nasyonal Sosyalistler ve Kapitalist Enternasyonaller kesin inançlılardı. Acaba bugünün Rusya’sı ve adı geçenler kesin inançlılar mı? 
1917’den beri küresel oyunun as oyuncusu Rus Derin Aklı’dır. Rus Derin Aklı’nı ya da devlet aklını, aynı anda 1001 masada oyun oynayan bir pokerciye benzetebiliriz. Sınırlarını çok iyi bilen küresel bir oyuncudan bahsediyoruz. 
Her türlü renge girebilen bir “akıl”la nasıl konuşulur? 90'a yakın federe devlet, bir o kadar ırk ve millet ve bütün bunların kesişme noktası Rus derin aklı… Acaba müttefik devletleri kim? Ya da Rusya'ya ihtiyaç duyanlar hangi devletler? 
Yarın devam edelim. 
TÜRK-RUS İLİŞKİSİ (5) 
Ömer ÖZKAYA
Küresel oyunun 1917’den beri as oyuncusu Rus Derin Aklı. Rus Derin Aklı’nı ya da devlet aklını aynı anda 1001 masada oyun oynayan bir pokerciye benzetebiliriz. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İsrail ve Çin için de benzer şey söylenebilir. Rus Derin Aklı, dünyadaki en eski yapılardan biridir, az zamanda oluşmuş değildir. Aklın, en mükemmel şekilde ezzaz(saygı görme) olduğu yerdir. Karşımızda, gelip geçici şartların eseri sıradan bir devlet yok. Rusya, küresel stratejilerinin birçoğunu kitap haline getirmeyen bir devlet. 
İsrail, Rusya, Türkiye, Almanya ve İran, acaba Küre’yi istedikleri gibi döndürecek bilgi birikimini nasıl kullanıyor? Acaba uluslararası ilişkilerde Rusya'nın fonksiyonunu tam olarak bilenler kimler? Bu soruların cevabı, Rus Derin Aklı’nın veya devlet aklının uluslararası ilişkilerdeki stratejilerini ve yöntemlerini kavramak için esası teşkil ediyor. 
Rusya uluslararası ilişkilerin doğasını en iyi bilen ve kullanan ülkelerden. Sıradan analizlerin ve istihbaratların değil, rafine analizlerin ve istihbaratların gösterdiklerine bakarsak Rus Derin Aklı’yla burun buruna gelir ve çok şaşırırız.Matruşkaların üstadı Rus Devlet Aklı’nı tanımak için, stratejiyi; “tümdengelim, tümevarım ve her yöne zamanında salınım” olarak görebilecek envantere sahip olmak gerekiyor. 
Acaba Türkiye’nin de Rusya gibi “yetenekleri” var mı? Acaba Almanya, İsrail ve İran, Rusya’yla aynı kulvarda mı? İspanya, İngiltere, Fransa, Hollanda ve Portekiz, bu bağlamın eşiti mi? İngiltere gibi küresel siyasal ve ekonomik senarist, acaba özgül ağırlığını bugün yeniden ölçtüğünde küresel güç liginde kaçıncı sırada olur? Fransa'nın imkânlarının ne kadarı görünür durumda ve kullanımda? ABD bugünkü konumunu hangi devletsel temellerle takviye etmeye çalışıyor? İsrail’in son hamleleri acaba nasıl bir arka planın ürünü? 
Bütün bu soruları gündeme getirmemizin sebebi, devletlerarası yeni şemanın nasıl bir zeminde olduğunun ortaya çıkarılmasını içeriyor. Çünkü devletlerarası paradigma ve parametreler radikal şekilde değişti. Tüm kavramlar yeniden tanımlanıyor. Kadim bilimlerin ve kadim dillerin üstâdlarınca, uluslararası ilişkilerin sürümü güncellendi, stratejik parametreler ve paradigmalar hayli yükseltildi ve çeşitlendirildi. Artık klasik/alışılagelmiş güç unsurlarının çok azı, güç vasfını koruyor, eş zamanlı olarak klasik zayıflık tanımları da hızla değişiyor. Akıl ilk defa en çıplak haliyle savaşın ön cephesinde ve bu yönü ile her şeyi tersine çevirme gücüne sahip. 
Son dönemde uluslararası ilişkilerin tümü ile yanlış öngörülür olmasının sebebi; bu alışılmış istihbaratlar, alışılmış analizler ve stratejilerin artık çalışmıyor ve çalışamayacak olması. Rusya, İngiltere, ABD, Almanya, Fransa, Çin, Japonya ve son 15 yıldır da Türkiye bu anlamda yeni yollar izleme ve inşa etme girişimindeler. Rusya ve Türkiye’yi yakınlaştıran işte bu yeni durum. Fakat ne yazık ki Rusya ile ilgili araştırma açığımız büyük. Bu bakımdan yeni dönemin parametrelerini ve paradigmalarını açığa çıkarmak için başlattığımız aydınlatma sürecini devam ettirmek asıl hale geliyor.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder