29 Nisan 2014 Salı

Tek öğretici, eğitici KUR’AN olmalı!, Yasemin ÇİN

Tek öğretici, eğitici KUR’AN olmalı!
Yasemin ÇİN
            Öncelik, Allah’ın hakkını teslim etmekte! Allah’ın Kitabında / Kur’an’da olmayanları, Kitap’tan / Kur’an’dan,  Allah’ın sözleriymiş gibi insanlara sunarak, yalan beyanda bulunanlar, Allah’ın hakkına tecavüz etmektedirler. Allah’ın söylemediği, istemediği, yasaklamadığı şeyleri, özgür bıraktığı alanları; kendi sapkın düşünceleri, istekleri ile dolduranlar, Allah’ın hakkını yemektedirler. Allah, isteklerini, sınırlarını Kitabı Kur’an’da çok açık ilkeler halinde ortaya koymuştur. Allah’ın Kendi sözlerinin toplamı olan Kur’an dışında başka kaynaklardan; tek olan bu alana sokulmuş, ilave edilmiş tüm eklemeler uydurmadır, yalandır ve bu uydurma ve yalanların tamamının mutlaka temizlenmesi gerekir ki, Allah’ın hakkı teslim edilebilsin! Günümüzde “Kul hakkı” söylemi,  en çok konuşulan kavramların başında geliyor. Halbûki öncelikle Allah’ın hakkını teslim etmeliyiz. İnsanlar arasında yerleşmiş “Allah yakar, taş eder” gibi, Yüce Yaratıcı’yı sert, acımasız kavramlarla tanıtmak, anlatmak nasıl da hastalıklı bir düşünce. 
Allah, Kitabı Kur’an’da, sevgisinin, şefkatinin, merhametinin sonsuzluğundan söz eder. Neden Yaratıcımızı, en öncelikle sevginin kaynağı olarak değerlendirmez, bu ifadelerle anlatmaz ve de düşünmeyiz?! “Allah utandırmasın”  gibi dualarla, nasıl da tüm olumsuzlukları Yüce Yaratıcımıza izafe ederiz! Aslında utanılacak işleri yapan biz insanlar, sonuçlar kötü olunca hemen Allah’ı suçlarız. Tabii ki son karar O’nun! Ama biz yaptığımız, biz seçtiğimiz için, olumsuz olan bu sonuca izin veriyor. Seçen, yapan bizleriz. Bizleri daima iyiye, güzele, doğruya, adalete çağıran Yaradan, olumsuz, yanlış işler yapmamamız konusunda, Kitabı Kur’an’da verdiği ilkelerle uyarmaktadır ve “Allah, kullarına asla zulmetmez” ayeti de bunu doğrulamaktadır.  “Size ne oluyor da  Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?! Oysa sizi evreler halinde yaratan O’dur” ayeti ile,  uyandırıcı ifadelerle gerçekle buluşturuyor! “Allah kuluna yetmez mi?” sözü ile de bizi Kendisine sadece Kendisine sığınmaya çağırıyor!
            “Kur’an’da, herşeyi bulamazsınız(?!)” diyerek, kendi isteklerini; Peygamberimizi kutsallaştırıp, onun sözleriymiş, uygulamalarıymış gibi “Hadisler, Sünnet” gibi başlıklar altında, Allah’ın tek söz sahibi olduğu “din” alanına sokuşturup, Peygamberimizi şirk aracı yapanlara; Kur’an, pek çok ayetinde; “Kur’an’da hiçbir eksik bırakmadığını, herşeyi ayrıntıları ile ve örneklerle  açıkladığını” söylemektedir. Eğer bir kulun aracı olması gerekseydi; Allah, Peygamberimizi ölümsüz yaratırdı  -bu Allah’a göre çok kolay-  ve bizler de gider sürekli ona danışırdık! Ya da, “Peygamber hadisleri/sünneti” diye ikinci bir kitabımız olurdu. Allah isteseydi,  bu ikinci (“Peygamber hadisleri/sünneti”)kitabını da,  Kur’an gibi yazılı kaynak olarak bıraktırmaz mıydı?!  Neden Allah, ortaya, Peygamberimizin 23 yıllık zorluklarla dolu hayat mücadelesinden süzülüp, ilkelerle sabitleştirilmiş tek bir Kitap/KUR’AN bırakmış?! Yaklaşık 1500 yıldır tartışılan bu muhteşem Kitap / Kur’an’ın,  orjinal metnine bir kelime dahi ilave edemeyen -Allah tarafından bizzat korunmaktadır- ortak koşucu din tacirleri; kaynağı belirsiz ve kontrolsüz bir alan olan Peygamber sünneti, Peygamber hadisleri(?!) ile ilaveler yapmaya çalışmakta ve Kur’an’ın içeriğinden habersizleri bu yolla şirke sürüklemektedirler. Halbûki, Peygamberimiz hayatı boyunca sadece dinin tek sahibi olan Allah’a ve Allah’ın sözlerini kapsayan tek kaynak Kur’an’a hizmet etti, şefaati sadece Allah’tan diledi. Eğer Peygamberimizi örnek alacaksak; bizler de onun gibi sadece Allah’a ve Kur’an’a hizmet etmeli ve şefaati de sadece Allah’tan dilemeliyiz.
            Din; cami, namaz, ezan, hac, kurban, oruç, başörtüsü değildir.
Ne acı ki, günümüzde içleri boşaltılmış, şekilsel ibadetlerden ibaret zannediliyor! Din özünde ahlaktır, ahlaklı, dürüst, iyi insan olmanın yollarıdır. Kur’an bu ilkeleri vermektedir. Uygulama noktasında özgür bırakarak, hep iyiye, güzele, doğruya, adalete çağırmaktadır.
            Allah, ilkelerini, öğütlerini, sınırlarını içeren Kitabı Kur’an’la bizi Kendisi eğitmekte,  bizlere öğretmenliği, sadece Kendisi yapmaktadır ki, yaratılmış kulları –Peygamber adı bile olsa- asla araya sokmayalım diye! Allah ile aramızda hiç kimse olmayacak! Sadece Allah, Kitabı Kur’an ve biz!  Yaratıcımız ile başbaşa kalmanın yolu; Kur’an’ı kendimizin anlayarak okuması ve Allah’ın sözleri üzerinde tefekkür etmesi, uzun uzun düşünerek Allah’ın söylemek istediklerini anlamaya çalışması!  Kendince kutsal kabul ettiği kişilere tapan, onun kitaplarını, sözlerini, Kur’an’ın yerine ya da yanına koyanlar; o taptıkları kişilerin kulu haline gelip, onlar ne derlerse, sorgusuz, sualsiz isteklerini yapmakta yani kula kul olup, insan olma özgürlüklerini, onurlarını kaybetmektedirler.  Peygamberimiz zamanında bedensel kölelik varmış, şimdi ise fikri kölelikler yaşanmaktadır. “Kur’an’ı Arapça okuyacaksınız” ve “İslâm’ın 5 şartı vardır, bunları uygulayın!”  bunlar sizlere yeter denilerek insanlar, Kur’an’ın içeriğinden, anlatmak istediklerinden, rehberliğinden uzak tutulmuşlar,  ve halen de uzak tutulmaktadırlar. Tanrı’nın Kur’an’da bizzat Kendisinin yaptığı öğreticiliği, rehberliği ile özgür kalmak varken;  bu rehberliği kendilerinin yaptığını iddia eden din sömürücülerini öğretici kabul edince tüm özgürlükler kayboluyor.
Din tüccarları bu alanı öylesine doldurmuşlar ki, kazançları kesileceği korkusuyla hiç kimseye Kur’an’la tanışma, içeriğini öğrenme imkânı vermemektedirler. Arapça anlamını bilmeden okutup, ‘sevap’ kazandıklarını söyleyerek aldatmaya devam etmektedirler. Sömürünün en başında bulunan konu ise;  İslâm’ın 5 şartından sayılan ve Kur’an’ın önüne geçmiş olan namaz?!   Günümüzde uygulandığı haliyle namaz, Kur’an’ın ilkelerine hiç de uygun değildir. Yüce Yaratıcı, namaz için Kur’an’da, bugün uygulandığı haliyle şekilsel  şartlar ileri sürmemiştir.  Kuralları Allah koyduğuna göre ve bu konuda, Allah, Kitabı Kur’an’da bugün uygulandığı haliyle şekilsel şartlar ileri sürmediğine göre, Peygamberimizin olduğu söylenen sünneti(?!) ile Kur’an’a uymayan hükümler koymak;  Allah’ın tek hüküm koyma hakkını elinden almak olmaz mı? Üstelik, Kehf suresi, 26.ayette: “Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmez!” sözü çok açık bilgi verirken!  5 vakit olması, her vakit içinde değişik adlar altında ve sayıda rekatlara ayırmak, Arapça ne dediğini bilmeden, anlamadan yatıp kalkmak, tespih çekme, namaz kılarken okunması mecbur tutulan ayetler, ekleme dualar hiçbiri,  Kur’an’da;  Allah’ın istediği “dua” faaliyetlerinden değildir. Namazın tamamı Allah için kılınıyorsa, neden sünnet, farz gibi değişik adlar altında bir sürü ayrıma tabi tutulmuş, kafa karıştıran ve Kur’an’da hiç yer almayan bu uygulamaları kim, neden ortaya koymuş?! Din de, kuralları Allah koyar. Koyduğu kurallar da Kitabı Kur’an’dadır. Kur’an’da, namazın şekil şartları olarak öğretilenler yer almadığına göre; Allah’ın koymadığı kuralları, yaratılmış kulların koyması doğru mudur!? Bir imamın, bizim Yaratıcımızla en derin buluşma halimiz olan bu dua faaliyetini komutlar eşliğinde yönetip yönlerdirmesi; ne okuyacağımıza,  ne zaman yatıp kalkacağımıza karar vererek bizi yönetmesi ve tek tip robotlar gibi cemaatle ibadet uygulaması Kur’an’da yer almamaktadır. Cemaat namazına dayanak gösterilen Cuma suresi,9.ayette: Allah’ın Zikri’ne koşulması istenen Kur’an’dır ; 
Vahyin indiği, Peygamberimiz döneminde “Peygamberimizin aldığı Vahiyleri toplanan kalabalığa anlatma, ezberletme uygulamasıdır .” Allah, Kitabı Kur’an’da, kurallarını çok açık ve net koymuştur. Geleneksel bakış açısı ile Kur’an çevirisi yapanların; “Namazı kılın, zekatı verin” diye Arapçadan Türkçeye çevirdikleri  ayetlerde;  “Vahye bağlı kalın / Kur’an’ı anlayarak okuyun ve ortak koşucu düşüncelerden Kur’an ilkeleri sayesinde arının!”  anlamı Kur’an’ın ruhuna çok da uygun değil midir? “Namaz,  insanı kötülükten alıkoyar” demek mi, yoksa “Kur’an’ı anlayarak okumak, insanı kötülükten alıkoyar” demek ayetin anlamına daha uygun değil midir? Çünkü, Kur’an; insanı insan yapacak tüm ahlaki ilkeleri vermekte ve insanı gerçekten kötülük yapmaktan alıkoyacak uyarılar, öğütler içermektedir.
            Namaza çağrı olan ezan(?!) bile öylesine kutsallaştılmıştır ki, insanı çileden çıkaracak bağırtılarla, kötü mikrofon sesleriyle ortalığı özellikle sabah ezanlarında -hastaları, çocukları korkutmak, rahatsız etmek pahasına- ayağa kaldıranlara karşı çıkmak, neredeyse “dinsizlik”le suçlanır hale getirilmiştir. Sabah ezanı iyi okunması şartıyla muhteşem güzel duygular uyandırmasına rağmen -bizler mutlu olacağız diye-; inanmayanlara, başka dinden olanlara bu zorlamayı yapmak Allah’ın istediği ibadet anlayışı içinde yer alır mı?  Ezana saygıyla başlayan, camiye, hocaya, başörtüsüne, namaza vb. dinin sanki olmazsa olmazları olarak adlandırılanlara saygıyla(?!) hapsedilen “din” ; ahlaki erdemlerden uzak, içi  boşalmış/boşaltılmış  kof uygulamalarla ahlâksız bir şekilde devam etmektedir. 
            Camilere devletten aktarılan paraların içinde, inanmayanlardan ve başka dinden olanlardan, camiden hiç yararlanmayan insanlardan toplanan  vergiler  vardır. Bu başkalarının hakkını gasbetmek değil midir? Neden camiye gidenler, gittikleri caminin tüm finansmanını kendileri yapmıyorlar?  Bu uygulama inandığını söyledikleri dinin temellerinden olan “HAK” konusuna çok uygun değil midir?      Cami yaptırmakla günahların affedileceği  ve bu yolla Allah’ın cennette köşk vereceği yalanı; “Din-iman-Kur’an-Allah” söylemi kullanılarak, cennet pazarlamaya kadar varmıştır. Üstelik Peygamberimizin olduğu söylenen hadisi ile(?!) Cennet-cehenneme kimin gideceğini  sadece Allah bildiğine ve kıyamet sonrası adalet terazilerinde yapılanlar tartıldıktan sonra kararın ortaya çıkacağına göre;  bu günden cennete, bir cami yaptırmakla gitmek kolaylığı; tüm yaşamın zorluklarına katlanmak, yaşamın bir imtihan alanı olduğu, zorlukların üstesinden gelmek için çok mücadele etmek gerektiği gerçeği ile bağdaşır mı?
            “Hacca gidenin tüm günahlarının af edileceği?!” söylemi, hac ibadetinin de içeriğinin nasıl  boşaltıldığını gösteriyor. Kur’an’da yer almayan bu yalan ifade, şeytan taşlama gibi  Allah’ın istediklerinden çok uzak uygulamalarla, haccın da ticari bir seyahat gibi değerlendirildiğinin, pazarlandığının, acı göstergelerinden!
            Haramlar yasaklar konusuna gelince;
Allah, Kitabı Kur’an için “Bir öğütler Kitabı” olduğunu, tavsiye, öneri, uyarı içeren ayetlerde de öğüt verdiğini söylerken, yasak, haram gibi sert kavramların Kur’an’da ki Allah’ın öğütleri, sınırları, tavsiyeleri, önerileri için kullanılması, tam bir özgürlükler Kitabı olan Kur’an’ın içeriğine uygun mudur? Yeryüzünde yaşayan insanları, en başta  “inanıp-inanmama” konusunda özgür bırakan Yaratıcı, koyduğu ilkelere uyulması konusunda onlara, yasak-haram(?!) gibi çok zorlayıcı kavramlarla seslenir mi? “Ne kadar az teşekkür ediyorsunuz?” diye siteminde bile nezaketle seslenen Yaratıcı, doğruya, gerçeğe, dürüstlüğe çağrılarında da aynı nezaketle, aklımızı  çalıştırmamızı, düşünüp akletmemizi istemektedir. Kendisinin üzerinde bulunduğu doğruluk, dürüstlük, hak, gerçek yolunda; “Gelin bu yolu beraber yürüyelim!” diyerek bizleri iyiye, güzele, doğruya, hakka, gerçeğe, Kur’an ilkeleri aracılığıyla çağırmaktadır. Çağrı bir tekliftir. Zorlama içermemektedir . Gönüllü, bilinçli bir tercihle kabul edilmeyi beklemektedir.  Emretmenin kök anlamının, söylemek olduğu bir dil bilim çalışması sonucu ortaya konmuştur. Yani Allah Kitabı Kur’an’da ilkelerini emretmiyor, tercih hakkı vererek bizlere öğütlerini, tavsiyelerini, uyarılarını söylüyor. 
            Kur’an; aynı zamanda bir eğitim Kitabıdır. Bizi hayata hazırlar, hayat hakkında bilgilendirir, öğretir, rehberlik eder, zorluk ve sıkıntılara nasıl dayanılabileceğinin ipuçlarını verir. Kur’an’da eğiten, öğreten Allah’tır. Yani Yaratıcı Kaynağımızdır. Bize Kur’an aracılığı ile öğretmenlik yapar. Sevgisi, şefkati ile sarıp sarmalar, ısıtır, kolaylık yollarını gösterir, dayanma gücü verir.  Ayrıca, sürekli okunan Kur’an, zaman içinde subjektif Allah algısını objektif hale getirir.
            “Din” konusunda pek çok insan birşeyler anlatıyor, söylüyor, yazıyor. Kimin doğru söylediğini bilmenin tek yolu da, Kur’an’ın içeriğini bilmektir. Eğer Kur’an’da genel olarak ne anlatıldığını bilirsek, doğru-yalan söyleyenleri hemen anlayabiliriz. “Din dogmadır, tartışılamaz” sözü bizlere dayatılmış çok yanlış bir bilgidir. Tartışılamayan, “din” zannedilen, kutsallaştırılmış, kendi sözlerini tartıştırmayanların sözleridir, bu sözlerden nemalananların, para kazananların uydurduğu kalıp cümledir.
            Sistemin kurucusu Yüce Yaratıcı;  sistemini, hak, adalet, doğruluk ilkeleri üzerine kurmuş ve bu ilkelerini peygamberler aracılığı ile insanlara, yaşamlarında rehberlik etsin diye iletmiş. Bu ilkeler yerine, gönderilen peygamberleri kutsallaştıran, yani yaratılmış kulları ilahlaştırarak; onlar üzerinden kendi sapkın düşüncelerini insanlara “din” diye dayatan din tacirleri yüzünden bugün bu ilkelerden hiç söz edilmemektedir. Yaratılmış kullara tapınma hali yani kula kulluk ile insan, gerçek “insan” olma onurunu kaybetmektedir. Peygamberlerin ve kutsallaştırılmış kişilerin adı kullanılarak; her birinin tepesinde bir insanın bulunduğu mezhepler / dinler oluşturulmuş. Tepede Musa Peygamberin olduğu Yahudilik, İsa Peygamberin olduğu Hıristiyanlık, Buda’nın olduğu Budizm, Muhammed Peygamberin olduğu Sünnilik, Ali’nin olduğu Alevilik, daha sonra alt kollarda da, pek çok kişinin temsil ettiği tarikat, cemaatler(Nurculuk, Fethullahcılık, Mevlevilik vb.).  Mezhep ayrımını da kabul etmez KUR’AN.  Kitap tek, Allah tek; bu kadar mezhep, tarikat, cemaat vb. pek çok ayırım neden ?!
            “Din” ; ülkemizde çoğu “aydın” geçinenler tarafından bir aşağı tabaka uğraşı gibi değerlendirilmiş ve mümkün olduğunca uzak durulmuş. Arayış içinde olanların doğru bilgi kaynaklarına ulaşması mümkün olmamış ve bu boşluğu din ticareti yapanlar doldurmuş. Bu yüzden, “Din”i kendi saltanat, ticaret, sapkınlıklarına malzeme yapanlar; bilgisiz halkı kandırarak, kendilerine kul ve hizmet eden ordular haline getirmiş bulunuyor ve finansmanlarını da bu zavallılara yaptırıyorlar. İşte bu noktada Tanrı’nın Kitabı Kur’an önem kazanıyor. Anlamı bilerek okuduğunuzda görülecektir ki, Kur’an; kendi gibi yaratılmış kullara asla -Allah adına, yerine-  hizmet edilmemesi gerektiğini, uyarılarıyla bu çok tehlikeli yola girilmemesi için bunun tüm olası yollarını göstermektedir.
            Müzik eserleri, romanlar, senaryolar, şiir, resim gibi insana içinden seslenen, ilham veren eserleri, “sanat” diye kabul edip; Vahyin de bu yolla Peygambere gelmesine şaşıranlara ne demeli?!
            Allah’ı / Yaratıcı kudreti devre dışı bırakıp, herşeyi kendilerine mâl eden, elde ettikleri bilgileri kendilerinden zannedenler, büyüklük kuruntusu içine girip kibirle, gururla vazgeçilmez olduklarını düşünebilirler. Alt yapısı bilgi ile donanmamış kibirli insan, bir de çevresinin aşırı övgülerine muhatap kılınıyorsa, aşırı derecede azıp zalimlik noktasına varabilir. Hiçbir şeyin kendisini durduramayacağı, her türlü ayrıcalığın üstünde olduğu vehmine kapılanların, tarihteki örnekleri ve sonları  ürperti, ibret  vericidir. İnsanı, bilginin kaynağını Yüce Yaratıcı’yı reddetmesinin azdırabileceği uyarısını da yapmıştır Kur’an.
            Kur’an; Allah’a ortak / şirk koşmanın nasıl olabileceğinin her türlü yolunu, açık olarak göstermekte ve uyarmaktadır. Kendilerini Allah yerine koyanlar, Arapça okutma dayatma zulmü ile, insanların anladığı dilde Kur’an okumasını engellemektedirler. Sebebi de Kur’an’dan, ortak / şirk koşma yollarını öğrenirlerse, kendi ekmekleri kesilir korkusudur. Beslenebilmeleri için, Allah’a ortak olmaya devam etmek zorundadırlar. Kur’an’ı anlayarak okuyanlar, aracılardan kurtulur, Yaratıcısının Kitabı Kur’an sayesinde Yaratıcısı ile başbaşa kalır, “din”ini Kitabı Kur’an’dan öğrenir, özgür kalır.
            Kadının namusu, başörtüsü, ezan, cami, namaz  endeksli bir “din” anlayışının, ahlaki ilkelerden, insani erdemlerden uzak yaşanması  nasıl izah edilebilir bilinmez ama gerçek hiç de böyle değil! Başörtüsü Kur’an’da yer almaz. Dil bilim açısından yapılan incelemelerde, Nûr,31.ayette geçen ve gelenekselci, dincilerce “başörtüsü” diye kadınlara zorla kabul ettirilen kelimenin gerçek anlamı “örtü” dür ve bu örtü ile Allah tarafından, kadınların cinsel organı olan göğüslerinin örtülmesi tavsiye edilmektedir. Örtü kelimesinin yanında baş kelimesinin de yer alması gerekirken; gelenekselci-dinci tüm çeviriler; esas örtülmesi gerekenin kadının göğüsleri olması gerektiğinin altını çizecekleri yerde, saçlarının bir telini göstermeyecek şekilde kapatılmasını, sanki Allah’ın bir buyruğuymuş gibi dayatmaktadırlar.
İlgili ayette hiç saç tabiri geçmediği gibi, örtünün şekline, biçimine dair de bir öneri yoktur. İlgili ayetin devamında da, cinsellikten anlamayan erkek çocuklarından ve erkekliği giderilmişlerden bahsedildiğine göre; ayetin içeriği de cinsellikle ilgilidir. Bu yüzden başlarını örtenler bunu, kendilerinin bir tercihleri olduğunu, böyle inandıkları için örtündüklerini söyleyebilirler ama başörtüsünün “Allah’ın bir emri “ olduğunu söylememelidirler.
Çünkü böyle söylemeleri halinde; Allah’ın hüküm koymadığı bir alanda, kendi hükümlerini, şekilselliği de ekleyerek, “Allah’ın hükmü” gibi söylemiş olurlar. Bu durumda şu ayete muhatap olurlar: “Allah adına yalan söyleyenler en zalimlerdir!” Ben böyle inanıyorum, o yüzden örtünüyorum denilebilir ama Allah’ın emri denmemelidir! Üstelik ayette şekilsel “türban” gibi bir biçim, “Saçının bir telini gösterirsen kırk yıl yanarsın” gibi korkutan, yakan bilgi de yoktur. Zorlama, yalan yorumlarla kadının saçına takmış dinciler, bu başörtüsü ile yetinmeyip, kadınları kara çarşaflara(İran örneği), burkalara sokmakta, bu da yetmiyor ki sonunda eve kapatmaktadırlar(Afganistan örneği).
Bu zulüm sadece yetişkin kadınların kapanması ile kalsa; yetmiyor, küçücük kız çocuklarının da, neredeyse bebeklerin de kafalarını kapatmaya kadar varmaktadır. Bu öylesine sapık bir zihniyettir ki, küçücük çocukların saçlarından bile cinsel uyarı alabilecek  durumdadırlar. Erkek egemen, baskıcı  anlayış; kadınları kapatarak, kendi iradelerini devre dışı bırakabileceğini zannederek, böylece sorumluluktan kaçmaktadırlar. Esas olan açık ya da çıplak bir kadın karşısında cinselliği düşünmeden, ahlaki erdemlerle donanmış olarak onu bir kadın olarak değil de bir insan olarak görebilmekte ve irade gücüne sahip yani kendine hâkim olabilmekte. Gerçek insan olmaya yaraşır olan bu davranıştır. Sorumluluğu, kapanmış ya da kapattıkları kadınlara yüklemekten vazgeçmelidirler.  
Allah; saç, sakal, kıl, kılık, kıyafet   gibi şekilsel, toplumsal, örfi, geleneksel giysilerle, uygulamalarla ilgili değil, insanın gerçek insan olabilmesiyle ilgili ilkeleri, öğüt olarak Kitabı Kur’an’da bizlere sunmaktadır. Arap ülkelerinde geleneksel ve iklimsel olsa gerek erkeklerinde başları örtülü! Ayrıca, saç telini göstermeyerek sevap kazanmak ya da göstererek günaha girmek; sevap-günah kavramlarının içlerinin nasıl boşaltıldığının göstergeleri.. Sevap;  başımızı kapatmakla kazanılması bu kadar kolay olsaydı! Nefsi doymayan, istekleri sınırsız insanın, sevap kazanması  için çok emek vermesi gerekir. Canından, parasından, malından, bilgisinden yani Allah’ın kendisine lütfettiği şeylerden, sadece Allah için paylaşmak (kendisine çıkar sağlamak için değil); isteyerek, gönüllü paylaşmak, özden gönüllü vermek  gerektirir.
            Esas Yaratıcı Kaynağa minnetsizlik, vefa duygusu yokluğu, insanı mutsuz, umutsuz yapar, boşluğa, kibre, gurura iter. Sevginin, şefkatin kaynağı olan Yaratıcı Kudret / Allah, yarattığı kulları için her daim iyi, güzel ve doğru olanı dilemektedir ama seçimler konusunda özgür bırakmaktadır. O’nunla birlikte doğruluk yolunda yürümek, yaşam denilen bu hayat macerasını güzel sonlandırmak ve boşuna yaşanmamış bir ömür geçirmek için en önemli ilkelerden biri de paylaşmaktır. Size verilen herşeyin, ihtiyacınızdan fazla olanını, ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak. İsteyerek, gönüllü vermek; maldan, paradan, bilgiden, candan vermek ama sadece esas kaynak olan Yaratıcı için vermek! Hiçbir karşılık beklememek! Çok zorlar ama işte gerçek mutluluk budur der KUR’AN!!!
            İslâm dininin ana kaynağı Allah'ın son ilahi Kitabı Kur'an, anlatmak istediklerinden çok uzaktadır. Anlaşılmayı, anlamı sorgulanarak okunmayı beklemektedir.
Arapça okutulma dayatma zulmü, anlaşılıp, yaşama uygulanabilir olmasında en büyük engeldir. İçeriği bilinmediğinden, ya da yanlış bilindiğinden Arap örf ve âdetleri, Kur'an'ın önerdikleri gibi algılanmaktadır. Kıl, kılık, kıyafet değildir Kur'an'ın derdi! Taşa, toprağa, türbeye tapmak değildir “din”!
            "İnanma" konusunun aslında en önemli noktası; Allah'ın, Peygamberine bile bu konuda yetki vermediğidir. Allah'ın Kitabı Kur'an'ın, Bakara suresi, 256.ayeti şöyle söyler: "Dinde baskı, zorlama yoktur. " Yunus suresi,99.ayetinde ise, Peygamberimiz özelinde tüm insanlara seslenir: "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi ama hepsi toptan iman ederdi/inanırdı. Hal böyle iken, insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?" 
İnanıp, inanmama; kişinin kendi tercihi, bireysel, özgür seçim alanıdır,  olmalıdır, olmak zorundadır. Bu iki Kur'an ayeti, Allah'ın Kendisinin bile, iman/inanç konusunda yarattığı kullarını özgür bıraktığının, zorlamadığının ve kişinin bireysel özgür seçimine bağlı bir alan olarak kalması gerektiğinin ispatı değil mi?!   
“Allah, sizlerden hanginizin en güzel işler yapacağını açığa çıkarıp, yaptıklarınızın karşılığını vermek için, hayatı ve ölümü yarattı. (Mülk,2)
Sadece hiçbir ortağı olmayan Allah, gerçeğe ulaştırır. (Yunus,35)
Ve, Allah, Kitabı Kur'an'ın, Nahl suresi,52.ayetinde şöyle söylüyor: "Din sadece Allah'ındır. Allah'tan başkasına mı saygı göstereceksiniz?"
            Allah, sözlerini içeren Kitabı Kur’an’da; A’raf,3’de; Peygamberimize bile, “Kur’an ile öğüt ver!” demektedir. Hiç kimse kendi anladıklarını, düşüncelerini dayatmamalı. Okuma bilen herkes, özgür kalabilmek için, Yaratıcısının sözlerini Kitabı olan Kur’an’dan okuyarak kendi anlamaya çalışmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder