BÜYÜK ALTAY 100. YAŞINDA...
“Koşu bittikten sonra da koşan atlarız biz.” Sezai
Karakoç
Şimdi nereden çıktı bu Altay meselesi diyeceksiniz!
Haklısınız. Türkiye’nin onca meselesi üzerine konuşmak varken nereden çıkarttım
bu Altay’ı, değilmi ?
Bir defa peşinen söyleyeyim ki; ben Altay
takımının taraftarıyım. Peki nasıl bu takımın taraftarı oldum onu da
söyleyeyim. Benim neslim adeta bir futbol neslidir. Hele bir köylü yada işçi
çocuğu idi iseniz; futbol, önünüzde oynanan ve en kolay, tek uğraş
olmuştur. Çocukların önüne atılan plastik toplarla da adeta bunun böyle olması
istenmiştir. Bu sebeple futbol, icad olduğundan beri geçen yüz küsur yıllık bir
sürede, ülkelerin siyasal yaşantısında ve sosyolojik yapılarının oluşmasında
oldukça etkili olmuştur.
Oldum olası haritalara ve tarihe meraklıyımdır ve
bütün Türk çocuklarına da meraklı olmalarını, her fırsatta tavsiye ediyorum.
Haritalara bakınca Türk Dünyası’nın ve kaybedilen Türk Yurtları’nın inanılmaz
büyüklüğünü çok daha iyi anlıyorsunuz.
Bir de “Türk
Ruhu” üzerine doğmuş bulunduğumdan, bu merak ister istemez beni Türk coğrafyasına
ve Türk tarihine yönlendirmiştir. Bir Türk köylüsü olan rahmetli babam, 6-7
yaşlarında kendisine yönelttiğim “biz
Türkler nereden geldik?” sorularına çekingen ve ürkek bir sesle “Orta Asya’dan” diye cevap
vermişti. Ben hem o zaman Milli Lig’de oynayan takımların isimlerine hem de
haritalara bakarken ikisinde birden bulunan “Altay” ismine gözüm
takılıvermişti. Tamam bulmuştum, benim gibi Asya’dan Anadolu’ya göç eden belki
de Altay Dağları’ndan gelen Türklerin kurduğu takım Altay’dı ve ben de Altay’ı
tutmalıydım. Nitekim de öyle oldu...
1914 yılında kurulan Altay, bu yıl yani 2014’te
kuruluşunun 100.yılını kutluyor. Orhan Berent’te “Alsancak’ın Sakini Altay” adlı çok güzel bir kitap yazmış. Ben de
geçen gün İzmir’de Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde turlarken, bir kitapçıdan
bu kitabı aldım. Okumaya başlayınca ne göreyim; benim hislerim gerçekmiş.
Sevincimi görmeliydiniz...
Osmanlı’nın çöküş devresinde ve cumhuriyete doğru,
Türk Milliyetçiliği temelli olarak kurulan kulübün adının “Ergenekon veya Turan” olması düşünülmüş
ama “Altay” üzerinde karar
kılınmış. Öyle ya; madem şehirdeki Rumlar kendilerini Yunanlıların ve İyonya’nın
torunu sayıp Apollon gibi isimler seçiyordu da, Türklerin ne eksiği vardı!
Gerçi şimdi Grek Mitolojisinin
kahramanlarının heykellerini diken, meydanlarını bunların sütunları ile
süsleyen ve bulvarlara bunların adını veren sözde Atatürkçü ahmaklar var ama bu
Altay’ın mücadelesine ve Türklerin tarihine halel getirmez...
O zamana kadar Müslümanlar arasında hiç duyulmamış bir
isim olan Altay, güncel olan Türkçülük düşüncesini ifade eden isim olarak
seçilir ve bir daha da günümüze kadar gelerek unutulmaz olur.
Altay’ın kuruluşunu, kurucularını, tarihini ve üye
profilini bilmek demek aslında son yüzyılımızı daha iyi anlamak demektir. Türk
Milliyetçiliğinin ırkçılığa dayanmadığını, aksine insanlığı ve yurtsever
olmaları şartı ile bu topraklar üzerinde yaşayan tüm insanları, koşulsuz sevmek
olduğunun, Altaylılıkta vücud bulduğunu görürsünüz.
Orhan Berent’te kitabında “Milliyetçilik statik
değil, dinamik özellikler gösterir ve zaman içinde dönemin koşullarına göre
yeniden değerlendirilip üretilir. Yahudi ya da Hıristiyan olmak Altaylılığa
engel değildir. Çünkü Türkler ve diğer Müslümanlarla birlikte Yahudiler ve
İzmir’deki Levantenlerin büyük çoğunluğuda Yunan işgaline karşı çıkmış ve
tavır almıştır. Bu yüzden Cumhuriyet döneminde, İzmir’deki gündelik hayatın
içinde aktif rol oynayan bütün bu unsurların, Altay’da yer almaması
düşünülemezdi.” diye bu durumu anlatıyor. Yani Türk Milliyetçileri’nin
kurduğu Altay’la, memleketimizde yaşayan herkes bir gönül bağı kuruyordu!
Altay deyip geçmeyin! Altay boşuna ve tesadüfen kurulmuş bir kulüp değildir. Kurucularının
arasında çok önemli isimler vardı. Bunlar mütarekeden sonra ve Milli
Mücadele’de çok etkinlik gösterdi ve bir kısmı da 1923’ten sonra kurulan yeni
devlette önemli görevler üstlendi... Hatta genç yaşında Altay’ın kaptanlığını üstlenen
Hamit Aslan, 9 Eylül’de Fahrettin Paşa komutasında İzmir’e giren Türk ordusunda
teğmen olarak görev yapıyordu.
Altay, Türk Milliyetçiliği düşüncesi ile
İzmir’deki Müslüman Türkler üzerinde bir katalizör görevi görmüştür.
Şehre giren ordunun komutanı olan Fahrettin Paşa’ya “Altay” soyisminin verilmesi bile, Altay’ın ifade
ettiği moral değerler üzerinde düşünmeyi gerektirir. Altay, ırkçılığa dayanan
Hristiyan unsurların milliyetçiliği karşısında, eziklik yaşayan
Türklerin şahlanışına vesile olmuştur. Altay kurulup faaliyete geçtikten
ve başarılar kazandıktan sonra Türklerdeki eziklik duygusu, yerini bir gurur
tablosuna bırakmıştır. Eskiden beri küçümsenen ve köylü bir millet olarak
nitelenen Türkler; Altay’la birlikte her şeyi başarabileceklerine dair
inançlarını perçinlemişlerdir.
Anlattıklarımızdan anlaşılacağı üzere Altay, biz
Türkler için bir spor kulübünden öte şeyler ifade etmektedir. Bu gün “Gavur
İzmir” halen direniyorsa ve halkın arasında Fahrettin Paşa’nın 9 Eylül’de
İzmir’e girişindeki ruh yaşıyorsa, bunda “Büyük
Altay”ın bir nebze de olsa rolü vardır.
Günümüzün Türk Milliyetçileri; Altay ve benzerlerinin
1900’lü yılların başında itibaren, kuruluşlarındaki amacı, kurucularının
hedeflerini, Cumhuriyet’e katkılarını, milletleşme ve demokrasi sürecindeki
yerini çok iyi bilmeleri gerekiyor. Bunu öğrenirlerse “Büyük Altay”ı kuran ruha yeniden ihtiyacımız olduğunu da
göreceklerdir.
Yine Orhan Berent’in sözleri ile noktayı koyalım:
“Altay’ın şaşalı dönemlerini seyretmiş olmanın verdiği şımarıklıkla “Bunlar
da geçer, elbet geri döneriz bir gün..” ceplerimde bayat çiğdem,
ihtiyarlamış yüzümde cılız bir ümidin tebessümüyle... Bekliyorum. Bir gün
mutlaka...” Bu da benden olsun: İnşallah!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder