Böyle olur tek adamlık dediğin
Kitap yazıp zorla
okutturan da var, kendisini Tanrı’yla eşitleyen de. Camii, Kilise, Tapınak
yaptıran da var, AIDS’e
ilaç buldum diyen de. Gücünün doruğundayken attan düşen de var
Azerbaycan Devlet
Başkanı İlham Aliyev muhterem eşi Mihriban Aliyeva’yı "Devlet Başkanı Birinci
Yardımcılığı"na atayınca herkesin şaşırdığını düşünen yoktur
herhalde. Örneğin Başbakanımız Binali Yıldırım Bey, bu atamayı çok yerinde
bulduğu için bizzat hanımefendiye kutlama mesajı yolladı biliyorsunuz.
Kayınpederi tarafından bakan yapılan Berat Albayrak Bey’in de, Aliyeva’yı en
iyi anlayanlardan biri olduğuna kuşku yok. O da şu sıralar bulunduğu
Azerbaycan’da muhterem İlham Aliyev’i söz konusu atama nedeniyle kutlamayı
ihmal etmedi.
"Tek adam" rejimlerinde olur bunlar. Çağlar aşıp gelen bir tutumdur
bu. Eskimeyen bir tutum olduğu için de son derece "klasik" bir tavır aynı zamanda. Tabii günümüzün tek adamları
eski zamanlara oranla daha "normal" atamalar yapıyorlar haklarını yemeyelim. Roma İmparatoru
manyak Caligula, taparcasına sevdiği atı İncitatus’u yargıç (kimileri senatör
der) olarak atamıştı, örneğin. Çok şükür hayvan dostlarımızın önemli devlet
kurumlarında görevlendirildiği o çağlar geride kaldı.
Gerçek demokrasinin
az olduğu ya da hiç olmadığı veya yok "Türk
tipi", "Kazak
tipi", yok"Rus tarzı" gibi önadlar eklenerek tanımlanan, coğrafyaya/memlekete
özgü "demokrasiler"de tek adamların
kimi icraatlarında bizim anlamadığımız kerametler kuşkusuz vardır.
Büyüklüğünü herhalde
yıllar yıllar sonra anlayacağımız Türkmenistan’ın bir önceki Devlet Başkanı
canım Saparmurat Niyazov ne büyük insandı. Ama bu büyüklüğünü nedense
başkalarının kendiliğinden fark etmesini beklemek gibi bir huyu yoktu. Ülkesi
insanlarının hepsinin önderi olduğu için soyadını "Türkmenbaşı" olarak değiştirmesi mütevazılık gibi görülmeyebilir ama
ne yapsındı? Millet"çobansız" mı hissetsindi kendini?
Kendisini herşeyin
kendisinde barındığına o kadar inanmıştı ki, memleketteki doktorlara Hipokrat’a
değil kendisine yemin etmelerini emreden kanun çıkarmıştı örneğin. Bu değerli
adamın kitap yazmasında da herhalde şaşırılacak bir taraf yoktur. Okuma
mutluluğuna erişemediğim Ruhname adlı kitabı kuşkusuz çok mühimdi. Okuyan
cennete gider dermiş. Okullarda ders kitabı olarak okuttu uzun süre. Ehliyet
almak mı istiyorsunuz, Ruhname’yi ezberlemeniz yeterdi bunun için.
Ne yaptıysa milleti
için yapmıştı Türkmenbaşı. Milletinin de onu sevdiğine inanırdı. Bir de böyle
yanları var bunların, hayrettir gerçekten. Bu sevgiye(!) karşılık olarak adını
iyice ölümsüzleştirsin diye ay isimlerini, değiştirip, Ocak ayına Türkmenbaşı adını verdi.
Anasının adı da aylardan birine layık görülmüştü. 1948 depreminde yaşamını yitirmişti anne. 2003 yılına da annenin adını yani Gurban Sultan’ı
adını verdi ülke parlamentosu. Ülkede üretilen parfümlerden biri de annenin
adını taşıyor.
Kim ona kendini
beğenmiş, kibirli derse kalbini kırarım. Bu değerli adam "bu televizyonlar beni övüyor,
çok ayıp bir şey bu" diyerek, basın
danışmanının maaşını kesmişti. Kendisinden en az söz eden yayın kuruluşlarına
ödül vermişliği de vardır. Çok muhteremdi gerçekten.
Gelen de farklı değil
Emri hak vaki oldu,
darı bekaya göç etti Türkmenbaşı. Yerine, vasiyeti üzerine, "gayrimeşru oğlu" olduğu da iddia edilen diş doktoru Kurbangülü
Berdimuhammedov getirildi. Bu da çok değerli bir ademdir. Judoda, tekvandoda
siyah kuşak sahibi, sokun bir gece kulübüne bir DJ’lik yapsın,
bayılırsınız, o kadar iyidir bu alanda. Tam 35
kitap yazmış biri bu.
Kitaplarından biri "Barış Müziği,
Kardeşlik ve Dostluk Müziği" adını taşıyor. Başkent Aşkabat’taki Kültür Merkezi’nde
düzenlenen törende, hükümet üyelerinin bakanların, kültür, sanat dünyasının
temsilcilerinin, basın mensuplarının nihayet çok sayıda vatandaşın da
katılımıyla tanıtımını yaptı kitabının. Tanıtım töreninde gerçekleştirilen
konuşmalarda, Berdimuhamedov’un yeni eserinde ozanların Türkmen kültüründe
ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ifade ettiler. "Aziz Devlet Başkanı’nın kaleme
aldığı bu eseri ile kültür ve sanatın dünya barışına önemli katkı sağladığını
tüm dünyaya duyurduğunu" anlattılar. Eserden
örnek parçalarda okudular. Türkmen ozanı ağabeyini düşmandan kurtarmak için
eline silah yerine Türkmenlerin milli saz aleti olan dutarı alıyor örneğin.
Yakın zamanda,
geçtiğimiz Nevruz Bayramı’nda yani, yeni bir kitap yazıp bunu hükümet
mensuplarına hediye etti. Kitap çay üzerine son derece değerli bilgiler
içeriyor. (Okumadım ama mutlaka öyledir). Ölene kadar devlet başkanı ilan
edilen Berdimuhammedov’un insanüstü olduğuna inanılabilirdi, eğer bindiği attan
düşmeseydi. Sırtından atmış at bunu. Bu asil hayvanların diktatör sevmezlikleri
de pek bir enteresan doğrusu.
Tanrısı da kurtaramadı
Bizim coğrafyaya
özgü değil tabii bu tek adam güzellikleri. Rafael Leonidas Trujillo Molina
vardır, bilinir. 1961’e
kadar ülkesi Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörüydü. Kendine aşık bir zat
olduğuna kuşku yok. Başkentin büyük meydanlarına "Tanrı ve Trujillo" yazılı panolar astırması biraz fazla tabii. Diktatörün,
tek adamın kendisinden çok etrafındakiler pek bir ahlaksız olabiliyor, kişi ya
da kurum fark etmez. Dominik’teki kiliselerde "Gökyüzünde
Tanrı, Yeryüzünde Trujillo sloganları yazılıydı örneğin. Ayıptır yahu. "Gökyüzündeki
Tanrı" da herhalde kendisiyle eşitlenmesine kızıp, suikastçilerinin işini
kolaylaştırmış diktatörün. 1961’de
öldürdüler muhteremi.
Bunların hepsi "öte alemlerce" seçildiklerine inanmışlar fena halde. Haiti’nin
diktatörü François Duvalier ülkenin resmi dini olan Vodoo’nun en ulu kişisi
ilan etmişti kendisini. Bunların bir de yok camii, yok kilise, yok tapınak
yaptırmak gibi huyları da var. Türkmenbaşı çok camii yaptırmıştı. Fildişi
Sahili diktatörü Félix Houphouët-Boigny’den söz ederler. Hiçbir zaman tam
olarak dolmadığı söylenen dünyanın en büyük kilisesini yaptırmış: 7 bin kişilik.
Uganda’nın o sefil
diktatörü İdi Amin (tam adı Haci İdi Amin Dada idi) ülkesini her diktatör gibi
kanla, baskıyla yönetti, tüm zamanını sınır komşularıyla kavga etmekle geçirdi.
Öldüğünde, çok sorunlar yaşadığı komşu Tanzanya’nın Devlet Başkanı "Afrikalı bir ananın doğurduğu
en büyük hayvan"diye söz etmişti ondan. Böyle de sevilirdi(!).
Memleket onundu
nasılsa, baktı ki Tanzanya’yla sorunları çözemiyor, eski boksördü bir de,
Tanzanya cumhurbaşkanını kendisiyle, İngiltere’den bir hükümet yetkilisinin
hakemlik yapması koşuluyla, boks maçına çağırdı. Kazanan sınırlarla ilgili
iddiasından vazgeçecekti. Kabul etmediler tabii. Sonra devrilince, birkaç
ülkeye "boks
antrenörü" olarak iltica etmek
istedi, almadılar. Suudi Arabistan, boks moks yapmayacaksın deyip bağrını açtı.
Orada öldü zaten. Müslümandı bu. Ünvanlarından birini çok severim: "Topraktaki Hayvanların ve
Denizdeki Balıkların Efendisi". Yahu ne adamdı.
Tabii Yahya
Jammeh’den söz etmeden olur mu? Daha önce de yazmıştım bu zat hakkında.
Adamımdır bu benim. 22
yıl ülkesini yönetti. Tuttu, "AIDS’e ilaç buldum" deyip, ne kadar HIV/AIDShastası
varsa hepsine bu "ilacı" içirdi. Yüzlerce ölüden söz ederler.
Seçimler yapıldı
geçenlerde, kaybetti haliyle. "Gitmem,
yeniden seçim yapılsın" deyip tutturdu. Tek
adamların ortak noktalarından biri de budur. Seçim beğenmediler mi, bir daha
istiyorlar. Gören de seçimle başa gelmeye inandıklarını sanır. "Beni Allah getirdi, o
götürür" dedi ciddi ciddi.
Afrika Birliği, "şu kadar süre
içinde ülkeyi terk etmezsen tepelerim" deyince kaçtı ülkeden. Afrika Birliği’nin askeri tehdidi "götürdü" yani sonunda. Giderken ülkenin tüm hazinesini de aldı
yanına.
Uzağımızda değil bu
tipler. Bir bakarsınız buluşuvermişiz.
Aman, ol gani seddar
yüzümüze baksın.
"Hayır"lısı neyse, o olsun. (28.02.2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder