BARBAROS HAYRETTİN PAŞA’NIN 470. ÖLÜM
YILDÖNÜMÜ
Deniz Tarihçisi ve Jeopolitikçi
ntarakci@gmail.com
Giriş
Her ulusun gurur ve övünç kaynağı olan
kişiler vardır. Bunlardan çoğunluğu yaşadıkları döneme damgalarını vuran,
etkileri sınırlı kişilerdir. Bazıları ise gerek yaptıkları işler, gerekse fikir
ve uzak görüşlülükleri ile evrensel ve uluslararası etkileri olan kişilerdir.
Onların çoğu, bir yandan bulundukları ülkenin ve insanlık tarihinin akışını
değiştirmiş, bir yandan da dünya mirasının temellerine büyük katkı
sağlamışlardır. Atatürk bunlardan en başta gelenidir. Diğer bir değerimiz ise
Türk denizciliği denince ilk akla gelen Barbaros lakaplı Hızır Hayreddin
Paşa’dır. Büyük denizciyi 470 yıl önce
1546 yılında kaybetmiştik.
Hayreddin
Paşa Osmanlı Hizmetinde
Osmanlı siyasetine damgasını vuran zeki
ve uzak görüşlü sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa[1] denizin mutlak efendisi olması için sultanın
donanmasına gözü pek bir reis gerektiğini anlamıştı. Bu reisi, kuzey Afrikalı
korsanların dışında bulamamıştı [2]
1533 yılında Hızır Hayreddin (Barbaros) Reis, Kanuni’nin yazılı bir emrini
aldı. Aynı yıl Ağustos ayı başında,
Cezayir Filosu ve Levent gemileriyle İstanbul’a yelken şişirdi. Çanakkale’ye
yaklaşınca, Cezayir Filosunu Cezayir’e, Levent Gemilerini korsanlığa
göndererek, kendi malı olan 18 gemi ile Boğaz’dan içeri girdi. Marmara
Denizi’ne girmeden önce Gelibolu’ya uğranarak, iki gün boyunca kadırgaların
bakımı yapıldı. Daha sonra düzenli bir sıra halinde, sancakları ve bayrakları
asılı dört yelkenli; korna sesleri eşliğinde Sarayburnu’na yönelip, tıpkı
uçarak gelen arılar gibi, toplarla donanmış Haliç’e demir attı.[3]
Barbaros
İstanbul’da
Barbaros’un İstanbul’da karşılanışı
şahane oldu. Yalnız Akdeniz’i değil, Avrupa ve Afrika’yı titretmiş bu efsanevi
şöhretin sahibini yakından görmek, onu sevgi ile kucaklamak için İstanbul
halkı, sabahın erken saatlerinde sokaklara dökülmüş, denizin üzerine taşmıştı.
Top sesleri ve gönülden kopan alkış tufanı, “Yaşa!” haykırışları arasında
karaya ayak basan Barbaros, kendisine tahsis edilen At Meydanı’ndaki Derya
Kaptanı Ahmet Bey’in sarayına gitti. Yalnız kendi gücü ile korsanlıktan
krallığa yükselen ve sonunda saltanatını, istiklalini feda ederek Cezayir’i
Osmanlı Devletine bağışlayan bu yaman adamı Kanuni de çok merak ediyordu. O
nedenle, protokol kurallarının gerektirdiği belirli zamanı beklemeye
dayanamayarak hemen ertesi günü Barbaros’u kabul etti. Barbaros’un saraya
gidişi de pek şahaneydi. İstanbul halkı gene sokaklara taşmış, göz kamaştıran
ve hayret uyandıran muhteşem kafileyi seyrediyor, alkışlıyordu.
Barbaros,
Kanuni’nin Huzurunda
Kanuni, gözler kamaştıran bir ihtişam
içinde tahtına gömülmüştü. Elbisesinin etekleri öpülmek üzere kasten ve itina
ile yere serilmiş; vezirleri, paşaları, saray adamları tahtın etrafına
sıralanmışlardı. Barbaros, etrafında 18 reisi olduğu halde tam bir vakar içinde
ilerledi, Kanuni’nin eteğini atlayarak elini öptü ve teklifsizce karşısına
oturdu. Etraftakilerin haset ve şaşkınlıklarına karşı, Kanuni, Barbaros’un
samimiyetinden hoşlanmıştı. Ona iltifat etti, İspanya’ya, Doria’ya ait sualler
sordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz’de takip etmesi gereken siyaset
hakkında görüşünü öğrenmek istedi. Barbaros, bu soruları padişahı hayran
bırakacak bir şekilde cevaplandırdı.[4]
Barbaros’un asıl adı Hızır Hayreddin idi. Avrupalılar ağabeyi Oruç Reis'e
kızıla çalan sakalı yüzünden Barbarossa adını vermişlerdi, Oruç Reis'in şehit
olmasının ardından küçük kardeşi Hızır için kullanılan bu isim, Türkçeye
Barbaros olarak geçti. Tüm Akdeniz’de Müslümanlar için Hayreddin (Dinin
koruyucusu) olarak, Hıristiyan düşmanları için Barbaros (Kızıl sakal) [5]
olarak ünlenen Hızır, önemli bir adamdı. Yedi dil bilen Hayreddin Paşa, cahil
bir korsan değildi. Kardeşi Oruç kadar cesur ve dayanıklıydı; aynı zamanda
mükemmel bir yönetici, olağanüstü bir stratejist ve kendi döneminin herhangi
bir yöneticisi kadar yetenekli bir devlet adamıydı.[6]
Gerçek
Bir Denizci Bulduk!
İbrahim Paşa ilk bakışta, 55 yaşında
olmasına rağmen bu atik ve yaşlı adamda, bunca zamandır peygamberden dilediği
adamı bulmuştu. Gerçek bir denizci bulduk! Onu hiç tereddüt etmeden filonun
generali (Kaptan Paşa ve divan üyesi paşa) ilan edin diye yazmıştır padişaha.
Halep’te yapılan divan toplantısında Barbaros Hayreddin Paşa’ya Beylerbeyliği
unvanı tevcih olundu. İstanbul’a
döndüğünde Hızır Hayreddin Paşa, Süleyman’ın elinden bir imparatorluk alameti
olan yatağan (kılıç) ve yeni generalin Osmanlı egemenliğinde olan tüm
limanlarda ve bütün adalarda sahip olacağı mutlak gücün bir sembolü olan adalet
asasını almıştı.[7]
Bütün kış, İstanbul Tersanesinde ve bizzat Barbaros’un gözetimi altında gemi
inşasına harcandı. Donanma denize çıkacağı zaman, 84 gemi hazır bulunuyordu.
Hayreddin’in gemilerinden 18’i kadırga idi. Bunlardan beşi de arzuları ile
devlet hizmetine girmiş korsanlara aitti.[8]
Barbaros’un, Cezayir’den birlikte getirdiği yardımcıları ve danışmanları, İstanbul
tersanelerini baştan sona yeniden düzenlediler. Gemi tasarımı, personel,
eğitim, yönetim bakımından Türk filosunun kalitesini iyileştirdiler ve gelecek
yıllarda Bab-ı Âli’ye yararlı bir model kurdular. Bu dönemde, İstanbul’da Fransa’nın kâtibi olan
Jean Chesneau, efendisi I. François’ya gönderdiği raporunda, Barbaros görevi
almadan önce Türkler bazı korsanlar hariç, gemicilik sanatı hakkında hiçbir şey
bilmiyorlardı. Bir filoya tayfa bulmak istediklerinde Yunanistan ve Anadolu
dağlarına gidip çobanları getirir, onları kadırgalarda küreklerin başına
oturtur ve öbür gemilerin güvertelerinde çalıştırırlardı. Bu çok yetersizdi;
çünkü ne kürek çekmeyi ne de gemici olmayı biliyorlardı, hatta denizde ayakta
bile duramıyorlardı. Fakat Barbaros, derhal bütün sistemi değiştirdi diyordu.
Amiral Juriyen de La Graviere daha sonra şu yorumu yapıyordu, Sistemi öyle
değiştirdi ki, birkaç yıl içerisinde yenilmez unvanını kazandılar.[9]
Barbaros 1534’te Kaptan Paşa olduktan sonra aklını Macaristan ve İran’a takmış
Osmanlı dünyasına, yepyeni bir yayılma menzili getirdi. Kadırgaları siyah ve
alçaktı böylece denizde, uzaktan görünmeden bekliyorlar, gece olunca sahile
sürpriz saldırılar yapıyorlardı. Fransızlar ve Osmanlılar arasında
Habsburg’lara karşı ittifak, karada hep belirsiz kalmış olsa da, Barbaros
sayesinde denizde gerçekleşti. Kanuni devrinde, Barbaros Hayreddin Paşa’nın
Kaptan-ı Derya olması ve Cezayir’in Osmanlı devletine bağlanması, Osmanlılara
çok büyük olanaklar sağlamıştır.
Barbaros’un
Osmanlı Yönetimindeki Etkisi
Kanuni’nin deniz siyasetinin planlanması
ve yürütülmesinde Sadrazam İbrahim Paşa’nın etkisi yadsınamaz. Barbaros’un
Osmanlı emrine alınması, divan üyesi yapılması ve fikirlerine itibar edilmesi
onun ileri görüşlülüğü ve devlet adamlığının bir sonucudur. Kanuni’nin bu
siyasetteki esas rolü ise son sözü söyleme hakkı olan bir padişah olarak,
İbrahim Paşa ve Barbaros’a olan güvenidir. Bu yıllarda Osmanlı Devleti,
Barbaros’un komuta ettiği Türk Donanmasını, en az Türk ordusu kadar önemli bir
vurucu kuvvet olarak telakkiye başlamış ve siyasetini buna göre ayarlamıştı.
1800 yıllık bir geleneği olan ve dünyada birinci silahlı kuvvet sayılan Türk
Ordusu yanında, donanmaya da aynı gözle bakılmaya başlanması, Osmanlı
Devletinin tarihinde bir dönüm noktası sayılabilir. Ancak Pargalı İbrahim
Paşa’nın 1536’da öldürülmesinden sonra Barbaros divanda yalnız kalmıştır. Protokolde
vezirlerden sonra gelmesine rağmen, Barbaros, devletin en nüfuzlu şahsiyeti
olmuştu ve bu nüfuzunu ölünceye kadar korudu. Kanuni’yi, deniz gücünün kara
gücünden daha az önemli olmadığı hususunda ikna etti. Kanuni de, donanmanın
devamlı bir gelişme içinde bulunması için Derya Kaptanından hiç bir şeyi
esirgemedi. Barbaros öldükten sonra da bu deniz siyasetine bir süre daha devam
etti. Buna rağmen, Türk tarihinin en büyük denizcisinin, hiç bir zaman vezir
(Büyük Amiral) rütbesini alamadığı, o zaman derya kaptanlarına vezir rütbesi
verilmemesi dolayısıyla bir gerçektir. Barbaros, hayatının sonuna kadar
beylerbeyi (Oramiral) rütbesini taşımıştır. Kabul edilen, Osmanlı deniz
siyasetinin temeli, Türk Donanması, dünyanın geri kalan donanmalarının
toplamından daha güçlü olması ve daima aynı seviyede tutulması idi. Belki gemi
sayısı bakımından değil, fakat teknelerin mükemmelliği, personelin eğitim ve disiplini,
deniz topçusunun menzil üstünlüğü bakımından bu husus, 16. Asır boyunca
gerçeğin ta kendisi oldu. Bu asırda Osmanlı filoları, blok halinde kocaman
ordular taşıyacak güçteydiler. Bilindiği üzere, dünya tarihinde Osmanlı’dan
sonra ancak iki devlet İngiltere ve ABD, aynı deniz siyasetini gerçekleştirmeye
muvaffak olmuşlardır. 19. Asırda İngiliz Donanması, dünyadaki bütün
donanmaların toplam gücünden üstün seviyede tutulduğu gibi, İkinci Dünya
Harbi’nden sonraki yıllarda da aynı hususu ABD gerçekleştirmeye muvaffak
olmuştur.
En
Büyük Deniz Zaferimiz Preveze
27 Eylül 1538’de kazanılan bu zafer,
strateji, taktik ve tekniğin eğitimli ve inançlı denizci personel sayesinde
sadece Türk tarihinde değil, aynı
zamanda dünya tarihinde de bir dönüm noktasıdır. Barbaros’un stratejisi, açık
deniz savaşlarında bir çığır açtı. Preveze Savaşı’ndan tam 50 yıl sonra 1588’deki
İngiltere-İspanya Deniz Savaşı’nda Sir Francis Drake ve 1805 yılında, yani
Preveze’den 250 yıl sonra, Trafalgar’da Amiral Nelson aynı stratejiyi kullandılar.
Preveze, tüm Akdeniz’i Osmanlı
hâkimiyetine açmıştı. Venediklilerin Preveze’den yanlarına kar kalan tek şey,
yüzer kale olarak adlandırılan büyük kalyonlarının gösterdiği performanstı.
Onları, değerini göstermek ve gereğinde kullanmak üzere bir tedbir unsuru
olarak sakladılar. Türkleri kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünün efendisi
yapmış Barbaros, bu zaferle Orta ve Batı Akdeniz’de de egemenliğini kurmuş ve
şimdi de, bir Avrupa donanmasını yenilgiye uğratarak, Süleyman’ın Yunanistan ve
Levant’taki (doğu Akdeniz) konumunu güvenceye almıştı. Osmanlı
İmparatorluğu’nun doruk yıllarının 1538 ile 1566’da Süleyman’ın ölümü arasında
geçen yıllar olduğu söylenebilirse, bu itibarın büyük bir bölümü Barbaros
Hayreddin Paşa’ya verilmelidir.
Barbaros
Fransa’da
16. yüzyılda orduların ağırlıkları ile
birlikte bir yerden bir yere en çabuk taşınma vasıtası gemilerdi. Bu nedenle
binlerce mil uzunluğundaki Akdeniz’deki ittifakların ve yardımların çoğu deniz
üzerinden sağlanmaktaydı. II. Bayezid 1492’de Endülüs’ten yükselen yardım
çığlığına Kemal Reis komutasında bir filo göndermenin dışında bir şey
yapamamıştı. Güçlü bir deniz gücü aynı zamanda Osmanlı’nın en önemli stratejik
kozuydu. Preveze sonrası 1541’de Avrupa’da
bozulan güç dengeleri Fransa Kralı’nı, Hristiyanlığın baş düşmanı olarak kabul
edilen Osmanlı Devleti’nden yardım istemek zorunda bırakmıştı. Fransa’ya yardım
etmek üzere, Barbaros kumandasındaki Türk Donanması’nın 15 Mart 1543’de Fransa
sularına hareket etti. Türk Donanması,
154 parça gemiden oluşuyor ve forsalar dışında 30 bin asker taşıyordu.
Barbaros’a
Muhteşem Karşılama
Osmanlı Donanması, 20 Temmuz 1543’de
Lyon Körfezi’ne geldiğinde Fransa, Hayrettin Paşa’ya muhteşem bir karşılama
töreni hazırlamıştı. Osmanlı Donanması, şehir halkını top ateşiyle selamladı.
Türk gemileri yardımlarına geldiği için sevince gark olan Fransızlar, Osmanlı
Kaptan-ı Deryasını görülmemiş törenlerle karşıladılar. Bütün Avrupa ise
Fransızların Türklere olan beraberliğine son derece kızmıştı. Fransuva’nın ilk
isteği Nice Şehri’nin geri alınması idi. Şehir, Şarlken’in kuvvetlerinin
elindeydi ve zaten Barbaros, Fransa Kralı I. Fransuva tarafından Nice’i
kurtarması için davet edilmişti. Nice şehri bombardıman edildi ve ele
geçirildi. Ancak kesin sonuç için
harekâta baharda devam edilecekti. Ayrıca caydırıcı bir güç olarak Osmanlı
Donanmasının kışı Fransa’da geçirmesi gerekliydi. Barbaros Fransa ile ek bir
anlaşma yaparak ihtiyaçlarının karşılanması ve leventlerin maaşlarının
verilmesi şartıyla kışı Fransa’da geçirmeye karar verdi. Toulon Limanı,
kışlamak için en uygun yerdi. Nisan 1544’te
Osmanlı Donanması en azından Güney Fransa’nın işgaline engel olmayı başarmış
olarak geri dönüyordu. O zamanın teknik olanakları dâhilinde ve bu kadar büyük
bir askeri gücün lojistiği de düşünüldüğünde, Osmanlı Devleti’nin o dönemde
gerçekten bir dünya devleti olduğu daha iyi anlaşılır. Bunu elbette ki,
Barbaros’a borçluyuz. Kemal Reis’ten 56 yıl sonra Osmanlı merkez donanması ilk
defa batı Akdeniz’e gelmiş ve bu Müslüman güç Hristiyanlığın kalbi Fransa’da
sekiz ay kalmıştı. Osmanlı Donanması, caydırıcılık görevini de en iyi şekilde
yapmış ve Fransa’yı Şarlken’in olası bir saldırısından korumuştur. Avrupa’nın
doğusu ile batısını denizden birleştiren Osmanlı- Fransa ittifakı Osmanlı
tarihçilerine göre Hristiyan birliğinin bölünmesi olarak nitelendirilirken
jeostratejik gerçek, kıta Avrupa’sında yeni bir güçler dengesi yaratmasıydı.[10]
Türk Donanması’nın kışladığı aylar süresince Toulon şehri, büyük bir donanmayı
beslemek mecburiyetinde kalmıştır. Bazı kaynaklara göre ise, son zamanlarda
Fransa Kralı ile Barbaros arasında meydana gelen anlaşmazlıklar nedeniyle fidye
ödenerek, Barbaros’un Toulon’dan ayrılması sağlanabilmiştir. Gerçekçi
perspektiften bakıldığında Osmanlı donanma varlığının ve 30 bin kişilik bir
ordunun Fransa’nın güneyini sekiz ay süre ile işgal ettiği söylenebilir. Çünkü
Fransa’nın Osmanlı Donanması üzerinde hiçbir tasarrufu ve söz hakkı yoktu. Aksine, ekonomiden maliyeye, idareden adalete
tamamen Osmanlıya ait bir olan bir sistem, Fransa topraklarında
yerleştirilmiştir. Bu uygulama o döneme göre ilk defa iki ordunun fiili olarak
bir araya geldiği ilk siyasi ve askeri ittifakı oluşturmaktadır. Bu yönüyle
konunun Fransız kaynaklarından da incelenmesi uygun olacaktır. Türkler,
müttefiklerine karşı iyi davranmışlar ve Toulon’dan bir dost olarak
ayrılmışlardır.[11]
Bu anı içi Fransa’da yapılan bir tablonun altında yer alan şiirin kıtalarından
birinde şöyle yazmaktadır:
Ne hoş geliyor
pupa yelken
Sıra sıra
Türkler ile bu donanma
Barbaros
ve ordusu hep birden koşuyor bize yardıma [12]
Barbaros’un
Vefatı
İstanbul’da Beşiktaş’a yolu düşenler
vapur iskelesinin hemen yakınında bir türbe görürler. Bu türbe 4 Temmuz 1546’da
vefat eden Türk tarihinin en büyük denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa’ya
aittir. Öldüğüm zaman beni denizin sesini duyacağım bir yere gömünüz!"
dediği için Beşiktaş'ta ki bu yere defnedilmiştir. [13]
Hayrettin Paşa yaşamında bir hayli sene bilfiil deniz ticareti, 7 sene kadar
şanlı bir korsanlık, 16 sene Cezayir’de hükümdarlık ve 13 sene de Osmanlı
İmparatorluğunun en parlak devrinde o devre layık şekilde Kaptanı Deryalık
yapmıştır.
Mezar
Değil Denizciler Türbesi
Arkasında bıraktığı reisleri ve
leventleri onu hiç bir zaman unutmadılar. Hayrettin Paşa’nın türbesi Osmanlı
Donanmasının her sefere çıkışından önce ziyaret edildiği kutsal bir mekâna
dönüştü. Donanmayı Hümayun, her sefere çıkışında, bütün toplarını kurusıkı
ateşleyerek Beşiktaş’ta onun türbesi önünden gemi gemi, filo filo geçerek
Marmara ve Akdeniz’e açıldı. Daha önce leventler, bölükler halinde gelip
türbeyi ziyaret eder ve Fatiha okurlardı.[14]
Osmanlı Devleti’nin kaptan paşaları da, hilatlerini Barbaros'un Beşiktaş'taki
türbesinde giyerlerdi, bu törende dua edilir ve fakir fukaraya yemek verilirdi.
Vasiyetnamesi
Bu saygın denizcinin vasiyetnamesi de en az yaşamı
kadar ilgi çekicidir. Hayrettin Paşa,
bütün malı, mülkü ve parasının eğitime harcanmasını vasiyet etmiştir. Hayrettin Paşa’nın yalnız İstanbul içinde ve
muhtelif yerlerde 15 adet irili ufaklı akarı vardı ki; bunların hepsini yalnız
Beşiktaş meydanındaki 12 yatılı öğrencisi bulunacak medresesine gelir temin
etmek üzere vakfetmiştir. Bu arada, Hayretin Paşa’nın kendi baba ocağı olan
Midilli Kalesi içinde yaptırdığı medreseyi, hamamı ve çeşmeyi de unutmamak
gerekir. Midilli Adası’na yapılacak ziyarette Türk izlerinin en çok bulunduğu
yer olan heybetli Midilli Kalesinin mutlaka gezilmesi gereklidir. Hayrettin
Paşa’nın Cezayir’de de bir hayli akarı olduğu,
onları da yine Cezayir’de yaptırmış olduğu cami ve çeşmelere gelir temin
etmek üzere vakfettiği bilinmektedir. Hızır Reis’in Cezayir’de yaptırdığı
caminin 1520 tarihli kitabesinde: Allah yolunda cihat edenlerin sultanı Hz.
Hayreddin ki Türk soyundan ünlü emir Yakup’un oğludur yazmaktadır.[15]
Yukarıda sayılanlardan başka, medresede yatılı bulunacak olan 12 öğrenci ile
diğer gündüzlü öğrencilerin faydalanmaları için 20 cilt kitap da vakfetmiştir.
Bundan başka gerek medrese ve müştemilatı ve gerekse sair akarları eskidikçe,
elde mevcut akar kiralarının fazlası ile bunların onarılmasını. Ve yine artacak olan paranın yarısı ile
yeniden akarlar yaptırılmasını, diğer yarısının tekrar yarısı ile görevlerinde
başarı gösterenlerin gündeliklerine zam yapılmasını ve geri kalanla da
medresede okuyan öğrencilere diğer günlerde de yemek verilmesini vasiyet
etmiştir. Türbesi yerinde duruyor ama
vasiyetinin yapılabilecek kısımları neden yapılmıyor?
Türbe
Vasiyeti
Bugün Beşiktaş vapur iskelesi yanındaki
türbesi etraftaki yüksek binalardan ve karmaşadan yeterince fark
edilememektedir. Barbaros’un defnedildiği türbeyi ölümünden önce yaptırdığı
vasiyetinden anlaşılmaktadır. Bugün aynı meydanda türbesinin yakınında
Hayrettin Paşa’nın çok güzel bir anıtı bulunmaktadır. Bu anıt, Barbaros Hayreddin Paşa’nın anısına
1943’te ünlü heykelciler Ali Hadi Bara ile Zühtü Müridoğlu tarafından
yapılmıştır. Heykelin arkasında
Yahya Kemal Beyatlı’nın şu dizeleri
yazılıdır:
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki donanmayla seferden geliyor!
Adalar’dan mı? Tunus’tan mı, Cezayir’den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
Barbaros’un bu yılki ölüm yıl dönümü 4 Temmuz 2016
Ramazan Bayramının arifesine denk geliyor. Büyük denizciyi minnet ve şükran ile
anıyoruz.
[1] İbrahim
Paşa, birkaç lisan bilen, tarih, coğrafya, harp tarihi konularıyla meşgul olan
değerli bir devlet adamıydı.
[5] Bir
rivayete göre, Hızır Reis, kızıl sakallı değildir. Ağabeyi, Oruç Reis’in
intikamını alıncaya kadar sakalına kına yakmayı kararlaştırmıştır.
[9]
Earl Bradford Akdeniz İş Bankası Yayınları s.315
[11] Bu
konu, Fransız kaynaklarından araştırılması gereken bugünkü Türk-Fransız ve
Avrupa ilişkilerine katkıda bulunabilecek çok önemli bir olaydır.
[14] İnebahtı yenilgisi öncesi donanma sefere çıkarken
ilk defa Barbaros’un türbesi ziyaret edilmemişti.
[15] Orhan
Koloğlu, Türk Korsanları, Tarihçi Kitapevi 2012 s. 43
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder