12 Şubat 2015 Perşembe

"ATATÜRK İNGİLİZLERİ ANLATIYOR", Prof. Dr. Cihan DURA

ATATÜRK 
İNGİLİZLERİ ANLATIYOR
Prof. Dr. Cihan DURA

İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal…
Diğeri Ölümsüz Mustafa Kemal… Onu “ben” kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.
O Mustafa Kemal sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!
Bu yazıda Mustafa Kemal, İngilizleri anlatıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal düzenliyor, tamamlıyor, yorumluyor ve güncelliyor.
1 - Düşmanımız, dinimizin ve bağımsızlığımızın haini İngiltere olmuştur. İngilizler Müslüman ve özellikle Türk olunca, insan hayatına zerre kadar değer vermezler. Bu bakımdan, Türkiye hakkındaki suikastın bin türlü eserini göstermekten zevk duyarlar. Her zaman bizi imhaya çalışan ve İslam âlemini esir etmek isteyen İngilizlerin tahakkümleri, zulümleri asla unutulmamalıdır.
2 - Millî Mücadele’de bizim takip ettiğimiz asıl maksat, ülkemizi parçalanmaktan kurtarmak, devlet ve milletimizin bağımsızlığını elde etmekti. Bu maksadın elde edilmesini engelleyebilecek düşmanlarımız, İngilizlerdi. İngilizlerle çıkarlarını birleştirmeye çalışan Fransızlar da sayılabilir. Düşmanlarla uğraşmak için sonuna kadar ve her türlü vasıtaya başvurarak çalışmaya azmetmiştik.
3 - İngilizler hile ve şiddet yoluyla İslam dünyasına, Türklere boyun eğdirmeye çalışmıştır. Müslümanlar gözünde tecelli eden apaçık hakikatlerden biri de İngiltere devletinin amansız bir ortak düşmanımız olduğu gerçeğidir.  İngilizler, Hindistan’a istila ve fesat elini ulaştırdıkları uğursuz günden beri, bütün Asya âlemini kendi bencilce emellerine ve amaçlarına boyun eğdirmeye ve sonsuz zulümleriyle, özellikle İslam milletlerini ezmeye çalışmışlardır. Bunu duruma göre bazen hile ve desiseler imali ile, bazen zorla ve şiddet kullanarak yapmışlardır. Sonraki yıllarda da Müslümanlar arasındaki uyanış eserleri ve dayanışma eğilimlerinden pek çok kaygılanarak darbelerini şiddetlendirdiler. Yüzyıllardan beri iman ehlinin hizmetindeki kılıç olan Osmanlı Türklerinin millî ve siyasî varlığını imhaya kalkıştılar. -Milletimizi parçalamaya ve vatanımızı Ermeni ayakları altında çiğnetmeye yönelik entrikalar çevirdiler.
4 - Mahvımızı emel edinmiş olan İngiltere’nin bütün İslam âlemini kapsayan genel bir esaret kurma hususundaki haince girişimlerine karşı çıkıp direnebilecek biricik İslam hükümeti Türkiye devletiydi. Bu sebepledir ki, bütün Batı emperyalizminin ve kapitalizminin en müthiş saldırıları Anadolu üzerine yöneltilmiş bulunuyordu. – İngilizlerin düzenlediği planın esas hatları önce milleti iç nifaka düşürmekti. Gerçekten, iç nifak vasıtasıyla milletin bütünüyle yıkılması ve ülkenin bir iki ay içinde tutsaklığa düşmesini ümit ediyorlardı.
5 - Çirkin Batı siyaseti, özellikle şeytani İngiliz siyaseti; yıllar ve yıllar, bugün de, İslam’la, İslam dünyası ile benim aramı açmak için hep şunu tekrarlamış ve tekrarlatıp durmuştur: Atatürk sizi bin yıllık dininizden uzaklaştırıp Batı’nın uydusu, Hıristiyanlığın uydusu yaptı. Onun neyine güvenip de arkasından gideceksiniz? Böyle birini hangi akılla örnek alacaksınız?
6 - Haksızlığa karşı her zaman duyarlılık gösterin, milletçe ve şiddetle. Düşman karşısında asla boynu eğik durmayın, yaptığına misliyle karşılık verin. Ben hep böyle yaptım. 22 Ocak 1920’de 15. Kolordu Kumandanlığı’na verdiğim şu emir bunun bir örneğidir:  “İngilizler İstanbul’da tecavüzü artırarak nazır ve mebuslardan bazı kişileri ve özellikle Rauf Bey’i tutuklarsa, karşılık olarak Anadolu’da bulunan İngiliz subayları tutuklanacaktır. Erzurum’da bulunan Rawlinson’u kaçırmamak için şimdiden önlemler alınmasını rica ederim.”
7 - 31 Temmuz 1920… Afyonkarahisar Kolordu Dairesi… Subaylarımıza hitap ediyorum: Subaylar!… İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermiştir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve bağışına borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde doğal olarak ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile saklı bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve tutsak durumundadır. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp edilir.
8 - Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsız olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için varlığını ispat etmek gerekir. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve mutluluk kaynağı; bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin gerekliliğine olan vicdanî imanıdır.
9 - İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek doğal olarak önce onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke koşullarının uygulanması ile silâhlarımızı, cephanelerimizi, bütün savunma araçlarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra, kumandanlarımıza ve subaylarımıza saldırmaya, taarruza başladılar. Askerlik onurunu yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından yoksun bırakmaya teşebbüs ettiler. Bir taraftan da savunmasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de onuruna, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lâzımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engel ve zorluk kalmaz. Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz duruma göre subaylarımıza düşen görevin mahiyeti, önemi ve değeri kendiliğinden meydana çıkar.
10 – Milletimiz, hür ve bağımsız yaşamak gereğine tam bir iman ile kani olmuş ve buna katî azimle karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir zaman milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lâzım olduğunu söylediğim kaynak mevcuttur, o kaynak milletin vicdanî imanıdır. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar sayesinde vücut bulur. Bilinen bir askeri gerçek, felsefi gerçektir: “ordunun ruhu subaylardadır”. O halde ancak subaylarımızdır ki düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu onaracak ve canlandıracak, ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.
11 - Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin gerçekleşmesini ordudan, ordunun ruhunu oluşturan subaylardan bekler, işte subayların yüce görevi budur. Allah göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar izah ettiğim yüce, kutsal ve bütün açılardan üzerlerine düşen görev itibariyle, bütün varlıklarıyla ve bütün dikkat ve sezgileriyle, giriştiğimiz kutsal bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak zorundadırlar.
12 - Kişisel ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak zorundadırlar. Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık onurunu, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan; hayatta iken düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği o şerefi ayaklar altına almaktır. Dolayısıyla subay için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder