22 Ekim 2016 Cumartesi

MİSAK-I MİLLÎ (RAHİM ER) VE MUSUL OPERASYONUNDA MUHTEMEL RİSKLER VE TÜRKİYE

MİSAK-I MİLLÎ (RAHİM ER) VE MUSUL OPERASYONUNDA MUHTEMEL RİSKLER VE TÜRKİYE
((Bu önemli ve değerli yazıyı daha önce vakit bulup okuyamamıştım. Değerli bir arkadaş sosyal medyada paylaşınca yeniden aklıma geldi ve kendi listemdeki arkadaşlar ile de paylaşmak istedim. A.D.Şimşek))
MİSAK-I MİLLÎ
Sözü çok edildiğine göre bir meşhur gerçeğimizin meçhul taraflarını tanımak görev olmuştur:
Hudutlarımız, istiklalimiz, Boğazlar, malî vaziyetimiz ve Türk, Müslüman, gayrı müslim teb'a/vatandaşlarla alâkalı olarak neler yapılması gerektiğine dair bir karar metni oluşturup onu bir beyanname hâline getirme fikri, 22Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Erzurum Kongresi ve 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde toplanan Sivas Kongreleri'nde dile geldi. Yapılan müzakerelerle hasıl olan metin, Heyet-i Temsiliye tarafından imzalanarak, İstanbul'a götürmesi için Trabzon meb'usu Hüsrev Sami beye teslim edildi..
28 Ocak 1920'deki hafi celsede/gizli oturumda Ankara'dan gelen 8 maddelik teklif  birleştirme ve düzeltmelerle 6 maddeye çekildi. Meclis genel kuruluna sunulan maddeler, ittifakla/oy birliğiyle kabul edildi. Ortaya çıkan metne “Ahd-ı Millî Beyannamesi” ismi verildi. Edirne meb'usu Şeref Bey’in takriri kabul edilerek, Ahd-ı Millî Beyannamesi, 17 Şubat 1920'de hem umumi efkâra/kamuoyuna açıklandı ve hem de dünya parlamentolarına gönderildi. Ahd-ı Millî'ye Misak-ı MilIî de dendi ve bu ikincisi daha çok tuttu. İki terkip de "Millî And" demektir.
Bu millî beyannamenin/deklarasyonun ana fikri, Mondros Mütarekesi/Ateşkesi imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde Türklerin çoğunlukta olduğu her toprak parçasının vatanımıza ait olduğunun ilânı. Arap unsurlarla Müslümanların çoğunluk teşkil ettikleri yerlerde referandum yapılması zarureti. Gayrı müslimlere verilen hakların, Hıristiyan devletlerdeki Müslümanlara verilen haklardan fazla olamayacağı. Müslümanların bölünmez bir bütün olduğunun tesbiti. Bu sonuncusu muhakkak ki Hilafet kurumunun şümulünü ihtiva etmektedir.
Gelişmelerin ardından 21 Ekim 1920'de TBMM Hükûmetiyle Fransa arasında Suriye hududunu tayin eden andlaşma akdedildi. Hatay dışarıda kalmış, Hatay'daki Türklere bazı haklar tanınmış, Süleyman Şah Türbesi'nin olduğu Caber Kalesi ise Türk toprağı addedilmişti.
Misak-ı Millî Beyannamesiyle Türkiye'nin olduğu kabul edilen yerlerimizden biri olan Musul için İngilizler ve diğer taraf Lozan'da bu bölgenin yüksek petrol yataklarına sahip olmasından dolayı çok taktiklere gittiler. Bunun üzerine  mevzuun halli ileri bir tarihe bırakıldı. Mes'ele, 19 Mayıs 1924'te bu maksatla toplanan Haliç Kongresi'nde de çözülemedi. Üstüne üstlük İngilizler, problemin zaten kendi sevk ve idarelerinde olan devrin BM'si Cemiyet-i Akvam'a bırakılmasını temin ettiler. İhtilaf, bu arada Lahey'deki Adalet Divanına da götürüldü ama sonuç alınamadı. Çünkü İngilizler, İslâm âleminde yeni bir harita çizmeyi kafaya koymuşlardı. Nihayet 5 Haziran 1926'da Ankara'da İngiltere, Irak ve Türkiye Cumhuriyeti arasında bugünkü Irak sınırı kararlaştırıldı.
Bize göre; "Musul, Kerkük, Süleymaniye, Erbil gibi Misak-ı Millî'ye dahil olan yerler, Türkiye tarafından terk edilmiştir" tarzında bir cümlenin o hudut andlaşmasında yer almaması bugün bir imkân olarak görülmelidir. Dahası orada Musul petrollerinden pay almamız kayıt altına alınmıştır. Diğer taraftan Hanedân'ın da o petrollerde mahkemelere taşınmış şahsî miras hakları mevcuttur. 
Bu bâbda cevaplanması gereken bazı soruları hatırlatmak isteriz. Musul, Süleymaniye, Kerkük, Erbil gibi Batı Trakya da Misak-ı Millî'ye dâhildir. Bugün Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) istirdat ettiği topraklar da öyledir. Ancak netleşmesi gereken sorular vardır:
Misak-ı Millî hudutları tam olarak nasıldır?
Maddeleri tam olarak nelerdir?
Halep, Kıbrıs, Girit, Oniki Ada, Selanik, Kırcaali ve Kırım gibi yerler millî misaka dâhil midir? Bunlardan herhangi biri üzerinde  Garantör Devlet olma hakkımız mevcut mudur?
Haritalara bakıldığında geniş bir coğrafya için misak içilmiştir. Bu sebeple doğruları eksiksiz olarak bilmek adına bu konu vesikaya dayalı olarak ilmî bir zemine oturtulmalıdır. Elimizdeki tapu sağlam. İsteriz-istemeyiz ayrı bahistir. İslâm tarihini esas alırsak 15 asırdır, Osmanlı tarihini esas alırsak 5 asırdır Kıbrıs’tayız. 90 senedir Kıbrıs'ta, üstelik de kiracı olarak bulunan İngiltere, küçücük bir üsten dolayı mal sahibi olduğu iddiasındadır.
Büyük toprak, büyük nüfus, güçlü maliye ve sağlam adalet büyük devlet olmanın olmazsa olmaz şartlarıdır. Buna rağmen diplomatik hataları tekrarlamadan dikkatle yol almalıyız. Tarihi doğru bilip doğru okumak, gönül coğrafyamızda her taşı yerli yerine oturtmak hakkımızdır. Bu birinci hakkımızdır. Diğer hakkımıza gelince bölge parsellenmektedir. Bunun görülmesi ve anlatılması gerekmektedir. 21.10.2016
***
MUSUL OPERASYONUNDA MUHTEMEL RİSKLER VE TÜRKİYE
Türkiye'nin güç kullanarak Fırat Kalkanı operasyonunu başlatması hangi amaçla gerçekleştirdiyse Musul operasyonuna da aynı gerekçelerle katılmak istemektedir. Aylardır planlanan Musul operasyonu nihayet başladı. Operasyona katılan güçler arasında Kürdistan Bölgesel Yönetimine bağlı Peşmerge güçleri, ABD'nin eğittiği ve komutasını yürüttüğü Irak Merkezi güçleri, Türkiye'nin
eğittiği Ninova Muhafızları ve başta Haşdi Şaabi olmak üzere Şii milisler bulunuyor. Operasyon öncesinde bu tarafların siyasi amaçları ve stratejileri açısından birbirlerine karşıt pozisyonlarda olduklarını söylemek mümkün.
Dolayısıyla kısa vadeli en önemli risk, operasyonun yürütülmesi sırasında doğacak yetki karmaşası ve tarafların mutabakatı bozarak kendi gündemleri doğrultusunda hareket etmesi olarak görünüyor. Operasyon Merkezi Irak güçlerinin öncülüğünde başladı. Irak Başbakanı İbadi'nin askeri üniformasını giyerek ilk açıklamayı yapması bunun önemli bir işareti. Ancak Irak merkezi
güçlerinin sahip olduğu kapasite ve tecrübenin bu yükü kaldırıp kaldıramayacağı önümüzde duran önemli bir soru. Yine de operasyonun ikinci gününde bu anlamda sürpriz sayılabilecek bir gelişme yaşanmadı ya da en azından kamuoyuna yansımadı. DAEŞ'in şehir içinde nasıl direneceği, şehrin
içine hangi güçlerin gireceği ve sergileyecekleri davranışlar ise operasyonun hem süresini hem de muhtemel sonuçlarını belirleyecek diğer önemli unsurlar. Operasyon süreci aynı zamanda DAEŞ sonrası Musul'un yeniden nasıl dizayn edileceği ve Musul özelinde Irak'ı nasıl bir geleceğin
beklediğine dair ip uçları da ortaya çıkacaktır.
DAEŞ NE YAPAR?
DAEŞ'in hilafet ilan etmesi, bildik anlamda bir düzen kurmaya başlaması, petrol satışından önemli gelirler elde etmesi, militan sayısındaki hızlı artış ve Suriye'ye yayılması Musul'u ele geçirdikten kısa bir süre sonra gerçekleşti. Dolayısıyla Musul'u ele geçirdikten sonra DAEŞ'in hızla büyümesi, bu ilin hem örgüt için önemini hem de bu operasyon karşısında nasıl davranacağına dair ipuçları barındırmaktadır. Operasyonun başlamasıyla koalisyon güçleri şehri çevreleyerek yavaş yavaş ilerlerken, DAEŞ ise taciz saldırıları, mayınlar ve petrol hendeklerini ateşe vererek operasyonu
yavaşlatma taktiklerini uyguluyor. DAEŞ'in operasyona ölüm/kalım düzeyinde bir karşılık vermesi beklenmiyor. Zaten son bir yıldır ekonomik açıdan zayıflayan, ideolojik açıdan açmazlara düşen, yeni militan kazanma konusunda sıkıntı çeken örgütün mevcut koşullarda sahip olduğu bütün imkanları riske atmayacağı beklenmekte. Ancak bu durum, örgütün direnmeyeceği anlamına
gelmez. Aksine örgüt muhtemelen kuracağı tuzaklar, küçük çaplı çatışmalar, intihar saldırıları ve başka sofistike yöntemlerle çatışmayı uzatmayı deneyecektir. Böylece hem varlığını sürdürmek için zaman kazanacak hem de olası bir kaosun sorumluluğunu koalisyon güçlerine yükleme söylemini
tedavüle sokma imkanı kazanmış olacak. İleriki zamanlarda ise militanlarının bir kısmının yeraltına çekilmesi, bir kısmının ise Irak'ın diğer bölgelerine ve Suriye'ye geçmeleri söz konusu olabilir. Operasyonun intikamcı heveslere bürünmeden ve kendi hedefi doğrultusunda yürümesi ise hem sivil halkın örgüte karşı mobilize olması hem de örgütle sempati düzeyinde ilişki kuran tabanın çözülmesi için önemlidir.
OPERASYONA İLİŞKİN MUHTEMEL SENARYOLAR
Henüz Musul'un içine girmeden tartışılan soru, operasyonun hangi sonuçları üreteceği oldu. Bunun temel sebebi yazının başında zikredildiği üzere koalisyon güçlerinin DAEŞ karşıtlığı dışında ortak bir amaçlarının olmamasıdır. DAEŞ'in sökülüp atılması dışında her bir aktörün kendi gündemi ve buna bağlı stratejisinden bahsetmek zor değil. İran, Haşdi Şa'bi örgütler üzerinden Şii nüfuzunu artırmak ve bu nüfuzu askeri milislerle tahkim etme peşinde. Irak'ın 2003 yılında işgal edildiğinden beri yürüttüğü bu stratejinin sonuç verdiği ve Irak'ta ciddi anlamda bir etkinlik alanına sahip olduğu artık kabul gören bir olgu. Kuzey Irak yönetimi ise bu operasyonu bağımsızlık yolunda bir kaldıraç olarak kullanmakla kalmayacak, petrolden istediği payı almak ve pazarlanması noktasında insiyatif almak
için kullanacaktır. Amerikan işgali sonrasında Kerkük'le ilgili oluşan fiili durumun Musul konusunda oluşması durumunda burada söz sahibi olmak isteyecektir. Bütün bu farklı ajandalar, operasyonun sonuçları ile ilgili endişelerin gündeme gelmesine neden olmaktadır. İran ve Iraklı Şii milislerin mezhepçi politikaları ve intikam duygusuna yönelik söylemleri, Musul merkezli yeni bir mezhep çatışmasının önünü açabilir. Dahası Musul halkını DAEŞ'e daha fazla iterek yeni bir kaosun kapısını aralayabilir. Her ne kadar şehir içine yalnızca Irak merkezi güçlerinin gireceğine dair bir mutabakata varıldığı duyurulmuşsa da, milislerin verdikleri sözleri tutacaklarının garantisi yok. Çok daha önemlisi, bu operasyon arefesinde Haşdi Şa'bi güçlerinin merkezi Irak ordusuna katılması yönünde bir yasa tasarısının hazırlandığını biliyoruz. Milislerin formel düzeyde resmileşmesi sahip oldukları motivasyonu değiştiremediği takdirde benzer davranışları resmi üniforma altında sergileyecekleri anlamına gelecek ve sonuç değişmeyecektir.
TÜRKİYE'NİN POZİSYONU
DAEŞ karşıtı koalisyonda yer almış ve sahada en fazla etkinlik sağlamış ülke Türkiye'dir. Özellikle Fırat Kalkanı operasyonunda DAEŞ'in sınırlarımızdan temizlenmesi bunun en önemli göstergesidir. Türkiye'nin güç kullanarak Fırat Kalkanı operasyonunu başlatması hangi amaçla gerçekleştirdiyse Musul operasyonuna da aynı gerekçelerle katılmak istemektedir. DAEŞ'in hem Türkiye sınırları içinde hem de sınırların dışından Türkiye'yi doğrudan hedef seçmesi, bu örgüte karşı yeni tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmıştır. Benzer şekilde PKK'nın Irak içindeki etkinlik sahasını genişletmenin önüne geçmek Türkiye'nin Musul konusunda insiyatif almasını gerektiren bir başka unsurdur. Zira terörü üreten zemin yok edilmeden terör örgütleriyle mücadele yürütmek oldukça zordur. Ayrıca özelde Musul, genelde ise Irak'ta söz sahibi olmak bu ülkedeki mezhep çatışmasının önlenmesi adına önemlidir. Gerek Suriye gerekse Irak'ta yoğunlaşan mezhep çatışmalarının Türkiye'ye taşınmasına zemin hazırlayacaktır. Geçtiğimiz günlerde Gaziantep'te güvenlik birimlerinin üç şehit vererek önlediği terör eyleminin böylesi bir amaç taşıdığını görmek zor değil. Özetle, bugün artık Türkiye'ye yönelen tehditlerin kökeni, kapsamı ve hareket alanı göz önünde bulundurulduğunda
güvenliğimizin de bu ölçekte değerlendirmenin zamanı gelmiştir. Türkiye uluslararası siyasetin yeni dinamiklerini dikkate almak durumunda. Fakat aynı zamanda belirsiz bir noktaya sürüklenme riskini dikkate alarak hedeflerini ve çıkarlarını rasyonel düzeyde tutmak durumundadır.
[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 19 Ekim 2016] [status publish] [geotag on]
[publicize off|twitter|facebook] [category güvenlik] [tags IRAK DOSYASI, Musul Operasyonu, Risk, Türkiye] Posted by: Tamer Olgun <htamerolgun@gmail.com>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder