8 Haziran 2018 Cuma

Cumhuriyetçi misiniz demokrat mı? – Regis Debray (Yazan:Regis DEBRAY Çeviren: Prof. Dr. Ahmet Arslan, İlk Yayınlanma tarihi: 23 Kasım 2009)

Cumhuriyetçi misiniz demokrat mı?
Regis Debray
Anayasa değişikliği Medeniyetler İttifakı Projesi ve Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı Erdoğan’ın kişisel taleplerinin yanı sıra bu projelerin de amaçlarına uygundu. Amaç Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesiydi.

HAYIRcıların bir kısmı anayasa değişikliğini sadece otoriter bir başkanlık ve totaliter bir rejimin yerleşmesi olarak dile getirdiler. Bu bakış açısıyla da demokrasi cephesini önerdiler. YSK’nın ilan ettiği %49’luk HAYIR oyunu da halkın demokrasi talebinin somutlaşması olarak yorumladılar.

Hayır cephesinde yer alan anti-cumhuriyetçi ve kimlikçi bir siyaset izleyenlerle birlikte hareket eden bazı kesimler de ne yazık ki ABD-AB’nin ülkelerde rejim değişiklikleri için bir silah gibi kullandıkları demokrasi ve insan haklarını siyasetiyle aralarına sınır koymaya yeterince özen göstermiyorlar. Üstelik dış odaklara yönelik mesajlarla, yaptıkları şikayetlerle ve iktidara yönelik eleştirileri içerikleriyle, ABD-AB ile “demokrasi ve insan haklarını” ekseninde ortak hareket ettikleri görüntüsü içindeler.

Bölgemizde ve ülkemizde %80-90’a ulaşan ABD-AB karşıtı düşünce ve duyguları görmezden geliyorlar. Bağımsızlıktan vazgeçmeyen, cumhuriyet değerlerini savunan aynı zamanda kendisini muhafazakâr ve yurtsever olarak tanımlayan geniş toplumsal kesimlere aralarındaki mesafeyi daha da açıyorlar.

Prof. Dr. Ahmet Arslan’ın çevirisini yaptığı, Regis Debray’ın “Cumhuriyetçi misiniz demokrat mısınız?” başlıklı yazısının bir bölümünü, içinde bulunduğumuz sürece katkı sağlayacağını düşünerek yayınlıyoruz.

CUMHURİYETÇİ MİSİNİZ DEMOKRAT MI?
Cumhuriyetin birincil erdeminin hafıza olmasına karşılık, demokrasinin gücü unutmada yatar. İnsanın insanı yaptığı yerde, doğan her çocuk 6000 yaşındadır. Eğer elinizde tarihten başka bir şey yoksa, geçmişten kendinizi ayırmanız, kendi kendinizi sakatlamanızdır. İnsanı yapan Tanrı olduğunda ise, Tanrı onu her doğuşunda yeniden yapar. O macerasına sıfırdan başlar. Cumhuriyette bundan dolayı en büyük değer kütüphaneye, demokraside ise televizyona verilir. Çünkü kütüphanelerin, kendilerine ibadet edilmesi kültürü belirleyen büyük ölülerin saygıdeğer mezarlıkları olmasına karşılık, televizyon zevkli bir biçimde zamanı öldürür. Cumhuriyet bir kütüphane gibi, yaşayanlardan çok ölülerden meydana gelir. Oysa demokraside, televizyonda olduğu gibi, yaşayanlara bilgi vermek hakkına sahip olanlar yalnızca yaşayanlardır. Her sistemin mahzurları vardır ve bunlar tartışma konusudur.
Eşitlik

Cumhuriyet, eşitlikçi (égalitariste) olmaksızın eşitliği sever. Çünkü kabiliyet ve çabaları göz önüne almaksızın koşullar ve ödülleri aynı seviyeye getirmeye çalışan adalet değildir, hınçtır. Söz konusu olan, bunları oranlamaktır -her zaman geçerli olan bir formülü olmayan ve daima zayıf olan çözümü adalet uğruna bitmez tükenmez mücadeleyi gerektiren ebedi problem.- Buna karşılık demokrasinin programında toplumsal eşitlik yoktur. Onda ekonomik eşitsizliklerin yaratmış olduğu problem ne kadar aşılmak istenirse o kadar çok ve o kadar yüksek sesle insanların özgürlüklerinden söz edilir. Eşitlik kavramından demokrat, sadece kanun önünde eşitliği anlamakla yetinebilir. Ancak cumhuriyetçi ona zorunlu olarak maddi şartların belli bir eşitliğini ekler. Ona göre bu olmaksızın yurttaşlık antlaşması sahte bir paylaşmadır. Her gün kaldırımlarda binlerce paryanın veya toplumdışı yoksulların ölmesi, Hindistan’ı gerçek bir demokrasi olmaktan alıkoymaz. New York’ta binlerce evsiz barksızın veya esrarkeşin kışın parklarda uyuması, fakirlerin ve zenginlerin aralarında hiçbir benzerlik olmayan kendi hastaneleri ve okullarının olması özgürlük heykelinin dünya çapındaki ve haklı şöhretine bir halel getirmez. Gelirler veya ücretler arasındaki oranın bire elli olduğu bir memlekette artık cumhuriyetten bahsedilemez; ama demokrasiden bahsedilebilir. Cumhuriyetçi ideal, belli bir oran duygusunu şart koşar. Tesadüfen halkın öğrenmiş olduğu büyük artistlerin veya günün güçlülerinin büyük gelirleri parasız bir demokratta ancak bir omuz silkmesine sebep olur. O bunu teşebbüs hürriyetine verilen basit bir fidye olarak yorumlar. Buna karşılık lüks yığınlarını veya imtiyazların artmasını kınamak, bir cumhuriyetçi için Isparta hayat tarzını veya çileciliği övmek değildir. Yoksulluk bir demokrasiyi üzer; ama bir cumhuriyeti sarsar. Birinci, maksimum bir dayanışma ve birkaç bağış ister. İkinci, minimum bir kardeşlik ve birçok kanun. Birincinin vakıflara havale ettiği şeyi, ikinci önce bakanlardan talep eder.

Bu iki duyarlılık, güven verici ideolojilere de çevrilebilir ve büyük atalarla birlikte şu tekrar edilebilir: Sosyalizm ve liberalizm sonuna kadar götürülmüş cumhuriyet ve demokrasidir. Yalnız son derece doğru olan bu karşıtlık, “globe” okuyucularına modası geçmiş görünecektir. Çünkü sosyalistlerin, yani “şu eski cumhuriyetçiler”in kendileri artık genç ve farklı bir grup olarak ortaya çıkmak istediklerinden, onlarda toplumsal eşitsizlikler teması “insan hakları” sloganının arkasına geçmektedir.

Bir cumhuriyetçi, insanı yurttaştan ayırmaktan kaçınacaktır. Çünkü bir insana politik haklarını veren, siteye ait olmadır. Bireyin artık bir yurttaş gibi değil, basit bir özel şahıs olarak ele alındığı andan itibaren, ufukta kölelik -ve hemen arkasından kanunların yokluğu demek olan keyfilik- kendini gösterir. Cumhuriyette özgürlük bireylere ancak kanunların gücüyle, yani devletle gelir. Demokratların sadece “insan hakları”ndan bahsetmeleri, buna karşılık cumhuriyetçilerin her zaman buna “yurttaşlık” haklarını eklemeleri hayret verici değildir. Bu onların gözünde bir şarttır, bir tamamlayıcı şey değil. Nasıl ki yine bir cumhuriyetçinin gözünde laiklik hoşgörünün şartı olup onun karşıtı değilse. Ancak bu, özel hayatında ve çoğu kez, zamanın havasına boyun eğmeyen cumhuriyetçinin “bireyci”, toplumsal olanın baskısına boyun eğen demokratın ise “toplumcu” olmasına engel değildir. Demokrasinin savunduğu bireycilik, o zaman, bireyleri olmayan bir dünyanın ruhu, koyunun tinsel çeşnisi olur. İstatistik, aydın kanaatten daha emin bir biçimde sıradan kanaati destekler ve yüceltir. Farklılığı yücelten, sıradan insanlar ve Ortodoksilerle alay eden, özgürlüğü “istediğini yapma” olarak tanımlayan farklılıkçılar bazen kendi aralarında birbirlerine, özgürlüğü iyi düşünmek ve gerekeni yapmak olarak tanımlayan ölçülü zihinlerden daha fazla benzerler. Rabelais’in “Theleme”si düşünüldüğü yerde değildir.

Bireyler arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmak, öyle bir dünya idealidir ki bu dünyada tartışmanın, tartışan hasımlara sonuçta aralarındaki sivri görüş farklılıklarını töprüleyerek bakış açılarını uzlaştırma imkanı verdiğinde faydalı olduğu söylenir -sanki demokrasi bize başkalarına karşı bu ödevi, yani onunla uyuşma ödevini empoze ediyormuş gibi.- Cumhuriyette ise aralarındaki görüş ayrılıklarını açıklığa kavuşturmak, hatta karşılıklı saygı içinde onları keskinleştirmek için, tartışmanın yararlı olduğu düşünülür. Cumhuriyetçinin parolası “uç görüşler beni ilgilendiriyor”dur. Demokratın ki ise “aşırı olan her şey, değersiz”dir. Cumhuriyetçinin hedefi, uygunsuz olanı kibarlıkla birleştirmektir. Her şeyden önce rahatsız edici (incommode) zihinlere ihtiyacı olan bu rejimin kendisinin rahatsız edici olduğu anlaşılmaktadır. Homo Republicanus & Homo Democraticus


Toplumsal mutabakatla (consensus) çalışan demokrasinin sıkıntısını gidermek için sık ve moda şeyler olarak vardır. Moda onun konformizmini renklendiren bir gölge ödevi görür. Aşırı mağrur ve yüce ruhlu Stendhal, cumhuriyetçinin en iyi örneğidir. Dostu Mérimée ise derin bir demokrat. Ve Hugo cumhuriyetçi, Sainte-Beuve demokrattır (Flaubert ne biri ne diğeridir.) Yoksulların dostu, demokrasinin açık savunucusu ve sonuna kadar toplumun çoğunluğunu arkasında bulmuş olan III. Napoléon’a hayır demek için biraz “senyör” olmak lazımdı. Azınlıkta kalan bir cumhuriyetçi öfkelenir, köpürür, azınlıkta kalan bir demokrat ise çöker, yok olur.

Bugün “kim, nedir”den daha revaçta bir grup oyunu olamaz. Joxe ve Chènement cumhuriyetçi mi? Lang ve Jospin demokrat mı? Chevènement Okul’a saygısını gösterdi. Fakat Joxe devlet okullarında başörtüsünü rahatça kabul etmektedir. Hiçbir şey basit değil. Mitterrand zor durumlarda cumhuriyetçi, işler yolunda gittiğinde ise demokrat görünüyor (tersinden daha iyi). O iki başlı Janus gibi. Bugün Elyée’de rahat günlerinin keyfini çıkarıyor. Michel Rocard demokrat bir tip. İktidar koridorlarında her tarafta cumhuriyetçiler gerilemiş durumdalar. Genel kural olarak cumhuriyetçi ekonomiden hoşlanmaz. Ekonomi de ondan hoşlanmaz. Maliye müfettişlerine gelince, onlar demokrasiye bayılırlar. İdeal olarak ekonominin peşinden koşmanın insanı çabucak idealin kendisinden ekonomi (fedakarlık) yapmaya götürdüğü bilinmektedir. Bunun tersine hesap yapmasını bilmemek de insanların alın terlerine önem vermektedir. Fazla ekonomicilik cumhuriyeti öldürür mü? Gereğinden az da öldürür. “Le Monde” uzun zaman “Cumhuriyetçi” bir gazete oldu. “Liberation” ise ta baştan beri “demokrat” bir gazetedir. 68 kuşağına bağlılığından ötürü bir tür doğuştan anti-cumhuriyetçi bir gazete.

Bundan uzun kış geceleri için eğlenceli bir küçük karakter tahmin etme oyunu çıkabilir. Tiplerin karşılıklı olarak birbirleri içine nüfuz edişi o kadar güçlüdür ki bir doğruyu ifade etme anında yanılgıya düşeceğinizden emin olabilirsiniz. Ama şunları gözlemenin cazibesine nasıl direnilebilir? Cumhuriyetçinin en iyi olduğu şey, yazı; demokratınki ise sözdür. Biri insanları (erkekler veya kadınlar) araya mesafe koyarak ayartır. O, soğuk biridir. Sadık, ancak bencil bir varlıktır. Diğeri sıcakkanlıdır, kendisiyle daha kolay ilişki kurabilir. Herkese ve hemen zevkli anlar sunabilir. İnsana yakındır; ancak havaidir. Topluluk önünde konuştuğunda cumhuriyetçi tumturaklı veya kırıcı görünür. Söylediği doğru olabilir; ama sahte görünür. Demokrat, neşeli ve esprilidir. Belki söylediği doğru değildir; ama öyle görünür. Demokrat için, eseri liste başı olan biri, tamamen kötü olamaz; tanınmamış bir yazar da gerçekten iyi olamaz. Cumhuriyetçi de 50 en iyi eser listesinde yer alan kitapları okuyabilir; ama aşağıdan yukarıya. Cumhuriyetçi kadın düşmanı mıdır? Demokrat da erkek düşmanı mıdır? Cinsel basmakalıplar kültürümüz için tehlikelidirler, kutuplar ise aydınlatıcı. O halde şöyle diyelim: “Homo Republicanus”, erkek türünün kusurlarını taşır; buna karşılık “Homo Democraticus” kadın türünün meziyetlerine sahiptir. Cumhuriyetçi için özellikle geçip giden, gücü kemiren ve tahrip eden zaman önemlidir. Bunun sonucu iş sıkıntısı, gerginliktir. Bütün bunlar kendi kendine olduğu için cumhuriyetçi gerginleşir. Demokrat için ise önemli olan havanın nasıl olduğudur. Ona göre endişeye mahal yoktur, çünkü mevsimler birbirini izleyecek ve yağmurdan sonra güneş ortaya çıkacaktır. Çarşaftan sonra da blujin. Savaştan sonra barışma gelecektir. Demokrat savaşa o kadar az inanır ki ilk silah atışı ile birlikte barışa hazırlanır. Bu, bunalım döneminde tehlikelidir. Acaba akıllı kim, deli kim? Bunu nasıl bilebiliriz? Bu ikisini birleştirmek gerekir. Bu tehlikeleri azaltacaktır. Merak etmeyin; hayat bunu oyun oynar gibi kendi kendisine yapmaktadır.

Sistemlerdeki Kaymalar
Politik konuda güzelliklerin değerlendirilmesi hiç tavsiye edilmez. Anormallikler, korkunç şeyler üzerinde durulması tercih edilir. Bu, nedensiz değildir: Onların bize şeylerin temelini, aslını açığa vurdukları söylenir. Bir cumhuriyet patolojisi vardır. Geçen yüzyılda Hippolyte Taine, yani çağdaş solcularımızın en az okuyup, en çok zikrettikleri yazar, geometri zihniyetinin bozduğu, bir insan kavramı adına gerçek insanları küçümseyen, buz gibi acımasız Jakobin hakkında her şeyi söylemiştir. Bu “iğrenç teorisyen”, “bu lise öğretmeni” canlı bir halk düşmanıdır. Onun geçişine bakın: Kuru, zayıf, şüphe dolu, gözlerinin derinliklerinde bir giyotinle dolaşır. Konuşmasına bakın: Her şeyi açıklar; ama hiçbir şeyi anlamaz. Bu tutucu karikatürde her şey yanlış değil. Gerçekten hasta bir cumhuriyetin varacağı yer kışla, hasta bir demokrasinin sonu genelevdir. Huzursuz, rahatsız cumhuriyetlerin yolunu otoriteci eğilimler, uysal demokrasilerin yolunu ise demagojik eğilimler gözler.

Sistemlerdeki kaymaları karşı karşıya koymak uygun olacaktır. Ama her modelin karşıtları burada sahte bir simetri olduğunu haykıracaklardır. Bugün cumhuriyetçi modelin eleştirisinin, hastalığından hareketle yapıldığı bir gerçektir. Böylece onda ilkelerin sağlamlığının davranışların katılığını, tutarlılık iradesinin baskıcı zihniyeti, mantığın dar düşünceliliği gizlediği ortaya konmak istenecektir. Suçlanan cumhuriyetçi ise yapılan iltifatı demokratın kendisine çevirmekte yarar görecektir. Beni mağrur mu buluyorsunuz? (Avrupa’nın bütün ağızlarında “Fransız” olanla en sık birleştirilen sıfat.) Ben de sizi pek mezhebi geniş buluyorum. Ben mi dogmatiğim, genç adam. Aynada kendinize baksanıza, sizden daha fazla her çiçeğe konan olabilir mi? Gevşekliğinizi gizlemek için yumuşaklığınızla (souplesse) övünüyorsunuz. Gerçekçi kim, siz mi? Herhalde çıkarcı, fırsatçı demek istiyorsunuz. Siz beni kavgacı ve yobaz mı görüyorsunuz? Ben de sizi kaypak ve fırdöndü buluyorum. Karşılıklı olarak yapılan bu iltifatlar her iki kampa saflarını sıkılaştırmak imkanını vermektedir. Bunun sayesinde her biri komşusunun çarpıtıcı aynasında kendisini güzel bulmaktadır. Patolojik örneklere dayanılarak yapılan tartışma, narsizmin klasik bir hilesidir.

Cumhuriyetin korkunç biçimlerinin bugün demokrasininkilerden bin defa daha fazla alaylara yol açması bir tesadüf değil. Alayların oranı, kuvvetlerin oranını ifade etmektedir. 1989’un Fransa Cumhuriyeti’nde, cumhuriyet azınlıkta kalmıştır. Bir demokrat için de azınlıkta bulunan daima çirkindir.

Regis DEBRAY
Çeviren: Prof. Dr. Ahmet Arslan
Yayınlanma tarihi 23 Kasım 2009
http://akademikanaliz.blogspot.ru/2009/11/cumhuriyetci-misiniz-demokrat-m.html
Yazının tamamına aşağıdaki linkten ulaşılabilir:
http://emreyildirim.me/wp-content/uploads/2013/12/regisdebray.pdf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder