28 Mayıs 2014 Çarşamba

HALÛK TARCAN; HABER TURK’ta Orhan ÇEKİÇ Cemil KOÇAK TARTIŞMASI

HABER TURK’ta Orhan ÇEKİÇ, Cemil KOÇAK TARTIŞMASI
Senelerdir izlediğimiz HaberTurk’ta, özel olarak, pek muhterem Murat Bardakçı beyefendinin programlarında Türk kültürüyle ilgili değerleri değersizleştirme ve hattâ  alay edilme gayreti içinde sunulduğunu izlemekteyiz.
Bir örnek: Sn. Bardakçı, Etrüsklerin Türk olmadığında ısrar ediyordu. Fakat Etrüsklerin Türk olduğu, Ön-Türk kültürünün kökende olduğu AİTALİA’da (Ata Halkı Ülkesi, İtalya) Etrüsklerin %97 Türk olduğu AİTALİA’lılar tarafından ifade edilince sesini çıkaramamıştır.
Son kez bir Sayın dilci Profesörün ki Asya Türkçeleri’ni bilmediğini sanıyoruz, Ön-Türk kültürünü reddeden  yayınını vermiş fakat bu  profesörlerle K. Mirşan’ı karşı karşıya getirmemeye gayret etmişti; yakında, hazırlamış olduğumuz yanıtları da yayımlayacağız…
22 Mayıs 2014 tarihindeki Haber Turk yayınında ise Prof. Cemil Koçak ile Doçent Orhan Çekiç’in, Atatürk dönemiyle ilgili iddialarını, tartışmalarını izledik. Bu konuda bizim de bazı yaşadıklarımızı ve bildiklerimizi yaymayı millî görev sayarak Saygın Doçent Orhan Çekiç’ten çok şey öğrendiğimiz için onun da yanında olacağız.
Profesör  C. Koçak’ı tanıyoruz; Sözcü gazetesinde çıkmış olan bir habere göre demiştir ki, “Yarbay Mustafa’nın Çanakkale zaferiyle uzak yakın bir ilişkisi yoktur. Zafer Alman generali Liman von Sanders’e aittir. İstanbul hükümeti  ve Alman generali, Yarbay Mustafa’yı  5-10 kişiyi bile yönetmekten aciz bularak gözden uzak kalsın, diye Gelibolu’ya göndermiş. Yarbay Mustafa döneminin en yeteneksiz askeriydi. Tesadüfler ve şansı yaver gitmeseydi, emekli olacak, kahve köşelerinde sürünüp gidecekti."  
Kendisini, Ulusalcı Gönüllüler olan bizler, mektuplarla protesto etmiştik, o ise  yanıtında, böyle şeyler demediğini, bu haberi yazan Sözcü gazetesine tekzip gönderdiğini bildirmişti, fakat Sözcü'de böyle bir tekzip hiç yayınlanmadı?!
Bir devlet  başkanı için –Atatürk olmasa bile- kahve köşelerinde sürünüp gidecek deyimi, bir profesörün inanılmaz bir seviye düşüklüğü içinde olduğunu gösterir.
Atatürk’ü değersizleştirme, İnönü döneminde Ticâni denen kara softaların dışarıdan gelen kışkırtmalar sonucu, Atatürk anıtlarına saldırısıyla başlamıştı. 
Biz, Koçak – Çekiç tartışmasına dönelim, tartışmadan bazı paragrafları cevaplandıralım:
Koçak: “….Sıkışık bir durumdu, bir yanda İngilizler ve Fransızlar Boğazlar'ı zorlarken daha işin başında savaşın kaybedilme ihtimali yüksek. Düşündükleri plan, şu: Eğer Boğazlar'dan geçerlerse ve İstanbul düşerse, gerilla savaşı başlatılacaktır. Enver Paşa daha Almanya'ya gitmeden bunlardan bahseder...Milli Müdafaa başlamıştır…Yenilmişsiniz, mütareke imzalamışsınız...Bir siper bile yapacak haliniz yok.”
YANIT: Yâni ben, “Ülkemizin kat’i olarak Ay’a gitmesi gerekir” dersem demek ki, Ay’a gitme projesi başlamıştır… Atalarımız ne demiştir? ”Lâfla peynir gemisi yürümez…”
Siper kazmaya gelince… Bu temsili cümle, İstiklâl Savaşı’nı düşünemeyen, Ülke’yi istilacılara teslim eden zavallıların kendilerini temize çıkarmak üzere ileri sürdükleri bahanelerini gösterir.
Aslında siper kazmak değil, savaş yapmak için ayakkabı değil, çarık bile yoktu. Silahlar 1876 tarihinden kalma idi. Ama, Atatürk’ün ileri görüşü, irâdesi ve Türk halkının (destan edebiyatı yapmıyorum) binlerce ve binlerce yıl zaman ve mekân içinde yoğrulmuş bir kinetik enerjisi, saklı enerjisi vardı, Atatürk buna, “sağ duyu” derdi ve gene Atatürk’ün, “bu milletle neler yapılmaz“ demesi bir destan cümlesi değil, Türk’ü, çeşitli cepheler ve imkânsızlıklar, ateşten gömlek içinde denemiş bir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri vardı; sarayda çürümüş saltanat bozuntuları, zaten Türk olmayan sultanlar ve onların pısırık paşaları yoktu… Bu millet siper kazmış, halkı onu elinden geldiğince giydirmiş, verebileceğini vermiş, Mehmetçik de İstiklâl Savaşı mucizesini Atatürk ve arkadaşları yönetiminde yapmıştı…Millî mücadeleyi düşünmekten aciz  bencileyin kişilerin milyarlarca lira değerindeki zenginliklerini bir ordu donatmak, onu savaşa hazırlamak gibi bir düşünceleri olabilirmi idi? Asla.. Onu ancak bu topraklarda doğmuş, bu toprakların ekmeğini yiyen, vatan sevgisiyle dolu halkımız  yapabilirdi… Yaşadığı zor hayata rağmen…
Koçak: “Bir yanda Ruslarla, komünistlerle anlaşıp, onlara "zaten bizim de sosyal amaçlarımız var, halk devleti kurmaya çalışıyoruz" diyeceksiniz, diğer yanda içeriye dönüp "İslam'ın şartlarının hepsini de maşallah yerine getiriyoruz" diyeceksiniz?! Sonra Kürtlere dönüp diyeceksiniz ki, "bu İngilizlerin kazığını sonra yersiniz. Bizimle olursanız, size özerklik vereceğiz", Fransızlara dönüp, "bu İngilizlerden dünya kadar kazık yiyorsunuz. Daha fazla direnmenin anlamı yok; bizimle anlaşın, gidin" diyeceksiniz?! Bütün bunları ve daha fazlasını başarabilmek, her babayiğitin harcı değil!"
 YANIT: Demek ki Koçak’a göre Atatürk İki yüzlü idi!
Atatürk –tüm dünyaca bilinir- sözünü  sakınmazdı, o haklı, yâni bilimsel, hukûki, tarihi değerde gerçekleri dimdik ifade ederdi, korkak ve iki yüzlüleri  kaçırtırdı...
“…İslâmın maşallah şartlarını yerine getiriyoruz” diyerek Koçak, kendine ait fikirleri Atatürk’e yamayarak onunla matrak geçmek istiyor…
Atatürk’ün İslâm karşısındaki tutumu: O, İslâmı  günahlâr/sevaplar silsilesi hâline getirmiş ve rayından çıkarmış, ham softa ve yobazlara karşı idi; esas iki yüzlü olan bu yobaz takımı, doğdukları, ekmeğini yedikleri ülkelerinin kendi cahil deyimleriyle, “gâvur takımına” teslim etmekte tereddüt etmemişlerdi. Ve Atatürk bunun için, “Ülkemiz bu cahillerin ülkesi olamaz” demiş ve halkın dinini iyi öğrenmesi için Kur’anı 1936’da Türkçeye tercüme ettirmişti. Atatürk’ün dine karşı davranışı bu idi…
Sn. Profesör, İftira etmeyiniz!  
Pelin Çift: Sizin kitabınızda var, Taha Akyol da söylüyor; bu isimlerin Atatürk'ün kafasındaki modernleşme projesini red ettikleri için ayrı düştüklerini. Fakat ayrılanlar bu suçlamaları kabul etmemekteler. Diyorlar ki, "Atatürk tek adam olmak için bizi dışarıda bıraktı. Ne dersiniz?
YANIT:   Atatürk önemli işler yapmaya hazırlandığında daima başkalarını dinlemiştir. Dinlemesini bilen kişidir… “Sarhoş sofrası” dedikleri sofrası, bir tartışma yeri idi.
1-    Fikirlerini almak için önem verdiği kişileri davet eder
2-    Hepsinin fikirlerini dinler, bazı fikirleri hemen kaydettirirdi
Anlatılır; bir akşam sofrasında arkadaşı ve yaveri Salih Bozok, uzayan bir tartışma sonucunda Atatürk’e dönerek, Balkan şivesiyle, “Abe Paşam! Eninde sonunda senin dediğin doğru olacaktır. Neden bunları dinlersin?”
Atatürk fena halde sinirlenerek, “Ya benden daha iyi düşünen varsa?” dedikten sonra Salih Bozok’a, “Çık dışarı” diyerek sofradan kovmuştur.
Atatürk dinlemesini bilen ve herkesi dinleyen ve yanlışın, sorunun nerede olduğunu kendi düşüncesi dışında da arayan bir kişidir. Bu konuda birkaç fotoğrafı bile vardır… Dedikodu ile bilim yapılmaz.
 Pelin Çift: K. Karabekir, "Milli Müdafaa'yı ben başlattım" diyor?
YANIT: İstiklâl Mücadelesi’nin ilk savaşını Kâzım Karabekir’in ordusu yapmıştır, doğrudur. Ama ona yapılmış, düzene sokulmuş bir programı uygulama emrini  veren TBMM Başkanı, Türk Milleti adına Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleridir.
Millî mücadele fikri Atatürk’ün kafasında daha Harbiye sınıflarında başlamıştır.
Fakat bu fikrin yürürlüğe geçmesi, Sivas ve Erzurum kongreleriyledir. Ve Atatürk bu kongreleri, rütbeleri Halife tarafından geri alındığından, sivil kıyafetle başlatmıştır. Bu onun, bu davaya ve kendine olan inancını gösterir.
Birlikte Millî Müdafaa mücadelesini yapmak için toplanılan ilk kongrede herkesin katılıp katılmayacağı sorusuna Kâzım Karabekir hemen cevap vermemiş, ancak bir saat kadar düşündükten ve kongre üyelerini beklettikten sonra, Atatük’e, “Emrinizdeyim, Paşam” demiştir.
P.Çift: Neden eski defterler karıştırılıyor? Herkesin de kafası karışıyor?
Çekiç: Öncelikle bunu kimin yaptığına bakmak lazım. Bunu yapanlar, reformları içlerine sindiremeyen kesimler.
YANIT: Bu kişiler Atatürk’ün çok ilerisini bile görmüş olduğunu akıl  edemeyen, günlük, basma kalıp düşünceler ya da hisler çerçevesinde kalan zayıf  kişilerdir. Örneğin, İstiklâl Savaşı’nda Atatürk’ün yanı başında olan Hâlide Edip ve kocası Dr. Adnan Adıvar, Halifeliğin kaldırılmasını kabul etmeyerek Ülke’yi terketmiş, kısır düşünceli kişilerdir. Bugün, Atatürk’ün 1930’larda ileri sürdüğü fikirlerin doğru çıktığını görerek onu daha iyi anlıyoruz…
P. Çift: (Koçak'ın kitabını okuyarak) Cemil hoca diyor ki, "Bu kadro çok iyi idi. Bu kadro olmasaydı, M. Kemal bu işi götüremezdi."
Çekiç: Ama Cebesoy öyle demiyor! O diyor ki, "Bizler olmasaydık, o yine götürürdü bu işi" diyor.
YANIT:  Çekiç kat’i bir kaynak vermiştir. Evet, gerçek tam da Çekiç’in söylediğidir! Eğer Atatürk olmasaydı, eğer Atatürk’ün ileri görüşü, iradesi olmasaydı bu kişilerin adlarını bile duymayacaktık. Eğer bu kişilerin adlarını biliyorsak, onlar Atatürk’ün bulunduğu ortamda yer almış, ya da Atatürk’ün emrinde çalışmış olmalarındandır; ortaya asla kendi devrimci düşünce ve iradeleriyle çıkmış değillerdi. Atatürk’ün iradesine tâbi olarak değer kazanmışlardı. Bir baş’a ihtiyaçları vardı. İçlerinde bir teki bile Millî Mücadele’yi önceden düşünmüş kişi değildi.
Koçak: Arkadaşları diyorlar ki," Onu yakından tanırız, tabiatı, alışkanlıkları, siyasi felsefesi, kendinden başkasını önemsememek üzerine kuruludur.....Zaten liderlik denen de, biraz böyle başlar. Yetkiyi aldı mı, bırakmaz. Kimseyi dinlemez. Başarılı olursa, tek adam olur. Gazi'nin tabiatı budur. En yakın dostu da en uzak düşmanı da onun böyle olduğunu söylüyor. Hepsinin ortak kanaati, bu yönde."
 YANIT: Atatürk, matematik zekâsı, çok ileriyi görme kabiliyeti ile üstün bir Lider idi.İnönü, “Atatürk çok çabuk düşünür, derhal analiz ve sentez yapar, sonucu hemen uygulardı” der. Bu niteliğini Çanakkale Savaşı’nda düşman karşısında kullanmış,  dağılan birlikler karşısında şaşırmamış, onları hemen toplayarak yeni bir yumruk hâline getirip düşman üzerine  salmış, düşman ise karşısında yeni bir taze kuvvet olduğunu zannetmişti… İşte bu,  Sn. Koçak’ın “kahve köşelerinde sürünür” demekle ne muazzam bir saçmalama ve hakaret misâli verdiğini gösterir.
Ve gene, gerçek lider olduğu için asla tek başına hareket etmemiş, Millî Mücadele her şeyden önce Millî Birlik ile kazanılabileceği için, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile harekete geçmiş, sonra bu Millî Kudreti Türkiye Büyük Millet Meclisi ile en yüksek seviyesine taşımış ve ancak ondan sonra TBMM Başkanı olarak yani, milletin iznini alarak Millî Mücadele’yi başlatmıştır.
Ne acıdır ki bazı akademisyenlerimiz  başta olmak üzere, bir çok kişi kavramları  birbirine karıştırmaktadır. Diktatörlük ve otoriterliğin ayni olmadığının farkında değildir.
Atatürk otoriterdir. Ama otoritesini gerçekten, bilimsel mantıktan ve tarihten alır.
Koçak: "Türkiye'de yapılmış olanın, Fransa ve Rusya'da yapılmış olan devrimlerle karşılaştırılabileceği kanaatinde değilim. Hatta bunun ne ölçüde devrim olduğu, tartışmaya açık. Hiç bir toplumu zorla, otoriteyle istediğiniz yörüngeye sokamazsınız. Sonuçta, gelinen noktada toplumlar geriye bakıp, "iyi ki bunlar olmuş" diyebilir. Huzurluysa. Türkiye toplumu böyle bir toplum mu?
ÇEKİÇ: Bence, evet!
YANIT: Sayın Koçak devrimleri şekil olarak görüyor. Yâni halkımız bir Bastil kalesi bulup oraya yürümemişse, o  devrim olamaz, öyle mi?!
Ya da Rusya’da olduğu gibi önce donanma, bahriye askerleri isyan edecek…
Her ülkede halk ıstırap çektiği, çektirildiği hâle göre cephe  alır, kendi bünyesine ve içinde bulunduğu şartlara göre hareket eder…
Sayın Koçak, tüm dünyanın önünde diz çöktüğü devrimleri, devrim olarak göremiyorsa herhalde görememek gereğinde bırakılmıştır. Zekâ ve bilgisi, Profesör seviyesinin Devrimlere şüphe düşürmesine izin vermemesi gerekirdi.
“…zorla, otoriteyle istediğiniz yörüngeye …”sözleri, genel bir iftira çerçevesi içinde kalmaktadır.  Gazi Paşa, Mllî Mücadeleyi önce Ülke’de dolaşarak halka anlatmış, onları ikna yolunu seçmiştir. Onun bu konuda çekilmiş fotoğrafları bile vardır.
Hiç bir zaman, “Emrediyorum! Millî Mücadele yapacaksınız“ gibi Sn. Koçak’ı gülünç hâle getiren bir davranışı yoktur. Tekrarlayalım: Önce kongrelerle, sonra da TBMM ile çalışmıştır.
Bunu da mı inkâr edeceğiz, muhterem Pofesör Koçak?
Koçak: "Bu işlere nasıl son verilir? Çok basit: Diyebiliriz ki, "Atatürk ulusal bir kahramandır, nokta!"
YANIT: Atatürk’ün sadece bir kahraman olmadığına tüm dünya politikacıları, tarihçileri, düşünürleri en üst değeri verirken Sayın Koçak’ın, İnönü döneminde başlatılan Atatürk’ü değersizlendirme görevini Ticânilerle birlikte yüklenmiş olduğunu düşünmek gereğinde bırakılmış bulunmaktayız.
Koçak: Hangi devrim tutmadı? Laiklik! Bugün sorunların kaynağı, bu!
Çekiç: Alternatifiniz ne?
Koçak: (Yine küçümseyerek) Çok basit: İnsanların inancına, dini davranışına, giyimine karışmayacaksınız. Bu kadar basit. Toplum hafızasında taşır, geçmişte neler olduğunu.
YANIT: Lâklik, bu  günkü sorunların kaynağı değildir. Sorun, hâricen getirilmiştir: Dış güçler ülkeyi parçalamak, Türk kültürünü, dilini, inancını yok etmek için Türk’ün binlerce yıl önce sahip olduğu kültürü yok etmek için onu sorun hâline getirmişlerdir.
Bugün lâikliğe karşı olanlar cahil bırakılmış ve bilgi eksikliklerinden sinsi bir şekilde faydalanılarak beyinleri yıkanmış olanlar, karşı olmaya itilmiş, bâtıl itikad’a sürüklenmiş, gereğinde, ödeme bile yapılmış  olan kişilerdir.
Dışarıdan gelen bu teşvik mükemmel bir sistemle çalışmış ve önce köy kalkınmasından dehşete kapınılmış ve Köy Enstitüleri’nin kapanmasını elde etmiş alçak ülkelerdir. Bunlar insan haklarından dem vuran haksızlık canavarlarıdır.
Lâkliği, okumuş bir kişinin reddetmesine imkân yoktur. Çünkü, Saygın Doçent Orhan Çekiç’in kat’i tarifini veriyoruz: Yönetenler  yönetme erkini ilâhi bir kaynaktan değil, halkın özgür iradesinden aldığı, bireylerin her türlü din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu, yönetenlerin ise bu konuda her tedbiri almaktan sorumlu olduğu düzen.
Din'in tehdit olmaktan çıktığı ülkeler var, o ülkelerde adında hıristiyan sözcüğü olan bir parti iktidara geldiğinde, "İncil'i açacak, ona göre idare edeceğim" demez.
Koçak: Burada kritik cümle şu: "Orada din, tehdit olmaktan çıkmış"…
YANIT: Koçak  bu cümlesiyle, “ülkemizde din’in bir tehdit olarak ortaya çıktığını” kabul etmiş oluyor… Kendi kendisiyle tenakûza düşüyor, halk ağzıyla; bir söylediğini öteki tutmuyor...
Bu söz üzerine, Atatürk’ün düşüncesine dönüyoruz: Kara softalarla Osmanlı Döneminde Din’in rayından çıktığını, Ülkenin bu kafalarla yönetilemeyeceğini, bunun için de halkımızın dinini anlayarak, bilerek uygulaması için Kur’anı Türkçeye çevirttiğinin ne kadar  ileri bir görüş olduğu ortaya çıkmaktadır.
Atatürk’ü değersizlendirmek için çırpınan Koçak’ın gözünden kaçmış ya da üstü daima örtülmüş bir tek gerçeği hatırlatacağız ve bu gerçek Atatürk’ün üstün değerinin mihenk taşı olarak kafalara inmektedir... Malî dünyada bilinen bir prensip vardır: “Bir ülkenin büyüklüğü, parasının değeriyle ölçülür”…  Dikkat, Sayın Koçak:
Yaşadığım bir gerçektir: Atatürk öldüğünde 1 dolar, 110 kuruştu
(1,10 TL) Almanlar, Türk lirası satın alırlardı… Ya şimdi? Atatürk’ü kirletenlerin  vardığı nokta nedir?...1 dolar kaç tane yüz kuruş?!
Koçak:  Artık Türkiye'de hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
YANIT: Sayın Profesör, Türk kültürünün ve tarihinin derinliğini bilmemektedir. O da pek çok akademisyenimiz gibi, tarihin derinliklerine binlerce ve binlerce yıl önce ayak basmış olan atalarımızın zaman ve mekân örsünde
döğülerek –her zaman tekrar ettiğimiz- saklı enerji sahibi olarak, uçurumun kenarında bile olsalar, oradan dönmesini bileceklerdir. Her şey, Lâik Türkiye  Cumhuriyeti’nin rayına oturmasıyla eski hâlinden de daha ileride olacaktır; örneğin, samîmî  dindar kişiler, dînî duygulara sahip olduklarını, kara  çarşaflara örtünerek değil, bilgi ve mantıklarıyla, “Kur’an’daki İslâm’la”  ve Türkçeyle ifade edeceklerdir.
Halûk Tarcan
Bilimsel Araştırmacı-Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi / Sorbon 6’ncı Seksiyon- Paris

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder