ŞEHİD CENAZESİ YOKSA NAAŞ MI DENİLMELİ?
(KADINHANI ŞEHİDİ)
Bu
günler, Türkiye’nin Kardeşlik ve Bayraklaşma dönemdir.
“Türkiye’de
karşımıza çıkan anti militaristlerin hiçbirinin gerçek bir demokrasi düşünce ve
tavrına sahip olmadıklarını bilelim. Bütün uygar milletler gibi ordumuza sahip
çıkmak zorundayız” İlber 0RTAYLI
Cenaze
ve Na’şa sözlük anlamı olarak aynı olmakla birlikte şehitlerimizi diğer
cenazelerden farklı isimle anılması gerekir. Böylece daha anlamlı olur. Hem
şehit yakınları, hem de toplum yönünde kutsallığı ve diğer ölülerden farklılığı
anlaşılacaktır. Mehmet Akif Ustad safahatında ölüleri na’şa ismiyle anmıştır.
Biz yeni bir şey söylemiyoruz. Bilinen şeyi güncellemiş oluyoruz. Bu kelime
kullanılırsa çok müspet neticeler vereceği inancındayım.
Ölmekte
doğmak gibi bir ilahi kanundur. Bu ölümler eceli kaza, eceli müsemma ve şehit
olma şeklinde meydana geliyor.
Biz burada Konya’da Kahraman şehitlerimizi
anarken şehit cenazesi yerine “ŞEHİT Na’şı” denmesini öneriyoruz. Nedenini de
yukarıda açıklamaya çalıştık.
09
Çarşamba günü Yazırda ki, şehidimizin evine ziyarete gittim. Evlerin duvarları
kızılcık ağaçlarının dalları üzerindeki meyveleri gibi kıpkızıl olmuştu.
Arabalara asılmış olan ay-yıldızlı bayraklar mahalleyi çiğdem tarlasına
dönüştürmüştü.. KADINHANLI kahraman
şehidimizin yakınları, en az şehidin kendisi kadar kahramandı. Çünkü o metanet
ne, ne kadar sükûnet ve sabırdı. Şehit yakınlarının bu durumuna imreniyordur.
Sanki Mevlana’nın sözünü ettiği” ölüme, düğün gecesi, ” demişti. Çünkü bu ev sanki damat eviydi. Şehit babası,
damat babası gibiydi. Abartmıyorum aynen böyleydi. Baba ne kadar tevekkülle
karşılamıştı. Böyle bir imanı çok az kimse gösterebilirdi.
Böyle
günlerde Konya Belediyelerimizin bayraklaşmaya katkı yapması daha çok yakışır.
Çünkü Konya Selçukluya yüzyıllar başşehir olmuş bir büyülüğü tarihinde
taşır. Konya’da Bayrak asılı kalmayan
sokağı kalmaması daha iyi olurdu.
Toplumları
din ve milli hassasiyetler ayakta tutar. İşte şehitlerimiz bize milli ve dini
yönden uyanık olmamızı hatırlatır. Şunu
biliyoruz ki, Konya’da çok az olsa, yanlış dini öğretim sonucu Bayraktan
rahatsız olanlar bulunmaktadır. Zaman zaman din âlimlerimiz konuya açıklık
kazandırırlarsa, bu Batıl anlayış giderilmiş olur. Selçuklunun başşehri
Konya’da bunun olmaması gerekirdi ama Konya bir dünya şehridir!
Zamanın
birinde, İstanbul’dan Konya’ya Hafız Burhan gelir. Okuması bitince İstanbul’a
dönmesi gerekiyor. Tamda bu sırada Hacızevis Zade Hoca Efendi ey Konyalılar
der. “ Gelin şu adamı Konya’mıza kazandıralım”
Konyalılar “Hocam derler O içki içiyor.” Hoca Efendi içerse, içkisini
ben alacağım, der. “Ben Onun içkisine
değil, ilmine talibim” der. Konya’ya Onun ilmini kazandıralım”. Fakat Hoca
Efendi Konyalıları ikna edemez. Hafız Burhan da ilmiyle İstanbul’a geri döner.
Başta
din ve bayrak bu milletin iki temel değer paydasıdır. Özellikle bazı
Konyalılara göre Milli semboller “dine” aykırıdır. bu manayı Kuranı Kerim’in
hangi ayetinden çıkardılar?
Yağan
yağmurlar birikerek büyük selleri oluşturur. Bu meydana gelen seller annelerin
elinden bebeklerini alıp götürürler. Artık şöyle der anne” nasıl oldu birden
çocuğum elimden kayıp” gitti. İşte üç yıldır ufak ufak hadiseler büyüyerek
bugünkü yaşadığımız sellere dönüştü. Bu birikmiş düşmanlığı boşaltamazsak,
vatan toprakları ayağımızın altından kayma tehlikesiyle karşı karşı kalabilir.
Suriye’nin bugünkü duruma geleceğini on sene önce söyleyen olsa, adama deli
muamelesi yaparlardı. İlk başladığında dış güçler ayrılıkçı güçlere yardım
etmesiyle beraber rejim askerleri bastıramadı, karşılıklı düşmanlık Suriye
devletini bugünkü hale getirdi. Bu nedenle hiçbir ayrılıkçı gücü basit ve
önemsiz görmemeliyiz.
İmam
Hatip Okulları yeni açıldığı dönemde sanki her imam-Hatipli Mit görevlisi
gibiydi. Devleti ve milleti kendilerinden sorumlu ittihaz ederdi. O dönem ders
olarak yüzeysel olsa da Milli şuurun derinliğine kazandırıldığı müesseslerdi.
Bugün öyle müessese ve gençliğe ihtiyaç daha da çok vardır.
O
dönemde siyaset bugünkü kadar eğitim yuvalarına girmemişti. İnsanları savaş
yorgunu yapmamak lazım. Şair Eşrefin
dediği gibi: Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi, /Git gide
zulmetmeyle elde ahali kalmıyor. Bu günlerin yaşanacağı biliniyordu. Devlet
tetikteydi, ama düşmanlar daha fazla dış güçlerin ve içerdekilerin
yardımlarıyla daha da tetikteydiler.
Dinin
şehitlikle ilgili ayetleri daha çok işlenmelidir. okullarda bayraktan ve
şehitlikten daha faz söz edilmelidir.. Çünkü ülkemiz şehitlerin varlığıyla hür
ve bağımsız olarak yaşamaktadır. Bu nedenle gençlerin kozmopolit olmaması için
tedbirler alınmalıdır. Aynı inanç ve dava insanları dünyalık menfaatleri için
düşman oluyorlar. Buna Irak, Suriye ve
diğerleri birer örnektir. Bundan vaz geçilmelidir. sadece benim görüşüm doğru
diğerleri yanlış algısını iddiası terk edilmelidir.
***
Cennetin yaşamı nasıl bozuldu?
Cemal ÇALIŞKAN
Hz.
Âdem ismi duyuluncaya kadar cennette yüksek makamı işgal eden Şeytan, Azazil
ismiyle anılıyordu. Yaratıcı tarafından yetkileri elinden alınarak Âdeme
devredilmesi sonucu, olmadığı kadar Rabbe kızdı. O güne kadar kendisine verilen
nimetleri unutarak nankörlük yapıp asi duruma düştü. Bu isyan durumundan asla
vaz geçmedi. Bu inadından vaz geçmediği nedeniyle Yaratıcı lanetlemiş
huzurundan kovmuştur. Hz. Âdeme verilen yetkiyi kıskanan Şeytan, planlar
yapmış, Âdem ve Havva’yı cennetten çıkarmak için planını uygulamaya koymuştur.
Sonunda bu planını da gerçekleştirdi.
Âdem’in
sulbundan yeryüzüne gelenler tarafından, şeytanın sözlerine uyup isyan yapmaya
başlayanlar oldu. Tövbeyi unutup başıboş gezenler çoğaldı. Yaşam uzadıkça
tövbesiz yaşayanların sayısı, daha da çoğaldı. İbadet ve kullukta bulunanlar,
cesaret göstermeyip güce boyun eğdikleri sürece fitne, karayı ve denizleri
ayetin ifadesiyle kapladı. Riyakârların sayısı, Mümin ve Kâfir sayısından daha
da çok oldu. Böylece bu riyakârlar her kutsalı her dönem dünya çıkarları için
şeytanca kullandılar. Her dönemde suyun üzerine çıkan yağ gibi dört ayakları
üzerine düştüler. Ak parti iktidar
dönemiyle daha da riyakârların sayısı çoğaldı. Ak parti, gizlediği proje için
bunu yaptı.
Nasıl
bir siyaset anlayışı ki, eskiden yaptıkları her şeyin aksini ustalık döneminde
yaptılar. İşte bu yaşadığımız şehit haberlerini çokça geldiği günümüzde bu
yapılan hatalar yüzündendir. Milletvekillerine önceleri halk gibi yaşamalarını
önerirken, sonraları hiçbir dönem de verilmeyen yaşanmayan ayrıcalıklar bu
dönemde “vekillerimize” verildi. Ayrıca vekillere kırmızı pasaport ve parasız
taşımalı silahı ruhsatı, ölünceye kadar parasız taşıma ayrıcalıkları tanındı.
Bu
siyaseti tarihte, Hasan sabah, şeytan ve Hz. Muaviye rakiplerine karşı
uygulanmıştır. Tecrübeli devlet görevli ve askerlerin Suriye siyasetinden uzak
kalınmasını söylemelerini dinlemediler. Duyguları akıllarının önüne geçti.
Milletin hisleriyle dini inançları istismar ederek kullandılar.
Hatıralarımızı
tazeleyelim Ak parti liderleri, siyaset sahnesine çıktığından itibaren
kendilerinin ve kızlarının ve hanımlarının dindar olduğu için devlet tarafından
zulme uğradığını, hak ettiği makam ve mevkilere Hakları olduğu halde
getirilmediğini alanlarda yüksek sesle söyleyerek iktidar olmaya devam ettiler.
Başörtüsü ilim, irfan ve devlet tecrübesinin önüne geçti. Bu nedenle başta
okullar, adliye, emniyet ve maliyeden işi bilenler atılarak yerlerine kayıtsız
şartsız biat eden “devlete” değil daha çok iktidara hizmet edenlere yerler
açıldı.
Şimdilik
bu konuları dillendirmeyi biraz uykuya bıraksalar bile, yeniden 1- Kasım
seçimlerinde neyin istismarını yapacakları ve hangi şeylerin kumpaslarına
hazırlanmaktalar. Düşünelim geçmişte, Faiz haram deyip Milletin parasını
“kar-zarar hesabını” destekleyip sonra da birlikte halkın parasını yiyenler “Bu
iktidar eliyle cezasız” bırakıldı. Şimdi ise, kendileri gibi düşünmeyen,
inanmayan iş sahiplerine, devlet memurlarına ve basında çalışanlara hayatı
zindan etme baskısı uygulamaktalar.
İslam’ı,
din olarak kabul edip onun ahlakıyla ahlaklanmayanlar sadece dini dünya için
kullanmaktan öteye bir şey ifade etmezler. Çünkü kul hakkını yiyenler,
kendilerini zemzem suyla yıkandığını düşünseler bile kurtulamazlar. Avrupalı
insan, gecesini gündüzüne ekleyip insanlık adına ilim ve teknoloji üretmiştir.
Asalak güruha olma psikolojisinden İslam âlemi bundan nasıl kurtulacaktır?
Devamlı Batıya muhtaç olmaktan nasıl kurtulacaktır? Bundan kurtulmak için
yardım etmemiz görevimizdir. Acaba insanlık adına yıllardır İslam âleminin bir
katkısı olup olmadığını hiç düşündük mü? Yan gelip yatan Müslümanlar, bütün
sucu Avrupa’ya yükleyip icatlarını hoyratça kullanıyorlar. Siyasilerimiz bu
konuyu dinlendirip dindarları uyarması gerekirken oy avcılığı yapıp Batıya ve
İsrail düşmanlığı yapmayı “oy avcılığı” için kendi siyasetlerine uygun düşünüp
kullandı. Halkımızda buna inandılar. İktidar, Müslümanları ilim, irfana teşvik
etme babında ne yaptı? Hep eskinin yaptığını şeklen değiştirdi. Bunları dindar kesimde düşünmeyi akıl
edemediler. Çünkü bunlarda gece uygusuz kalma, ilimle uğraşmaktan daha çok
“gece namazı kılma fazilet işlendi” yıllar böyle geçti. Sözünü ettiğimiz gece ilimle uğraşmanın daha
faziletli olduğunu söyleyenler çeşitli yaftalarla susturuldu.
İktidarın
ustalık döneminde, kamu alanları dâhil her boş alana, dini görünür kılmak için
seferber oldular. Buda ne dini geliştirdi, ne ahlaka katkısı oldu? Çünkü
yapıların temelinde Allah rızasından daha çok riya hâkim oldu. Osmanlının
Medreselerinden Fen ilimlerini dışlamasına benzer şekilde okullarda fen
bilimleri azaltıldı. Sonuç kötü oldu.
Kuran Kursu, cami gibi hayırlı işleri sivil
toplum önderleri tarafından ihtiyaç duyuldukça yapılıyordu. Ak partinin acelesi
vardı. Kendisine oy deposu olacak alanlar açmak için söz konusu yerlere ele
attı. Fabrika, Hasta, eğitim ve Milli savunma işlerine yeteri kadar para
aktaramadı. PKK’nın karşısında daha çok teknolojiyle çıkamadık. Mayınlar ve
tuzaklar yüzünden sayısız asker ve polisimiz şehit düştü. Bunların hesabını bu
halk kimden soracaktır?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder