MENEMEN OLAYLARININ PERDE ARKASI
"YÜKSEK TÜRKİYE İDEALİ"
Yakın geçmişte ajanların kışkırtması ve ahmakların
kullanılmasıyla Sivas’ta yaşanan vahşi otel yakma olayları ve yargılama
oyunları bize Menemen’i hatırlatmıştı. Yıl 1930 “Meşruti Cumhuriyetten” Meşru
Cumhuriyete geçiş için bir hazırlık denemesi yapılıyor. Atatürk’ün
arkadaşlarından Fethi (Okyar) Bey serbest Cumhuriyet fırkasını (Partisini)
kuruyor (daha doğrusu kurduruluyor). Atatürk’ün bu girişimle: a)Hem milletin maneviyat
seviyesini, b)Hem de iç ve dış hıyanet merkezlerinin tepkisini ölçmek istediği
seziliyor. Halk partisi’nin “Despotik” yönetimine karşı duyulan umumi nefret,
serbest fırkanın “Demokratik” cesaretine aşırı muhabbet şeklinde tezahür ediyor
ve kısa zamanda çok büyük bir ilgi görüyor ve oy topluyor. Başına gelecekleri
iyi bilen Fethi Bey, daha kurulalı bir yılı doldurmadan ve bu milli teveccühe
rağmen partisini kapatıyor (Belki de kapattırılıyor). İşte Menemen ve çevresi
de yediden yetmişine herkesin Serbest Fırkaya taraf olduğu yerlerden birisi…
Serbest fırkanın kapatılmasından sonra Menemen’de şöyle bir olay cereyan
ediyor;
Manisa ve civarında, Şam’dan gelip bölgeye yerleşen ve Yunan
işgal güçlerince Menemen belediye başkanlığına getirilen aslen Dürzi ve Yahudi
dönmesi Şeyh Sukuti’nin sözde halifelerinden olan ve mehdilik taslayıp saf
köylüleri çevresine toplayan, Giritli Mehmet isimli bir derviş bozuntusu,
anlaşılan birileri tarafından dolduruluyor. Manisa mutasarrıfı iken
İngilizlerle işbirliği yapıp ülkemize hıyanet ederek sonunda Yunanistan’a
sığınan Giritli Hüsnü’nün yeğeni sayılan Giritli Mehmet ismindeki fırsatçı
hain, kendisinin beklenen Mehdi ve kurtarıcı olduğunu söyleyip dolaşıyor. Her
nedense kolluk kuvvetleri tarafından ciddiye alınmayan, ilim ve irfan ehli
katında nefret toplayan bu esrarkeş, çeşitli vaatlerle kandırıp çevresine
topladığı üç beş saf ve serseriyi de alarak Menemen’e doğru yola çıkıyor. Bu
sütü bozuk adam, daha önce “işgal güçlerine kurşun sıkılmaz” diye
fetva veriyor.
Yunan Arşivlerindeki bir Resimde:
Provokatör ve kiralık Katil Derviş Mehmet ve hain adamları Yunan askerleriyle piyes izlerken…
|
Harp divanı savcısı Hidayet Beyin resmi iddianamesinde de
belirttiği gibi “bir köyün bağ evinde günlerce esrar çeken” bu sokak
serserileri, bir sabah namazında Menemen’e varıp şimdiki belediye binasının
arkasındaki camiye giriyorlar.
Yanlarında bir dolma tüfek ve birkaç bağ bıçağı
bulunmaktadır. Sabah namazına gelen cemaat bu serseri kılıklı adamlardan
şüpheleniyor. Bunun farkına varan serseri başı Mehdi Mehmet;
—“Bizden korkmayın, Biz de sizdeniz. Zaten sizi kurtarmaya
geldik. Namazdan sonra bize katılın ve kurtulun” diyor.
Namazdan sonra camideki yeşil sancağı kapan serseriler, hem
cami cemaatine hem de sabahleyin işinin başına gelen yerli halka “Durmayın,
Mehdi Mehmet’in sancağı altında toplanın küfrü tepeleyeceğiz Menemen yetmiş bin
askerle çevrilmiştir” diye bağırarak meydana doğru yürüyor.
Tam bu sırada oradan geçmekte olan şube reisinin yakasına
yapışan Mehdi Mehmet: “Yetmiş bin askerle Menemen çevrilmiştir. Hemen
askerlerini al bize katıl. Yoksa kötü olur” diye haykırıyor.
Bu yeşil sancaklı bir kaç serserinin taşkınlığı karşısında
şaşırıp kalan şube reisi “olur şimdi askerlerimi gönderirim” deyip
sıvışıyor.
Bu deli zırvaları ve esrarkeş naraları devam ederken,
arkasından sekiz jandarma eriyle yüzbaşı Fahri Bey çıkageliyor. Derviş
Mehmet’in “Bize kurşun işlemez, durmayın safımıza katılın. Yoksa canınızı
kurtaramazsınız” sözleri karşısında, bunları sekiz silahlı askerle
yakalaması ve dağıtması mümkünken, yüzbaşı da hiç bir tepki göstermeden alaydan
yardım istemek üzere oradan uzaklaşıyor… Olaylar bu şekilde gelişip beş on
meraklının meydana toplanmasıyla kalabalık biraz daha artarken, o civardaki
kışlada nöbetçi bulunan ve olup bitenleri uzaktan seyreden, yedek Subay olarak
askerliğini yapmakta olan ilkokul öğretmeni Kubilay, yanına bir manga asker
alarak meydana koşuyor.
Askerlerine süngü taktıran -zira silahların mermisi yoktur-
Kubilay, tek başına bağırıp duran Mehdi Mehmed’in üzerine yürüyor ve suratına
bir kaç tokat patlatıyor. Bunun üzerine serserilerden birisi elindeki dolma
tüfeği Kubilay’ın topuğuna boşaltıyor.
Hayret! Kubilay’ın ayağından yaralandığını ve yere
yıkıldığını gören askerler dehşete kapılıp dağılıyor. Bundan daha garibi, bütün
bu olaylar ceryan ederken, saatler geçtiği halde hala ortada ciddi bir devlet
müdahalesi ve otoritesi görülmüyor. Bu planlı ve kasıtlı provakasyonun gizli
bir güç tarafından tezgahlandığı ve Yunan işgalini alkışlayan sahte tarikatçı
Derviş Mehmed’in bunlara güvenip yaslandığı açıkça belli oluyor.
Kubilay yerde kıvranmakta ve devamlı kan kaybetmektedir.
Derviş Mehmet adındaki sapık geceden kalan esrar sarhoşluğu ve cinnet
cesaretiyle, cebindeki ağzı testereli bağ bıçağını çıkarıp zavallı Kubilay’ın
boğazını kesmeye başlıyor… Halk korku ve dehşet içinde kaçışıyor. Meydanda
Derviş Mehmet’le beş serseriden başka kimse kalmamıştır.
Ve işte bunca dehşetten sonra nihayet bu altı sarhoşun
üzerine civardaki alaydan mitralyözlü koca bir bölük çıka geliyor. Bölük hemen
meydanı sarıyor ve ateşe başlıyor. İlk kurbanlar, ne olup bittiğini anlamak
için meydana koşuşan iki bekçidir. (Görgü tanıkları bu iki bekçinin mitralyöz
ateşiyle vurulduğunu söylemişlerdir.)
Giritli Hasan ile Nalıncı Hasan adındaki serseriler, nasıl
oluyorsa sıvışıp kaçtıkları halde Mehdi Mehmet ve diğer arkadaşları vurularak
öldürülüyor. İçlerinden Zeki Mehmet adlı birisi de ölü numarası yaparken yaralı
olarak ele geçirilince “Hani bize para verip bırakacaktınız? Bu ne işlerdi
başımıza getirdiniz?” diye ağlamaya ve yalvarmaya başlıyor!!..
O günleri yaşayanların ifadelerine göre çarşaflı bir kişi,
ta başından sonuna kadar olayları uzaktan seyredip sonunda kayboluyor!?
Menemen olayının hemen arkasından bütün bölgede sıkıyönetim
ilan ediliyor. Örfi idare ve harp divanı mahkemesi kuruluyor ve kıyım başlıyor.
22 Aralık 1990 Cumartesi günü saat 19.20 sıralarında TRT’nin
konuyla ilgili programında söylendiği üzere Atatürk’ün “bu vahşi olaya
sadece katılanlar değil, hatta seyirci kalanlar bile cezalandırılmalıdır” şeklindeki
direktifi de herhalde “bu olayları duyanlar dahi cezalandırılmalıdır” şeklinde
anlaşılmış olacak ki, sağ olarak ele geçen üç serserinin güya ifadeleri ve
itirafları sonucu, başta İstanbul’da oturan 90 yaşlarında âlim ve fazıl Erbilli
şeyh Esat Efendi ve oğlu müderris Ali Efendi olmak üzere, tam otuz yedi kişi
idam ediliyor, yüzlerce insan da ağır mahkûmiyet ve mağduriyete uğratılıyor.
Bizim kanaatimiz, Atatürk gibi bir liderin bu talimatı
verebileceği pek mantıklı görülmüyor. Bütün bu sinsi tezgâh ve tuzakları;
Türkiye’mizi Siyon cumhuriyeti yapmak isteyen, malum ve mel’un çevrelerin
kurduğu… Ve İslam’ı barbar, Müslüman’ı gaddar göstermek ve sindirmek için
sahneye konulduğu, her yönüyle sırıtıyordu. Hatırlayınız, İzmir Suikastında da
yine Giritli tetikçiler kullanılıyordu. Ve herhalde: Atatürk de tabi ki bunları
fark ediyordu, yani yutmuyordu… Ancak, yukarıda saydığımız mazeret ve
mecburiyetlerle yutkunuyordu ve göz yumuyordu… Çünkü ülkenin geleceğini ve
güvenliğini korumak, bunu gerektiriyordu…
Şimdi yetkililere ve tarihçilere şu soruların doğru ve
doyurucu cevaplarını vermelerini arz ediyoruz:
1- Tarihi vesikalarda ve TRT’nin ilgili yayınında bile
esrarkeş bir Derviş bozuntusu olduğu bildirilen 6 serserinin yaptığı vahşet ve
cinayeti, hiçbir alakası olmadığı halde Müslüman milletimizin kalbini
yaralayacak şekilde ısrarla “irticacılar, gerici ve yobazlar” şeklinde
takdim etmenin manası ve maksadı nedir? Niçin bunların arkasındaki gizli ve
kirli merkezler deşifre edilmemiştir?
2- Yüzbaşı Fahri Bey ve askerleri ta işin başında alaydan
yardım istedikleri halde olayların başı boş gelişmesine fırsat verilmesinin ve
saatlerce sonra askeri birliklerin gönderilmesinin sebebi ve izahı ne olabilir?
3- Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapanmasının hemen ardından
ve de serbest fırkaya büyük teveccüh gösteren bir bölgede böyle bir olayın
yaşanması ve 37 idam, yüzlerce hapis cezası ile sonuçlanması, acaba halk
partisine karşı oluşacak bir muhalefetin nasıl bastırılacağını göstermek ve
Müslüman halkı sindirmek için mi tertiplenmiştir? Mustafa Kemal’i Müslüman
halkımıza karşı kışkırtmak için midir?
4- Yaralı olarak yakalanan Zeki Mehmet’in “hani bize
para verip bırakacaktınız?”şeklindeki sözleri ve olay boyunca çevrede
“esrarengiz bir çarşaflının görülmesi” ne ile ve nasıl izah edilecektir?
5- Şayet iddia edildiği gibi bu fitneyi “tarikatçı
Nakşîler ve şeriat özlemcileri”tertiplemiş olsaydı, böylesine halktan alakasız
ve hazırlıksız mı yürütürlerdi? Bu işin liderliğini böyle üç beş aslı bozuk
sahte tarikatçıya ve sarhoşa terk ederler miydi?
6- Son Sivas olaylarıyla menemen olayları arasındaki hayret
verici benzerlik, acaba her ikisinin de aynı maksatlarla ve aynı mihraklarca
tertiplendiğini mi göstermektedir?
Lütfen dikkat!.. Genel Kurmay ATASE Başkanlığının
incelemesinde: “Mehdi geçinen Derviş Mehmet’in kendisine Peygamberlik
geldiğini” söylediği belirtilmektedir.
Ve yine; TBMM Zabıt Ceridesi kayıtlarına göre; Serseri bir
sarhoş olan Derviş Mehmet’in “Esrar çekerek Miraca yükselip Allah’la
görüştüğü, bu nedenle sürekli esrar içmeleri gerektiğini” iddia ettiği
tespit ve tescil edilmiştir. (Bak: D:3, C: XXIV, Sıra No: 58 Sh. 10)
Şimdi insafla karar verin; en sade ve safi Müslümanların
bile, kendisini Peygamber ilan eden ve Miraca çıkıp Allah’la görüştüğünü
söyleyen böylesi sapkın sarhoşlara inanıp peşine düşmesi beklenebilir mi?
Birkaç hain tiyniyetli ve organizeli münafık ve kiralık
figüran kişiye yaptırılan bu vahşet ve cinayeti, elbette nefretle kınıyor,
başta Kubilay ve bu olay yüzünden hayatını kaybeden bütün masum insanları
rahmetle anıyor ve her halinden ikinci bir menemen senaryosu olduğu anlaşılan
Sivas olaylarını bahane ederek, halkımıza ve inançlarımıza saldıran ağzı
salyalılara da şunu hatırlatıyoruz: Biz her zaman ve her türlü anarşinin ve
gericiliğin dışında kaldık. İnananları anarşist ve irticacı gibi gösterenlerin
yalanları ortaya çıkacaktır.
Umuyoruz, çok yakın bir gelecekte tarih gerçekleri yazacak
ve bu oyunlar televizyon ekranlarına yansıyacaktır. Şimdiki fırsat fareleri de
kaçacak delik bulamayacaklardır. Bu konuda A. Nedim Çakmak’ın “Hüsnüyadis
Hortladı” kitabında önemli tespit ve tahliller vardır. Bu arada, Menemen
vahşetini tezgahlayan hainlerin niyeti, tiyniyeti ve Yahudi mensubiyeti
bilindiği halde, bu menfur olayı bahane ederek, her sene irtica edebiyatıyla
Müslüman halkımızı rencide edenler, aslında inançlı insanları ürkütüp, Derviş
Mehmetlerin bugünkü takipçilerinin kucağına atmaktadır.
Haim oğlu Josef, Fethi Okyar ve İrtica Senaryosu
Menemen olaylarında irticai başkaldırıdan dolayı asılan 29
kişiden biri Haim oğlu Josef’tir! Biraz tarihle biraz da Menemen olayıyla
ilgilenenler bu gerçeği bilir. Adından da anlaşılacağı gibi Josef, Yahudi
asıllıdır, ve aynı zamanda farmason olduğu söylenir.
Haim oğlu Josef’in idamı değil ama idam nedeni
tartışmalıdır. Bir iddiaya göre “yaşasın şeriat!” diye bağırdığı için… Bir iddiaya
göre ise, “Derviş Mehmedi’ye ip sattığı” için idam edilmiştir.
Ama en makul ve mantıklı gerekçe sanırız, Josef’in, Serbest
Fırka’nın Menemen’deki en ateşli taraftarı ve en önde gelen ismi olmasıdır.
Daha doğrusu, yeni Devletimiz ve cumhuriyetimiz aleyhinde ve İslamcılık
görüntüsüyle fitne tezgâhlayan Sabataist-Yahudi şebekesine katılmasıdır.
Sonuçta Yahudi esnaf Haim oğlu Josef Menemen’de irtica taraftarlığından
asılmıştır!? İrtica taraftarlığının en önemli delillerinden biri Serbest
Fırka’dan olmasıdır. Serbest Fırka irticai eylemler nedeniyle kapatılan
(feshedilen) ilk siyasi partilerden sayılır. Oysa Serbest Fırka, Fethi Okyar
tarafından ve Atatürk’ün emriyle siyasete başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluş çalışmaları sırasında, “Yeni Cumhuriyet’in resmi dini ne olsun?” tartışması
yapılmaktadır. Komisyon üyelerinde beş tanesi ‘Hıristiyanlık olsun’ diye
teklifte bulunmaktadır. Bu beş kişiden birisi Ankara’da büyük bir caddeye adı
verilen Mahmut Esat Bozkurt’tur. Bir diğeri ise Fethi Okyar’dır. Yani İrtica
nedeniyle kapatılan Serbest Fırka’nın kurucusu, Müslümanlıktan çok
Hıristiyanlığa yatkındır. Ve bunlar irticayı hortlatmak için kullanılmıştır.
Yeri gelmişken Can Dündar’ın 25.12.2005 tarihli
Milliyet’teki yazısını konumuzla ilgili olduğu için dikkatinize sunuyorum:
Menemen’in Son Tanıkları
10 yıl önce, “Gölgedekiler” belgesel serisinin çekimi için
gittim Menemen’e… Tarihin gölgede kalmış şahsiyetlerini inceliyorduk. O bölümde
konumuz, Fethi Okyar’dı…
Fethi Bey, 1930 yazında Paris büyükelçisiyken tatil için
Türkiye’ye gelmiş, Atatürk’ü görmeye Yalova’ya gitmişti. Gazi, o günlerde henüz
7 yaşındaki Cumhuriyet’in içine düştüğü ekonomik bunalımın derdindeydi. Geçen 7
yıla Cumhuriyet, laiklik, şapka kanunu, harf değişikliği, medeni kanun, Şark
isyanı sığmış, zihinler allak bullak olmuştu.
Atatürk, Yalova’da çocukluk arkadaşı Okyar’a bir muhalif
parti kurmasını teklif etti. Türkiye’nin Batı’daki “Tek adam diktatörlüğü”
görüntüsünü silmek istiyordu. “Serbest Fırka”, fikren o gece kuruldu.
99 günlük macera böylece başlamış bulunuyordu.
Parti kurulur kurulmaz huzursuz kitleler Fethi Bey’e
yöneldi. Hiç istemeden girdiği siyaset oyunu, onu başrole sürüklenmişti.
Kuruluştan 3 hafta sonraki İzmir mitingi görkemli geçti. Parti, çok partili ilk
yerel seçimde büyük başarı elde etti. Bu, muhtemelen Gazi’nin dahi beklemediği
bir ihtimaldi. Ata, devrimlerin tehlikeye gireceğini (ve masonik-sabataist
şebekenin bu partiyi hem de İslamcılık adına ele geçireceğini) sezince tarafsız
Cumhurbaşkanı statüsünü terk edip CHP’ye sahip çıkma ihtiyacı hissetti.
Fethi Bey, kuruluşundan 99 gün sonra, 17 Kasım 1930’da
Serbest Fırka’yı feshetmek zorunda kaldı.
Gazi ise halkın tepkisini yoklamak üzere bir yurt gezisine
çıktı.
Nakşi Mehdi Mehmet’in Kubilay’ı katli, işte tam o gergin
döneme rastlamaktadır. Kubilay’ın törenlerle anıldığı Menemen’i anlamak için
dönemin psikolojisini bilmekte yarar vardır.
Çekim için Menemen’e gittiğimizde olayın son tanıkları henüz
hayattaydı. Onları bulup konuşturduk. Olayın Menemen’le hiç ilgisi olmadığını anlatmakla
geçmişti hayatları… Kubilay’a kıyanlar Menemen’le hiçbir alakaları
bulunmamaktaydı. Bir Nakşi şeyhinin müridi olduğu söylenen 6 esrarkeşti bunlar… (Bazı
Bektaşi tekkelerinde o da gizli olmak şartıyla içki alemleri duyulmuş olsa da
Nakşiler içerisinde böyle ayyaş ve esrarkeş kimselerin varlığına hiç
rastlanmamıştı, bunlar, Haçlı ve siyonist dönmelerin her tarafa sızdığının ve
Nakşiliğe karşı devleti kışkırttığının bir kanıtıydı. N.K.)
Bağ budama mevsimi Manisa’dan Menemen’e gelip sabah namazına
dek esrar çekip, bıçak bileyen bu serseriler Sabah ezanı okununca Giritli
Mehmet’in “Mehdi”liğini ilan etmiş, yeşil sancağı mihraptan kaptığı gibi
meydana çıkıp şöyle bağırmışlardı: “Müslüman’ım diyen sancağımızın altında
toplansın!”
General Mustafa Muğlalı’nın yönettiği Divan-ı Harp
mahkemesinde 144 Menemenli yargılandı.
1 numaralı sanık, İstanbul’dan sedyeyle getirilen 90
yaşındaki Nakşi Şeyhi Esat Efendi’ydi. Duruşmalar sırasında hastanede öldü.
Mahkeme 2 haftada bitti. 37 idam çıktı. İsyancılara sigara satan, ip sağlayan
ve alkış tutanlar idama mahkûm edilmişti.
9 hükümlü yaşları küçük olduğu için affedildi. 28’i Menemen
meydanında idam edildi. Ve Meclis’te fatura, Fethi Bey’e kesildi. Çünkü
Menemen’de yerel seçimi Serbest Fırka kazanmıştı.[1]
Menemen’de Kubilay’ın katledilişine tanıklık edenlerle 10
yıl önce bir belgesel için görüşmüştüm. Belgeselde kısaca yer verebildiğimiz bu
tanıklıkları bugün, Kubilay’ın katledilişinin 75’inci yılında ilk kez
yayımlıyoruz.
Sami Özyılmaz’ın Hatırladıkları:
“Kubilay ‘Hücum’ dese hepsi süngünün ucunda kalırdı!?”
Eniştem bakkaldı. Sabah dükkânı açmış. ‘Menemen’in etrafını
70 bin Arap’ın çevirdiğini’ duymuş. Haydi ‘Gel şu dükkânı kapatalım’ diye beni
kaldırdı. Dükkânı kapattık. O eve gitti. Ben Hükümet’in (Vilayet’in) önüne
gittim.
6–7 kişi vardı orada… Normal adamlardı, kafaları kasketli,
omuzlarında çanta vardı. Birinin eli silahlı… Ellerinde bir bayrak… Musabey
köyünün Çarşı Camii’nden almışlar sabah namazında… ‘Öğlene kadar o
bayrağın altından geçen geçecek, geçmeyen kılıçtan geçecek’ diyorlarmış.
Millet etraflarını çevirmiş. Ben köşeden onlara bakıyorum.
Epey durdular. Hükümet tarafından ya da büyüklerden kaymakam, hoca falan gelse,
hatta sivillere bile ‘Yakalayın bu adamları’ dese, yakalarlardı.
Ondan sonra telefon ettiler Alay’a… Bir manga asker geldi
karşı sokaktan… Asker süngüyü taktı. Siviller açıldı. Orada Kubilay askere
süngüyü taktıktan sonra ‘Hücum’ dese, hepsi süngünün ucunda kalacaktı. Bir
silah patladı. Bir tek el ateş edildi. Kubilay ayağından vuruldu. Asker geri
kaçtı. Millet kaçıştı. Kubilay önce Hükümet’e giriyor, kapılar kapalı. Oradan
geri, camiye dönüyor, cami avlusundaki taşın dibinde düşüyor. Bunlar da gidip
başını kesiyorlar. Sonra askere telefon ediyorlar Hükümet’ten… Asker geliyor.
Kahveden onlara makineleri tüfeklerle ateş ediyor. Hepsi esrarkeşmiş zaten.
Asker hepsini vurdu, yalnız bir tanesi kaçtı, onu gördüm.
Sonra bütün cesetleri topladılar oraya… Halk toplandı,
jandarmalar, subaylar geldi, ölülerin torbalarından esrar çıktı, parça parça…
Ben de esrarı ilk orada gördüm. Cesetleri kamyonlarla götürdüler.
Sonra sıkıyönetim oldu. Kaçan adamı bulmak için haftalarca
nöbet tuttuk. Evleri aradılar tek tek… Derken Manisa’da bulundu. Bir oduncunun
ekmek torbasını almış. Oduncu da ihbar etmiş, yakalanmış orada… 28–29 gün
sonra… Mahkemeye getirdiler. Adama bizi gösterip ‘Bunlardan kimse var mıydı?’
diye sordular. O da bakıp ‘Bu vardı’, ‘Bu yoktu’ diyordu. ‘Var’ dese yandın.
Ben şofördüm. Mahkemenin emrinde akşam iki araba nöbet
bekliyorduk. Adam kimin ismini söylediyse ‘Getirin’ diye telefon ediyorlardı.
Getiriyorduk, içeride mahkeme ediyorlardı. Onların asılacağı gün, nöbet yine
bendeydi. Korkudan otomobilin dışına çıkmıyordum. Hep seyrettik, üzüldük.
Hükümet’in altında Birincieller’in evi var, önce onu
astılar: Manisalı Hocazade Ahmet Efendi… Astıktan sonra önüne ismini asıyorlar.
Ondan sonra geldik akasyaların altında birini astılar. Sonra Ali Efendi’yi
tütün satılan barakanın yanında astılar. Adamlara mecburen sigara satan Molla
Osman’ı astılar. O çok bağırdı asılırken ‘Kurtarın’ diye, askerler vaziyet
aldı. Ondan sonra sırayla asıldı, asıldı, ta çarşının içine kadar hepsini
gördüm. Kamyonlarla atıp mezara götürdüler öğlene kadar…
Bence asılanlar içinde suçlu olan yoktu. 6–7 tane sarhoşun
çılgınlığıydı. Bunlar içinde Menemen’den bir Gazozcu Abbas vardı, bir de
Kubilay’ın kafasını bayrağa asmakta kullandıkları urganı elinden aldıkları
çocuk…
Olaydan sonra bizi caminin önünde topladılar. Sivil birkaç
kişi vardı, bir de alay komutanı paşa… Orada gözlüklü bir sivil “Menemen’i
toprak halinde (yerle bir) görseydim, iftihar ederdim” dedi.
Bunlar gelmeden Menemen’de gericilik yoktu. Ama parti
meselesi vardı. Serbest Fırka kazanmıştı. Onun intikamı mı, bilmem. Bildiğim şu
ki Menemen’in bu işte hiçbir suçu yok. Zaten içlerinde Menemenli de yok.”
Sorular ve Kuşkular!?
• Kubilay Girit adasının Osmanlı devlet idaresi altında
olduğu 1906 tarihinde Hanya şehrinde doğup ailesi Türkiye’ye ve Yahudi/Dönme
olduğu iddiaları vardı. Mustafa Fehmi ismini bırakıp niçin Kubilay ismini
almıştı. Menemen esnafı ile arası açık mıydı? Esnaf ona bazı namus meseleleri
dolayısıyla kızgın mıydı? Bunların yanıtlanması lazımdı.
• Profesör Yalçın Küçük “Türkiye Üzerine Tezler” adlı
kitabının 1’inci cildinde Menemen vak’ası hakkında resmî ve ideolojik tarihe
uymayan bir yorum yapmaktadır. Ona göre Menemen hâdisesi, Kemalist rejimi
rayına oturtmak için önceden hazırlanmış bir senaryodur. Zaptu rabt altına
alınmak istenen halkın ekonomik sıkıntılarını örtbas etmek, toplumdaki
muhalefeti ezmek için rejim karşıtı bir ayaklanma senaryosu gerekli
görülmüştür. (Yalçın Küçük dikkatleri başka yöne çekerek, Atatürk’ü suçlama
peşindedir. Halbuki bu maksatla Menemen ilçesi ve Kubilay bilinçli bir şekilde
arbedeye sürüklenmiş, onun “şehit” edilmesiyle masonlar kendi muhaliflerini
denetim altına alarak baskıcı politikalarını meşrulaştırma yoluna gitmişlerdir.
(İnternetteki turkforum net’in Menemen olayı ile ilgili dosyasının 11’inci
sayfasından).
• Menemen hadisesi ve Kubilay’ın öldürülmesiyle ilgili Cevat
Rıfat Atilhan’ın “Menemen Hadisesinin İçyüzü” başlıklı eseri ile
Mustafa Müftüoğlu’nun “Menemen Vak’ası” adlı kitabı (Risale
Yayınları). önemli ve tarihi kaynaklardır.
[1] 25.12.2005 / Milliyet / Can Dündar
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder