MEHMET UÇUM: "HALK İSTERSE CUMHURBAŞKANI’NA, MECLİS SEÇİMİNDEN 2 HAFTA SONRA KARAR VEREBİLİR"

İçerikten
önce zamanlama tartışmasını sorarak başlamak isterim... "Terör
saldırıları, toplumsal kutuplaşma ve OHAL sürerken hükümet sistemini
değiştirecek köklü bir Anayasa değişikliğini konuşmak için şimdi doğru zaman
mı?" diye soruluyor, ne dersiniz?
Zamanlama
konusunu ele alırken Türkiye'nin içinde bulunduğu durum ve bu imkânın nasıl
ortaya çıktığını hatırlamak gerekiyor. Türkiye, 15 Temmuz'da bir devirme ve
işgal hareketi ile karşı karşıya kaldı. Türkiye toplumu Cumhurbaşkanı Erdoğan
ile bir anlamda bütünleşerek bu işgal hareketini püskürttü ve bir devrim
gerçekleştirdi. Bu bir milli demokratik halk devrimiydi. Dolayısıyla devrim,
yıkma görevini tamamladı ama ortaya bir inşa sorunu çıktı. Antidemokratik yapı
parçalanmışsa, yerine demokratik devleti koymak zorundasınız. Yani devleti
yeniden inşa etmek zorundasınız. Zamanlamayı siyasal ve sosyal süreçler
belirledi. Bu zamanlama meselesini Sayın Bahçeli'nin çıkışıyla da ele almak
gerekiyor. MHP Lideri'nin, AK Parti ile yaptığı uzlaşma, parti siyasetleri
üzerinden uzlaşmanın ötesine geçti ve ülkenin ihtiyacı olan bir konuyu
karşılamak için bir uzlaşmaya dönüştü. Bu Türkiye'deki siyasal dinamiklerin
zorladığı bir konu olduğu için şu an en uygun zamanlamadır.
Belli
bir kesimin başkanlık sistemine karşı olduğunu ve şu sıralar toplumsal uzlaşıya
ihtiyaç olduğunu göz önünde bulundurursak, daha sakin bir ortamda tartışılması
daha iyi olmaz mıydı?
Mümkün
değil. Anayasacılık hareketlerini analiz ettiğinizde hiçbir zaman rutinde bu
tip reformlar yapılmamış. Türkiye'nin anayasal pratiğine baktığınızda da bu hep
rutin dışı dönemlerde gündeme gelmiştir. Dünyada da böyledir. Doğu Avrupa'daki
anayasacılık sistemleri Sovyet Sistemi çöktükten sonra gündeme gelmiştir. Yani
bu tip sistem değişikliklerini zorlayan rutin dışı ortamlar olmak zorundadır.
Steril ortamı beklemek, bir tür mühendislik arayışıdır, olgunlaşmış değişime
karşı çıkmaktır. Bu tezi savunanları gericileştirir. Ayrıca şu anki OHAL'i
demokratik ortamı ve uygun tartışmayı sınırlayan bir rejim olarak ele almak
doğru değil çünkü OHAL ilk kez halka karşı değil, halk düşmanı yapılara karşı
ilan edildi.
'MECLİS
DENETİMİ BÜTÜN UNSURLARIYLA VAR'
Önerilen
modele yöneltilen en temel eleştiri "Meclis'i zayıflatacağı,
Cumhurbaşkanı'nı tek adama dönüştüreceği" iddiası... Meclis,
Cumhurbaşkanı'nı ya da Başkan'ı nasıl denetleyecek?
Birincisi,
kanunlar üzerinden denetleyecek. İkincisi, bütçe üzerinden denetleyecek.
Üçüncüsü, Meclis araştırması, görüşmesi, soruşturması ve milletvekillerinin
Cumhurbaşkanı yardımcılarına ve bakanlara yazılı soru sorabilmesi üzerinden
denetleyecek. Cumhurbaşkanı'nın sunduğu bütçe teklifini, Meclis'in kabul etmeme
hakkı var. Meclis kabul etmediğinde geçici bütçe yapılması gerekiyor. Meclis o
geçici bütçeyi de kabul etmeyebilir. Bu durumda bir önceki yılın bütçesi
yeniden değerleme oranıyla artırılarak yürürlüğe girer. Bu, Cumhurbaşkanı
siyasi olarak taahhüt ettiği yatırımları ve vaatlerini yerine getirebilecek ek
imkânı bulamayacak demektir. Bu durumda Meclis, Cumhurbaşkanı'nı kendisiyle
uzlaşmaya zorlayacaktır. Bu ciddi bir denetim mekanizmasıdır. Bakanları ve
Cumhurbaşkanı'nı suçlama, Meclis'in yetkisinde. Bakanların ve Cumhurbaşkanı
yardımcılarının dokunulmazlığının kaldırılması da yine Meclis'in yetkisinde.
Gördüğünüz gibi Meclis'in hükümet üzerindeki denetimi bu sistemde bütün
unsurlarıyla var. Ayrıca yürütmenin, kanun tasarısı sunma hakkı yok. Kanun
teklifini sadece milletvekilleri verecek, yürütme buna katılamayacak. Yani
yürütmenin yasama üzerindeki hükümranlığına son verilmiş olacak. Bu
parlamentoyu özgürleştirir.
'YA MECLİS İLE
CUMHURBAŞKANI AYNI PARTİDEN OLURSA DEMEK SOSYOLOJİK MEŞRUİYETE KARŞI ÇIKMAKTIR'
"Yasamayı
yalnızca Meclis yapacak, hükümet buna karışamayacak" diyorsunuz ama
Cumhurbaşkanı'nın yasaları veto yetkisi var. Cumhurbaşkanı bir yasayı veto
ettiğinde salt çoğunluk yani 301 oy gerekecek. CHP'liler bu durumda
"Meclis istediği yasaları geçiremez" diyor. Ne dersiniz?
Bakın
bu zorlaştırıcı veto yetkisini, Cumhurbaşkanı'nın kararname çıkarma yetkisinin
önüne konan kısıtlamalarla birlikte düşünmeden anlayamayız. Cumhurbaşkanı bir
kararname çıkardığında, Meclis o kararnameyi bir kanun çıkararak yürürlükten
kaldırma yetkisine sahip. Bu durumda Meclis sürekli Cumhurbaşkanı'nın kararname
çıkarma yetkisini bloke edebilir. İşte buna karşılık Cumhurbaşkanı'nın veto
etmesi durumunda Meclis'e salt çoğunluk şartı getirilmiştir. Yani
Cumhurbaşkanı'na zorlaştırıcı veto yetkisi verilmesi denge denetiminin bir
mekanizmasıdır.
Ama
CHP "Parlamento seçimiyle Cumhurbaşkanlığı seçimi aynı anda olacağından,
Meclis çoğunluğu Cumhurbaşkanı'nın partisinden olur ve salt çoğunluk kolay
kolay sağlanamaz" diyor.
Burada
ileri sürülen itirazın temel argümanı, demokratik meşruiyet tezine aykırıdır.
Yani "Önerilen sistemde Meclis'in kanun çıkarması zorlaştırılmıştır"
dense, ayrı bir tartışma konusu olur. Ama Meclis ve Cumhurbaşkanı aynı siyasi
mecradan oluşur ve Meclis Cumhurbaşkanı'nın siyasi yönlendirmesine uyar"
varsayımına itiraz etmek sosyolojik meşruiyete karşı konum almak demektir. Yani
Meclis de Cumhurbaşkanı da aynı siyasi mecradan oluşuyorsa bu halkın seçimidir,
bunun meşruiyeti sorgulanamaz. Bunların işbirlikleri, çalışma biçimleri ya da
uyumları o siyasi meşruiyet üzerinden yürütülür.
Buna
karşı çıkanlar, özellikle ABD sistemini örnek göstererek, "Demokrasilerde
tek başına yasamaya ya da yürütmeye güven olmaz. ABD sisteminde 2 seçim farklı
zamanlarda yapılır ki çoğunluğun hegemonyası yerine, çoğulcu bir yapı ortaya
çıksın" diyorlar. Burada bir çoğunlukçuluk, çoğulculuk tartışması yapılabilir
mi? Türkiye'de
çoğunlukçuluk ve çoğulculuk tartışması salt parti ayrımları üzerinden
tartışıldığında yeterince anlaşılamaz. AK Parti'nin %50+1'den fazla oy alması
monolitik bir çoğunlukçu yapının ortaya çıkması demek değildir. Çünkü,
Türkiye'nin sosyolojik özelliklerine bakıldığında 50+1'i sağlayan siyasi aktör
kim olursa o oyu ancak çoğulcu yapının desteğini alarak sağlayabilir. Örneğin
AK Parti içinde bütün kimlik gruplarından insanlar var, Türkiye'nin bütün
coğrafi bölgelerinden seçmen desteği alıyor. Farklı yaşam tarzlarını temsil
ediyor... Partili
Cumhurbaşkanı meselesi de çok tartışılıyor. Cumhurbaşkanı aynı zamanda parti
başkanı olursa milletvekilleri Cumhurbaşkanı yani yürütme karşısında
bağımsızlığını yitirmez mi? "Cumhurbaşkanı
illa parti başkanı olur" demedik, sadece partisi ile ilişkisinin kesilmesi
hükmünü kaldırdık. Getirdiğimiz sistem sosyolojinin ve siyasetin dinamiklerine
alan açıyor. Cumhurbaşkanı'mız güçlü bir lider, partinin genel başkanı olmak
isterse olabilir. Diyelim 2. turda Kılıçdaroğlu seçildi, belki onun partisi
genel başkan olmasını istemeyebilir. Bunu siyasetin kendi dinamikleri
belirler...
'ENDİŞE
ETMEYİN, YARGI SİYASALLAŞMIYOR'
Peki,
Meclis ve Cumhurbaşkanı seçimlerini farklı zamanlarda yapmak neden düşünülmedi?
Aslında
mutlak eşzamanlı seçim getirmedik. Getirdiğimiz eşzamanlılık, nispi
eşzamanlılıktır. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile Meclis seçimi aynı gün olacaktır
ama Cumhurbaşkanı seçimi iki turludur. Halk isterse Meclis'i seçip,
Cumhurbaşkanı'nı ilk turda seçmeyebilir. Yani herhangi bir adaya %50+1 oy
vermeyebilir. En çok oyu alan iki aday, iki hafta sonra halkın karşısına çıkar.
Halk da, Meclis'te oluşturduğu çoğunluğa göre o iki adaydan birini yürütme
olarak seçebilir. Sistem, sosyolojiye ve siyasi dinamiklere alan açan bir şekilde
kuruldu. Bir hukuk mühendisliği üzerinden hazırlanmadı. Yani, Anayasa'da her
türlü kural ve düzenleme olsun, 'halk siyaseti şu şekilde yaparsa böyle
sınırlansın' ya da 'seçmeyi yanlış yaparsa bu şekilde sınırlandırılsın' kurgusu
yapılmadı.
Yeni
sistemde Cumhurbaşkanı ve Meclis'in karşılıklı fesih yetkisi var fakat
Meclis'in bu kararı alabilmesi için 5'te 3 çoğunluğu sağlaması gerekiyor. Oysa
Cumhurbaşkanı istediği zaman kendisiyle birlikte erken seçime gidebiliyor.
Cumhurbaşkanı'na da birtakım kriterler getirilmesi ya da 5'te 3'ten daha az bir
oran aranması iyi olmaz mıydı?
Öncelikle
burada fesih yetkisi yok. Bizim önerdiğimiz sistem, hem Cumhurbaşkanı'nın hem
Meclis'in seçimlerini birlikte yenileme yetkisi. Hangi organ yenileme yetkisini
kullanırsa kendi varlığına da son vermiş olacak. Milletvekillerinin kaç dönem
seçileceğine ilişkin bir sınırlama yok. Eğer seçilebiliyorsa, 50 yıl da
milletvekilliği yapılabilir. Eğer Meclis'in seçimleri yenileme konusunu basit
ya da salt çoğunluğa bağlarsanız, kendilerinin seçilmesi açısından bir
sınırlama olmadığı için bu yetkiyi yürütmeyi tıkayacak şekilde kullanabilir.
5'te 3 çoğunluk konmazsa yürütme zafiyeti yaratabilecek çekişmeler çıkar. Bu
olmasın diye sistem önlem alıyor. Buna karşılık, Cumhurbaşkanı'nın bu yetkiyi
kullanması ise kendisi açısından siyasi risk demektir çünkü dönem süresini
azaltıyor. Ayrıca bir daha seçilememe riski var.
Ama
Meclis seçime götürürse, Cumhurbaşkanı'nın görev süresinden kaybetmiyor değil
mi?
Hayır
gidiyor. Meclis, Cumhurbaşkanı'nın ilk döneminde seçimlerin yenilenmesine karar
verirse, Cumhurbaşkanı ilk dönemi kaybeder. HSYK
seçim usulüne ilişkin de tartışmalar var. İlk iki turda çoğunluk sağlanamazsa
son turda en çok oyu alan iki kişi arasında kura çekilecek. CHP "AK
Parti'nin karma komisyonda 30 milletvekili var. En çok oy alanı belirleyebilir.
Geri kalanı da Cumhurbaşkanı atayacak. Yargı tamamen iktidarın denetimine
geçiyor" diyor. Ne dersiniz?
Yargının
idaresi demokratik meşruiyete dayanmalıdır. Önerdiğimiz sistemde yürütmeyi ve
Meclis'i halk seçiyor. Yani doğrudan çifte meşruiyet var. Yargının idaresinin
oluşumunda da bu meşruiyeti sağlamalıyız. Halk, belli bir partiye çoğunluk
vermişse, Cumhurbaşkanı'nı da o partiden seçmişse onların bütün tasarrufları
meşrudur. Üye sayısından yakınmak yerine nedenini düşünmek gerekir. Ayrıca
seçmenin bir sonraki tercihini bugünkü durum üzerinden tartışmak problemlidir.
Peki,
bu sistem yargının siyasallaşmasına yol açmaz mı?
Endişe
etmeyin, yargı siyasallaşmıyor. Muhalefet çoğulculuk istiyorsa diğer partiler
ile uzlaşma arayışına girmek zorunda. Önerilen sistem siyasi uzlaşmaya ve
sosyololojiye alan açar.
'ÖNERDİĞİMİZ
SİSTEMDEN OTORİTERLİK ÇIKMAZ'
Bu
öneriye en temel eleştirilerden biri de otoriterlik ya da CHP'nin deyimiyle
diktatörlük tehlikesi... Yürütmeyi bu derece güçlendirip denetlenmesini
zorlaştırdığınızda ülkenin geleceği risk altına girer mi?
Kuvvetler
ayrılığının çıkışı yürütmeyi sınırlandırmak içindir. Zaman içinde bu sınırlanma
öyle bir duruma geldi ki 2. Dünya Savaşı'ndan sonra güçlü bir yürütme ihtiyacı
ortaya çıktı. İtalya dahi yürütmeyi güçlendirecek seçim mekanizmaları üretti.
İngiltere'de parlamenter sistem güçlü bir geleneğe sahip olmasına rağmen 80'li
yıllardan sonra Margaret Thatcher'la birlikte inanılmaz kuvvetli bir yürütme mekanizması
oluşturuldu.. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra bütün dünyada gelişen eğilim
yürütmenin kendi içinde güce kavuşmasıdır.
Peki
bu tek adam rejimine dönüşme riski barındırmaz mı? Bizim
önerdiğimiz sistemde mümkün değil. Bir güç yoğunlaşması var ama bu güç
yoğunlaşması kuvvetler birliği üzerinden değil. Her kuvvet kendi içinde
güçleniyor. Doğrudan halka hesap veren ve halk karşısında pratik üretmeye
çalışan bir sistemden otoriterlik çıkmaz. Hızlı, etkin ve demokratik pratikler
üretmeyi sağlayan bir sistemden söz ediyoruz.
'CUMHURBAŞKANI'NA
SUÇLAMA KOLAY OLMAMALI'
"Yüce
Divan'a sevk için 600 milletvekilinin 400'ünün oyunun gerekmesi
Cumhurbaşkanı'nı neredeyse yargılanamaz hale getirir" eleştirisine ne
diyorsunuz?
Cumhurbaşkanı'nın
suçlanmasını nitelikli çoğunluğa bağlamak zorunludur. Bütün başkanlık
sistemlerinde bu böyledir. Cumhurbaşkanı sürekli suçlanma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmamalı. Bu oranlar makuldür. Cumhurbaşkanı gerçekten bir suç
işlemişse ve Meclis 400'ü bulamıyorsa siyaseten ortak olarak suçlanırlar. O
Meclis üyeleri bir sonraki dönem seçilmezler, toplum onları cezalandırır. Niye
başkan yardımcıları ve bakanlar için de aynı kriter var? Çünkü
onlar başkanın sekretaryası gibidir. Suçlanma konusunda üst güvenceye sahip
olması gerekir. Yoksa bakan bulamazsınız. Cumhurbaşkanı'nda her türlü suçlamada
bu oranlar var. Bakanlarla ilgili ise sadece görevle ilgili suçlamalarda var.
"Bu
kişilerin görev süresi bittikten sonra da bu hüküm uygulanır" diyor.
Cumhurbaşkanı birini öldürse ve biz de bunu görev süresi bittikten sonra
öğrenmiş olsak ne yapacağız? Meclis'i mi toplayacağız? Evet,
böyle... Çünkü görevi bittikten sonra soruşturma ve kovuşturma usulünü
standarda çevirirsek, birileri intikam almaya çalışabilir, güvensiz pozisyonda
kalır.
'CUMHURBAŞKANI'NIN
ÜST DÜZEY ATAMALARINI MECLİS DEĞİL İDARİ YARGI DENETLEYECEK'
Meclis,
Cumhurbaşkanı kararnamelerinin hepsini kanun çıkararak ortadan kaldırabilecek
mi yoksa Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenleneceği özel olarak belirtilen
hususlar bunun dışında mı kalacak? Yani hukuki anlamda özel norm, genel normun
üstüne çıkar mı?
Cumhurbaşkanı'nın
kararname çıkarma yetkisini üçe ayırmak lazım; 1-Yasama alanına ilişkin
kararname, 2- Yürütme alanına ilişkin yürütücü kararname, 3- Bireysel işlemler
ve atamalara ilişkin kararname. Buna göre, yasama alanına ilişkin kararnameler,
hangi alanda olursa olsun kanun çıkarıldığında yürürlükten kalkar. Yürütme
alanına ilişkin kararname dediğimiz şey, bugünkü tüzük ve yönetmelikler
gibidir. Tüzük ve yönetmelik bir kanuna dayalı olarak çıkarılır. Meclis bu tür
kararnamelerin dayanağı olan kanunları değiştirdiğinde, bunlar da değişmiş
olur. Bu arada önerilen sistemde tüzük kaldırılıyor, ancak yönetmelik var.
Atamalar ise belli bir seviyeden itibaren idari yargı denetimine tabi tutulur.
Dolayısıyla bunları yargı denetleyecek demektir.
Cumhurbaşkanı'nın
atamalara ilişkin kararname yetkisi Meclis'in kanun çıkararak denetlemesine
açık değil, yalnızca idari mahkemelerin denetimine mi açık yani? Tabii.
Zaten bugünkü işlem de öyle. Atamalar kanunla yapılmıyor, atamayla ilgili bir
işlemde hukuka aykırılık varsa idari yargıya ve Danıştay'a gidiliyor. Sistemin
sağlıklı işleyebilmesi için, genel müdür ve üstündekiler gibi üst düzey
yöneticilerin kaderini siyasetin kaderine bağlamak lazım. Aksi takdirde idari
bürokrasi siyasi bürokrasi gibi davranıyor ve siyasetle rol çatışmasına
girişiyor.
Ama
bu haliyle bürokrasinin siyasileşmesini meşrulaştırmış olmaz mısınız? Hayır.
Tam tersine şu an mevcut sistemimizde seçilmişler ve atanmışlar çatışması
siyaset üzerinden yaşanıyor. Bir bakan siyasi kişiliğiyle pratik ürettiğinde,
bürokratlar farklı bir siyasi vizyona sahipse o icraatın yapılmasını sekteye
uğratabiliyor. Önerdiğimiz sistem, siyasetçi-bürokrat çatışmasını, egemenlik
çatışması olmaktan çıkaran bir sistemdir.
Ama
buna karşı "Bürokrasi tecrübe ister. Siyaset değiştikçe bürokrasi
değişirse devlet geleneği oluşmaz" argümanına ne dersiniz? Hayır,
devlet geleneği bürokrasi üzerinden gelişirse, bürokratik kurumsal egemenlik
olur; milli egemenlik olmaz. Devlet geleneği siyasi tecrübe birikimi üzerinden
gelişir, gelişmelidir. Aksi takdirde bürokratik vesayet odağı oluşur. Üst düzey
yöneticilerinin kaderini siyasetçiye bağlamak lazım yoksa 6 ayda bitecek proje
4 senede bitmiyor.
'CUMHURBAŞKANI'NIN
MERKEZİ İDAREYE İLİŞKİN YETKİLERİ ANAYASA'DA DÜZENLENMİŞ KANUNLARLA SINIRLIDIR'
'Merkezi
idareye ilişkin konular Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir' deniyor. Bu
çok geniş bir yetki değil mi?
Cumhurbaşkanı,
Bakanlar Kurulu'nun rolünü üstlenecek bir hükümettir. Merkezi idarenin
başındadır, dolayısıyla bu yetkiye sahip olması doğaldır. Ama şunu da
belirtelim; Cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisinin yerel idarelerle
ilgili hiçbir kapsama alanı yoktur. Cumhurbaşkanı, merkezi idare teşkilatında
birden çok ili içine alacak düzenleme yaparsa bu ancak Trakya Sulama Birliği ya
da GAP gibi hizmet ya da proje esaslı işlerle ilgilidir. Merkezi
idare teşkilatları çok geniş bir alanı kaplıyor. Örneğin Cumhurbaşkanı isterse
Merkez Bankası'nı kapatabilir mi? Cumhurbaşkanı,
Anayasa'da 'münhasıran kanunla düzenlenir' denilen hususlarda kararname
çıkaramıyor. Yani Anayasa'da ve kanunlarda açıkça düzenlenmiş hususlarda hiçbir
teşkilat yapısı kuramaz, değiştiremez, kapatamaz. Sadece kadrolarını değiştirme
yetkisine sahip olur. İhtiyaca uygun bakanlık kurabilir ya da kapatabilir ama
Anayasa'da olması gereken bakanlıklar var. Onları kapatamaz. Örneğin Milli
Güvenlik Kurulu'na katılan bakanlar gibi... Ancak Meclis'ten o bakanlıkların
değişmesini, yerine yeni bakanlıkların kurulmasını isteyebilir.
'SEÇİM SİSTEMİ
DEĞİŞMELİ'
Seçim
sistemi uyum yasalarıyla değişecek mi? Şu anki seçim sisteminin devam etme
olasılığı var mı? Cumhurbaşkanlığı kulislerinde hangi seçim sistemi
tartışılıyor?
AK
Parti daha önce mevcut sistem, daraltılmış bölge, dar bölge gibi üçlü bir
modelleme getirmişti. Cumhurbaşkanlık sistemi doğası gereği başkanlık
sistemidir. Halk, meclisi oluştururken parti tercihi üzerinden oy kullanmalı
ama milletvekili kimliğini öne çıkarmalıdır. Bu sistemin daha iyi işlemesi için
seçim sistemi değişmelidir. Türkiye'nin içinden geçtiği süreçler dikkate
alındığında bence Türkiye'nin 120 bölgeye bölünmesi, her bölgeden 5
milletvekili çıkması, daraltılmış bölgelerde de coğrafi bütünlük ve nüfus
denkliği ilkelerine dikkat edilmesi fayda sağlar. Coğrafi bütünlük, araya başka
yerlerin sokulmasını ve oyunları engeller. Nüfus denkliği de temsilde adalet
konusunda önemi bir imkân sağlar. Şu an kimi milletvekilleri 160 bin seçmeni
temsil ederken kimileri 10 bin seçmeni temsil ediyor. Bence daraltılmış bölge
üzerinden yürünmelidir. Dar bölgede ise daha güçlü milletvekilleri çıkar. Bu da
geleceğe yönelik konuşulması gereken konulardan biridir.
Şu
anki nispi temsil sistemini güçlendirip, barajın düşürülmesi ve milli bakiye
gibi yöntemlerle seçimde adaletin daha da yükseltilmesi gibi bir seçenek de
masada mı? Bu
da tartışılabilir. Önerilen sistem tecrübe edilecektir. Eksikleri, artıları
ortaya çıktıktan sonra revizyona tabii tutulacaktır. Dar bölge sistemi gündeme
gelecektir. Geçmişte denediğimiz milli bakiye sistemi ve barajın düşürülmesi
gibi yöntemler de tartışılabilir. Kesin olan şey bu seçim sisteminin er ya da
geç değiştirilmesidir...
'BU DEĞİŞİKLİK
SADECE BİR BAŞLANGIÇ'
"Anayasa
değişikliğiyle Türkiye'nin yeni anayasal sistem ihtiyacı tam olarak karşılanmıyor.
Hükümet modelinde bir reform değişikliği yapılıyor. Ancak bu reform süreci
devam etmek zorunda. Yeni Anayasa ihtiyacımız bu değişiklikten sonra çok daha
güçlü hale gelecek. Sayın Bahçeli merdiven teorisi açıklaması yaptı,
"Türkiye'nin hukuk ihtiyacını adım adım karşılayalım" dedi. Bu bir
işbirliği çağrısıdır. Bu işbirlikleri devam ettirilirse MHP ile birlikte
yürünebilir. Gelecekte çok farklı siyasi aktörler de yeni anayasal sistem
değişikliğinde rol alabilir." (İktibas: Habertürk / Kübra PAR)