TÜRK MİLLETİ VE TÜRK VARLIĞININ EŞSİZ SİMGESİ; "AY YILDIZ"
İklil KURBAN
(Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin 70. yılı, Ahmetcan Kasimi
doğumunun 100. yılı uğruna yazıyorum; Onun göğsündeki ay yıldız, Onun
ulusçuluğunun-Onun kurduğu devletinin ölümsüz armasıdır) (1).
Bireysel özgürlüğümün, ulusal varlığımın, devletsel
sonsuzluğumun teminatı, Türk’ün-Türklüğün-Türkçülüğün göksel simgesi olan ay
yıldız, sana şan ve şerefler olsun! Vatanımın parlak mavi göğünde yanı
sıra esintilerle yükselen bayrağımda ay yıldızım seni görmek bana gurur ve
mutluluk veriyor, seninle övünüyorum. Eğer yaşamda birilerine tapmak
zorunluysa, ben sana taparım.
Ay yıldızım, seni ilk görüp heyecanlandığım günler
artık tarihtir. Seninle buluşup ruhumun dalgalandığı unutulmaz özel bir geçmiş
ise, çok gerilerde kalmış bir anıdır.
Bu heyecanlı tarih, 1944 yılının Ekim ayında Nılkı’da,
sonsuza kadar unutulmaz olarak tarihte kaldı. Bu özel bir geçmişim ise, 1980
yılının Temmuz ayında Pekin Türk Büyükelçiliğinin önünde, sonsuza kadar
unutulmaz olarak anılarımda kaldı.
Bu heyecanlı tarih ile ilgili anılarımda (2), şu satırlar
yazılmıştır: “Fatih Müslim Nılkı’nın ele geçirildiği 6 Ekim 1944 günü
öğleden sonra, bir kahraman gibi, çevresinde birçok kişileriyle beraber,
Nılkı’nın kuzeyinden güneyine uzanan büyük cadde üzerinden yürüyerek, kapı
önüne çıkıp seyreden halkı selamlayıp, büyük caddenin en güney ucuna yerleşen
Yerli Mal Şirketinin binasına gelip yerleşmişti. Bizim ev de bu caddede olduğu
için, annem ve babamla beraber ben de onları bir heyecan içinde seyretmiştim.
Türklük simgesi olan ay yıldızlı yeşil bayrağı ilk defa o zaman görmüştüm.
Böylece Nılkı gibi Türk dünyasının en kuytu bir köşesinde Türklük bayrağı
dalgalanıyordu.” (KURBAN 2007, s: 9).
Yıl 1944 Kasım ayının 12. Günü, Şarki Türkistan Cumhuriyeti
olarak adlandırılan bir Türk devleti dünyamıza gelmişti. Bu cumhuriyetin
destansı önderi ise Ahmetcan Kasimi (1914-1949) idi. Bu devlet Doğu Türkistan
Türklüğünün ulusal ruhunu yükseltti ve insanlarımızın hafızasına kuşaktan
kuşağa geçebilecek unutulmaz izler bıraktı. Bu izler, başka hiçbir karşılığı
bulunmayan istiklal ve özgürlük izleri idi. Bir ulus için istiklalden daha
değerli, bir fert için özgürlükten daha tatlı hiçbir şey yoktur. Bu devletin
doğduğu toprak, Büyük Türkistan’ın göbeğinden yer alan İli nehrinin kuzey
kıyısına yerleşen benim göbek kanımın döküldüğü Gulca şehri idi. Bu bir gerçek,
bu bir tarih ve gelecek kuşaklar için bu bir ay yıldızlı ideal idi (3).
Ay yıldız ile iç içe yaşadığım, ay yıldız damgalı
karneler-ödüller aldığım o mutlu günlerimi şöyle anımsıyorum: “1946-1947
öğretim yılı biterken, üçüncü sınıfı pek iyi dereceyle okuduğum için, Tukay’ın
doğumunun 61. Yıldönümü anısına bastırılmış bir küçük kitabı, ödül olarak sınıf
öğretmenim Lele ablanın elinden almıştım. Zamanla çok yıpranmış olan bu kitabı
o okulun, o mutlu günlerimin anısı olarak bugüne kadar sakladım. Bu kitabın iç
kapağının köşesinde, “1946-47 öğretim yılında, Gulca Tatar Okulunun 3. Sınıf
öğrencisi İklil Kurban’a, pek iyi dereceyle okuduğu için, işte bu ödül takdim
edildi. Gulca Tatar Okulu 29.05.1947” şeklinde yazı ve bu yazının üstünde Şarki
Türkistan Cumhuriyetinin simgesi olan Ay-Yıldızlı damga bulunmaktadır. Bugün bu
kitabı ve o, Tatar Okulunun bana verdiği ay yıldız damgalı karneleri, Şarki
Türkistan Cumhuriyetinin askerleri için yaptırılan bir küçük deri çanta içinde
saklıyorum. Bunlar benim için hem sevinç, hem kaygıdır. Keşke o cumhuriyet ve o
okul bugün de olsaydı… Bu okulda benim çocuklarım, torunlarım da okumuş
olsaydı… Bu mutluluk bana nasip olmamıştır. Böyle bir ideal mutluluk, göçmek
zorunda kalmayan, ancak kendi ulusal devleti olan özgür ulusların özgür
bireylerinin yaşayabileceği mutlulukmuş.” (KURBAN 2007, s:18-19).
Yıl 1949, Ekim ayı, vatanım Şarki Türkistan Çin
Komünistlerince işgal edilirken, üzerinde ay yıldız belgesi ve ay yıldızın
anlamı bulunan ne varsa, Çinli cellatların kirli ayakları altında çiğnendi ve
yok edildi. Benim özel yaşamım ise, hapishane, çalışma kampı ve komün alanlarında
24 yıl (1955-1979) ölüm tehdidi altında süründürüldü. Anladım ki, ay yıldızsız
yaşam-benim için karanlık bir dünya, azaplı bir zindanmış. Anladım ki, ay
yıldızım sen benim her şeyimsin; vatanım seninle bağımsız, ulusum seninle
özgür, bireyin seninle mutluymuş.
Bu unutulmaz özel bir geçmiş ile ilgili, anılarımda şu
satırlar yazılmıştır: “Yıl 1980, Temmuz ayı, Pekin çok sıcaktı. Taksiyle
Türk Büyükelçiliğinin önüne gelip indim. Ay yıldızlı Türk bayrağını gördüm...
Onu kurtuluşumun simgesi olarak algılayıp, ruhum dalgalandı…” (KURBAN
2007, s: 159). “Ah kurtuluş… Kişi beyninde doğabilecek tüm düşüncelerin
en kutsalı, kişi kalbinde doğabilecek tüm duyguların en tatlısı kurtuluşmuş…” Çin
hududunu geçerken, not defterime şu satırları yazmıştım: “Çileli dertli
yıllar boyunca, bir kıvılcım bekledim, olmadı… Hiç olmazsa kalem tutma
fırsatını aradım, ne mümkün… Sonunda sana veda etmek zorunda kaldım ey vatan!
Ama bu ayrılık kolay mı?... Ölümden beter.” (KURBAN 2007, s: 166-167).
Türk coğrafyasına yönelik Arap işgali olan 100 (651-751)
yılı, Rus işgali olan 500 (1552-2014) yılı, Çin işgali olan 300 (1755-2014)
yılı, Türk tarihi ve Türklük unutacak değildir. Arap işgalinin sonucu olan Orta
Çağ karanlığının özlemini duyan Arap ulusçuluğu, tüm Türk dünyasında halen bir
dereceye kadar varlığını korumaktadır. Bu gün İdil, Ural ve Kırım Tatarları,
yıkıcı-yıpratıcı Rus zulmüne karşı direnirken, Çin’e karşı Şarki Türkistan’da
ölüm-kalım savaşı devam etmektedir. Çin, Uygurları ulus halinde yok etmek için
soykırım anlamına gelen tüm eylemlere başvurmaktadır.
Türk tarihi insanlığı imrendirecek şanlı-şevketli olduğu
kadar, facialarla dolu dolu geçen sonsuz acılar tarihidir. İşte devam ede gelen
başkalarının yarattığı işgal faciaları, Türkiye’de cereyan eden dinsel
kışkırtmaların yarattığı huzursuzluklar. Bu gün Türkiye’de, Türklük ile ay
yıldız arasında oluşan din dışı laik bağ (4) baltalanıp, bu bağın-laiklik
ilkesinin oluşumunda emeği geçen Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere
Türkçüler ve Türklük sorgulanmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
Türklük, tarihinin en zor günlerini yaşamaktadır. “Tüm milliyetçilikler benim
ayaklarımın altındadır” diyebilenler, Türk milliyetçiliğine-Türk
devletçiliğine karşı meydan okumaktadır.
Milliyetçilik-bu, insanoğlunu çalışkan-yücelten, geleceğine
umutla bakıp, vatan-devlet ve ideal sahibi yapan doğal bir kişisel-ulusal
güçtür. Milliyetçiliği olmayan kişinin, hep doyunma peşinden koşan hayvandan
farkı ne ki ?.. Tarihe isimleri silinmez olarak yazılan Atilla (400-453),
Cengiz Han (1155-1227), Büyük Timur (1336-1405), Mustafa Kemal Atatürk
(1881-1938), Mirseyit Sultangaliyev (1892-1940) ve Abdurehim İsa (?-1957) gibi
Türk büyüklerini ölümsüzleştiren-destansılaştıran gücün, onların
milliyetçiliklerinde saklı olduğunu, bize tarih söylüyor. Adı geçen kişiler
yaşamını ve tüm varlığını, Türk düşmanlarına karşı savaşarak, Türklüğü
yüceltmek uğruna tüketmişlerdi.
Bu milliyetçilik konusunda, büyük Türkçü ve bilim adamı
Yusuf Akçura (1876-1935) ne demişti:
“XIX’uncu asırda cihan medeniyet tarihine en çok icra-i
tesir eden müessir milliyet fikridir. Milliyet fikrine, bu azim kuvvete hiçbir
şey galip gelemez. Yüz binlerle muntazam ordular, bu fikir karşısında yenildi” (5).
Bugün Türkiye’de cereyan eden, ulusu ve devleti
dinselleştirme-cahilleştirme çabaları, Türk ulusunun bilmediği yeni bir şey
değil, Türk tarihinde yaşanan Türk düşmanlığının bir tekerrürüdür. Büyük
Timur’un Çin seferine çıktığı Şubat 1405 tarihli Otrar’daki ani ölümünü fırsat
bilen, başında Nakşibendi Şeyhlerinin bulunduğu İslamcılar, Timurlular
saltanatına karşı dinsel kışkırtmalar ve tasavvuf eşliğinde hemen harekete
geçmişlerdi. Amaçları, Timurluların yarattığı “Türk Rönesansı”nı, “Türk
Aydınlanma Çağı”nı (6) yıkmak-yok etmek. Bu Şeyhlerin göze çarpan eylemlerinin
başında, Büyük Timur’un torunu bilgin Uluğ Bey’in (1394-1449) öldürülmesi
gelmektedir. Bey boğuşmaları eşliğinde aralıksız 100 yıl (1405-1507) süren bu
savaş, Timurluları Türkistan’dan söküp Hindistan’a atacaktır. Türkistan
paramparça Orta Çağ bir din devleti olacak: Buhara Hanlığı 1500’de, Hive
Hanlığı 1511’de, Seidiye Hanlığı 1514’te, Hokant Hanlığı 1700’de kurulur. Bu
hanlıklar ortaya çıktıktan sonra, aralarındaki kısır çekişmeler ve savaşlar
sürer gider; Rus-Çin istilası karşısında bile birleşemezler.
Fakat, Türk ulusunun başına gelen giderilmesi güç görünen bu
kara gün, “Türk Rönesansı”nın çöktüğü anlamına gelmez. Timur’un soyundan gelen
Babur’un (1483-1530) ve Ekber’in (1542-1605) girişimiyle Timurlular saltanatı
Hindistan’da yeniden kurulacak ve “Türk Rönesansı” tekrar canlanacaktır.
Bu “Türk Rönesansı” Mustafa Kemal Atatürk tarafından geliştirilmiş olarak devam
ettirilecek; Türk Anayasasında “laiklik ilkesinin kabulü”, Türk Anayasasından
“dini İslam” sözcüğünün çıkarılması, bu gelişmelerin bazılarıdır. Yazımın
“özü” olarak kaleme alınmış bu ay yıldızımı, şanlı Türk tarihinin yarattığı bu
“Türk Rönesansı”nın, bu “Türk Aydınlanma Çağı”nın bir ürünü olarak algılıyorum.
Peki, vatanımız, ulusumuz yanı sıra ay yıldızımız uğruna ne
yapmalıyız? Atalarımız ne yaptıysa onu yapmalıyız. Türk tarihi savaşım
tarihidir. Bu kaçınılmaz savaş yazgısı, Türk coğrafyasının olmazsa olmaz
gereksiniminden kaynaklanmış bir ulusal yazgıdır. Ural Dağlarından başlayıp,
engin Avrasya-Küçük Asya bozkırları üzerinden Ak Deniz kıyılarına kadar uzanıp,
Tanrı Dağlarını bağrına basan coğrafya Türk coğrafyasıdır-Türk vatanıdır. Böyle
bir coğrafyaya egemen olmak elbette kolay bir iş değildir.
Bu engin vatanımıza göz dikmiş açgözlü-kıskanç-zalim
düşmanlarımızı yakından tanıyalım, bunlar: Araplar, Ruslar ve Çinlilerdir.
Bunlar Türklüğün ezeli ve ebedi barışmaz düşmanlarıdır. Evet, biz Türkler engin
bir vatanda doğup büyümüş, yaradılışı ulu bir ulus olduğumuz için düşmanımız
çoktur. Düşmanlarımızın çokluğu, aramızdaki hainlerin de çok olmasını sağlayan
başlıca bir sebeptir. Düşmanlarımızın, hainlerimizin bu kadar çokluğuna rağmen,
yine de Türk olarak ayaktaysak, bizi ayakta tutan bu güç, vatanımıza,
tarihimize, büyüklerimize ve ay yıldızımıza, değişik bir değişle ilkemize
bağlılığımızdan esinlenmektedir.
Bireysel özgürlüğümün, ulusal bağımsızlığımın, devletsel
sonsuzluğumun manevi-simgesel güveni olan, vatanımın parlak mavi göğündeki
yanı sıra esintilerle yükselen bayrağımdaki ay yıldızım esen olsun, sana sonsuz
sevgi ve saygılar!
Dipnotlar:
(1) KURBAN, İklil, ŞARKİ TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ, Ankara 1992.
(2) Anılar, KURBAN, İklil, GERÇEKLER VE YALANLAR
(Anılar-Yansımalar: 1943-2007). Ankara 2007.
(3) KURBAN, İklil, ŞARKİ TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ, Ankara 1992.
(4) İslam’dan önceki din dışı-laik Türklüğü çağrıştıran bu
ay yıldız simgesinin, Asya’nın çeşitli devirlerindeki Türk devletlerinde
kullanıldığı bilinmektedir.
(5) GEORGEON, François, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN KÖKENLERİ,
Çeviren: Alev Er, Ankara 1986.
(6) Rönesans, Avrupa kökenli “Yeniden Doğuş” anlamına gelen
bu sözcük, Dinsel Orta Çağ Karanlığına karşı gelişen XV. Yüzyılın bilim ve
sanat akımını anlatmakla beraber, XVIII. Yüzyılın Aydınlanma Çağı’na da bir
giriştir-bir çağrıdır.
TÜRKÇÜLERİN KAVŞIT YERİ: http://son.altayli.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder