Ömer ÖZKAYA
1917 Devrimi ile Çarlık Rusyası’ndan krallık, İngiltere’den
de küresel liderlik gitti. Çar’ı tahtta tutamayan İngiltere, Osmanlı
İmparatorluğu’nun bazı bölgelerini işgal etmek mecburiyetinde kaldı. Osmanlı’yı
Almanya’ya kaptıran, Çarlık Rusyası’nı kaybeden İngiltere, ABD’nin küresel
oyunun liderliğine soyunması ile yeni bir tabloyla İngiltere’nin baskın
olmadığı bir dünya ile karşılaştı.
Komünist Rusya ile Yeni Türkiye Cumhuriyeti arasında var
olma ittifakı kurulurken, Almanya 1. Dünya Savaşı’nın kayıplarını telafi etmek
için etno-ideolojik bir kulvara doğru kayma yolunda ilerliyor, İngiltere,
Fransa, Almanya birbirini kolluyor, SSCB genişleme stratejisini oluşturma
incelemeleri yapıyordu. İngilizlerin büyük yatırımlar yaptığı Kafkaslar ve
Ortadoğu’da SSCB ve ABD’nin gölgesi giderek koyulaşıyordu.
Almanya, Fransa, İngiltere, SSCB, ABD ve Küresel Network,
Türkiye’ye odaklanmış, Türkiye’nin siyasal, kültürel, ekonomik, dinsel,
tarihsel koordinatlarını yeniden belirleyişinin olası sonuçlarını öngörmeye
çabalıyorlardı. 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın müttefiki, 2. Dünya Savaşı’nda
kendisinin (İngiltere’nin) müttefiki olan Türkiye’nin tutumu, planlanan dünya
sistemlerinin kuruluşuna daima engel oluyordu.
Türkiye’nin İstiklal Savaşı’na, SSCB’deki soydaş ve
dindaşlarının desteklerine engel olmayarak ve organize ederek cumhuriyete
destek veren SSCB ve başka hiçbir devletin müttefiki olmayan Türkiye
Cumhuriyeti, duruşu ile tüm egemenlerin şimşeklerini üzerine çekerken
bölgesindeki diğer milletler için de tehlikeli bir örnek olmak gibi bir vasıf
kazanmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni koordinatları, Orta Doğu ve
Afrika’daki ülkelerin de bağımsız olabilecekleri fikrini mayalıyordu ve bu hali
ile de tehlike teşkil ediyordu.
2. Dünya Savaşı ve sonrası Türkiye Cumhuriyeti’ni tarafına
çekmek isteyen ülkeler arası mücadeleyi tüm renkleri ile o dönemin Türk
medyasından izlemek ve günümüzde yeniden okumak, küresel ve bölgesel bekâmız
açısından bir zarurettir.
Avrupa’nın Osmanlı’ya hâkim olma çabaları 1699’dan sonraki
Türk tarihinin en önemli safhasını oluşturmaktadır. Doğunun Hasta Adamı,
Avrupa’nın tüm ülkeleri ile tehlikeli tahteravalli oynuyor, hem Avrupa’ya esir
olan hem de Avrupa’yı esir alan ülke gibi karmaşık bir jeopolitik tablo oluşturarak
beka kanallarını inşa etmek istiyordu.
Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu’da SSCB (Rusya) kadar
istihbarat sahibi olan bir diğer devlet İngiltere’dir. Rusya etnik ve kültürel
mühendislik, İngiltere dinsel ve ekonomik mühendislik ile Orta Doğu’da tüm rakiplerinden
ilerideydiler. Oysa Almanya, Fransa, ABD ve Küresel Sistem de Orta Doğu, Orta
Asya ve tabii ki Türkiye’de jeo-stratejik ve jeo-istihbâri bir etki alanı
oluşturup Rusya ve İngiltere’yi dengelemek istiyordu.
Ömer ÖZKAYA
2. Dünya Savaşı sonrası ABD, tam küresel bir güç olma vasfı
kazanmadan hemen önce İngiltere, Almanya ve Rusya’ya, ayrıca kaybettiği
Türkiye’ye yönelik yeni bir hâkimiyet atağı başlattı. Londra’nın talebi
üzerine, ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, ABD Dışişleri Bakanlığı
Yakındoğu Şubesi Direktörü Loy Henderson, İngiltere’nin ABD Büyükelçisi Lord
Inverchapel ve İngiliz Büyükelçiliği Birinci Kâtibi Herbert M. Sichel, 1947
yılının 24 Şubat günü Washington’da bir araya geldi. İngiliz büyükelçisi,
Marshall’a, “Hükümetimin talimatları üzerine, biri Yunanistan diğeri Türkiye’ye
ilişkin, iki memorandumu size elden teslim etmek üzere geldim” dedi.
Ekonomik ve mali açıdan zor durumda olan İngiliz Hükümeti,
Yunanistan ve Türkiye’ye yaptıkları ekonomik ve askeri desteğin yükünü taşımaya
devam edemeyeceklerini bildiriyordu. Tahminlere göre 1947 yılının geri
kalanı için Yunanistan ve Türkiye’nin her birine yıllık yaklaşık 250 milyon
dolar lazımdı. Bu yardım olmadan Yunanistan ve Türkiye, Batı’nın kontrolünde olamaz,
bu ülkeler ve Orta Doğu’nun geri kalanı, Rusya’nın kontrolüne
girebilirdi.
Büyükelçi, ne Türk ne de Yunan hükümetinin, artık bu iki
ülkeye Büyük Britanya’nın mali destek sağlayamayacağına dair kararından henüz
haberdar olmadığını vurguladı. Ayrıca, ABD hükümetinin onlara yardım etmeye
dair net planlarından henüz haberdar olmadan kendilerine böyle bir bilginin
ulaştırılmaması gerektiğini, yoksa bunun felaket sonuçlar doğurabileceğini de
sözlerine ekledi.
İngiltere’nin bu teklifini ABD şöyle analiz etti:
1- Yunanistan ve Türkiye, ABD veya Büyük Britanya'dan mali
ve askeri yardım alamazlarsa yakın gelecekte Sovyet kuklası haline gelebilir.
Onların Batı dünyası tarafından kaybedilmesi, Avrupa'da, Yakın Asya ve Orta
Doğu'da Sovyet ilerlemesiyle sonuçlanabilir. Ortaya çıkan kaos, özellikle
İngiltere'nin ve tüm Batı dünyasının stratejik ve ekonomik konumunu hızla
zayıflatacak ve Birleşik Devletler’in güvenliğini tehdit edecektir.
2-İngiliz Hükümeti, Sovyetlerin Yunanistan'ı işgal etmesini
önlemek için askeri bir ittifak ve etki alanlarının belirlenmesi dahil olmak
üzere Sovyetler Birliği ile bir anlaşmaya varması gerektiğine karar verebilir.
Böyle bir düzenleme Sovyetler Birliği'ni güçlendirecek, Britanya'yı
zayıflatacak ve ABD'yi tecrit edecektir. Etki alanlarının restorasyonu
Birleşmiş Milletler’in temellerini zayıflatacaktır. Bu iki şıktan herhangi
biri, ABD’yi, şu anda bulunduğundan daha dezavantajlı bir konumda bulacağı
üçüncü bir dünya savaşına daha yakın hale getirecektir. İngiltere ve Sovyetler
Birliği arasında yukarıda sözü edilen karakterde bir düzenleme yapılması
durumunda ABD, muhtemelen Büyük Britanya'nın etkili askeri desteği olmaksızın
bir dünya çatışmasına karışabilir. Dolayısıyla, ABD’nin menfaatleri
doğrultusunda, bu hükümet, Yunanistan ve Türkiye adına yükümlü olduğu mali
yükün büyük bir kısmını İngiliz Hükümeti’nden alacaktır.”
İngiliz büyükelçisinin getirdiği mesaj, dünyanın büyük
bölümünü uzun zamandır baskısı altında tutan ve nizam veren İngiliz
egemenliğinin sona erdiğinin resmi dille bir ifadesiydi.
Bir süre sonra Türkiye’nin bilmediği çok partili
sisteme geçişi ve Demokrat Parti iktidarıyla İngiltere’nin elindeki Türkiye
kartları bir anda olağanüstü stratejik değer kazandı. İngiltere, Türkiye’yi
yeniden kendi iktidar alanında tutmak için ordu içindeki ekalliyet (azınlık)
unsurlarına el attı. Dinsel ve ekonomik mühendislikteki üstün istihbari
nitelikleri ile Türkiye’de laik-dindar gerilimine ekonomik içerik de katarak
derinleştirmek için tüm imkânlarını kullandı. Buna bazı Avrupa devletleri 6-7
Eylül olayları ile karşılık verdi. Güçlü devletlerin hâkimiyet mücadelesi
verdiği bir ülkeye dönüşen Türkiye bir yandan da tırmandırılan Rusya-Komünizm
/NATO rekabetinde taraf olmak zorunda bırakıldı.
Hemen herkes, Türkiye’nin dünya politikasındaki yerini,
kendince “olması gereken yer”e getirmenin peşindeydi. Menderes, Atatürk’ün
kaderini paylaşmaya doğru itiliyor, ordu içindeki ekalliyet (azınlık)
unsurlarının rekabeti, 27 Mayıs Darbesi’nin gelmekte olduğunu haber veriyordu.
Ömer ÖZKAYA
Ellerinde geleceğe ilişkin ciddi hedefler, projeler,
bilimsel-teknolojik icatlar bulunan Almanlar ve arka plandaki müttefikleri, 2.
Dünya Savaşı’nda cephe değiştirip yenildi. Yani yeni bir strateji izlemeye
başladılar. Almanları yenen güçlerden biri olan enternasyonal Sosyalist SSCB,
Kapitalizm (Batı) karşıtı Sosyalist-Komünist bloğu oluşturdu. ABD ve SSCB
birlikte yeni bir oyun kurdu, eski büyük güçler İngiltere ve Fransa bu oyunun
NATO kapsamında figüran oyuncusu rolüyle yetinmek zorunda bırakıldı. Yalta
Konferansı ile dünya, NATO ve Varşova Paktı arasında zaten bölüşülmüştü.
İngiltere’nin buna cevabı, üçüncü yol olarak Bağlantısızlar Hareketi’ni
oluşturmak oldu. Ancak bu girişim zayıf kaldı. İngiltere, dünyanın; ideolojik
bağlamda bir rekabete girmesi ve ikili bir yapının (Kapitalist-Komünist)
oluşmasıyla küresel planda birçok üstünlüğünü kaybetti.
İngiltere’nin, Soğuk Savaş yıllarında
ABD’nin karşısında SSCB’nin bulunduğu yerde olmak istediği
zaman zaman gündeme gelmektedir. Ancak burada reel siyasete aykırı bir durum
söz konusudur. İki kapitalist ülke (ABD ve İngiltere) nasıl zıt kutup
oluşturacaklardı ki? İngiltere, SSCB’nin oynadığı fonksiyonu icra edebilir
miydi? Zor, çünkü birden çok amaca hizmet edecek ideolojik arka plan SSCB’de
vardı. Dolayısıyla İngiltere, ABD’nin cüssesinin gölgesinde kalmaya mecbur
oldu.
Elindeki küresel bilgi birikimi, ideolojik bir rekabete
uyarlanamayınca, sömürge ülkeleri ağı, İngiltere’yi Bağlantısızlar Hareketi’ni
organize etmeye sevketti. İşte 1960’da Türkiye’de gerçekleştirilen 27
Mayıs Darbesi, bürokrasi ve orduda yerleşik İngilizsever kripto Hıristiyan
unsurlar vasıtasıyla Türkiye’yi NATO’dan koparıp Bağlantısızlar Hareketi’ne
bağlama operasyonuydu.
27 Mayıs’tan sonra İngiltere’ye güven sıfıra indi,
Washington, Londra’ya itimat etmenin zararını ikinci kez kaldıramayacağını
bariz bir şekilde anladı. İngiltere, ABD’nin; ABD’ye rağmen yapacaklarının
farkına varamayacağını zannetmişti ama suçüstü yakalandı. Londra’nın sinsi
olduğu biliniyor ama bu kadarı beklenmiyordu. 27 Mayıs Darbesi’yle
Türkiye’nin yönetiminde bulunan Sabetay Türkler tasfiye edilmek istenmişti,
fakat mücadele NATO tarafından kazanıldı, İngiltere istediği sonucu
alamadı.
Atatürk, Menderes, Demirel, Özal ve bugün Erdoğan, aynı zincirin
halkaları olarak Batı’nın hışmına, İngilizlerin öfkesine maruz kaldılar. Fakat
bu liderler aynı zamanda Türkiye’nin, Batı’nın tüm ülkeleriyle denk güçte
olduğunun bilincinde olarak müzakereler yaptılar. Bu, Sosyalist Enternasyonal
SSCB için de ciddi bir avantaj oldu. Bölgenin çok denklemli dengesini
Türkiye kurdukça hedef oldu. Bu dengenin kurulmasında SSCB hep etkili oldu,
Rusya bugün de etkili olmaya devam ediyor.
Türkiye; bölgenin ve dünyanın çok denklemli, çok
bilinmeyenli koordinatlarında özellikle İngiliz’leri rahatsız eden, bazen de
memnun eden, ama önemli oranda kendi rotasını belirleyen ve bunu takip eden bir
politika geliştirme yolunda hep başarılı oldu. Türkiye’nin Almanya, Fransa,
İngiltere, ABD ve Rusya ile Katolik nikâhı kıyamayacağı tarihi bir gerçeklik
olarak artık kabul edilmelidir.
Bu durumda Türkiye’nin bölgesel, küresel stratejilerinin bu
devletlerin stratejileri ile yer yer örtüşüyor olması bir takım paktlar
kurulduğu anlamına gelmemelidir. Tarihten de anlaşılacağı gibi “Dünyanın
sigortası Türkiye, kendi özgün duruşunu koruduğu sürece dünyanın da dengesi
korunur ve küresel barış devam eder” demek abartılı bir hüküm değildir. (Pazar
günü devam edelim)
Ömer ÖZKAYA
Bugün İngiltere AB’den kopunca, Bağlantısızlar Hareketini,
Commonwealth ülkelerini ve Türkiye gibi bölgesel güçleri yeni bir pakt içinde
değerlendirme arayışındadır. Bu tüm dünyanın dengesini bozacak bir girişim
olarak nitelendirilecek, girişim sahipleri ve buna eğilimi olan ülkeler, diğer
devletlerin hedefi olabilecektir. Nitekim bu yönde uyarılar özellikle AB
merkezli olarak tüm taraflara yapılmaktadır.
İngiltere şimdi Kapitalist-Liberalist dünyada bir pakt
kurmak girişiminde ve arayışında olarak etiketleniyorsa, bu, yakın tarihin
yeniden farklı içerikle tekrarı anlamını taşıyacaktır.
İşte bu noktada dünün Sosyalist Enternasyonal (Varşova
Paktı/SSCB) ve Kapitalist Enternasyonal (NATO/ABD) paktları gücünde
İngiltere liderliğinde yeni bir güç ortaya çıkabilecek mi? Bu sorunun cevabı,
NATO’nun, Batı ittifakının ve ABD liderliğinin dağılmasını içerecek yelpazede
olacaktır. Ve yine Rusya’nın ve Türkiye’nin duruşu burada projelerin
kaderini belirleyici nitelikte olacaktır.
İngiltere’nin böyle bir pakt inşası girişimi, Batı ve Avrupa
tanımlarını da değiştirecek bir potansiyel taşıması sebebiyle kabul edilir
bulunamayabilir. Bu girişim Nasyonal Sosyalistler’in girişimi gibi algılanırsa
sonuçlar radikal olacaktır.
İngiltere’nin hâkimiyet alanında olduğunu düşündüğü
ülkelerle bir birliktelik projesi varsa ve bunu inşa etmeye düşünüyorsa,
1930‘lar dünyasının tablosuna bir daha bakmalıyız.
Bunun için “Nasyonal Sosyalistler’in, Enternasyonal
Sosyalistler’in, Kapitalist Enternasyonal’in ve Küresel Elitler’in elindeki
derinlikli projeler demetine ve hedefine İngiltere de sahip mi, İngiltere
böyle bir misyonu alacak güçte mi?” soruları sorulacak ve cevap aranırken
de öncelikle Rusya ve Türkiye’nin stratejilerini bilmek çok kıymetli
olacaktır.
Dolayısıyla 1950-1960 arası dünya bilgisi Türkiye için
vazgeçilmez önemde olacaktır. Tabii ki “1950-1960 arasında Türkiye’de kim
kimdir?” sorusunun cevabı çok daha hayatidir. SSCB, Nasyonal Sosyalistler ve
Kapitalist Enternasyonaller kesin inançlılardı. Acaba bugünün Rusya’sı ve adı
geçenler kesin inançlılar mı?
1917’den beri küresel oyunun as oyuncusu Rus Derin
Aklı’dır. Rus Derin Aklı’nı ya da devlet aklını, aynı anda 1001 masada
oyun oynayan bir pokerciye benzetebiliriz. Sınırlarını çok iyi bilen küresel
bir oyuncudan bahsediyoruz.
Her türlü renge girebilen bir “akıl”la nasıl konuşulur? 90'a
yakın federe devlet, bir o kadar ırk ve millet ve bütün bunların kesişme
noktası Rus derin aklı… Acaba müttefik devletleri kim? Ya da Rusya'ya ihtiyaç
duyanlar hangi devletler?
Yarın devam edelim.
Ömer ÖZKAYA
Küresel oyunun 1917’den beri as oyuncusu Rus Derin Aklı. Rus
Derin Aklı’nı ya da devlet aklını aynı anda 1001 masada oyun oynayan bir
pokerciye benzetebiliriz. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İsrail ve Çin için
de benzer şey söylenebilir. Rus Derin Aklı, dünyadaki en eski yapılardan
biridir, az zamanda oluşmuş değildir. Aklın, en mükemmel şekilde ezzaz(saygı
görme) olduğu yerdir. Karşımızda, gelip geçici şartların eseri sıradan bir
devlet yok. Rusya, küresel stratejilerinin birçoğunu kitap haline getirmeyen
bir devlet.
İsrail, Rusya, Türkiye, Almanya ve İran, acaba Küre’yi
istedikleri gibi döndürecek bilgi birikimini nasıl kullanıyor? Acaba
uluslararası ilişkilerde Rusya'nın fonksiyonunu tam olarak bilenler kimler? Bu
soruların cevabı, Rus Derin Aklı’nın veya devlet aklının uluslararası
ilişkilerdeki stratejilerini ve yöntemlerini kavramak için esası teşkil
ediyor.
Rusya uluslararası ilişkilerin doğasını en iyi bilen ve
kullanan ülkelerden. Sıradan analizlerin ve istihbaratların değil, rafine
analizlerin ve istihbaratların gösterdiklerine bakarsak Rus Derin Aklı’yla
burun buruna gelir ve çok şaşırırız.Matruşkaların üstadı Rus Devlet
Aklı’nı tanımak için, stratejiyi; “tümdengelim, tümevarım ve her yöne zamanında
salınım” olarak görebilecek envantere sahip olmak gerekiyor.
Acaba Türkiye’nin de Rusya gibi “yetenekleri” var mı? Acaba
Almanya, İsrail ve İran, Rusya’yla aynı kulvarda mı? İspanya, İngiltere,
Fransa, Hollanda ve Portekiz, bu bağlamın eşiti mi? İngiltere gibi küresel
siyasal ve ekonomik senarist, acaba özgül ağırlığını bugün yeniden ölçtüğünde
küresel güç liginde kaçıncı sırada olur? Fransa'nın imkânlarının ne kadarı
görünür durumda ve kullanımda? ABD bugünkü konumunu hangi devletsel temellerle
takviye etmeye çalışıyor? İsrail’in son hamleleri acaba nasıl bir arka planın
ürünü?
Bütün bu soruları gündeme getirmemizin sebebi,
devletlerarası yeni şemanın nasıl bir zeminde olduğunun ortaya çıkarılmasını
içeriyor. Çünkü devletlerarası paradigma ve parametreler radikal şekilde
değişti. Tüm kavramlar yeniden tanımlanıyor. Kadim bilimlerin ve kadim
dillerin üstâdlarınca, uluslararası ilişkilerin sürümü güncellendi, stratejik
parametreler ve paradigmalar hayli yükseltildi ve çeşitlendirildi. Artık
klasik/alışılagelmiş güç unsurlarının çok azı, güç vasfını koruyor, eş zamanlı
olarak klasik zayıflık tanımları da hızla değişiyor. Akıl ilk defa en çıplak
haliyle savaşın ön cephesinde ve bu yönü ile her şeyi tersine çevirme
gücüne sahip.
Son dönemde uluslararası ilişkilerin tümü ile yanlış
öngörülür olmasının sebebi; bu alışılmış istihbaratlar, alışılmış
analizler ve stratejilerin artık çalışmıyor ve çalışamayacak
olması. Rusya, İngiltere, ABD, Almanya, Fransa, Çin, Japonya ve son 15
yıldır da Türkiye bu anlamda yeni yollar izleme ve inşa etme girişimindeler.
Rusya ve Türkiye’yi yakınlaştıran işte bu yeni durum. Fakat ne yazık ki
Rusya ile ilgili araştırma açığımız büyük. Bu bakımdan yeni dönemin
parametrelerini ve paradigmalarını açığa çıkarmak için başlattığımız aydınlatma
sürecini devam ettirmek asıl hale geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder