TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ
ODASI BAŞKANI ÖZDEN GÜNGÖR:
TARIMDA BÜYÜK RİSK!..
TARIMDA BÜYÜK RİSK!..
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
Başkanı Özden Güngör, sorularımızı yanıtlayarak tarım ve hayvancılıkla ilgili
gündem yaratacak açıklamalarda bulundu.
TMMOB
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör, uygulanan yanlış tarım
politikalarıyla çiftçinin tarımdan soğutulduğunu söyleyerek gündemi
değiştirecek çok önemli tespitlerde bulundu. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı
Sayın Özden Güngör ile et ithalatını, GDO'lu ürünleri, tarım ve
hayvancılıktaki son durumu enine boyuna konuştuk. Ziraat Mühendisleri
Odası Başkanı Sayın Özden Güngör ile yaptığımız röportajı sizlere sunuyoruz.
![]() |
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden GÜNGÖR |
Kendinizi biraz tanıtır mısınız?
02.03.1951 tarihinde Adana`da
doğdum. 1977 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi`nden mezun
oldum. 1985 yılına kadar Adana Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü`nde
çalıştım. 1985 - 1987 yılları arasında Union Carbide Turkey Inc.; 1987 - 1999
yılları arasında Rhone-Poulenc, 2000 - 2002 yılları arasında Aventis
firmalarının araştırma, geliştirme ve ruhsatlandırma kısımlarında
(İnsektisit, Fungisit, Herbisit ve BGD) görev aldım. 1977 yılından 2001
yılına kadar Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şubesi`nin yönetim kurullarında
görev yaptım. Bu süre içinde 2 dönem Adana Şube Başkanlığı görevini üstlendim.
2004-2014 yılları arasında 5 dönem ZMO Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği
yaptım.
Bu dönemde ZMO ‘da yönetim kurulu
başkanlığı yapmaktayım.
2002-2013
yılları arasında Bayer firmasında İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi teknik
sorumlusu olarak çalıştıktan sonra emekli oldum. Evliyim. 2 çocuğum var.
Neden et ithal ediyoruz? Niye et fiyatları yüksek? Bu
duruma nasıl bir çözüm getirilmeli?
Türkiye`nin 1980 yılında 44,5 milyon olan nüfusu, bugün 77
milyona ulaşmıştır.
Buna karşılık hayvan varlığında
ciddi azalışlar meydana gelmiştir.
• 1980 yılında 16 milyon olan
sığır varlığı, bugün 14 milyondur.
• 35 yılda her 10 mandamızdan
9`unu kaybettik. 1980`de 1 milyonu aşan manda varlığımız bugün 115 bine
düşmüştür.
• 35 yılda her 2 koyunumuzdan
1`ini kaybettik. 1980`de 49 milyon olan koyun varlığı bugün 29 milyondur.
• 35 yılda her 2 keçimizden 1`ini
kaybettik. 1980`de 19 milyon olan keçi varlığımız bugün 9 milyona düşmüştür.
Buradan
çıkan sonuç, hayvancılık politikalarındaki yanlışlar besiciliğimizi sorunlu bir
hale getirmiş dolayısıyla tüketiciyi proteinsiz bırakmıştır. Türkiye`de kişi
başına tüketilen et miktarı yıllık 12 kg. civarındadır. Türkiye`nin 9 milyon
ton`luk yem hammaddesinin 4 milyon ton`a yakın bölümünün ithal edildiği ve
bunun maliyetleri ne ölçüde artırdığı değerlendirildiğinde, yem hammaddelerine
yapılan yatırımın aynı zamanda Türkiye`de süren hayvancılık krizi için de uygun
bir yatırım olduğu görülecektir.
Mera Varlığımız 50 Yıl Evvelki
Düzeyinin Yarısına Geriledi
Torba
Kanun`a konulan hükümlerle, meralarımız ranta kurban edilmiştir. 1950`li
yılların başında 37 milyon 500 bin hektar olan mera varlığımız, yoğun
traktörleşmenin yaptığı tahribatla 1960 yılında 29 milyon hektara düşmüştür. Şu
anda mevcut olan hükümetin, meraları talan eden uygulamaları sonucu; bugün
sadece 14 milyon hektar meramız kalmıştır. 50 yılda mera varlığımızın
yarısını kaybetmiş olmamız, hayvancılığımızı da tehdit etmektedir.
Türkiye Son 4 Yılda 3,5 Milyon
Baş Canlı Hayvan İthal Etmiştir
Son 4
yılda 1 milyon 260 bin büyükbaş, 2 milyon 185 bin küçükbaş hayvan ithal
edilmiştir. Türkiye`deki hayvan sayısı yurtiçi talebi karşılamıyor.
İthalat da iç piyasayı tatmin etmiyor. Bu yüzden de et fiyatları son 6 ayda
%30`a yakın arttı. Zamanında ciddi tedbirler almayan GTHB, Kurban Bayramı
öncesi Et ve Süt Kurumuna Bakanlar Kurulu Kararı ile karkas et ithalat yetkisi
veriyor. Bakan Mehdi Eker daha birkaç gün önce kurbanlık sıkıntısının
olmadığını, hayvan ithalatının olması halinde üreticinin zarar göreceğini
belirtmişti. Peki şimdi ne değişti de canlı hayvan ve karkas et ithalat izni
verildi.
Türkiye
son beş yıllık dönemde yaklaşık 2,8 milyar dolarlık canlı hayvan, yaklaşık 900
bin dolarlık et ve et ürünleri olmak üzere toplam 3,7 milyar dolarlık ithalat
yapmıştır. Yapılan her ithalat ülke hayvancılığını sıkıntıya sokmuş, sorunlar
yaratmış ve dışa bağımlı hale getirmiştir. Hükümetin tek düşüncesi ithalat
yapmayı fiyat düşürmenin bir aracı olarak görmesidir.
Türkiye`de
şu anda yaklaşık 2.400.000 adet dana, 29 milyon kadar da küçükbaş hayvan
mevcuttur. Yıllık kırmızı et tüketimi 1 milyon tonun üzerindedir. Bunun yaklaşık
% 85`i dana,% 15`i küçükbaştan karşılanmaktadır. Yani tüketicimizin küçükbaşa
talebi çok düşüktür. Türkiye`nin her ay yaklaşık 40-50 bin besilik hayvana
ihtiyacı vardır. Bunu yıl olarak düşündüğümüzde 500-600 bin hayvan demektir.
Yani hayvan varlığında çok büyük sıkıntı söz konusudur. Son 10 yılda kurban
bayramlarında ortalama 800 bin hayvan kesilmektedir. Yani hayvan ihtiyacımız
büyük. Bu duruma yanlış uygulanan politikalarla geldik. Üretim azalınca tarım
ürünü ve dolayısıyla hammaddede fiyatları arttı. Hayvancılığa verilen destekler
azaldı. Hayvan başı destek ödemesi sistemine geçildi. Çiğ süt fiyatı yarı
yarıya düştü. Yem fiyatları fırladı. Üretim sürdürülemez hale gelince 1
milyondan fazla süt ineği kesildi. Sütteki bu sorun çözülemediği için kırmızı
ete yansıdı. Kırmızı et fiyatı yükselince hükümet önlem olarak ithalatı gündeme
getirdi Önce kasaplık canlı hayvan, sonra besilik hayvan ve en sonunda da
karkas et ithalatı başladı. Türkiye kırmızı et ve canlı hayvan ithalatına
yaklaşık 5 milyar dolar ödedi. Bu kaynağın yarısı besicilik yapanlara yatırım
amaçlı verilseydi bugün Türkiye ithalatçı bir ülke olmazdı. Hayvancılıkta
sorunların çözümü için öncelikle şirket tarımını öne çıkaran politikalar terk
edilerek, mevcut üreticileri daha iyi duruma taşıyacak uygulamalara geçilmeli
ve var olan imkânlar ithalat için değil ülkemiz üreticileri için
kullanılmalıdır.
Bakanlığın yapması gereken önemli bazı konuların altının
çizilmesi gerekir.
Rasyonel
ve ekonomik hayvancılığın tek yolu mühendislik tekniklerinin temel alındığı
üretim, yani zooteknist mühendislerin dikkate alınması
gerekir. Türkiye`nin 9 milyon ton`luk yem hammaddesinin 4 milyon ton`a
yakın bölümünün ithal edildiği ve bunun maliyetleri ne ölçüde artırdığı
değerlendirildiğinde, yem hammaddelerine yapılan yatırımın aynı zamanda
Türkiye`de süren hayvancılık krizi için de uygun bir yatırım olduğu
görülecektir. Desteklerin öncelikle üreticiye üretim ve üretime devam
konusunda güven verici olması sağlanmalıdır. Desteklemeler amaca hizmet
edecek nitelikte olmalıdır. Destek çeşidini artırmak yerine amaca yönelik az
sayıda kalem üzerinden destek verilmeli ama toplam miktar azaltılmamalıdır.
Örneğin; anaç sığır desteği buzağı vb destekler ile bir araya getirilerek
uygulanabilir.
Desteklerin
hayvan yerine ürüne, örgütlenmeye ve hayvan sağlığına verilmesi üzerinde
durulmalı buna uygun modeller geliştirilmelidir. Anaç sığır desteği önemli bir
destekleme kalemi olup 6 yıldır değişmeyen 225 TL lik miktar
yükseltilmelidir. Süt/ yem, et/ yem pariteleri gibi Süt/ Et paritesi
olmalıdır Başta zoonoz hastalıklar olmak üzere hastalıklar nedeniyle, her
gruptaki hayvan ve üretim kaybı azaltılmaya çalışılmalıdır.
Sektörle ilgili Birlikler
desteklenmelidir
Koyun
ve keçi varlığı et ihtiyacının karşılanmasında destekleyici politikalar
uygulanarak artırılmalı ve ıslah çalışmalarına önem verilmelidir. Hayvan Kayıt
Sistemi‘nde (TÜRK-VET) izlenebilirlik yok sayılır. Saha ile entegrasyon çok
zayıftır. Bunların düzeltilmesi gerekir.
GDO`lu 3 mısır genine ithalat izni verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu
durumu 2 yönüyle ele almak gerekir. Öncelikle Türkiye, birçok ürünün
yetiştirilmesine imkan veren iklim ve ekolojik özellikleri nedeniyle tarımsal
üretim açısından avantajlı bir ülke olup, toplam istihdamın %24,6`sı tarım
sektöründe yer almaktadır. Türkiye, 78 milyon hektar yüzölçümü üzerinde büyük
bir tarım potansiyeline sahiptir. Türkiye ‘de tarım yapılan 23,8 milyon hektar
alanın 15,6 milyon hektarı tarla bitkilerine ayrılmıştır. Türkiye`de
tarımda son 10 yılda gelinen nokta istenilen düzeyde olmayıp, 2,7 milyon
hektar tarım arazisinde üretici üretimden vazgeçmiştir. Bunun en önemli nedeni,
yüksek girdi fiyatlarının maliyetleri artırması (Tohum, Gübre, İlaç, Mazot,
Sulama v.s.) ve yüksek üretim maliyetleri ile çiftçinin rekabet gücünün
düşmesidir.
Bugün
tarım dışına çıkan alanların sadece 5-6 milyon dekarında Mısır ve Soya üretimi
için devlet desteği sağlansa bu ürünlerin ithalatından kaynaklanan döviz
kaybımızın önüne geçilmiş olur. Ayrıca GDO`lu soya-mısır ithalatının da önüne
geçilerek, gıda güvenirliği konusunda önemli bir sorun giderilir. Son 13
yılda Türkiye 11 milyon ton mısır ithalatı karşılığında 3 milyar dolara yakın
dövizi yurt dışına aktarmıştır. Peki bu durumu olumlu olarak değerlendirebilir
miyiz? Bu kaynakları dışarıya akıtmayıp da kendi ülkemizde yetiştirmeyi,
üreticimizi desteklemeyi niye düşünmüyoruz. Şunu da unutmamak lazım GDO`ya
verilen her izin dışarıdan Soya ve Mısır ithalatının önünü açmak demektir.
Soru şu; 3 yıl önce bu Kurulun zararlı diye izin
vermediği T25, MIR604 ve MON863 genlerine 3 yıl sonra zararsızdır diye nasıl
izin verilebilir? Biyogüvenlik Kurulu anladığımız kadarıyla, "3 yıl
önce elimizde yeterli derecede araştırma, bilgi, belge yok" derken bugün
geldiği noktada varmış gibi karar alıyor.
Bir de
şu gerçeği göz ardı edemeyiz: EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi), AB`den
finanse edilen bağımsız bir Avrupa ajansıdır ve 2002 yılında kurulmuştur. Bu
kuruluş, GDO`lar, pestisit, yem katkı maddeleri ve bitki zararlıları konusunda
çevre risk değerlendirmesi yapar. Çalışmaları sonucunda ne sonuç çıkarsa ona
tüm Avrupa Birliği uyar. Çıkardıkları sonuç kanun gibidir. Yani EFSA
açıklamaları ne derse o olur da diyebiliriz. EFSA`ya göre, Türkiye`de
Biyogüvenlik Kurulu‘nda izin verilen genler, daha önce EFSA tarafından kabul
edilmiştir. Yani bunlar Avrupa`da yasaklı sınıfında değildir. Ayrıca
Türkiye`nin soya üretimi 125.000 ton, iken hayvancılık sektörünün soya
ihtiyacının 2,5 milyon ton olduğu ifade edilmektedir.
BESD-BİR
ve YUM-BİR, "Dünyadaki soya üretiminin % 95`inin de GDO`lu olması
nedeniyle GDO`lu soya ithal etmek zorunda olunduğu, aksi takdirde hayvancılık
sektörünün büyük bir yara alacağını" savunmaktadır. Bütün bunların
ışığında, Türkiye`nin ulusal bir tarım politikası olduğunu söyleyebilir miyiz?
Tabi ki de hayır. Ülkemizin sahip olduğu arazi miktarı, üretim bilgisi ve uygun
iklim şartları soya ihtiyacını karşılayacak düzeydedir. Soya da yetiştiririz,
Mısır da… Yeter ki üretici desteklensin. Türkiye`nin GDO`ya ihtiyacı yoktur!
Pestisit kalıntıları sorunu hakkında çözüm önerileriniz
nelerdir?
Türkiye
farklı agro-ekolojik bölgelere sahip bir ülke olup 70`in üzerinde ekonomik
öneme haiz kültür bitkisi yetiştirilmektedir. Bu kültür bitkilerinde ekonomik
düzeyde zarar yapan 500 civarında hastalık, zararlı ve yabancı ot türü
bulunmaktadır. 2014 yılı sonu itibariyle ruhsatlı olan 6.047 BKÜ`den
yaklaşık 2.000 adedi piyasadadır. Kimyasal savaşım, bünyesinde bazı
sorunları barındırır. Bunlar ; Çevre kirliliği, insan sağlığına zararları,
dayanıklılık sorunu ve maliyet artışıdır. Kimyasal savaşım aynı zamanda tercih
nedenidir. Çünkü; birçok durumda diğer yöntemlere göre ekonomiktir. Kolay
uygulanır.
Dünya
pestisit tüketimi yıllık 3,5 milyon ton, satış tutarı 50 milyar dolar
civarındadır.
Türkiye`de
ise tüketilen pestisitlerin yıllık satış tutarı 2014 yılsonu itibariyle
yaklaşık 600 milyon €
dur.
Türkiye`de Pestisit Kullanımı
Tarım ilaçları kullanımına
bakıldığında ortalama;
İnsektisitler : Türkiye`de % 42 Dünya`da… %30
Herbisitler : Türkiye`de % 29 Dünya`da… %45
Fungisitler : Türkiye`de % 18 Dünya`da… %20
Diğer : Türkiye`de % 11 Dünya`da… %05 payı olduğu görülmektedir.
Ülkemizde
toplam tarım alanı temel alındığında birim alanda ortalama BKÜ kullanımının son
üç yılda 1.3 kg/ha`dan, 1.7 kg/ha ‘a çıktığı görülmektedir. 2014 yılı
itibariyle Akdeniz Bölgesi`nde birim alanda ortalama BKÜ kullanımı ise 3.1
kg/ha olarak tespit edilmiştir. Ülkemizde pestisit tüketimi gelişmiş ülkelere göre
oldukça düşüktür.
Türkiye`de Bölgelere göre
Pestisit Kullanımı (2014 yılı sonu itibariyle)
% 36 Akdeniz
Bölgesi,
% 14 İç Anadolu
Bölgesi,
% 15 Marmara
Bölgesi,
% 18 Ege
Bölgesi,
% 0,5 Karadeniz
Bölgesi,
% 11,5 Güney Doğu Anadolu
Bölgesi,
% 0,5 Doğu Anadolu
Bölgesi`nde kullanılmaktadır.
Her
bir pestisit için tarım ürünlerindeki maksimum kalıntı limitleri tespit
edilmiştir. Eğer kalıntı limitlerini geçen miktarlarda pestisit içeren
gıdaların devamlı bir şekilde tüketilmesi durumunda pestisitlere bağlı
olarak bir risk söz konusu olabilir. Burada en büyük problem ilacın
kullanılması değil ilacın yanlış kullanımıdır. Bunun için dikkat edilmesi
gereken kurallar vardır. Bunlar üründe ilaç kalıntısının olmaması için dikkat
edilmesi gereken kurallar; doğru teşhis yapılmalı, doğru ilaç önerilmeli, doğru
dozda ve doğru bir kalibrasyonla atılmalı,doğru zamanda ilaç atılmalı,ilaç atım
zamanı ile hasat aralığına etikette yazılan süreye dikkat edilmeli, ilaç başka
bir kimyasalla karıştırılırken mutlaka uzmanına sorulmalı. Ve son olarak
da MUTLAKA ATILACAK ÜRÜNDE İLACIN TAVSİYESİ OLMASINA dikkat
edilmelidir. Ayrıca Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı`nın, bayi ve köy
ziyaretlerine daha sık gitmesi, bayi ve üreticilere çok sık eğitimler vermesi,
bunun aksini yapanlara mutlaka ceza uygulaması, kalıntı analiz
laboratuvarlarını hal yerleri başta olmak üzere birçok yerde açması ve
ürünlerde barkod sistemini geliştirmesi gerekmektedir.
Nişasta Bazlı Şekerler kotasının
arttırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Etkileri neler olacaktır?
Türkiye
tarımı ve ekonomisi açısından şekerpancarı tarımı ve şeker üretimi milyonlarca
ailenin ve bireyin geçimi, geleceği, geliri ve istihdamı demektir. Şeker
sanayi, hayvancılık ve yem girdisi başta olmak üzere şekerpancarı birçok konuda
ülkemizin stratejik ürünlerindendir. Şekerpancarından yapılan şekerin
yerini glikoz, izoglikoz ve fruktoz şurubuna bıraktırmak isteyen lobiler var
güçleriyle çalışmaktadırlar. Amaç ülkemizin, çiftçimizin çıkarı değil,
şekerpancarının sürdürülebilir üretimi değil, topluma sağlıklı, doğal şeker
yedirmek ise hiç değildir.
Pancar
şekerine alternatif bir ürüne ayrıcalık tanınarak kota artırımının, tarım
sektörü ve pancar sanayinin desteklediği yan sektörleri olumsuz etkilemesi
kaçınılmazdır. Burada amaç, şeker fabrikalarının özelleştirilmesidir. Şeker
pancarında son 10-12 yıl içerisinde yaşanan 2,5 milyon tonluk üretim
daralmasının hayvancılığa yansıması, 6,5 milyon ton yaş pancar küspesi ve 900
bin ton melasın kullanılamaması şeklinde olmuştur. NBŞ kota oranlarının
ülkemizde AB ülkelerine oranla yaklaşık 3 katı oranında fazla uygulanmasının
sadece et üretimine olumsuz yansıması yaklaşık 250 bin tondur. Bir yandan
şekerpancarı üretimine kotalar getirilmesi; öte yandan çiftçinin üretimini
sürdürememesi sonucu ortaya çıkacak olası şeker açığı, ihracat geri ödemeleri
ile desteklendiği için "daha ucuza’’ şeker üreten ülkelerden ve özellikle
AB`den ithal edilerek kapatılacaktır.
Sonuç
olarak, Türkiye`de NBŞ kotalarının sürekli olarak artırılmasına bir son verilmeli
ve AB kota seviyelerine uygun olarak yeniden düzenlenme yapılmalıdır. Şeker
üretim maliyetlerini düşürmek için şeker pancarı tarımı desteklenmelidir.
Kamuya ait şeker fabrikalarının özelleştirilmesinden vazgeçilmeli; pancarın
yetiştirilmesinden şeker üretim ve pazarlanmasına değin tüm süreçte
üreticilerin söz ve karar sahibi olacakları örgütlenmeler egemen olmalıdır.
Tarım sektörünün sorunları ve
çözümü için yapılması gerekenler sizce nelerdir?
Özellikle
1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de tarımı küçük görme, önemsememe anlayışı
hâkim olmuş, kimi çevreler bilgisizlikten ya da ihanetten, tarımın gereğinden
fazla desteklendiğini savunarak desteklerin azaltılması tezini öne
sürmüşlerdir. 1984’den itibaren tüm hükümetler de bu yönde politikalar uygulamışlardır.
Tarım alanında yapılan özelleştirmeler ve “reorganize” edilen tarımsal kamu
yönetiminin etkin olamaması da, sektördeki olumsuzlukları
artırmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yokluk koşullarında elde edilen
başarılara karşılık, tarımda 80’li yıllardan beri sürdürülen politika ne yazık
ki bir karşı devrimdir ve Türk Milletinin yararına olmamıştır! Bugün
altyapısı yetersiz – bozuk olan Türkiye tarımı, girdi ve çıktıdan, üretim ve
pazarlamaya kadar sorunlu bir yapı sergilemekte ve önemli ölçüde gizli işsizlik
barındırmaktadır. Verimli araziler ve üretimdeki azalmaya bağlı olarak kırsalda
yoksulluk giderek artarken, topraktan geçimini sağlayamayan çiftçi de tarımdan
kopmakta ve kentlere göç etmektedir. Küçük üreticilik ve köylülük ülkemizde
hızlı bir tasfiye sürecindedir. AB’de küçük üreticilik ve aile
işletmeciliğini destekleme ve özendirme anlayışı ön plana çıkmaktadır.
Ülkemizde de buna uygun politikaların geliştirilmesi ve bu konuda duyarlı
olunması gerekmektedir.
Şu
anda nüfusumuz 77 milyondur. Yakın gelecekte bu rakam 100 milyon
olacaktır. Topraklarımıza sahip çıkmazsak, yarın bu insanlara ne
yedireceksiniz? Dolayısıyla toprağımıza, suyumuza, havamıza sahip çıkmamız
gerekiyor. Üreticilerimizin üretmesi için ciddi manada desteklenmesi gerekiyor ki
para kazansın, köyünü terk etmesin, üretimden vazgeçmesin…
Ziraat fakültelerinde verilen eğitim
ve yapılan uygulamalar sizce yeterli mi?
Ziraat
Fakültelerinin eğitim-öğretim yapısına, mezunların istihdamına ilişkin
yıllardır katlanarak büyüyen sorunlar konusunda somut çözümler üretilmeyip, bu
sorunlar her yıl birçok bölümün yeni öğrenci alamamasına, öğrenci alan
bölümlerde de kontenjanların düşmesine yol açarken; bu sorunlar yokmuş gibi
"siyasi popülizm" ile yeni fakülteler açılmaktadır. Yerelde ekonomi
yaratma, istihdam yaratma gibi gerekçeler, gençleri 4-5 yıllığına oyalama
taktiğinden başka bir şey değildir. Fakülte açmak, isim değiştirmek öğrenci
tercihlerinde, istihdam önceliklerinde ve piyasa koşullarında bir şeyleri
değiştirmiyor. Öncelik burada nitelik dönüşümünde olmalıdır.
5
Haziran 2015 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile
Adıyaman Üniversitesi içinde Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi, Muğla
Sıtkı Koçman Üniversitesi içinde de Fethiye Tarım Bilimleri Fakültesi kuruldu.
Fakültelerdeki isim çeşitliliğine "Tarım Bilimleri Fakültesi" isminin
eklenmesi ile farklı isimdeki (Ziraat, Ziraat ve Doğa Bilimleri, Tarım ve
Doğa Bilimleri, Tarım Bilimleri ve Teknolojileri) fakülte sayısı da beşe çıkmış
oldu. Aynı Bakanlar Kurulu Kararında ayrıca Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi
Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesinin adının, Ziraat ve Doğa Bilimleri
Fakültesi olarak değiştirmesi de yer aldı. 8 Temmuz 2015 Resmi Gazete`de
yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararıyla da, Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi
bünyesinde bulunan Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi kapatılarak, Tarım
ve Doğa Bilimleri Fakültesi kuruldu. Bu değişikliklere ve fakülte isimlerindeki
çeşitliliğe bakınca, "keşke isimlendirme konusundaki bu gayretler ziraat
fakültelerinin ve mezunlarının sorunları konusunda da olsa" demekten
kendimizi alamıyoruz.
Ziraat
fakültelerine ilişkin kontenjanlara bakıldığında, yeni ziraat fakülteleri
açılmasına ilişkin endişe taşıyanların ne kadar haklı olduğu bir kez daha ortaya
çıktı. Yani, nicelik artışı ve isim değişikliği beraberinde ilgi ve tercih
yığılmasını getirmedi.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın
uyguladığı tarım ve hayvancılık politikaları ve desteklemeleri sizce
yeterli mi? Neler yapılmalıdır?
2003-2014 döneminde yani son 12 yılda tarıma verilen
destek miktarı 70 milyar lira iken, tarım ve gıda ithalatına 320 milyar lira
(137 milyar $) harcanmıştır. Dünyada tarım desteğinin 4,5 katını ithalata
savuran başka ülke yoktur. Tarıma verilen desteklerde ne yazık ki
arz, talep, üretim, maliyet, ihracat, ithalat, gibi temel kriterler dikkate
alınmamaktadır.
Ülkemiz
toprak, iklim ve bitki zenginliği bakımından önemli bir potansiyele sahiptir.
Ancak uygulanan yanlış politikalarla üretici tarımdan uzaklaşmakta, üretim
artmamakta, ithalat nedeniyle milyarlarca dolar kaynak yurt dışına
aktarılmaktadır. Sorunların çözümü, doğru tarım politikalarının, yeterli ve
uygun bütçelerle yaşama geçirilmesine bağlıdır. Bu nedenle sektörü piyasanın
sömürüsüne terk etmeyecek kooperatif örgütlenmesi tamamlanarak, bilgi ve
teknoloji tarımla buluşturulmalı, bölge ve ürünlere yönelik gerçekçi
planlamalara dayanan destekler ve doğru yatırımlarla tarımda kendine yeterlilik
sağlanmalıdır.
(Röportaj : Hayal Senem Sayan; Tarim.com.tr. bulten@tarim.com.tr)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder