28 Şubat 2017 Salı

"Böyle olur tek adamlık dediğin" - MUSTAFA K. ERDEMOL

Böyle olur tek adamlık dediğin

MUSTAFA K. ERDEMOL
              Kitap yazıp zorla okutturan da var, kendisini Tanrı’yla eşitleyen de. Camii, Kilise, Tapınak yaptıran da var, AIDS’e ilaç buldum diyen de. Gücünün doruğundayken attan düşen de var
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev muhterem eşi Mihriban Aliyeva’yı "Devlet Başkanı Birinci Yardımcılığı"na atayınca herkesin şaşırdığını düşünen yoktur herhalde. Örneğin Başbakanımız Binali Yıldırım Bey, bu atamayı çok yerinde bulduğu için bizzat hanımefendiye kutlama mesajı yolladı biliyorsunuz. Kayınpederi tarafından bakan yapılan Berat Albayrak Bey’in de, Aliyeva’yı en iyi anlayanlardan biri olduğuna kuşku yok. O da şu sıralar bulunduğu Azerbaycan’da muhterem İlham Aliyev’i söz konusu atama nedeniyle kutlamayı ihmal etmedi.
"Tek adam" rejimlerinde olur bunlar. Çağlar aşıp gelen bir tutumdur bu. Eskimeyen bir tutum olduğu için de son derece "klasik" bir tavır aynı zamanda. Tabii günümüzün tek adamları eski zamanlara oranla daha "normal" atamalar yapıyorlar haklarını yemeyelim. Roma İmparatoru manyak Caligula, taparcasına sevdiği atı İncitatus’u yargıç (kimileri senatör der) olarak atamıştı, örneğin. Çok şükür hayvan dostlarımızın önemli devlet kurumlarında görevlendirildiği o çağlar geride kaldı.
Gerçek demokrasinin az olduğu ya da hiç olmadığı veya yok "Türk tipi", "Kazak tipi", yok"Rus tarzı" gibi önadlar eklenerek tanımlanan, coğrafyaya/memlekete özgü "demokrasiler"de tek adamların kimi icraatlarında bizim anlamadığımız kerametler kuşkusuz vardır.
Büyüklüğünü herhalde yıllar yıllar sonra anlayacağımız Türkmenistan’ın bir önceki Devlet Başkanı canım Saparmurat Niyazov ne büyük insandı. Ama bu büyüklüğünü nedense başkalarının kendiliğinden fark etmesini beklemek gibi bir huyu yoktu. Ülkesi insanlarının hepsinin önderi olduğu için soyadını "Türkmenbaşı" olarak değiştirmesi mütevazılık gibi görülmeyebilir ama ne yapsındı? Millet"çobansız" mı hissetsindi kendini?
Kendisini herşeyin kendisinde barındığına o kadar inanmıştı ki, memleketteki doktorlara Hipokrat’a değil kendisine yemin etmelerini emreden kanun çıkarmıştı örneğin. Bu değerli adamın kitap yazmasında da herhalde şaşırılacak bir taraf yoktur. Okuma mutluluğuna erişemediğim Ruhname adlı kitabı kuşkusuz çok mühimdi. Okuyan cennete gider dermiş. Okullarda ders kitabı olarak okuttu uzun süre. Ehliyet almak mı istiyorsunuz, Ruhname’yi ezberlemeniz yeterdi bunun için.
Ne yaptıysa milleti için yapmıştı Türkmenbaşı. Milletinin de onu sevdiğine inanırdı. Bir de böyle yanları var bunların, hayrettir gerçekten. Bu sevgiye(!) karşılık olarak adını iyice ölümsüzleştirsin diye ay isimlerini, değiştirip, Ocak ayına Türkmenbaşı adını verdi. Anasının adı da aylardan birine layık görülmüştü. 1948 depreminde yaşamını yitirmişti anne. 2003 yılına da annenin adını yani Gurban Sultan’ı adını verdi ülke parlamentosu. Ülkede üretilen parfümlerden biri de annenin adını taşıyor.
Kim ona kendini beğenmiş, kibirli derse kalbini kırarım. Bu değerli adam "bu televizyonlar beni övüyor, çok ayıp bir şey bu" diyerek, basın danışmanının maaşını kesmişti. Kendisinden en az söz eden yayın kuruluşlarına ödül vermişliği de vardır. Çok muhteremdi gerçekten.

Gelen de farklı değil

Emri hak vaki oldu, darı bekaya göç etti Türkmenbaşı. Yerine, vasiyeti üzerine, "gayrimeşru oğlu" olduğu da iddia edilen diş doktoru Kurbangülü Berdimuhammedov getirildi. Bu da çok değerli bir ademdir. Judoda, tekvandoda siyah kuşak sahibi, sokun bir gece kulübüne bir DJ’lik yapsın, bayılırsınız, o kadar iyidir bu alanda. Tam 35 kitap yazmış biri bu. Kitaplarından biri "Barış Müziği, Kardeşlik ve Dostluk Müziği" adını taşıyor. Başkent Aşkabat’taki Kültür Merkezi’nde düzenlenen törende, hükümet üyelerinin bakanların, kültür, sanat dünyasının temsilcilerinin, basın mensuplarının nihayet çok sayıda vatandaşın da katılımıyla tanıtımını yaptı kitabının. Tanıtım töreninde gerçekleştirilen konuşmalarda, Berdimuhamedov’un yeni eserinde ozanların Türkmen kültüründe ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ifade ettiler. "Aziz Devlet Başkanı’nın kaleme aldığı bu eseri ile kültür ve sanatın dünya barışına önemli katkı sağladığını tüm dünyaya duyurduğunu" anlattılar. Eserden örnek parçalarda okudular. Türkmen ozanı ağabeyini düşmandan kurtarmak için eline silah yerine Türkmenlerin milli saz aleti olan dutarı alıyor örneğin.
Yakın zamanda, geçtiğimiz Nevruz Bayramı’nda yani, yeni bir kitap yazıp bunu hükümet mensuplarına hediye etti. Kitap çay üzerine son derece değerli bilgiler içeriyor. (Okumadım ama mutlaka öyledir). Ölene kadar devlet başkanı ilan edilen Berdimuhammedov’un insanüstü olduğuna inanılabilirdi, eğer bindiği attan düşmeseydi. Sırtından atmış at bunu. Bu asil hayvanların diktatör sevmezlikleri de pek bir enteresan doğrusu.

Tanrısı da kurtaramadı

Bizim coğrafyaya özgü değil tabii bu tek adam güzellikleri. Rafael Leonidas Trujillo Molina vardır, bilinir. 1961’e kadar ülkesi Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörüydü. Kendine aşık bir zat olduğuna kuşku yok. Başkentin büyük meydanlarına "Tanrı ve Trujillo" yazılı panolar astırması biraz fazla tabii. Diktatörün, tek adamın kendisinden çok etrafındakiler pek bir ahlaksız olabiliyor, kişi ya da kurum fark etmez. Dominik’teki kiliselerde "Gökyüzünde Tanrı, Yeryüzünde Trujillo sloganları yazılıydı örneğin. Ayıptır yahu. "Gökyüzündeki Tanrı" da herhalde kendisiyle eşitlenmesine kızıp, suikastçilerinin işini kolaylaştırmış diktatörün. 1961’de öldürdüler muhteremi.
Bunların hepsi "öte alemlerce" seçildiklerine inanmışlar fena halde. Haiti’nin diktatörü François Duvalier ülkenin resmi dini olan Vodoo’nun en ulu kişisi ilan etmişti kendisini. Bunların bir de yok camii, yok kilise, yok tapınak yaptırmak gibi huyları da var. Türkmenbaşı çok camii yaptırmıştı. Fildişi Sahili diktatörü Félix Houphouët-Boigny’den söz ederler. Hiçbir zaman tam olarak dolmadığı söylenen dünyanın en büyük kilisesini yaptırmış: 7 bin kişilik.
Uganda’nın o sefil diktatörü İdi Amin (tam adı Haci İdi Amin Dada idi) ülkesini her diktatör gibi kanla, baskıyla yönetti, tüm zamanını sınır komşularıyla kavga etmekle geçirdi. Öldüğünde, çok sorunlar yaşadığı komşu Tanzanya’nın Devlet Başkanı "Afrikalı bir ananın doğurduğu en büyük hayvan"diye söz etmişti ondan. Böyle de sevilirdi(!).
Memleket onundu nasılsa, baktı ki Tanzanya’yla sorunları çözemiyor, eski boksördü bir de, Tanzanya cumhurbaşkanını kendisiyle, İngiltere’den bir hükümet yetkilisinin hakemlik yapması koşuluyla, boks maçına çağırdı. Kazanan sınırlarla ilgili iddiasından vazgeçecekti. Kabul etmediler tabii. Sonra devrilince, birkaç ülkeye "boks antrenörü" olarak iltica etmek istedi, almadılar. Suudi Arabistan, boks moks yapmayacaksın deyip bağrını açtı. Orada öldü zaten. Müslümandı bu. Ünvanlarından birini çok severim: "Topraktaki Hayvanların ve Denizdeki Balıkların Efendisi". Yahu ne adamdı.
Tabii Yahya Jammeh’den söz etmeden olur mu? Daha önce de yazmıştım bu zat hakkında. Adamımdır bu benim. 22 yıl ülkesini yönetti. Tuttu, "AIDS’e ilaç buldum" deyip, ne kadar HIV/AIDShastası varsa hepsine bu "ilacı" içirdi. Yüzlerce ölüden söz ederler.
Seçimler yapıldı geçenlerde, kaybetti haliyle. "Gitmem, yeniden seçim yapılsın" deyip tutturdu. Tek adamların ortak noktalarından biri de budur. Seçim beğenmediler mi, bir daha istiyorlar. Gören de seçimle başa gelmeye inandıklarını sanır. "Beni Allah getirdi, o götürür" dedi ciddi ciddi. Afrika Birliği, "şu kadar süre içinde ülkeyi terk etmezsen tepelerim" deyince kaçtı ülkeden. Afrika Birliği’nin askeri tehdidi "götürdü" yani sonunda. Giderken ülkenin tüm hazinesini de aldı yanına.
Uzağımızda değil bu tipler. Bir bakarsınız buluşuvermişiz.
Aman, ol gani seddar yüzümüze baksın.
"Hayır"lısı neyse, o olsun. (28.02.2017)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder