“ZORAKİ EVLİLİK'TEN VAZGEÇİLMELİ"
İsviçre’nin
Crans-Montana kasabasında 10 gündür devam eden Kıbrıs müzakereleri
başarısızlıkla sonuçlandı. BM Genel Sekreteri “Taraflar yoğun bir çaba
sarf etmelerine rağmen, Kıbrıs Konferansı’nda süreç başarısızlıkla
kapandı.” dedi. Rum Lider Anastasiadis, “Bu şartlarda devam
edemeyeceğim” diyerek masadan ayrıldı. Dışişleri Bakanı
Çavuşoğlu; “Türk askerinin Ada’dan tamamen çekilmesi ve Türkiye’nin
garantörlüğünün sona erdirilmesi, ne Kıbrıs Türk tarafı için, ne de bizim için
kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.” açıklamasıyla başarısızlığın
gerekçelerini ortaya koydu.
Rum Lider
Anastasiadis, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ile 2. defa yaptığı telefon
görüşmesiyle sonucu paylaştı. Çipras da İngiltere Başbakanı Theresa
May ile telefonda görüşerek İsviçre’ye gitmemesi için ricada bulundu.
Aslında bu sonuç
50 yıldır yapılan müzakerelerin yeni bir özetidir. Zira, Türk
tarafı “adanın yüzde 90’ını verdik” dese, Rumlar yine itiraz ederler.
Çünkü onlar, Kıbrıs’ın tamamını istiyorlar. Rumlar, asırlarca Türk yurdu olan
Kıbrıs’ta ilk defa 1960’ta kurulan devletin ancak ortağı olabildiler. Girit
örneğinde de bunu yaşadık. Girit, 1669’da Venedik’ten alındı; 1820’de isyan
çıktı. Çözüm için Haçlıların arabuluculuğu ile sayısız konferans yapıldı. Ada,
93 yıl sonra, 1913’te Londra Konferansı ile Yunanistan’a verildi. Bütün
konferanslarda Osmanlı hep taviz veren, Yunan hep taviz alan oldu; ama yine de
Girit bütünüyle verilmedi diye sonuca itiraz etti.
Rum-Yunan
ikilisini iyi tanımak lazım. Önce hedefi belirleyip, sonra uzun soluklu ve
tavizsiz mücadeleyi başlatıyorlar. Buna birinci örnek olarak Yunan
Parlamentosunun 1947 yılında aldığı ”Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini
öngören kutsal ve ulusal davamızın halledilme zamanı gelmiştir.” kararını
gösterebiliriz. Kıbrıs Rum Ulusal Konseyi de geçenlerde İsviçre’de konferans
devam ederken “Enosis politikasına dönülmeli” kararını almıştı da,
tartışmalara yol açmıştı. Kıbrıs müzakerelerinde de 50 yıldır taviz veren hep
biz olduk. İsviçre Konferansı sonrasında da buna şahit olduk. İkinci örnek
olarak, Rumların müzakereler için değişmeyen, “anlaşma maddelerinin tamamında
mutabakat sağlanmamışsa, anlaşılan hususlar geçersiz sayılır” şeklinde
tuzak bir şartları var. Bu da, “Rumlar adanın bütününü istediklerinden
nasıl olsa anlaşmayı bozacaklardır” psikolojisiyle tavizkâr hareket
etmemize sebep olmaktadır. Sonra her yeni sürece de, bu tavizler kazanılmış
hakmış gibi, başlamaktadırlar.
Nitekim
İsviçre’de; toprak, nüfus, iki bölgelilik, Türk tarafına 60 bin Rum’un
yerleşmesi, AB’nin 4 özgürlük (emeğin, sermayenin, hizmetlerin ve
dolaşımın serbestliği) ilkesi, Garanti ve İttifak Antlaşmalarının daha da
sulandırılması, eşit egemen iki halk gibi hayati önemdeki kriterlerde taviz verildiğini
düşünmekteyiz. Annan Planı’nda da böyle olmuştu.
HEM SUÇLU, HEM
GÜÇLÜ
Londra-Zürih
Antlaşmasıyla 1960’da kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti” Rumların
darbesiyle 1963’de yıkıldı. Türklere karşı başlatılan katliamlar “1974
Barış Harekatı”na kadar sürdü. Bu arada 1968’de Beyrut’ta başlayan
toplumlararası görüşmeler devam etti. Başbakan Bülent
Ecevit’in ”Kıbrıs için en iyi çözüm yolu federasyondur” açıklamasını
bahane eden Rumlar, 2 Nisan 1974’de masadan çekildi. Çeşitli adlar altında
günümüze kadar devam eden konferansların tamamında uzlaşmayı bozan Rum tarafı
oldu. Garanti ve İttifak antlaşmaları olmasaydı Türkiye Yunan cuntasının 15
Temmuz 1974 darbesiyle Türklere uygulayacakları katliamını önlemek için adaya
çıkamazdı. 1974’den bu yana Kıbrıs’ta barış, istikrar, güvenlik ve
gelişmiş bir demokrasi yaşamaktadır. Rumların bu durumdan şikayetçi olmaları,
ancak Türklere uygulayacakları insanlık dışı saldırılarla izah edilebilir.
Açıktır ki, adanın gerçek sahibi olan Türkleri önce azınlık yapmak, sonra da
adada yaşayamaz hale getirmektir. Bu hedefe ulaşmanın engeli olarak gördükleri
için Türk askerinin adadan çıkmasını ve Garanti antlaşmasının iptalini
istemektedirler.
Bu gerçeği Rum-Yunan ikilisinin yüzüne vurmak şarttır.
KKTC Başbakanı
Hüseyin Özgürgün de bu gerçeği dile getirip feryat etmektedir.
Özgürgün; “Biz azınlık değiliz. Kıbrıs’ta garantiler bugün en gerekli
şeydir. (En insani tedbirdir.) Rum tarafının dediği gibi garantiler çağ
dışı değil, en çağdaş ilkelerdir. Karşı taraf hiçbir zaman için ne garantileri
kabul ediyor ne eşitliği kabul ediyor, azınlık hakları vermeye çalışıyor; biz
de onu kabul etmeyeceğiz. O zaman zaten burada yaşamanın bir manası kalmaz.”
Özgürgün,
Türkiye’den adaya suyun gelmesinin “bin yılın projesi” olduğunu
kaydederek, su için Rum tarafına da teklifte bulunduklarını, ama “Rumlar,
‘Zehir içerim, Türk’ün suyunu içmem'” diyor.
Bu son cümle,
Rum kin ve nefretinin boyutlarını görmeye yeter.
Bu bakımdan “zoraki
evlilik”ten vazgeçip, hayatın gerçeği olan bağımsız iki devletli yapı
yaşatılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder