HABER TURK’ta Orhan ÇEKİÇ, Cemil KOÇAK TARTIŞMASI
Bir örnek:
Sn. Bardakçı, Etrüsklerin Türk olmadığında ısrar ediyordu. Fakat Etrüsklerin
Türk olduğu, Ön-Türk kültürünün kökende olduğu AİTALİA’da (Ata Halkı Ülkesi,
İtalya) Etrüsklerin %97 Türk olduğu AİTALİA’lılar tarafından ifade edilince
sesini çıkaramamıştır.
Son kez
bir Sayın dilci Profesörün ki Asya Türkçeleri’ni bilmediğini sanıyoruz, Ön-Türk
kültürünü reddeden yayınını vermiş fakat bu profesörlerle K.
Mirşan’ı karşı karşıya getirmemeye gayret etmişti; yakında, hazırlamış
olduğumuz yanıtları da yayımlayacağız…
22 Mayıs
2014 tarihindeki Haber Turk yayınında ise Prof. Cemil Koçak ile Doçent Orhan
Çekiç’in, Atatürk dönemiyle ilgili iddialarını, tartışmalarını izledik. Bu
konuda bizim de bazı yaşadıklarımızı ve bildiklerimizi yaymayı millî görev
sayarak Saygın Doçent Orhan Çekiç’ten çok şey öğrendiğimiz için onun da yanında
olacağız.
Profesör
C. Koçak’ı tanıyoruz; Sözcü gazetesinde çıkmış olan bir habere göre
demiştir ki, “Yarbay Mustafa’nın Çanakkale zaferiyle uzak yakın bir
ilişkisi yoktur. Zafer Alman generali Liman von Sanders’e aittir. İstanbul
hükümeti ve Alman generali, Yarbay Mustafa’yı 5-10 kişiyi bile
yönetmekten aciz bularak gözden uzak kalsın, diye Gelibolu’ya göndermiş. Yarbay
Mustafa döneminin en yeteneksiz askeriydi. Tesadüfler ve şansı yaver
gitmeseydi, emekli olacak, kahve köşelerinde sürünüp gidecekti."
Kendisini,
Ulusalcı Gönüllüler olan bizler, mektuplarla protesto etmiştik, o ise yanıtında,
böyle şeyler demediğini, bu haberi yazan Sözcü gazetesine tekzip gönderdiğini
bildirmişti, fakat Sözcü'de böyle bir tekzip hiç yayınlanmadı?!
Bir
devlet başkanı için –Atatürk olmasa bile- kahve köşelerinde sürünüp
gidecek deyimi, bir profesörün inanılmaz bir seviye düşüklüğü içinde olduğunu
gösterir.
Atatürk’ü değersizleştirme,
İnönü döneminde Ticâni denen kara softaların dışarıdan gelen kışkırtmalar
sonucu, Atatürk anıtlarına saldırısıyla başlamıştı.
Biz, Koçak
– Çekiç tartışmasına dönelim, tartışmadan bazı paragrafları cevaplandıralım:
Koçak: “….Sıkışık
bir durumdu, bir yanda İngilizler ve Fransızlar Boğazlar'ı zorlarken daha işin
başında savaşın kaybedilme ihtimali yüksek. Düşündükleri plan, şu: Eğer
Boğazlar'dan geçerlerse ve İstanbul düşerse, gerilla savaşı başlatılacaktır.
Enver Paşa daha Almanya'ya gitmeden bunlardan bahseder...Milli Müdafaa
başlamıştır…Yenilmişsiniz, mütareke imzalamışsınız...Bir siper bile yapacak
haliniz yok.”
YANIT: Yâni
ben, “Ülkemizin kat’i olarak Ay’a gitmesi gerekir” dersem demek ki, Ay’a gitme
projesi başlamıştır… Atalarımız ne demiştir? ”Lâfla peynir gemisi
yürümez…”
Siper
kazmaya gelince… Bu temsili cümle, İstiklâl Savaşı’nı düşünemeyen, Ülke’yi
istilacılara teslim eden zavallıların kendilerini temize çıkarmak üzere ileri
sürdükleri bahanelerini gösterir.
Aslında
siper kazmak değil, savaş yapmak için ayakkabı değil, çarık bile yoktu.
Silahlar 1876 tarihinden kalma idi. Ama, Atatürk’ün ileri görüşü, irâdesi ve
Türk halkının (destan edebiyatı yapmıyorum) binlerce ve binlerce yıl
zaman ve mekân içinde yoğrulmuş bir kinetik enerjisi, saklı enerjisi vardı,
Atatürk buna, “sağ duyu” derdi ve gene Atatürk’ün, “bu milletle neler yapılmaz“
demesi bir destan cümlesi değil, Türk’ü, çeşitli cepheler ve imkânsızlıklar,
ateşten gömlek içinde denemiş bir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri vardı;
sarayda çürümüş saltanat bozuntuları, zaten Türk olmayan sultanlar ve onların
pısırık paşaları yoktu… Bu millet siper kazmış, halkı onu elinden geldiğince
giydirmiş, verebileceğini vermiş, Mehmetçik de İstiklâl Savaşı mucizesini
Atatürk ve arkadaşları yönetiminde yapmıştı…Millî mücadeleyi düşünmekten
aciz bencileyin kişilerin milyarlarca lira değerindeki zenginliklerini
bir ordu donatmak, onu savaşa hazırlamak gibi bir düşünceleri olabilirmi idi?
Asla.. Onu ancak bu topraklarda doğmuş, bu toprakların ekmeğini yiyen, vatan
sevgisiyle dolu halkımız yapabilirdi… Yaşadığı zor hayata rağmen…
Koçak:
“Bir yanda Ruslarla, komünistlerle anlaşıp, onlara "zaten bizim de sosyal
amaçlarımız var, halk devleti kurmaya çalışıyoruz" diyeceksiniz, diğer
yanda içeriye dönüp "İslam'ın şartlarının hepsini de maşallah yerine
getiriyoruz" diyeceksiniz?! Sonra Kürtlere dönüp diyeceksiniz ki, "bu
İngilizlerin kazığını sonra yersiniz. Bizimle olursanız, size özerklik
vereceğiz", Fransızlara dönüp, "bu İngilizlerden dünya kadar kazık
yiyorsunuz. Daha fazla direnmenin anlamı yok; bizimle anlaşın, gidin"
diyeceksiniz?! Bütün bunları ve daha fazlasını başarabilmek, her babayiğitin
harcı değil!"
YANIT:
Demek ki Koçak’a göre Atatürk İki yüzlü idi!
Atatürk
–tüm dünyaca bilinir- sözünü sakınmazdı, o haklı, yâni bilimsel, hukûki,
tarihi değerde gerçekleri dimdik ifade ederdi, korkak ve iki yüzlüleri
kaçırtırdı...
“…İslâmın
maşallah şartlarını yerine getiriyoruz” diyerek Koçak, kendine ait fikirleri
Atatürk’e yamayarak onunla matrak geçmek istiyor…
Atatürk’ün
İslâm karşısındaki tutumu: O, İslâmı günahlâr/sevaplar silsilesi hâline
getirmiş ve rayından çıkarmış, ham softa ve yobazlara karşı idi; esas iki yüzlü
olan bu yobaz takımı, doğdukları, ekmeğini yedikleri ülkelerinin kendi cahil
deyimleriyle, “gâvur takımına” teslim etmekte tereddüt etmemişlerdi. Ve Atatürk
bunun için, “Ülkemiz bu cahillerin ülkesi olamaz” demiş ve halkın dinini iyi
öğrenmesi için Kur’anı 1936’da Türkçeye tercüme ettirmişti. Atatürk’ün dine
karşı davranışı bu idi…
Sn.
Profesör, İftira etmeyiniz!
Pelin Çift:
Sizin kitabınızda var, Taha Akyol da söylüyor; bu isimlerin Atatürk'ün
kafasındaki modernleşme projesini red ettikleri için ayrı düştüklerini. Fakat
ayrılanlar bu suçlamaları kabul etmemekteler. Diyorlar ki, "Atatürk tek
adam olmak için bizi dışarıda bıraktı. Ne dersiniz?
YANIT: Atatürk
önemli işler yapmaya hazırlandığında daima başkalarını dinlemiştir. Dinlemesini
bilen kişidir… “Sarhoş sofrası” dedikleri sofrası, bir tartışma yeri idi.
1- Fikirlerini
almak için önem verdiği kişileri davet eder
2- Hepsinin
fikirlerini dinler, bazı fikirleri hemen kaydettirirdi
Anlatılır;
bir akşam sofrasında arkadaşı ve yaveri Salih Bozok, uzayan bir tartışma
sonucunda Atatürk’e dönerek, Balkan şivesiyle, “Abe Paşam! Eninde sonunda senin
dediğin doğru olacaktır. Neden bunları dinlersin?”
Atatürk
fena halde sinirlenerek, “Ya benden daha iyi düşünen varsa?” dedikten sonra
Salih Bozok’a, “Çık dışarı” diyerek sofradan kovmuştur.
Atatürk
dinlemesini bilen ve herkesi dinleyen ve yanlışın, sorunun nerede olduğunu
kendi düşüncesi dışında da arayan bir kişidir. Bu konuda birkaç fotoğrafı bile
vardır… Dedikodu ile bilim yapılmaz.
Pelin
Çift: K. Karabekir, "Milli Müdafaa'yı ben başlattım" diyor?
YANIT:
İstiklâl Mücadelesi’nin ilk savaşını Kâzım Karabekir’in ordusu yapmıştır,
doğrudur. Ama ona yapılmış, düzene sokulmuş bir programı uygulama emrini
veren TBMM Başkanı, Türk Milleti adına Gazi Mustafa Kemal Paşa
Hazretleridir.
Millî
mücadele fikri Atatürk’ün kafasında daha Harbiye sınıflarında başlamıştır.
Fakat bu
fikrin yürürlüğe geçmesi, Sivas ve Erzurum kongreleriyledir. Ve Atatürk bu
kongreleri, rütbeleri Halife tarafından geri alındığından, sivil kıyafetle
başlatmıştır. Bu onun, bu davaya ve kendine olan inancını gösterir.
Birlikte
Millî Müdafaa mücadelesini yapmak için toplanılan ilk kongrede herkesin katılıp
katılmayacağı sorusuna Kâzım Karabekir hemen cevap vermemiş, ancak bir saat
kadar düşündükten ve kongre üyelerini beklettikten sonra, Atatük’e,
“Emrinizdeyim, Paşam” demiştir.
P.Çift: Neden
eski defterler karıştırılıyor? Herkesin de kafası karışıyor?
Çekiç:
Öncelikle bunu kimin yaptığına bakmak lazım. Bunu yapanlar, reformları
içlerine sindiremeyen kesimler.
YANIT: Bu
kişiler Atatürk’ün çok ilerisini bile görmüş olduğunu akıl edemeyen,
günlük, basma kalıp düşünceler ya da hisler çerçevesinde kalan zayıf
kişilerdir. Örneğin, İstiklâl Savaşı’nda Atatürk’ün yanı başında olan Hâlide
Edip ve kocası Dr. Adnan Adıvar, Halifeliğin kaldırılmasını kabul etmeyerek
Ülke’yi terketmiş, kısır düşünceli kişilerdir. Bugün, Atatürk’ün 1930’larda
ileri sürdüğü fikirlerin doğru çıktığını görerek onu daha iyi anlıyoruz…
P. Çift:
(Koçak'ın kitabını okuyarak) Cemil hoca diyor ki, "Bu kadro çok iyi idi.
Bu kadro olmasaydı, M. Kemal bu işi götüremezdi."
Çekiç: Ama
Cebesoy öyle demiyor! O diyor ki, "Bizler olmasaydık, o yine götürürdü bu
işi" diyor.
YANIT:
Çekiç kat’i bir kaynak vermiştir. Evet, gerçek tam da Çekiç’in söylediğidir!
Eğer Atatürk olmasaydı, eğer Atatürk’ün ileri görüşü, iradesi olmasaydı bu
kişilerin adlarını bile duymayacaktık. Eğer bu kişilerin adlarını biliyorsak,
onlar Atatürk’ün bulunduğu ortamda yer almış, ya da Atatürk’ün emrinde çalışmış
olmalarındandır; ortaya asla kendi devrimci düşünce ve iradeleriyle çıkmış
değillerdi. Atatürk’ün iradesine tâbi olarak değer kazanmışlardı. Bir baş’a
ihtiyaçları vardı. İçlerinde bir teki bile Millî Mücadele’yi önceden düşünmüş
kişi değildi.
Koçak: Arkadaşları
diyorlar ki," Onu yakından tanırız, tabiatı, alışkanlıkları, siyasi
felsefesi, kendinden başkasını önemsememek üzerine kuruludur.....Zaten liderlik
denen de, biraz böyle başlar. Yetkiyi aldı mı, bırakmaz. Kimseyi dinlemez.
Başarılı olursa, tek adam olur. Gazi'nin tabiatı budur. En yakın dostu da en
uzak düşmanı da onun böyle olduğunu söylüyor. Hepsinin ortak kanaati, bu
yönde."
YANIT:
Atatürk, matematik zekâsı, çok ileriyi görme kabiliyeti ile üstün bir Lider
idi.İnönü, “Atatürk çok çabuk düşünür, derhal analiz ve sentez yapar, sonucu
hemen uygulardı” der. Bu niteliğini Çanakkale Savaşı’nda düşman karşısında
kullanmış, dağılan birlikler karşısında şaşırmamış, onları hemen
toplayarak yeni bir yumruk hâline getirip düşman üzerine salmış, düşman
ise karşısında yeni bir taze kuvvet olduğunu zannetmişti… İşte bu, Sn.
Koçak’ın “kahve köşelerinde sürünür” demekle ne muazzam bir saçmalama ve
hakaret misâli verdiğini gösterir.
Ve gene,
gerçek lider olduğu için asla tek başına hareket etmemiş, Millî Mücadele her
şeyden önce Millî Birlik ile kazanılabileceği için, Erzurum ve Sivas Kongreleri
ile harekete geçmiş, sonra bu Millî Kudreti Türkiye Büyük Millet Meclisi ile en
yüksek seviyesine taşımış ve ancak ondan sonra TBMM Başkanı olarak yani,
milletin iznini alarak Millî Mücadele’yi başlatmıştır.
Ne acıdır
ki bazı akademisyenlerimiz başta olmak üzere, bir çok kişi
kavramları birbirine karıştırmaktadır. Diktatörlük ve otoriterliğin ayni
olmadığının farkında değildir.
Atatürk
otoriterdir. Ama otoritesini gerçekten, bilimsel mantıktan ve tarihten alır.
Koçak:
"Türkiye'de yapılmış olanın, Fransa ve Rusya'da yapılmış olan devrimlerle
karşılaştırılabileceği kanaatinde değilim. Hatta bunun ne ölçüde devrim olduğu,
tartışmaya açık. Hiç bir toplumu zorla, otoriteyle istediğiniz yörüngeye
sokamazsınız. Sonuçta, gelinen noktada toplumlar geriye bakıp, "iyi
ki bunlar olmuş" diyebilir. Huzurluysa. Türkiye toplumu böyle bir toplum
mu?
ÇEKİÇ:
Bence, evet!
YANIT:
Sayın Koçak devrimleri şekil olarak görüyor. Yâni halkımız bir Bastil kalesi
bulup oraya yürümemişse, o devrim olamaz, öyle mi?!
Ya da
Rusya’da olduğu gibi önce donanma, bahriye askerleri isyan edecek…
Her ülkede
halk ıstırap çektiği, çektirildiği hâle göre cephe alır, kendi bünyesine
ve içinde bulunduğu şartlara göre hareket eder…
Sayın Koçak, tüm dünyanın önünde diz çöktüğü devrimleri, devrim olarak göremiyorsa herhalde görememek gereğinde bırakılmıştır. Zekâ ve bilgisi, Profesör seviyesinin Devrimlere şüphe düşürmesine izin vermemesi gerekirdi.
“…zorla, otoriteyle istediğiniz yörüngeye …”sözleri, genel bir iftira çerçevesi içinde kalmaktadır. Gazi Paşa, Mllî Mücadeleyi önce Ülke’de dolaşarak halka anlatmış, onları ikna yolunu seçmiştir. Onun bu konuda çekilmiş fotoğrafları bile vardır.
Sayın Koçak, tüm dünyanın önünde diz çöktüğü devrimleri, devrim olarak göremiyorsa herhalde görememek gereğinde bırakılmıştır. Zekâ ve bilgisi, Profesör seviyesinin Devrimlere şüphe düşürmesine izin vermemesi gerekirdi.
“…zorla, otoriteyle istediğiniz yörüngeye …”sözleri, genel bir iftira çerçevesi içinde kalmaktadır. Gazi Paşa, Mllî Mücadeleyi önce Ülke’de dolaşarak halka anlatmış, onları ikna yolunu seçmiştir. Onun bu konuda çekilmiş fotoğrafları bile vardır.
Hiç bir
zaman, “Emrediyorum! Millî Mücadele yapacaksınız“ gibi Sn. Koçak’ı gülünç hâle
getiren bir davranışı yoktur. Tekrarlayalım: Önce kongrelerle, sonra da TBMM ile
çalışmıştır.
Bunu da mı
inkâr edeceğiz, muhterem Pofesör Koçak?
Koçak:
"Bu işlere nasıl son verilir? Çok basit: Diyebiliriz ki, "Atatürk
ulusal bir kahramandır, nokta!"
YANIT:
Atatürk’ün sadece bir kahraman olmadığına tüm dünya politikacıları, tarihçileri,
düşünürleri en üst değeri verirken Sayın Koçak’ın, İnönü döneminde başlatılan
Atatürk’ü değersizlendirme görevini Ticânilerle birlikte yüklenmiş olduğunu
düşünmek gereğinde bırakılmış bulunmaktayız.
Koçak:
Hangi devrim tutmadı? Laiklik! Bugün sorunların kaynağı, bu!
Çekiç:
Alternatifiniz ne?
Koçak:
(Yine küçümseyerek) Çok basit: İnsanların inancına, dini davranışına, giyimine
karışmayacaksınız. Bu kadar basit. Toplum hafızasında taşır, geçmişte neler
olduğunu.
YANIT:
Lâklik, bu günkü sorunların kaynağı değildir. Sorun, hâricen
getirilmiştir: Dış güçler ülkeyi parçalamak, Türk kültürünü, dilini, inancını
yok etmek için Türk’ün binlerce yıl önce sahip olduğu kültürü yok etmek için
onu sorun hâline getirmişlerdir.
Bugün
lâikliğe karşı olanlar cahil bırakılmış ve bilgi eksikliklerinden sinsi bir
şekilde faydalanılarak beyinleri yıkanmış olanlar, karşı olmaya itilmiş, bâtıl
itikad’a sürüklenmiş, gereğinde, ödeme bile yapılmış olan kişilerdir.
Dışarıdan
gelen bu teşvik mükemmel bir sistemle çalışmış ve önce köy kalkınmasından
dehşete kapınılmış ve Köy Enstitüleri’nin kapanmasını elde etmiş alçak
ülkelerdir. Bunlar insan haklarından dem vuran haksızlık canavarlarıdır.
Lâkliği,
okumuş bir kişinin reddetmesine imkân yoktur. Çünkü, Saygın Doçent Orhan
Çekiç’in kat’i tarifini veriyoruz: Yönetenler yönetme erkini ilâhi
bir kaynaktan değil, halkın özgür iradesinden aldığı, bireylerin her türlü din
ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu, yönetenlerin ise bu konuda her tedbiri
almaktan sorumlu olduğu düzen.
Din'in
tehdit olmaktan çıktığı ülkeler var, o ülkelerde adında hıristiyan sözcüğü olan
bir parti iktidara geldiğinde, "İncil'i açacak, ona göre idare
edeceğim" demez.
Koçak: Burada
kritik cümle şu: "Orada din, tehdit olmaktan çıkmış"…
YANIT:
Koçak bu cümlesiyle, “ülkemizde din’in bir tehdit olarak ortaya
çıktığını” kabul etmiş oluyor… Kendi kendisiyle tenakûza düşüyor, halk ağzıyla;
bir söylediğini öteki tutmuyor...
Bu söz üzerine, Atatürk’ün düşüncesine dönüyoruz: Kara softalarla Osmanlı Döneminde Din’in rayından çıktığını, Ülkenin bu kafalarla yönetilemeyeceğini, bunun için de halkımızın dinini anlayarak, bilerek uygulaması için Kur’anı Türkçeye çevirttiğinin ne kadar ileri bir görüş olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu söz üzerine, Atatürk’ün düşüncesine dönüyoruz: Kara softalarla Osmanlı Döneminde Din’in rayından çıktığını, Ülkenin bu kafalarla yönetilemeyeceğini, bunun için de halkımızın dinini anlayarak, bilerek uygulaması için Kur’anı Türkçeye çevirttiğinin ne kadar ileri bir görüş olduğu ortaya çıkmaktadır.
Atatürk’ü
değersizlendirmek için çırpınan Koçak’ın gözünden kaçmış ya da üstü daima
örtülmüş bir tek gerçeği hatırlatacağız ve bu gerçek Atatürk’ün üstün değerinin
mihenk taşı olarak kafalara inmektedir... Malî dünyada bilinen bir prensip
vardır: “Bir ülkenin büyüklüğü, parasının değeriyle ölçülür”… Dikkat,
Sayın Koçak:
Yaşadığım bir gerçektir: Atatürk öldüğünde 1 dolar, 110 kuruştu
Yaşadığım bir gerçektir: Atatürk öldüğünde 1 dolar, 110 kuruştu
(1,10 TL)
Almanlar, Türk lirası satın alırlardı… Ya şimdi? Atatürk’ü kirletenlerin
vardığı nokta nedir?...1 dolar kaç tane yüz kuruş?!
Koçak:
Artık Türkiye'de hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
YANIT:
Sayın Profesör, Türk kültürünün ve tarihinin derinliğini bilmemektedir. O da
pek çok akademisyenimiz gibi, tarihin derinliklerine binlerce ve binlerce yıl
önce ayak basmış olan atalarımızın zaman ve mekân örsünde
döğülerek
–her zaman tekrar ettiğimiz- saklı enerji sahibi olarak, uçurumun kenarında
bile olsalar, oradan dönmesini bileceklerdir. Her şey, Lâik Türkiye
Cumhuriyeti’nin rayına oturmasıyla eski hâlinden de daha ileride olacaktır;
örneğin, samîmî dindar kişiler, dînî duygulara sahip olduklarını,
kara çarşaflara örtünerek değil, bilgi ve mantıklarıyla, “Kur’an’daki
İslâm’la” ve Türkçeyle ifade edeceklerdir.
Halûk Tarcan
Bilimsel Araştırmacı-Ulusal
Bilimsel Araştırma Merkezi / Sorbon 6’ncı Seksiyon- Paris
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder