28 Şubat 2014 Cuma

Kuzey Kıbrıs TÜRK CUMHURİYETİ'ni Yok Etme Plâni, (YERLİ AKRİTAS VE ANADOLU EOKACILARI)

KKTC'yi yok etme planı - 1
Ali Serdar Bolat, 25 Şubat 2014
“Amerika Tayyip’i sildi” söylentileri devam ederken, 6 ay aradan sonra Obama Tayyip Bey ile 19 Şubat Çarşamba günü telefonla görüştü. Konuşmada Obama Tayyip Bey’e “Türkiye dünyada liderlik yapabilir” dedi, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesinin önemini belirtti ve Kıbrıs’ta müzakerelerin yeniden başlaması için oynadığı yapıcı rolden dolayı Tayyip Bey’e teşekkür etti.
Bu konuşma, Obama’nın “Haziran ayaklanması, Cemaat, Rüşvet ve Yolsuzluk olayı  karşısında zor durumdasın, KKTC’yi ver seni desteklemeye devam edelim”teklifini kabul ederek KKTC yetkililerini devreden çıkaran Tayyip Bey’e söz verilen desteğin açıklanması olarak değerlendiriliyor.
Tayyip Bey, “Kıbrıs sorununu artık çözelim” kılıfı altında KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu tekrar masaya oturmaya zorladı. Hangi sorun? Sorun eskiden vardı. Rumlar Türkleri yok etmek için Faşist Akritas Planı çerçevesinde son saldırıya geçmişlerdi. 1974 Barış harekatı ile sorun çözüldü. O günden beri kan akmıyor, çatışma olmuyor. O bakımdan sorun yok.
Ama ABD, AB ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin KKTC’yi yok etme, Kıbrıs Türklerini Türkiye’den kopartarak Rum yönetimi altına sokma sorunları var. İşte Tayyip Bey’e bu sorunu çözme, Kıbrıs’ı Girit benzeri bir operasyonla “Türklerden arındırma sürecine sokma” görevi verildi.
KKTC, 2004 yılında Annan Planı ile yok edilmek istenmişti. AKP ve Kıbrıslı sahte solcuların işbirliği ile kandırılan KKTC halkı, hain plana evet demişti. Ancak bu planı yeterli bulmayan, Türklerin koşulsuz teslim olacağı günlerin hayalini gören Rum tarafı, planı kabul etmemişti.
İşte şimdi, Annan Planı’nı mumla aratacak satış planı için düğmeye basıldı. 15 Şubat 2014 günlü Aydınlık’taki “Karşılığı Kefendir” başlıklı köşe yazısında, E. Tuğamiral Türker Ertürk olayı şöyle değerlendirdi: “”Annan Planı ile verilen tavizlerin çok ötesine geçilmiştir. Bu bir ihanettir. Bu suçun tüm dünyada karşılığı bellidir. Müslüman dünyasındaki karşılığı ise kefendir.”
KKTC ve Rum Kesimi arasında 10 Şubat’ta yapılan ilk toplantıdan sonra BM Kıbrıs Özel Temsilcisi Buttenhaim’ın okuduğu ortak açıklamaya göre, Kıbrıs tek devlet altında birleşecek, KKTC’nin egemenliği ortadan kaldırılacak, ve bu şekilde oluşan Birleşik Kıbrıs, AB’ye üye sayılacak. Yani: KKTC toprağı, üzerindeki Türklerle birlikte AB’ye satılacak. Ne karşılığında? Tayyip Erdoğan’ın bir süre daha iktidarda kalması uğruna. Tayyip Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı’nın görüşünü almadan ortak açıklama metnini kabul ederek KKTC yönetimini emrivaki karşısında bırakmıştı.
KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, ortak açıklama hakkında şöyle konuştu:
"ABD’nin devreye girmesi Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'daki kendi menfaatleri içindir. Ortak metne 'Yüzde yüz bayıldım' diyemem. Mesela o metinde, "Hiçbir taraf diğeri üzerinde egemenlik ve otorite iddiasında bulunamaz" ifadesini görmek isterdim. Bu sağlansaydı, o zaman metin ortak açıklama metni olurdu"
"ABD'liler 2004'teki referandumda evet çıkması için 30 milyon dolar harcadı. 2004 yılında Annan Planı’na yüzde 65 evet çıkması Türkiye'nin eseridir. Annan Planı bizim lehimize olsaydı ben de "Evet" derdim. Ama ben, Kıbrıs Türk halkının menfaatine olmadığını düşünerek "Hayır" dedim.”
“Eğer yapacağım anlaşmayla KKTC halkını Rum devletinin altına girmeye ve yama yapmaya mahkum edecekse istemem.. Böyle bir anlaşmaya imza atarsam, önce ben sonra oy verenler lanetlenecektir"
**
KKTC'yi yok etme planı - 2
Ali Serdar Bolat, 26 Şubat 2014
Kıbrıs açılımını, yani KKTC’yi "Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni" yok etme açılımını da, (pek vatansever olduğu sanılan)  Kayserili Abdullah Gül başlattı. Hani, Futbol maçı bahanesi ile soykırım müfterisi Erivan’a gidip Ermenistan açılımını başlatmış olduğu gibi. (6 Eylül 2008). Dahası, Tahran’a giderken “Kürt meselesinde iyi şeyler olacak” deyip Kürt açılımını başlattığı gibi. (10 Mart 2009) “Savcı bulun, delillendirin, yargılayın” diyerek Ergenekon tertibini başlattığı gibi (17 Mayıs 2006 Danıştay saldırısından hemen sonra)...
Rafet Ballı yazdı. Aydınlık, 18 Şubat 2014:
“2013 Eylül ayı sonunda Gül ABD’ye gitti. BM toplantısı için. Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Anastasiadis ile görüştü. 1964’den beri ilk görüşme.”, “Gül BM Genel Kurulu’nda konuşurken Rumlar oturup dinlemiş. Halbuki her sene protesto edip çıkarlardı.”, “NTVMSNBC, Gül’ün Anastasiadis’e söylediklerini açıkladı: (27 Eylül 2013), “Bu işleri zamana yaymayın, pozitif gündemle bakın, kararlı bir şekilde konuşun ve mesafe alın”, (Yani: “Kararlı olun, bastırın, KKTC’yi alın” diye akıl veriyor. Tercümesi bu.), “Sonra BM (yani ABD) devreye girdi, gönülsüz Derviş Eroğlu susturuldu. Gül ve Erdoğan’ın zorlamasıyla çözüm peşrevleri tekrar başlatıldı.”, “Satış yaparken her zaman halka havuç verilirdi. Bu defa gaz verdiler. Güney Kıbrıs açıklarında bulunan trilyonluk rezervlerden çıkarılacak gazı Avrupa’ya taşıyacak borular Türkiye’den geçecekmiş. Kıbrıs’ı vermeye değmez mi? Al boruyu ve Kıbrıs’ı.”, “Ahmet Davutoğlu Kanal 7’de açıkladı. İskele Sancak Programı, 13 Şubat 2014. Sır tutamıyorlar. “5 aydır gizli diplomasi yürütülüyor”muş. Yani Gül – Anastasiadis görüşmesinden beri... “Gelinen aşama devrim niteliğinde” imiş. “Devrim” diyorlar. Kıbrıs’ta teslimat büyük anlaşılan.”
“Fakat boşuna. Devr-i iktidarlarının son mevsimindeler.”
Müzakereler, İsrail – Kıbrıs Rum Kesimi askeri tatbikatı gölgesinde yapıldı.
Olay “van minıt” ile başladı. Tayyip Bey, Obama’nın “İsrail’e karşı çıkar gibi yap, Müslüman ülkeleri İran’ın yörüngesine girmekten kurtar, Ortadoğu’da lider ol”tavsiyesine uyayım derken hızını alamayıp “van minıt” deyiverince, üstüne bir de Mavi Marmara rezaleti eklenince, İsrail fırsat bu fırsattır deyip Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’ne yanaşıverdi. Tayyip Bey, böylece, “Monşer diplomasisi de neymiş” yanılgısı üzerinden Batı ve Güney kanadımızda Türkiye karşıtı güçlü bir odak yaratmış oldu.
Türkiye, geleneksel olarak, Kıbrıs Rum Kesimi’nin KKTC münhasır sularında petrol aramasına karşı çıkıyordu. Hatta oraya Tayyip Bey “Piri Reis” gemisini göndererek bu bölgede hak sahibiolduğumuzu göstermek istiyordu. Ancak, gerek “van minıt” ve Mavi Marmara olayları ile İsrail’i karşımıza almamız, gerekse Ergenekon-Balyoz tertipleri ile Türk Donanmasının güçsüzleştirilmesi, bu bölgelerdeki iddiamızı sürdüremez hale gelmemiz sonucunu verdi.
Bu arada, İsrail karasularında büyük doğalgaz kaynakları bulundu. KKTC’ye ait bölgede de zengin kaynaklar bulunması olasılığı arttı. Ama Tayyip Bey’,i yüksek diplomasi dehası ve TSK düşmanlığı yüzünden artık oralarda hak iddia edemez hale gelmştik. İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi ortak tatbikatlar yaparak, Türkiye’ye “Artık buraları unut” diyorlardı.
Ama, bize ait bölgelerin de bulunduğu o yerlerden çıkarılacak olan petrol ve doğalgazı Avrupa’ya taşıyacak olan boru hatlarının Türkiye üzerinden geçirilebileceğini, yani bize bir kıtır atılabileceğini söylüyorlardı. Ancak, bir şartları vardı: KKTC’yi Rum Kesimi’ne, AB’ye vermeliydik.
“Ver KKTC’yi al boruyu” diyorlardı. “Münhasır Ekonomik Bölgede İşgalcinin Engellenmesi” adlı Rum – İsrail ortak deniz tatbikatı, tam da müzakerelerin olduğu günlere, 13-14 Şubat’a denk gelmişti. Ne tesadüf.
Bu tatbikat hangi işgalciyi engellemek için yapılıyordu? Açık açık söylüyorlardı. Avrupa Birliği toprağı olan Kıbrıs Adası’nın kuzeyini işgal etmiş olan TC ve KKTC’yi engellemek için yapılıyordu. İşgalci TC ve KKTC, Kıbrıs Adası’nın münhasır ekonomik bölgesindeki denizlerde hak iddia edemezdi. Etmeye kalkarsa Rum-İsrail ortak gücünü karşısında bulurdu. Tatbikatın senaryosu şöyle: Doğu Akdeniz’deki petrol sahalarına Türkiye’nin olası bir müdahalesinin engellenmesi.
Tatbikata 40’tan fazla İsrail savaş uçağı, İsrail donaması ve Rum donanması katıldı. Rumların 12.parselde kurduğu ve Türkiye’nin sert tepki gösterdiği “Afrodit” adlı Rum doğalgaz platformu TC saldırısına karşı korundu. “Bu denizler artık sizin değil”., Ege adaları AKP döneminde Yunan işgali altına girdi. Şimdi Doğu Akdeniz’de hakkımız olan yerlere el kondu. AKP seçmeni beğendi mi şimdi bu durumu?
Türk askeri adadan çekilsin, Türkiye’nin garantörlüğü ortadan kaldırılsın. İşgal tamamen bitsin. Son amaçları bu.
Atlantik ötesinden Obama, Brüksel’den AB, Güneyimizden ise Rum -İsrail sopası gösteriliyor. AKP Hükümeti, deliğe süpürülmemek için, KKTC’nin satışı açılımını başlattı.
 ***
KKTC'yi yok etme planı - 3
Ali Serdar Bolat, 27 Şubat 2014
KKTC’yi bitirme adımı
Rum tarafının sızdırdığı haritaya göre KKTC, verimli topraklarının %66’sını kaybedecek. Rumlara verilecek olan 682 kilometrekare KKTC toprağı tamamen tarım arazisinden oluşuyor.
KKTC toprakları%21 azalarak 2,559 kilometrekareye düşecek. Bu toprak kaybı sonucunda KKTC, narenciye üretiminin %67’sini, patates üretiminin %75’ini, sebze üretiminin %50’sini ve hububat üretiminin %70’ini kaybedecek. Bu kayıplar sonucunda, KKTC, tarımsal yıllık gelirinin %33’ü olan 41,5 milyon dolar gelir kaybına uğrayacak. Gelir kaybı bu kadarla kalmıyor. Tarımsal ticaret, tarım ürünleri taşımacılığı ve bunlara bağlı faaliyetlerde doğacak kayıpla birlikte tarım sektörünün toplam kaybı 127 milyon dolara ulaşacak. Bu değer, KKTC gelirlerinin %12,2’sine eşit. Ayrıca, Rumlara verilecek topraklar üzerindeki 160 adet imalathaneden dolayı 12 milyon dolar, 442 ticarethane ve 188 otel ve lokantadan dolayı 43 milyon dolar gelir kaybı olacaktır. Bunun sonucunda, tarımsal işyerleri ile birlikte toplam 1,350 işyeri kaybedilmiş olacak, nüfusun %15’ini teşkil eden 13.000 KKTC vatandaşı işsiz kalacaktır.
Emperyalizm Kıbrıs’a tam zamanında saldırdı.
E. Tuğg. Noyan Umruk 16 Şubat 2014 günlü “Tam Zamanı Yumuşak Karnımıza Vurmanın” başlıklı Aydınlık köşe yazısında zamanlamaya dikkat çekiyor. Böyle müzakereler için en uygun zaman karşı tarafın zayıf olduğu bir zamandır. %30’a varan devalüasyon, kapıya dayanan borç ödemeleri, zayıflatılmış, darmadağın edilmiş bir ordu ve donanma, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları, paralel yapı ile başı dertte olan Tayyip Erdoğan’ın üzerine çullanmanın tam zamanı.
“Ver KKTC’yi, al desteği, kal bir süre daha iktidarda. Boru da cabası.”
Emekli Büyükelçi Onur Öymen, Girit adasındaki kayıpları hatırlattı  ve zamanlamaya dikkat çekti
Müzakerelerin zamanlamasına dikkat çeken Öymen, "Diplomaside kuraldır, böyle önemli müzakereler yapacaksanız bunu en güçlü olduğunuz zamanda yapacaksınız. Belli ki, bu kural şimdi sadece Rum-Yunan tarafı için geçerli. Diğer bir kural da taviz istediğiniz tarafı müzakerelerden önceki aşamada, ekonomik ve siyasi önlemler ve basın yoluyla yıpratacaksınız. Türkiye'ye yapılan da budur. Kredi notu düşürülüyor, Avrupa'dan soğuk rüzgarlar esiyor, ABD Başkanı ile görüşme kapıları uzun süredir kapalı. Bütün bunlardan sonra müzakereler başlar başlamaz Amerika'dan Türk hükümetine övgüler gelmesi anlamlı değil mi?" diye konuştu.
'Egemen eşitlik rafa kalktı'
HÜSEYİN LAPTALI
Türk tarafının yıllardır savunduğu egemen eşitliği tavrından vazgeçtiğinin anlaşıldığını belirten Öymen, "Şimdi üzerinde mutabakata varılan ilke 'Tek devlet, tek vatandaşlık, tek egemenlik'. Türk tarafının böyle bir tavizi vermeyi kabul etmesi müzakerelerin nasıl sonuçlanabileceği konusunda fikir veriyor" ifadesini kullandı.
"Kofi Annan Planı Türk tarafı için acı bir reçeteydi" diyen Öymen şunları söyledi: "Annan Planı, AKP ve dış baskılarla KKTC'de referandumla kabul edilmişti. Daha da fazlasını alabileceğini düşünen Rumlar tarafından ise reddedildi. Şimdi Türk tarafı evvelce kabul ettiği bir plandan daha fazlasını elde edebilir mi? Rum tarafı kendisi açısından Kofi Annan Planı'ndan daha azını kabul edebilir mi?”
***
yorum, eleştiri ve katkı
27 Şubat 2014 9:45 Perşembe tarihinde Müge Gülses <mugegulses@yahoo.com.tr> şöyle yazdı:
Sayın Ertürk,
Milletin fertleri olarak bize dayatılan senaryo ve ülkemizi milletimizi yok etme sürecine dur demek için kendimize ve birbirimize güven temelinde dayanışma içinde siyasi örgütlülüğe ihtiyaç vardır.Var olan partilerin dayatmacı bencil tutumlarına mahkum değiliz. Vatanverler, bağımsız -özgür düşünceleri ve vicdanları  zemininde  ilkeler doğrultusunda(insanhakları-hukukun üstünlüğü-ahlaki ilkeler ) bilim rehberliğinde siyasi örgüt içinde olmalıdırlar.
Kendini vatansever tanımlayan herkesin içinde olacağı bir yapılanmayı oluşturmak üzere sizi ve herkesi BCP de mayısta yapılacak olan kurultayda  sorumluluk almaya ve ihtiyacımız olan güçlü milli sesi tüm dünyaya haykırmaya davet ediyorum.
Bu yapılanma önerisinde  hiç bir vesayet,dayatma  koşul yoktur. Bu yapılanmayı "BİZCİLLİK" le,   " birlikte"  yapmalıyız.  BCP nin 12 yıllık geçmişi halk dayanışması örneğini oluşturmuş, para kaynağı olmadan da insanca dayanışarak , ilkeler doğrultusunda  Cumhuriyetimizin değerlerine olan inancımız sayesinde örgütlülüğün devam edebildiğini ispatlamıştır.
BCP nin kuruluş öncesi-süreci-ve bugüne kadar geçmişi siyasi hayatımızdaki farklı  tek örnektir.
BCP dışında  ortaya çıkabilecek yeni bir siyasi yapının  sömürü düzeninin devam etmesi  demek olacağını düşünüyorum.
12 yıldır deneyimlediğim "siyasi irade oluşturmak demek" herkesin kendi vicdanı  ve ilkeleri çerçevesinde kendini "yeniden yapılandırması" "kendini siyasette karar alıcı noktasında  yaratması" demektir.
Erk satışı ve sömürü siyasetine son verecek olan  önerdiğim  yapıdır.
Yukarıda ifade ettiğim ilkeler bize yönderlik yapacaktır.
Kişi odaklı değil ilkeler odaklı ve planlı uygulama söz konusu olmalıdır.
Plan ise TÜRK MİLLETİNİN ÖZGÜR VE BAĞIMSIZ İSTENCİNİ YANSITMALIDIR.
M.Kemal başarı için hedeften geriye doğru planlamayı önerir.
Aynı zamanda "nasıl başaracağımı düşünmem ,yalnızca engelleri kaldırırım" der.
Engeller nedir? diye baktığımda;  bencillik ve  herkesin sorgulamadan kendi düşüncelerinin esiri olduğunu görüyorum.
Bu iki büyük engeli kaldırmak için ise  "BİZCİLLİK" ve "SORGULAMA" tutumlarını içselleştirmeliyiz.
zaman dar, yeter artık,konuşmakdan örgütlenmeye geçmemiz gerekmez mi?Belki büyük bir CUMHURİYET KURULTAYI" ile başlamalıyız.19 mayıs bu büyük kurultaya yaraşır  diye düşünüyorum. İfade ettiğiniz "kefeni giymeden" önce  
"TÜRK DEVRİMİNİ TAMAMLAMALIYIZ"
sevgi ve saygılar, BCP Genel Sekreteri, müge gülses

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder