Ömer ÖZKAYA (omerozkaya@gunes.com)
GÜNEŞ GAZETESİ YAZARI
Rus, İngiliz,
Çin ve Türk aklıyla kıyaslanırsa Alman Aklı, uzak bir geçmişe sahip değildir,
en fazla 1.700 yıllıktır. Özellikle ekonomiyi iyi bilir, askeri konulara aklı
ermez. Bu sebeple iyi bir silah arkadaşı olamaz, olmamıştır.
İntikam hırsı,
Alman Aklı’nın en temel dinamosudur. En çoktan en aza doğru intikam almak
istediği 5 ülke; İngiltere, İngiltere’nin yerini alan ABD, Fransa, İsrail ve
Rusya’dır. Alman Aklı, intikam hırsıyla aklıselim-i kaybetti. İngiltere’den
intikam alma arzusu gözlerini kör etmiş durumda.
Alman Aklı,
Ankara’nın; ABD’yle ittifakından ve İngiltere’yle ilişkilerinden rahatsız.
İngiltere’nin inşa ettiği ve bugün çatırdamakta olan küresel düzenin ancak
Ankara’nın desteğiyle tersyüz edilebileceğine inanıyor. Son yıllarda Almanya,
Türkiye’ye ilişkin neredeyse bir senaryo üretim merkezi konumunda.
Alman Aklı’nın
en zayıf yanı, ekonomisinin ihracata bağımlı olmasıdır. Ucuz ama kaliteli bir
üretim, Berlin’e ağır darbe olur. Uzak gelecekte uzaya yerleşmek, uzayın
imkânlarından yararlanıp uzayı üs olarak kullanmak, Alman Aklı’nın planlarından
biri. Ekonomisini ihracata bağımlılıktan kurtarma peşindeki Berlin’in umudu,
nadir element bakımından zengin olan uzay. Plan, uzay madenciliği üzerine
kurulu. Uzay madenciliği alanında sağlanacak üstünlük, Berlin’in rekabet gücünü
artıracaktır. Dünya’da az bulunan hammadde zenginlikleri asteroitlerden elde
edilecek. Avrupa Uzay Ajansı'nın eski başkanı Jean-Jacques Dordain’e göre de
“Uzay madenciliği artık Jules Verne romanlarından çıkıp gerçeğe dönüştü,
asteroitlere uzay araçları gönderip çıkarılan değerli minerallerin Dünya'ya
döndürülmesi artık mümkün hale geldi.” (bbc, 4 Şubat 2016)
“Bilim
adamları, Ay yüzey kabuğunda Dünya'dakinden çok daha fazla ve kolay
ulaşılabilir, geleceğin pratik, ucuz ve güvenli yakıtı olarak görülen ve fosil
yakıtların yerini alabilecek sınırsız füzyon enerjisinin elde edildiği nadir
bulunan helyum-3 rezervleri olduğunu düşünüyorlar.” (Almanyanın Sesi- 9
Kasım 2008)
Alman Aklı’nın,
önem sırasına göre, ilk 15 önceliği şöyle:
1- Almanya’nın
ihracatının emniyetini sağlamak
2- İthal edilen
enerji ve ihtiyaç elemanlarının temin emniyetini sağlamak
3- Enerjide dışa
bağımlılıktan kurtulmak
4- İngiltere’den
intikam almak
5- Uzay’da
üs kurmak
6- Ehemmiyetli
ehemmiyetsiz demeden tüm dünyadan bilgi toplamak ve bunları arşivlemek
7- Eğer
istihbarat üzerinde olumlu etki yapacaksa, ilgili personelin istediği dine
geçişine müsaade etmek ya da etmemek
8- İsrail’den
intikam almak
9- Orta
Asya’ya yerleşmek
10- İstihbaratı
yeniden yapılandırmak, operasyonel hale getirmek, teknolojiyle donatmak
11- Ülkeye
(Almanya) yabancı girişlerinin idaresini tek elde toplamak
12- Uçlardakiler
de dahil vatandaşlarını merkezde toplamak
13- Uluslararası
ilişkilerde itibarlı olmak
14- Berlin’e
uluslararası ilişkilerde hakemlik rolü kazandırmak
15- Almanya’nın
askeri yeteneklerini geliştirmek.
Okyanus ve
denizler ötesindeki bölgelerde kendine hayat alanı arayışları, küresel
statükoya karşı koyuşları gibi sebeplerle İngiltere ve Fransa açısından “Alman
Aklı” daima “dengeyi bozucu”, “barışın düşmanı” ve de “uluslararası bazı
krizlerin müsebbibi”dir ve bu sebeple zapturapt altında tutulmalıdır.
Her girişiminde
denizlerin ve okyanusların dalgaları arasında kaybolan “Alman Aklı” için
karadan uzanabileceği yerler; Balkanlar, Orta Avrupa ve Ön Asya, Türkiye, İran
ve Mısır hayati önemdedir.
“Alman Aklı”nın
davranışları tıpkı dili gibi biraz kabadır, bir politikasını yürürlüğe koyarken
kendisine bağlı iç ve dış basını, vakıflarını, dış temsilciliklerini ve iş
adamlarını aynı anda sahneye kabaca sürerek fazla gürültü çıkarır ve bazen de
suçüstü yakalanır, ama hem içerideki hem de dışarıdaki muhaliflerini
hapset-tir-mek ya da öldür-t-mek yerine, onları sistemli bir kontrol ve
engelleme ile etkisiz hale getirmek gibi bir akıl yolunu da takip eder. Sevdiklerini
de, bazen onların da anlamayacağı birtakım yollarla, zengin ve nüfuz sahibi
yapar, ufak tefek hataları yüzünden de bunların üzerini kolay kolay çizmez.
“Alman Aklı”nın
en nefret ettiği şeylerden biri, dahili sanayileşmenin teşvik edilmesidir, bunu
teşvik eden her hükümet, Almanya’ya her gün methiyeler dizse, dostluk yeminleri
bile etse Berlin’in düşmanıdır artık. Bu hal, bu politika terk edilinceye kadar
devam eder. Eğer bu ülke ciddi bir pazar ise ayrıca, üretim ekonomisine
geçebilme ve üretecekleri ile sınırları dışına çıkabilme potansiyeline de
sahipse, Berlin açısından bu hükümeti devirmekten başka bir yol kalmamıştır, o
andan itibaren o ülkedeki Alman makinası da hükümet aleyhine çalışmaya başlar.
Bu arada farkında değillerdir ama pek çok ülke, “Alman Aklı”nın iktisadi etkisi
altındadır.
“Alman Aklı”,
sanayi ve ticarette otoriter ve yön verici bir politika takip eder, pazar
ülkelerde serbest piyasa ekonomisi sisteminin yürürlükte olması için dünyayı
ayağa kaldırır ama kendisi kartel ve tekelcidir, kendisine tabi tröstleşmeleri
korur. Daha geçenlerde “Beş büyük Alman otomobil imalatçısının yıllardır bir
kartel bünyesinde motorlu araçların teknik ayrıntılarını birlikte
kararlaştırdıklarının ortaya çıkmasıyla büyük bir skandal patlak verdi. AB
Komisyonu, Daimler, BM, Porsche, Audi ve Volkswagen'in 1990'lı yıllardan beri
teknik özellikler, tedarikçi firmalar ve küresel otomobil piyasalarıyla ilgili
çalışma grupları kurarak bilgi alışverişinde bulunduklarından şüphelenildiğini
duyurdu.” (Almanyanın Sesi, 27 Temmuz 2017)
“Alman Aklı”
için hedef coğrafyada bir Alman bankası ya da bir Alman konsorsiyumu kurmak,
orada askeri üs yeri kapmak ve burada binlerce asker konuşlandırmak kadar
kıymetlidir.
İngiltere,
Fransa, Rusya ve bugün de ABD’den izledikleri emperyalist politikalar sebebiyle
nefret edilmesi, “Alman Aklı”nın işini zaman zaman kolaylaştırmıştır ve
kolaylaştırmaktadır. Ancak bu, Berlin’in hem “Doğu’nun Dostu” görünmeyi ama
aynı zamanda da kendi emperyalist politikalarını takip etmeyi bir dengede tutma
ve bunu yutturma becerisine bağlıdır.
ABD, İngiltere
ve Rusya, çıkarlarına aykırı bir durum halinde, hedef ülkenin ordusunu sahneye
sürüp siyasi idarecileri alaşağı etmede mahirdir. İşte bu nokta, gerekirse her
ülkeye özel geliştirilmiş yeni ekonomik yöntemlerle barışçıl sızma yapma
konusunda usta olan “Alman Aklı”nın en aciz olduğu noktadır, Almanya; Mısır,
Türkiye, İran ve Ukrayna gibi verimli arazilerden bu yolla çıkarılmıştır.
“Alman Aklı”,
otoriter ve milliyetçidir, hayatın her safhasını ve her kurumu düzenlemeye,
içerideki ve dışarıdaki aristokrasinin yönetimine önem verir. Parlamento
göstermeliktir, aristokrasi ve onunla bütünleşmiş burjuvazinin görüşleri
önemlidir.
Basın, “Alman
Aklı”nın emrindedir, önemsiz birkaç yayının dışında, Alman basınında devlet
politikasının aksine hiç kimse görüş beyan edemez. “Alman Aklı”nın çatıştığı
bir yabancı devlet-hükümet lehine kimse yazı yazamaz. Hiç bir parti, grup ya da
sendika, egemen yönetici sınıfla ve yürürlükteki düzen her ne ise onunla
çatışamaz, uzlaştırıcı ve düzeltmeci bir yol seçmek zorundadırlar, aksi halde
hayat hakkı tanınmayacağını bilirler.
ABD ortaya
çıkıncaya kadar, İngiltere ve Fransa’dan nefret eden devletlerin, “ötekilerden
farklı yeni güç” olarak gördükleri Almanya’yı askeri ve mülki teşkilatlarının
ıslahı için davet etmeleri –mesela ilk Türk-Alman münasebeti, siyasi değil,
askeridir-, Berlin’in istihbarat ve nüfuz elde etmesini kolaylaştırdı, bu
girişimler, bankacılık, maden imtiyazı, yüklü silah ticareti ve teknik malzeme
girişini de beraberinde getirdi.
Alman ticareti,
gittiği her yere, beraberinde Alman dili, kültürü, diplomasi ve ideolojisini de
götürür. Alman Aklı’na göre, “Ekonomik propaganda ve ekonomik genişleme, kültür
propagandası ve kültürel genişleme ile aynı zamanda yapılmazsa manasız ve yarım
bir hareket olur. Kültür propagandası, ekonomik propaganda ile yalnız muvazi
olarak değil, ona yol açarak yürür. Alman okullarına gitmiş veya hiç olmazsa
Almanca dil dersi almış yahut Alman üniversitelerinde okumuş ya da Alman
mallarının mümessil ve acentaları, hem geniş tesirli hem de ucuz
propagandistlerdir. Alman nüfuz mıntıkası olacak memleketlerin genç nesillerine
Alman kültürü vermeye muvaffak olunursa, uzun yıllar tahrip ve imha
edilemeyecek bir eser yaratılmış olur.” (Kaynak: Alman devleti için hazırlanmış
“Nüfuz Mıntıkaları Politikası / Kültür Politikası” başlıklı rapor. Nisan 1934
tarihli 48 sayfa bu rapor Türk istihbaratı tarafından ele geçirilmiş ve üst
makamlara arzedilmiştir. Raporda, Balkanlar, Ön Asya; Türkiye, İran ve Mısır’a
yerleşebilmek için takip edilmesi gereken politika ve metotlar ele
alınmaktadır. Rapor Başbakanlık Arşivi’nde 030 10 231 558 9 nolu dosyada
kayıtlıdır.)
Alman Aklı, bir
ülkede Alman nüfuzunun yerleşebilmesi için uygun ideolojik bir ortam yoksa,
kendisi bu ortamın doğması için çalışır ya da var olan bir çalışmaya destek
verir.
Alman Aklı,
Alman kimliğiyle giremediği bazı yerlere Macar kimliğiyle girmiştir.
Yurtdışındaki
Alman endüstri ve ticari yatırımları, Alman Aklı’nın kontrolünde ticari ve
sınai yatırımlara aktif olarak katılan Alman bankalarının kuvvetli desteğine
sahiptir. Ancak, müteşebbis ve banka, yurtdışında yapılacak her yatırım için
Alman Dışişleri’nden “Bu yatırım, Alman dış politikasına ters değildir”
yanıtını almak zorundadır. Alman Dışişleri Teşkilatı, Alman sanayii ve
ticaretinin emrindedir. Her ülkedeki Alman misyonları, o ülkedeki gelişmelerin
yanı sıra diğer ülkelerin bu ülkelerdeki özellikle etnik, arkeolojik ve
ekonomik faaliyetlerini yakından takip eder, mümkünse ilişkilerini bozmaya
çalışır.
1900’lerin
başında Batı’lı gelişmiş ülkelerin her biri, Doğu’da bir hayat alanına sahipti.
Mısır’da İngiltere, Libya’da İtalya, Tunus’ta Fransa, Balkanlar’da da Avusturya
ve Rusya hak sahibiydi. Türkiye/Osmanlı ise Alman Aklı’nca “Almanya’nın hayat
alanı” olarak belirlenmişti. Çünkü Alman sanayinin hayati kaynakları olan
hammadde, petrol ve pazar, Ön Asya’daydı, Berlin’in buralara uzanabilmesi, hem
Alman Aklı’nın kontrolünde aynı zamanda hem de bölünmemiş bir Osmanlı’yla ancak
mümkün olabilirdi. Osmanlı, Avrupa’nın endüstri ülkelerinin Asya ve
Afrika’ya yayılma yollarının üzerinde oturuyordu. İngiltere ve Fransa, deniz
yoluyla gidebilirdi ama Rusya ve Almanya, Osmanlı’dan geçmek zorundaydı.
Berlin’in Osmanlı/Türkiye yanlısı görünmesinin arka planında bu hesaplar vardı.
Alman askeri
anlayışı, Alman ticareti kadar başarılı olamadı hiç bir zaman. Bu sebeple
Almanlar için, “Almanlar, dünyanın teknik ve endüstriyel ihtiyaçlarının
hammalıdır, dünyanın kaymağını ise onlar değil, silahı kullanmasını bilenler
yer” denir. Mesela Balkan Savaşları’nda Türk ordusu nasıl ki Alman silahlarıyla
donatılmış ve subayları da Almanlarca yetiştirilmişse, Sırp, Yunan ve Bulgar
orduları da Fransız silahlarıyla donatılmış, Fransızlarca eğitilmişti. Hatta
çarpışmalar esnasında da Balkan ordularının başında Fransız subayları
bulunuyordu, tıpkı Türk askeri birliklerinin başında Alman subaylarının
bulunduğu gibi. Bu sebeple “Balkan Savaşları aslında Almanya ve Fransa'nın;
eğitim, silah ve nüfuz çarpışmasıdır” denir, galip çıkanın Fransa
olmasına, Alman Aklı'nın askeri metotlarda başarısız olduğunun bir kez daha
tekrarı gözüyle bakılır.
Güçlü bir
Türkiye, Selanik ve Karadeniz’e inmiş bir Almanya, İngiltere için en büyük
düşmandı. Balkanlar’da, İstanbul, Viyana ve Berlin’den hiçbir eser kalmaması
da, Rus Aklı’nın ürünüdür.
Alman Aklı’nın
Avrupa’daki düşmanı Fransa, dünyadaki düşmanı İngiliz’lerdir.
Almanya-Avusturya-Macaristan-Osmanlı
zincirinin kırılmadan Mezopotamya’ya kadar uzanması, bu hat boyunca inşa
edilecek demiryolunun (İngilizlerin Süveyş Kanalı’na karşı Alman demir yolu
kanalı – Basra’dan Doğu denizlerine uzanacak bir hayat damarı - İngilizler,
Almanlar’ın Bağdat demiryolunun Basra Körfezi’ne inmesine mani olmak için
Kuveyt’i himayelerine aldılar) mamül malları getirip, hammadde ve petrolü
Berlin’e götürmesi planında olduğu gibi, Alman sanayisinin pazar, hammadde
ve enerji sahalarına uzanacağı hat üzerinde bulunan ülkelerin siyasi-ekonomik
istikrarı ve toprak bütünlüğü, Berlin’le ilişkilerine bağlı olarak, ya Alman
Aklı’nın muhafazasında ya da tehtidi altındadır.
Dünyada Türkler
kadar farklı alfabe kullanan bir başka millet herhalde yoktur. Bu,
Türklerin dünya üzerinde çok geniş bir coğrafyaya yayılmalarından, diğer kültür
ve medeniyetlerle temas ve etkileşime açık olmalarından ve de onları etkileme
arzusundan kaynaklanıyor olabilir.
Dünyanın çeşitli
coğrafyalarına dağılmış Türkler’in alfabe seçiminde, mensup oldukları din -
İslamiyet’in kabulünden sonra Arap harflerinin kullanılmaya başlanması gibi- belirleyici
olmuştur. İlk defa din faktörünü gözetmeden Türkiye Türkleri’nin Latin
alfabesini kabulü, tek istisnadır.
Alman Aklı ve
hizmetindeki Alman entellektüeller, Anadolu’da Latin alfabesinin kabulü için de
çaba göstermişler, alfabenin yazımı konusunda da Fransızlarla rekabet
etmişlerdir. Sonunda yazım konusunda Fransızların önerileri kabul görmemiş,
kelimelerin konuşulduğu gibi yazıldığı, Almanca’ya yakın Doğu Avrupa
ülkelerinin yazım şekli esas alınmıştır. Sesli harflerin tamamı da Almanca’dan
alınmıştır. Böylece “Yeniliklerle Türklerin Fransız kültür çevresinden
uzaklaştıkları ve Almanya tarafından etkili olunan Doğu Avrupa çevresine
girdikleri görülmektedir” (İstanbul’daki Alman Büyükelçiliği’nce yazılan 5
Kasım 1928 tarihli rapor - Innere Verwaltung Türkei, Bd. 1, R 78624).
Alman Aklı
ayrıca, Latin alfabesini Türkiye’yle aynı yıllarda kabul etmiş olan Azerbaycan,
Özbekistan ve Türkmenistan’a Anadolu üzerinden uzanmak istemiş, ancak bu plan
Ruslarca adı geçen ülkelerde alfabe değişikliğine gidilerek tersyüz edilmiştir.
Eğer bu değişiklik olmasaydı Alman nüfuzu Orta Asya’da daha hızlı ve
derinlemesine yayılabilirdi. Çünkü zaten “Osmanlı Devleti'nin müttefiki
olduğundan Almanya'ya karşı büyük bir sempati besleniyor ve (Türkistan’ın)
bağımsızlık mücadelesinde Almanların her türlü yardımı yapacaklarına
inanılıyordu.” (ATAŞE Arşivi, Kls. 1854, Ds. 121, Fhr. 2 / 17)
Nefret, kin ve
peşin hüküm, kör eder, akıl tutulmasına sebep olur. Hiçbir önyargı ya da art
niyet taşımadan, Almanya ve Türkiye’nin birbirini daha iyi anlaması ve bu iki
ülkeye kurulan tuzakların farkına varılması düşüncesiyle kaleme almaya çalıştığımız
bu seriyi hülasa edelim:
Alman Aklı, eski
günlere geri dönme arayışının açtığı kanaldan esir alınmak isteniyor. İngilizler,
Alman Aklı’nı Orta Asya’dan çıkarmak istiyor. Orta Asya, Alman Aklı için uzak
gelecekte çok gerekli. Orta Asya uzak gelecekte İngiliz’lerin nüfuz dairesinden
çıkacak. Eğer Orta Asya olmazsa Alman Aklı’nın İngiliz’lerle baş etmesi
neredeyse imkânsız. Orta Asya, Orta Doğu’nun kilididir, Orta Asya’da
olmayan, Orta Doğu’da olamaz. Orta Doğu’da olmayan, dünyanın idaresinde
söz sahibi olamaz.
Orta Asya, Orta
Doğu’nun uzun zamandır etkisi altında. Orta Asya, Orta Doğu’nun oyunlarında,
açılması zor kilitlerin açılmasında etkili anahtardır. İngilizler, önce Orta
Asya’ya yerleştiler, Orta Doğu’yu buradan kurguladılar ve bölgeyi en az dokuz
anahtarlı (dokuz kördüğüm) bir kilitle kilitlediler. Bu kilidi açmak ancak
Orta Doğu’ya dair şu dokuz anahtara sahip olmakla mümkün olabilir:
1-Etnik kimlik
anahtarı
2-Mezhep
ayrılıkları anahtarı
3-Ahmedilik
(Kadıyanilik) anahtarı
4-Orta Asya
anahtarı
5-Ekonomik
anlaşmazlıklar anahtarı
6-Irkçılık
anahtarı
7-İntikam
olayları anahtarı
8-İstihbarat
anahtarı
9-İttifaklar
anahtarı
Alman Aklı,
İngiliz’ler tarafından Orta Asya’dan çıkarılmak isteniyor. Eğer planlandığı
gibi giderse, Rus’larla Almanlar karşı karşıya getirilecekler.
Bilime,
ekonomiye, teknolojiye, yani genel olarak insan kültürüne yüksek katkıları olan
milletlerin aklının incelenmesi insanlık için önemlidir. Alman Aklı'na mercek
tutmaya çalıştığımız bu yazı serisi, Türk bilim dünyasının bu alana girmesi
için bir tetikleyici olursa maksat hâsıl olmuş olacaktır.
Alman Aklı’nı
ele alıp da Luthercilik’ten bahsetmemek olmaz. Almanlar, Katoliklik’le
ölmüş olan Hıristiyanlığı, Protestanlık ile diriltmiş ve Martin Luther, tabiri caizse
ikinci bir Hz. İsa olmuştur. Bugün Hıristiyanlık varlığını önemli oranda
rasyonel Alman Aklı'na ve Luther’e borçludur.
Eğer Luther,
başta kilisenin; para ile günah affı olmak üzere birçok ticarileşmiş ve din
olmaktan çıkmış çürümüşlüğüne isyan etmeseydi, belki bugünkü gelişmişlik
düzeyinde bir Avrupa olamazdı.
Luther başta
Hıristiyanlık olmak üzere Avrupa’nın yeniden inşasına en büyük katkıyı
sağlamıştır. Vatikan bugün İtalya’dan alınıp Almanya’ya taşınsa bu hak acaba
ödenebilir mi, düşünmek gerek.
Almanya,
Avrupa’da en geniş prenslik ağına sahip millettir. Bu prenslikler aralarındaki
rekabette, ayakta kalabilmek, öne geçebilmek ya da fark yaratabilmek için,
birçok bilim, sanat, askerlik ve ticaret önderlerine sponsorluk etmiş, rönesans
ve reform hareketlerinin alt yapısını hazırlamıştır.
Felsefeye
verilen önem ve Luthercilik, Almanya’yı diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla
adalet, merhamet, hak, hukuk üzerine düşünmeye ve bunların mücadelesini vermeye
itmiştir. Bu durum Almanya’yı sömürgecilik arayışının önemli oranda
dışında tutmuş, geciktirmiştir.
İngiltere,
Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda ve diğer ülkeler sömürge furyasına
katılırken Almanlar arkeoloji ve kadim medeniyetlerin bilgilerini bulmaya
yönelmişlerdir. Bu ise Almanya’yı bugün hala en önemli teknolojik yenilik yapan
ülkeler arasına girmesine sebep olmuştur.
Almanlar bilgi,
teknoloji keşfi, askeri strateji gibi olgular üzerine giderek Avrupa’da farklı
bir statüye sahip olmuştur.
Alman Aklı,
bilimi, teknolojiyi, felsefeyi, ideallerini disiplinle harmanlayarak yeni
bir konsept oluşmuştur. Bu konsept yaklaşık 300 yıldır Fransız, İngiliz,
Hollanda gibi rakipleri ile yarışmış ve kendine önemli bir yer tutmuştur.
Alman, Fransız,
İngiliz, İspanyol, Portekiz, İtalyan, İskandinav ve Rus Aklı İle ilgili
yapılacak yeni araştırmalar dünyaya bakış açımızı değiştirecek boyutlara
sahiptir.
Almanlar değişik
milletlerin ve medeniyetlerin akıllarından, bilgilerinden ve kadim zamanların
bilim mirasından nasıl yararlanılacağı konusunda hepimize bir örnektir.
Avrupa’da ön
plana çıkan milletler incelendiği zaman görülecektir ki; şu anki bilimsel,
ekonomik, siyasal, askeri stratejik, askeri teknolojik seviye, tesadüfen elde
edilmemiştir. Âdil olan Allah’ın çalışana verdiği gerçekliği sonsuz kereler
Batı tarafından teyit edilmiştir. (bitti)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder